“Marksizm bizim ideolojik temelimizdir. Toplumumuzun gerçeklerine bu gözle bakıyor, bu gözle yorumluyoruz ve hedeflerimizi de bu dünya görüşünün ortaya koyduğu esaslar üzerinden saptıyoruz. Programımızın teorik temeli bu noktada Marksizm-Leninizmdir...”
(Parti Programı Üzerine/2, Teorik ve İlkesel Bölüm, s.191)
Eğitimin bütünselliği ve çok yönlü önemi
Kadrolaşma politikası çerçevesinde üye ve sempatizanlarımızın sistematik teorik ve pratik eğitimi ve dönüşümü, her zaman partimizin dikkat çektiği temel önemde sorunlardan biri olmuştur. Siyasal çalışma ve mücadele saflarımıza sürekli olarak yeni güçler, genç ve eğitimsiz militanlar kazandırdığı için, bunların çok yönlü eğitimi de her zaman parti yaşamımızın temel önemde bir sorunu olmaya devam edecektir.
Kadroların eğitimi denildiğinde öncelikle altı çizilmesi gereken nokta, eğitimin bütünsel ve organik karakteridir. Komünist militanın teorik-ideolojik, siyasal, pratik, örgütsel ve moral eğitimi bir bütündür. Buna daha özlü bir biçimde, teorik ve pratik eğitimin organik birliği de diyebiliriz. Sorun salt teorik-ideolojik eğitim çerçevesinde ortaya konulduğunda bile, burada sözkonusu olanın kuru ve soyut bir akademik eğitim olmadığını biz komünistler iyi biliriz. Tersine, kadroların teorik eğitiminin bile siyasal mücadelenin temel sorunları ve görevleri temeli üzerinde ele alınması gerektiğini bir an bile unutmayız. Ancak bu temele oturmuş bir teorik eğitim işlevsel olabilir, canlı yaşama bağlanabilir ve devrimci sınıf mücadelesine hizmet edebilir. Devrimci teorinin devrimci pratik için olması da bu anlama gelir.
Nasıl ki teorik eğitim sorunu devrimci pratik amaçlardan ayrı düşünülemezse, tersinden, pratik eğitim ve dönüşüm de ideolojik-politik çizgiden ayrı düşünülemez. Pratik içinde devrimci bir dönüşümün gerçek zemini, herhangi bir türden pratik değil fakat partinin programatik hedefleri ve politik çizgisi doğrultusunda sürdürülen kesintisiz politik çalışma ve mücadele, bunun ifadesi olan devrimci sınıf pratiğidir. Küçük-burjuva sosyal zeminlerde, kültürel ortamlarda ve pratikler içinde komünist bir devrimcileşmenin olamayacağını kendi ülkemizin deneyimlerinden bile biz çok iyi biliyoruz. Devrimci pratiğiniz devrimci sınıf çizginiz doğrultusunda olmak zorundadır. “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” formülasyonu bunu anlatır, devrimci teorinin devrimci pratik üzerindeki belirleyiciliği burada anlamını bulur.
Bu söylenenleri tamamlayan temel önemde bir başka gerçek var. Doğru çizgide ilerleyen başarılı bir siyasal çalışma ve mücadele, ancak partinin teorik birikiminin, programının, ideolojik-politik çizgisinin derinlemesine kavranması, içselleştirilmesi ve sindirilmesi ölçüsünde olanaklı olabilir. Bu da bize kadroların teorik ve programatik çerçevedeki sürekli eğitiminin çok özel önemini gösterir. Partinin teorik-programatik çizgisinin derinlemesine ve yaratıcı bir biçimde kavranabilmesi ise, herşeyden önce marksist-leninist dünya görüşünün kavranmasını, asgari bir marksist formasyonu gerektirir.
Böylece genel marksist-leninist teori (buna dünya görüşümüzün esasları da diyebiliriz), teorik temeli ile birlikte parti programı ve politik çizgisi (buna kısaca partimizin çizgisi de diyebiliriz) olarak tanımlanabilen bir düşünsel eğitim sorununa ulaşmış oluyoruz. Halihazırda bu ikincisinde, parti çizgisi temelinde eğitimde daha iyi bir durumdayız. Fakat partimiz tarafından hep vurgulanageldiği gibi, bizim çizgimizi marksist-leninist teorinin esaslarından ayrı düşünmek olanaklı olmadığı gibi ondan ayrı kavramak da olanaklı değildir. Bu nedenle eğitimin bu her iki boyutunu içiçe, organik bir bütünlük içinde ele almalıyız.
