8 Mart eylemlerinin aynasında
sol hareket
Komünistler yıllar önce yaptıkları değerlendirmede, sol hareketinin “ciddiyet ve samimiyet bunalımı” içinde olduğunu ifade etmişlerdi. “Davasında, çizgisinde, mücadelesinde ve çalışmasında ciddiyet, davasına ve uğruna mücadele ettiği sınıfa ve emekçilere karşı samimiyet”ten yoksunluk, ilerleyen süreçlerde siyasal çürümenin yolunu açtı. Yakın dönemde yaşanan bir dizi örnek, belli akımların yaşadığı bu çürümenin boyutlarını tüm açıklığı ile gözler önüne serdi.
Bunun gerisinde, devrimci iktidar perspektifine dayalı mücadele çizgisinin, bununla bağlantılı olarak maddi ve moral değerlerin, ideolojik hassasiyetlerin ilkesizce yitirilmesi yatmaktadır. Siyasal hedeflere değil gündelik çıkarlara, geleceği kazanmaya değil günü kurtarmaya dayalı bakış ve pratik neredeyse solun geneline hakim olmuş durumdadır. Yıllardır seçim süreçlerinde alınan tutumlarla bunun en çarpıcı örnekleri sergilenmektedir. Aynı ölçüde olmasa da, 8 Mart süreçlerinde sergilenen tutumlar da, siyasal akımların düzen karşısındaki duruşları açısından açık bir fikir vermektedir.
İşçi sınıfının can bedeli direnişlerle yarattığı ve uluslararası işçi hareketinin mücadelesinin bir ürünü olan 8 Mart, yüzyılı aşkın bir süredir tüm dünyada, başta kadınlar olmak üzere tüm emekçiler tarafından kutlanmaktadır. Ancak, dünyada olduğu gibi ülkemizde de, her sınıfsal konumlanış ve duruş, 8 Mart'a kendi rengini vermeye çalışmaktadır.
Kendi ifadeleriyle, varlıklarını 12 Eylül darbesine borçlu olan, sol hareketin yenilgiye uğramasıyla “önlerinin açıldığına” sevinen feministler, '90’lı yıllarda kadına yönelik şiddeti esas alan çalışmaları yoğunlaştırdılar. “Mor iğne” vb. kampanyalar, “Mor çatı” vb. oluşumlar, aslolarak kentin küçük-burjuva ve orta katmanlarına dayanan, dar sınırlarda bir çalışmaydı. Ta ki Kürt hareketinin, yaşadığı yön değişimine bağlı olarak, kadın sorununda ve somut olarak 8 Martlar'da aldığı tutumla yolları kesişinceye kadar...
‘90’ların sonlarında devrimci güçlerle ortak 8 Mart mitingleri örgütleyen, ‘98 yılında yasaklı olan Taksim'e devrimci güçlerle birlikte çıkan, devletin faşist saldırganlığı ile karşı karşıya kalan Kürt kadın hareketi, ilerleyen süreçte 8 Mart eylemlerinde bir yön değişimi yaşadı. İmralı süreci sonrasında Kürt hareketinde yaşanan dağınıklık ve geri çekilme evresinde Kürt kadın kitleleri canlılığını sürdürmüş, Kürt kadın hareketi oluşturulan örgütlülüklerle ete kemiğe bürünmüştü. Ancak Kürt hareketindeki yeni yönelim Kürt kadın hareketi üzerinden de yansımalarını buldu. 2000'lerin başlarından itibaren kadın örgütleriyle gerçekleştirmeye başladıkları 8 Mart eylemleri, feminist harekete de rahatlıkla söz söyleme olanağı sağladı.
2000'ler sonrası gerçekleştirilen 8 Mart mitinglerinde feministlerin kaba müdahaleleri öne çıksa da, mitinglere rengini veren ve politik muhtevasını belirleyenin Kürt kadın hareketi olduğu açıktır. Son olarak 2004 yılında erkek katılımına yönelik kaba müdahalelerin ayyuka çıktığı, Kürt hareketinin yanısıra ESP/EKD’nin de bu utanç verici tutuma ortak olduğu 8 Mart mitingi, devrimci güçlerin içinde yeraldığı son miting oldu.
Bu tarihten sonra, komünistler ile devrimci güçler tarafından, feministlerin ve asıl olarak reformistlerin perspektife tabi olarak gerçekleşen eylemlere tutum alındı ve 8 Mart mitinglerini ayrı örgütleme yolu tutuldu. 8 yıl önce yaşanan bu ayrışma, devrimci güçleri dışlayan yasakçı tutumlara tavır almanın ötesinde, 8 Mart’ın tarihsel ve devrimci özünün karartılmasına, sınıfsal karakterinden kopartılmasına yöneliktir.
