Logo
< Fabrika merkezli çalışma

Zor dönem bilinci


E. Doruk

Bütünlüğü üzerinden ele alındığında, içerisinde bulunulan tarihsel koşullar, dönemi, dönem ise sınıflar mücadelesinin o anki seyrini ve politik mücadelenin biçimlenişini belirler. Gündelik süreçlere ve gelişmelere, bunun ürünü olarak öne çıkan sorun ve sorumluluklara bu geniş çerçeve üzerinden bakmaya “dönem bilinci” de denebilir.

Bir örnek vermek gerekirse; TKİP VII. Kongresi’nin öne çıkardığı “Devrimi ve devrimci birikimimizi savunuyoruz!” şiarı, içerisinde bulunduğumuz toplumsal koşullar politik mücadelenin çerçevesini belirlerken, gündelik pratikte nasıl bir konumlanış ve tutumla hareket edilmesi gerektiğini de en özlü bir şekilde ortaya koymaktadır. Benzer bir örnek o günün koşulları üzerinden TKİP II. Kongresi’nin öne çıkardığı şiar üzerinden de görülebilir: “Devrimci örgüt yaşamsaldır!”

Zorlu dönem ve tasfiyeci savrulma

Düne kadar kendisini “devrimci”, “marksist”, “sosyalist” vb. nitelemeler ile tanımlayan sol parti ve örgütlerin, süreç içerisinde bu iddialarını terk edip düzen içi bir konuma savrulmalarının gerisinde, son tahlilde ideolojik-sınıfsal kimlikleri yer almaktadır. Bununla birlikte, sınıflar mücadelesinin zorlu dönemleri, ideolojik kimliği ve sınıfsal temeli küçük-burjuvaziye dayanan bu türden akımların kırılma ve savrulma süreçlerini hızlandıran bir diğer etken olarak öne çıkmaktadır.

12 Eylül faşist darbesi karşısında alınan kolay yenilgiden günümüze uzanan dönem boyunca, küçük-burjuva devrimci harekette yaşanan tasfiyeci savrulma ve dönüşüm bu olguyu deneyimsel olarak ortaya koymuş bulunuyor. 12 Eylül öncesinde hatırı sayılır bir kitle desteğine sahip olan küçük-burjuva halkçı örgütlerin, darbe sonrası dönemin zor koşullarında her türden tasfiyeci eğilimin öne çıkan özneleri olmaları bu açıdan rastlantı değildi. Zira, yenilgide belirleyici olan ideolojik-sınıfsal karakter, devam eden süreçte tasfiyeci çözülme ve savrulmaların da arka planını oluşturmaktaydı. 12 Eylül karşı-devriminin yarattığı ağır toplumsal tahribat, sınıf hareketinin dağınık ve geri tablosu, toplumsal mücadelenin parçalı-kesintili seyri, faşist baskı ve zorbalığın bunaltıcı ağırlığı ve devrimci harekete dönük arkası gelmeyen saldırılar ise çözülme ve çürümeyi hızlandıran önemli etkenler oldu.

Dönemin olumsuz koşulları, ‘70’li yıllarda mücadeleyi omuzlayan küçük-burjuva sosyal kesimlerde ve küçük-burjuva devrimci hareketin taşıyıcısı olan kadro ve militanlarda yorgunluk, umutsuzluk ve yılgınlık yarattı, devrimci harekete ve devrime güvensizliği perçinledi. Dolayısıyla, darbeyi takip eden zorlu yıllar devrimden kitlesel kaçışlara sahne oldu.

Tarihsel perspektiften ve dönem bilincinden yoksunluk

Görüldüğü üzere, ideolojik-sınıfsal karakter belirleyici olmakla birlikte, “tarihsel perspektiften ve dönem bilincinden yoksunluk” politik mücadelede sapmaların, hatalı eğilimlerin, sürüklenme ve savrulmaların en önemli nedenlerinden birisi olarak öne çıkmaktadır. Hem siyasal örgütlülükler hem de tek tek devrimciler açısından...

Bugün 12 Eylül dönemini aratmayan, yer yer onu da aşan zorluklarla örülü bir süreçten geçiyoruz. Bunun bir boyutunu düşmanın keyfi ve kuralsız zorbalığı oluşturuyor. Öte yandan, toplumun ilerici ve mücadeleci kesimlerinin moral ve ideolojik olarak besleneceği kaynaklar alabildiğine daralmış durumda. Karşı-devrimin 40 yılı aşan ideolojik, politik, kültürel kuşatması hem toplumsal yaşamda hem de sol hareket üzerinde ciddi tahribatlar yaratmış bulunuyor. Sınıf hareketi ve toplumsal mücadele ise belirgin bir zayıflık içerisinde, vb...