Sınıfın bilinçli öncüsü olmak
“Komünist partisi, sınıfın bilinçli öncüsüdür. Öncü müfreze kavramı, öncelikle bu nitelikte ifade bulur. Bilinçli öncü, devrimci teori ile silahlanmış, proletarya hareketinin temel ve taktik sorunlarında açıklığa kavuşmuş, harekete kılavuzluk etme, yol gösterme yeteneğine sahip öncü demektir. Bu düzeye ulaşamayan, bu vasfı kendi için bir kimlik haline getirmeyi başaramamış olan bir örgüt, doğal olarak ortaya bir önderlik kapasitesi koyamaz. Hareketin ardından sürüklenmek akibetinden de kurtulamaz. Lenin’in sözleriyle, öncü savaşçı rolünü ancak en ileri teorinin klavuzluk ettiği bir parti yerine getirebilir.” (MK Değerlendirmeleri, Nisan ‘94, EKİM 3. Genel Konferansı/Siyasal ve Örgütsel Değerlendirmeler, s.234)
Nisan ‘94 tarihi taşıyan bu değerlendirmede, marksist-lenist bir partinin önderlik misyonunu yerine getirebilmesinin temel gerekleri ortaya konulmakta, bir partinin öncü savaşçı rolünü yerine getirebilmesinde marksist-leninist teorinin yol gösterici rolünün altı çizilmektedir. Devrimci teori silahını kuşanmış “bilinçli öncü”lük rolü, komünistlerin her dönem döne döne işaret ettikleri temel önemde bir sorun olmuştur.
Tam da bu noktada, kadroların nitelik ve düzeyinin bir partinin önderlik düzeyi bakımından taşıdığı öneme gelmek istiyoruz. Elbette komünist partisinin bilinç ve önderlik düzeyi tek tek kadrolarının düzeyine indirgenemez. Yukarıya aldığımız pasajda da öncülük sorunu doğal olarak partinin genel niteliği üzerinden ortaya konulmaktadır. Fakat bu bize, bir partinin sergileyeceği önderlik düzeyinin kadrolarından ayrı düşünülemeyeceği, o ünlü ifadeyle bir noktadan sonra “herşeyi kadroların tayin edeceği” temel önemde gerçeğini unutturmamalıdır. Daha da önemlisi, “herşeyi kadroların tayin edeceği” formülasyonun da doğru anlaşılabilmesidir. Zira meselenin dar kavranışı bunu basitçe, “parti önderliği” tarafından belirlenen politikaların uygulanmasına indirgeyebilir.
Parti soyut bir varlık değil, kollektif bir organizmadır. Bir partinin merkezi önderliği elbette o partinin en birikimli ve deneyimli kadrolarından oluşacak, böyle oluşmuş bir yönetici merkez de doğal olarak önderlik planında özel bir rol oynayacaktır. Fakat partinin sınıfa ve genel devrimci mücadeleye önderlik misyonu, hiç de salt bu dar çekirdek üzerinden değil, fakat partinin tümü tarafından yerine getirilebilir ancak. “Kadroların belirleyiciliği” de, salt merkezi önderlik tarafından belirlenmiş politikaların başarıyla hayata geçirilmesi üzerinden tanımlanamaz ya da bununla sınırlanamaz. Kadrolar partide başarılı ve verimli bir önderlik fonksiyonunun oluşmasında da temel önemde bir rol oynarlar. Lenin, “ademi merkeziyetçiliği”, ki bu partinin bütün bir alt kademesi ve dolayısıyla kadrolarla ilgili bir alandır, “devrimci merkeziyetçiliğin zorunlu bir önkoşulu ve zorunlu bir düzelticisi” olarak tanımlarken, bu gerçeği dile getirmiş oluyordu. “Parti önderliği”nin kendi rolünü başarıyla oynayabilmesi, kollektif bir organizma olarak partinin çok yönlü olarak işlevini yerine getirebilmesiyle mümkündür. Yani parti kadrolarının kendi rollerini en etkin bir biçimde oynayabilmelerine, kendi “bilinçli öncü” kimliklerini sürekli geliştirmelerine, böylece partide niteliğin yükselmesine bağlıdır.