Geride bırakılan 8 yıllık süreçte Devrimci 8 Mart Platformu ile Kadın Platformu’nun bakışları daha bir açıklık kazanmışken, bugün kimi sol güçlerin yaşanan ayrışmanın mantığını, buradaki açık sınıfsal ve siyasal duruşu unuttukları, genel planda yaşadıkları değişime bağlı olarak 8 Mart'ta da tercihlerini bu yönde yaptıkları görülüyor.
Komünistler olarak, 8 Mart üzerinden yaşanan ayrışmada, sorunun tek başına “erkeklerin alana alınmaması” ya da “kadınlar günü mü/ emekçi kadınlar günü mü?” olmadığını, asıl meselenin kadın sorunu şahsında reformizm-devrim ayrışması olduğunu dile getirdik. Bugün bir kez daha, yaşanan ayrışmada, kurulu düzene karşı bakışın, duruşun, mücadele programının belirleyici olduğu görülmektedir. Siz bir dizi konuda olduğu gibi somutta kadın sorununun da kaynağında toplumsal düzeni mi görüyor; bu düzeni devrimci yollardan değiştirmeye yönelik stratejik bakış ve bununla bağlantılı ittifaklar mı hareket ediyorsunuz? Yoksa, kurulu düzenin sonuçlarına karşı mücadeleyi mi esas alıyorsunuz? Ayrımın özü ve esası budur!
Birileri bugün yıllardır altına imza attıkları platformu, onun ilke ve değerlerini inkar etseler de, Devrimci 8 Mart Platformu, kadının ezilmesi ve sömürülmesinin kaynağı olarak kapitalist düzeni karşısına almış, kadının kurtuluşunun ancak toplumsal düzenin değiştirilmesiyle, devrimle olanaklı olacağını dile getirmiş, bunun da kadın ile erkeğin birlikte mücadelesi ile mümkün olacağını söylemiş ve bu perspektife uygun bir şekilde alanlarda konumlanmıştır.
Kadın Platformları ise, salt kadınlarla gerçekleştirdikleri eylemlerde “Bedenimiz, emeğimiz, kimliğimiz için erkek egemen sisteme karşı örgütlü mücadeleye” şiarlarıyla, kadın emeğine yönelik saldırılara ve “erkek egemen sisteme” karşı çıktıklarını dile getirseler de, kadın sorununun gerçek kaynağı olarak düzeni değil, sonuçlarına karşı mücadeleyi eksen alan reformist bir zeminde durmaktadırlar.
Vurgulanması gereken bir diğer nokta, devrimci güçlerin “kadın sorununu anlamamak”la, “kadın çalışmasını önemsememek”le suçlanmasıdır. Daha düne kadar Devrimci 8 Mart Platfomu'nda yeralanların bu söylemleri ibret vericidir. Bugün devrimci güçlerin emekçi kadın çalışmasını örgütleme açısından yetersizlikleri ile kadın sorununa bakışta hangi zeminde durdukları iki ayrı tartışmanın konusudur. Devrimci platformun temel kaygısı, solda tasfiyeciliğin alabildiğine derinleştiği günümüzde, 8 Martlar’ın devrimci bir zeminde/ devrimci sınıfsal özüne uygun bir biçimde örgütlenebilmesidir. Bugün bu temel ölçütün “unutulması” rastlantı değildir, başka alanlarda da dışa vuran yeni politik yönelimlerle bağlantılıdır.
Sorunun özü düzen karşısında konumlanmakta yatmaktadır. Bugün devrimcilik iddiasını yitirenler, soluğu Kürt hareketinin kuyruğunda almaktadırlar. Düzene karşı mücadelede devrimci stratejik bakışı kaybedenler, günü kurtarmak derdine düşenler Kürt hareketinin yedeğine düşmekten kurtulamamaktadırlar. Yıllardır oluşan seçim platformları da bu işlevi görmektedir. Devrim ufku yitirildiğinde, parlementer zeminlerde güç ve etki sağlamaya, muhtarlıklardan milletvekili koltuklarına kadar uzanan parlementer zeminlerde kendilerini varetmeye çalışmaktadırlar. Kendi gücü buna elvermeyenler, Kürt hareketiyle geliştirdiği ilişkilere ve onun oy tabanına yaslanarak politika yapmaya yönelmektedirler. Geçtiğimiz yıllarda seçimlere yönelik oluşturulan blok/platformlardan sonra bugün reformist bir platform olan Halkların Demokratik Kongresi'nin misyonu da budur.
Bir dizi alanda olduğu gibi 8 Mart üzerinden de yaşanan ayrışma, devrimci platformun yaşadığı zayıflamaya rağmen olumludur. Sol güçlerin politik tutum ve ilkeleri açısından yeterli bir açıklık ve netlik sağlamaktadır. Aynılar aynı yerde buluşmayı sürdürmektedir.
Ancak şu yeterince açıktır. Geleceği devrimci iktidar perspektifine, devrimci ilke ve değerlere sahip olanlar kazanacaktır.