Sol hareketin verili tablosu ise dönemi belirleyen bu güçlükleri kendi cephesinden tamamlayan bir yerde duruyor. Zira, sol hareketi oluşturan güçlerin önemli bir kesiminin geride kalan on yıllar içerisinde devrim iddiasını terk etmesi, devrimci değerler sistemine ve ilkelere yabancılaşması, düne kadar sapma sayılan liberalizm, legalizm, parlamentarizm vb. her türden eğilimin “olağanlaşması” muazzam bir tortu yaratmış bulunuyor. Ne yazık ki, son yıllarda sol hareketin dayandığı mücadele dinamikleri de bu tortu ile yoğrulmuş durumda. Devrim ve devrimcilik ısrarını sürdüren komünistler açısından, tüm diğer zorlu koşulların yanı sıra sol hareketin verili bu tablosu da ayrı bir güçlük alanı olarak öne çıkmaktadır.

“12 Eylül faşist darbesini izleyen son kırk yılda solda birbirini izleyen tasfiyeci süreçler, ağırlaşan koşullar altında siyasal mücadeleyi devrimci bir çizgide yürütmenin güçlükleri ile sıkı sıkıya bağlantılı olmuştur. Devrimci bir çizgide mücadeleyi yürütmenin bedelleri ağırlaşmış, buna karşılık verimi azalmıştır. Bu da her türden tasfiyeci oportünizmi besleyen nesnel zemini oluşturmuştur. Bugün artık çok daha da ağır koşullar altındayız. Bu durum, devrimci ideolojik, örgütsel ve moral dayanaklarını çoktan yitirmiş parti ve grupları daha geri konumlara savuracaktır. Mayıs 2023 seçimlerinde düzen muhalefetinin yedeğinde hareket etmek bunun bir ilk işareti olmuştur. Devrimden, devrimci örgütten ve genel olarak devrimci olandan kopuş ve kaçış, yeni dönemin daha da belirgin hale gelen eğilimi olacaktır.” (TKİP VII. Kongre Bildirgesi)

Zor dönem ve iki temel eğilim

Özetle; artan faşist baskı ve zorbalık, sınıf ve kitle hareketinde yaşanan durağanlık ve gerilikler, başta dinsel gericilik ve ırkçı-şovenizm olmak üzere toplumu sersemleten burjuva ideolojik-kültürel kuşatma, sol hareketin geneline rengini veren düzen içi konumlanışın giderek düzen siyasetine eklemlenme düzeyine doğru yol alması, içerisinden geçmekte olduğumuz “zor dönem”in öne çıkan yanlarını oluşturmaktadır. Sorun tüm bu gerçekliklerin nasıl ele alındığı ve hangi sonuçların çıkarıldığında düğümlenmektedir. Özellikle devrimci mücadelenin bugünkü taşıyıcısı ve temsilcisi olduğunu iddia eden güçler ve bireyler açısından.

Bu bağlamda iki temel eğilimin altı çizilebilir. İlki ve bugün için yaygın olanı, var olan koşulları kabullenip “nesnelliğe” boyun eğen tutum ve davranış çizgisidir. Bu tutumun temsilcileri, günün ve mücadelenin devrimci sorumluluklarını “nesnelliğin” belirlediği sınırlarda ele almakta, boğucu atmosferin de basıncıyla sola genel olarak rengini veren her türlü popülist eğilim ve arayışa meyletmektedir. Bu anlayışa göre, bugün rüzgar devrimden yana esmemekte, emekçi kitleler ortaya konulan tüm çaba, emek ve ödenen bedellere rağmen yüzünü devrime ve mücadeleye dönmemektedir. Bu koşullarda mevcut “statükoyu” sürdürebilmek bile bir “başarıdır”!

Dengeleri alt üst eden gelişmelerin yaşandığı, özellikle de karşı-devrimin saldırılarını tırmandırdığı dönemlerde, bu türden örgüt ya da bireylerin akıbetinin ne olduğunu deneyimler üzerinden biliyoruz: İlk fırsatta kapağı düzene atmak! Burada devrimcilik yoktur. Burada devrimde ısrar ve kararlılık yoktur. Tipik bir küçük-burjuva davranış çizgisidir söz konusu olan. Zira, siyasal mücadelede “hemen sonuç” elde etme beklentisi içerisine girmek, bunun gerçekleşmediği yerde sınıf ve emekçi kitlelere öfke ve gerisin geri güvensizlik duymak, koşullar zorlaştığında mücadelenin sorumluluklarını “idare edebildiği kadar idare etmek”, bunu başaramadığında ise sorunu “nesnel koşullara” havale edip kendisini “düze” çıkarmak ve tüm bu tutarsızlıklar bütününü tek bir bünyede barındırabilmek ancak küçük-burjuvaziye özgü bir tutum olabilir.

Tarihsel olarak gericiliğin hüküm sürdüğü zorlu dönemlerde öne çıkan bir diğer tutum ise, “gerçeğin gözüne soğukkanlı bir şekilde bakıp” devrimci sonuçlar çıkaranlarda temsil edilmektedir. Hem düşünsel planda hem de pratik-politik mücadelenin ihtiyaçları bağlamında... Devrimci ilke ve değerler sistemine sıkıca tutunarak güne yüklenmek, rüzgarın karşıdan estiği ve tozu dumana karıştırdığı günlerde ayakta kalıp geleceğe hazırlanmak ancak böyle mümkün olabilir. “Dönem bilinci” kapsamında devrimci olan tam olarak budur!