Komünistler her dönem bu soruna büyük bir önem vermişlerdir. Türkiye devrimci hareketinde “parti önderliği” kavramının bürokratik tarzda yozlaştırılması, “düşünen önderler/uygulayan militanlar” mekanik ayrımına yolaçmış ve bu köklü bir anlayış olarak yerleşmişti. Daha sonra PKK’de ve öteki bazı küçük-burjuva akımlarda ifrata vardırılan bu anlayışı, komünistler siyaset sahnesine çıktıkları andan itibaren kesin bir dille eleştirip mahkum ettiler. Konuyu gerçekten çok iyi ve bütünsel bir bakışla özetlediği için, başlangıç yıllarına ait bir metinden biraz uzunca bir bölümü buraya almak istiyoruz:
“Türkiye devrimci hareketinde bugün de acısı duyulan düşünce kısırlığı, yalnızca birikimsizliğin, teoriyi küçümsemenin, dogmatizmin ya da kopyacı ve taklitçi eğilimlerin değil, örgütlerin yaşamında ‘önderlik’ kavram ve kurumunun bürokratik bir yorumla yozlaştırılmış olmasının da sonucudur. Düşünen önderler/uygulayan militanlar, zımnen benimsenmiş, fiilen yerleşmiş bir anlayıştı, küçük-burjuva bürokratik örgütlerin pratiğinde. Yüzlerce, binlerce militan şu veya bu örgütün saflarında, her türlü fedakarlığı göze alarak çalışıyor, savaşıyordu. Ama, bu aynı örgütlerin düşünce yaşamına pek az, çoğu kere de hiç katılamıyor, bunun ortam ve olanaklarından yoksun kalıyordu. ...”
“Önderliği olmayan bir devrimci siyasal hareket tasavvur bile edilemez. Güçlü, bilgili ve birikimli, yetenekli, deneyimli, saygın, güç ve otoritesini bir takımı biçimsel yetkilerden çok bütün bu ideolojik-siyasi ve manevi özelliklerinden alan bir önderlik, devrimci her örgütün yaşamında özel ve hayati bir önem taşır. Bu yeterince açık olmalı. Her önderlik belirli sayıda bireylerden oluşan kollektif bir topluluktur ve bu topluluğu oluşturan bireyler çok sayıda ve kolay yetişmez. Bu da yeterince açık olmalı.
“Fakat öte yandan, adına layık her devrimci siyasal örgüt, bilinçli ve düşünen insanlar topluluğudur. Her gerçek devrimci bilinçli ve düşünen bir savaşçıdır, öyle olmalıdır. Bilimsel bir dünya görüşüne ve muazzam bir evrensel düşünce mirasına sahip marksist-leninist örgüt ya da partiler için, onların savaşçı militanları için, bu söylenenler özellikle geçerlidir. Parti önderliği kavramı ve kurumu, partinin kendisinin bir sınıfın öncü kuvveti, bir mücadelenin sürükleyici motoru olduğu gerçeğini karartmamalıdır. Öncü bir partinin militanları partinin genel niteliğini kendi kişiliğinde somutlayan ve yansıtan bireyler olabilmelidirler. Kendi partisinin düşünce yaşamına katılmayan, görüş, düşünce, öneri ve eleştirilerini sürekli ve sistemli olarak parti yaşamında, özellikle onun yayın organlarında ortaya koymayan bir militan, kelimenin dar, teknik anlamında bir savaşçıdır ancak. Parti üyelerini, savaşçı militanları partinin düşünce yaşamına katmak için sürekli çaba harcamayan, bunun için gerekli araç ve olanakları yaratmayan yöneticiler ise, bilinçli savaşçılar topluluğunun önderleri değil, güdücü örgüt bürokratları olabilirler yalnızca...” (Ekim’den Okurlara, Sayı:15, Aralık 1988)
Bu uzun aktarma birçok sorunu kendi içinde en iyi biçimde özetlediği için biz kendimizi bu yaklaşımın partimizdeki sonuçlarına ilişkin örneklerle sınırlayacağız. Komünistler bu alanda da yepyeni bir anlayışın temsilcisi oldular ve bunun olumlu etkisini somut olarak gördüler. TKİP’nin saflarında Habip, Ümit, Hatice gibi çok yönlü olarak gelişmiş komünist devrimcilerin yetişebilmiş olması, bu çerçevede bir rastlantı değildir. Bunun gerisinde, bu bakışın gereklerine uygun davranılması, bu konuda gerekli hassasiyetin gösterilmiş olması vardır. Öte yandan ise, bu yoldaşlarımızın, komünist hareket tarafından kadrolara yapılan bu devrimci çağrının anlamı konusunda tam bir bilinç açıklığına sahip olmaları ve kendi cephelerinden “düşünen savaşçılar” olabilmenin gereklerini yerine getirmek konusunda özel bir çaba harcamaları gerçeği vardır. Siyasal yaşamlarının her evresinde “partinin düşünsel yaşamı”na etkin bir biçimde katılmaları, sadece belirlenen politikaların yaratıcı bir biçimde hayata geçirilmesine değil, bizzat bu politikaların oluşmasına da konumları üzerinden aktif bir katılım çabası içinde olmaları bunun ifadesi olmuştur. Bu elbette öteki şeyler yanında ideolojik-teorik kavrayışlarını sürekli bir biçimde geliştirmeleri sayesinde mümkün olabilmiştir. Konumuz bu olduğu için sorunun bu yanının özellikle altını çizmek istiyoruz.