Bu topraklarda Ekim şahsında komünist hareketin doğumu, bu tutuma verilebilecek en anlamlı örneklerden birisidir. 12 Eylül karşı-devriminin toplumsal mücadeleye büyük darbeler indirdiği, devrimci harekette ideolojik, örgütsel ve kültürel boyutları olan tahribatlar yarattığı bir dönemde, komünistlerin alabildiğine sınırlı güç ve imkanla devrimi ve sosyalizmi savunabilmesinin, bu temelde ayakta kalarak yol yürüyebilmesinin sırrı, içerisinden geçilen sürecin tarihsel arka planını marksist dünya görüşü temelinde kavrayabilmelerinde gizlidir. Aynı şekilde, devrimci ve sol hareketin çok yönlü eleştirisini yapılabilmeleri de böyle mümkün olabilmiştir. İçerisinde bulunulan koşulları, bu koşulların ortaya çıkardığı çok yönlü sonuçları, sorunları ve güçlükleri soğukkanlı bir yaklaşımla değerlendirebilme başarısı, komünistler şahsında cisimleşen “dönem bilinci”ni tartışmasız olarak gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla, biz komünistler adına kendi tarihimizden ve deneyimlerimizden öğreneceğimiz çok şey bulunmaktadır.

Dün olduğu gibi bugün de aynı katı gerçekler ve güçlükler karşısında savrulup gitmeler şaşırtıcı olmamalıdır. Zira, karşıdan esen rüzgarın kurumuş yaprakları koparıp atması, içten içe çürümüş dalları kırıp sağa sola savurması kaçınılmazdır. Böylesi koşullarda geriye, köklerini toprağa sımsıkı saranlar, bilinç ve irade olarak geleceğe hazırlananlar kalacaktır. Devrimci güçlerin kendi gerçekliğine, tarihsel misyonuna ve güncel sorumluluklarına en başta bu çerçeveden bakabilmesi büyük bir önem taşımaktadır. Zira, günün getirdiği her türden güçlükle baş edebilmenin yolu, tarihsel ilerleyişin bugünkü evresini marksist dünya görüşünün esasları üzerinden kavrayabilmekten geçmektedir. Gündelik mücadelenin ihtiyaçlarına devrimci bir yaklaşım üzerinden yanıt verebilmenin yolu da öyle.

Özetle, bir dizi açıdan zorluklarla örülü bir dönemde, aynı gerçeklerin gözünün içine bakarak farklı tercihlerde bulunanlar, düzen ile devrim arasındaki ayrım çizgilerinin belirginleştiği iki ayrı tutumu temsil etmektedirler. Komünistler önlerinde duran tüm sorun ve sorumluluk alanlarına bu perspektif üzerinden bakabilmeli, pratikte devrimci sonuçlar çıkarmayı başarabilmelidirler. Kimileri sokağa baktığında sadece engelleri görüp karamsarlığa kapılırken, komünistler bu aynı sokakta devrimci mücadelenin alttan alta biriken potansiyellerine odaklanabilmelidir.

Bu açıdan, zorluklarla örülü bir dönemde, devrim iddiasına yabancılaşmanın yer yer devrimci olana düşmanlık biçiminde karşımıza çıktığı şu günlerde, TKİP VII. Kongresi’nin şiarı, daha da önemlisi güncel çağırısı, kendi ayrım çizgisini ve anlamını berrak bir şekilde ortaya koymaktadır: “Devrimi ve devrimci birikimimizi savunuyoruz!” Bizler açısından bu şiar kendi başına bir söylem ya da propaganda değil, tam olarak içerisinden geçtiğimiz sürecin sorumlulukları üzerinden alınan bir tutumdur. Gerisinde ise açık bir “dönem bilinci” yer almaktadır:

TKİP VII. Kongresi’nin ‘Devrimi ve devrimci birikimimizi savunuyoruz!’ şiarı, yeni tasfiyeci savrulmalara ve devrimci mücadeleden kaçışlara karşı da net ve tok bir direnme tutumu ve çağrısıdır. Partimiz devrimci siyasal mücadele sahnesine yeni bir akım olarak çıkışını, 12 Eylül’ü izleyen kolay yenilgiyle hesaplaşmaya ve aynı süreç içinde tasfiyeci savrulmaları başarıyla göğüslemeye borçludur. Zorlu koşullara direnmek ve devrim yolunda kararlılıkla yürümek partimizin mayasında vardır. ‘Zor dönem devrimcileri’ yetiştirmek, bu mayanın bir parçasıdır ve partimizin kadro politikasının temel bir yönü olagelmiştir.” (TKİP VII. Kongre Bildirgesi)


Üste