Kadroların teorik-ideolojik donanımı
“Bir örgüt, herşeyden önce, belirli bir ideolojik çizgi temeli üzerinde birleşmiş insanlar topluluğudur. Kadroların ideolojik-teorik eğitimi, örgüt yaşamının temel sorunlarından ve başarılı bir politik çalışmanın temel önkoşullarından biridir. Bir ideolojik çizgi ve bu çizgi doğrultusunda saptanmış politik görevler, ancak bu çizgiyi özümlemiş ve ortaya konulan görevleri bu kavrayış içinde ele alan kadrolar tarafından başarıyla uygulanıp gerçekleştirilebilir.
“İdeolojik çizgi ve çalışmanın tayin edici önemi üzerine yeterli açıklığa sahip bir hareket olduğumuz halde, bugün kadrolarımızın ideolojik donanım bakımından oldukça yetersiz olmaları olgusu ile yüzyüzeyiz. Yoldaşlarımızın büyük bir bölümü temel marksist eğitimden yoksundurlar. Bununla bağlantılı olarak da, ideolojik çizgimizi doğru ve yaratıcı bir biçimde kavramaktan uzaktırlar.” (EKİM 3. Genel Konferansı/Siyasal ve Örgütsel Değerlendirmeler, Eksen Yayıncılık, s.175-76)
‘95 tarihli bu değerlendirmede, “Komünist kadroda ideolojik kimlik” başlığı altında, ideolojik çizgimiz temelinde eğitilmemiş militanların, saptanmış politik görevleri de başarıyla yerine getiremeyeceğine işaret edilmekte; temel marksist eğitimden yoksunluğun, ideolojik çizgimizin derinlemesine ve yaratıcı bir biçimde kavranmasını güçleştirdiği vurgulanmaktadır. Kadrolaşmanın sorunları çerçevesinde sürekli üzerinde durulan bir sorun olagelmiştir bu.
“Temel marksist eğitim” sorunu Parti kongresinde de tartışılmış, marksist-leninist dünya görüşünün temel esasları, marksist-leninist teorinin temel sorunları üzerinden sistematik bir eğitim olmaksızın ideolojik çizgimizin ve programımızın kavranamayacağı gerçeğinin altı bir kez daha önemle çizilmiş ve bu alandaki görevlere dikkat çekilmiştir:
“Saflarımıza kattığımız genç militanları, işçi militanları sağlam bir marksist bilimsel bakışaçısıyla mümkün olan en kolay biçimde eğitmenin sorunlarını tartışırken, bir takım temel eserlere temel eğitim materyali olarak özel bir yer vereceğiz. ... Saflarımıza bir dizi genç ve eğitimsiz insan geliyor, büyük heyecanlarla da geliyorlar. Peki ne okuyorlar bu insanlar? Marksizmin temel eserlerini dikkatle incelemeyi, öncelikle bir marksist teorik formasyon kazanmayı, bu dünya görüşünün esaslarını bir an önce kavramayı önemsiyorlar mı? Böyle olmadığını ve örgütümüzün de birçok durumda bu militanların teorik eğitimiyle doğru-dürüst ilgilenmediğini hepimiz biliyoruz.” (Parti Programı Üzerine/1-Program Yöntemi ve Yapısı, Eksen Yayıncılık, s.64)
Burada marksist-leninist klasiklere temel eğitim materyali olarak başvurulması gerekliliği, bilimsel sosyalizmin kendi orijinal kaynakları üzerinden kavranması ihtiyacı üzerinden özellikle vurgulanmaktadır. Ülkemizde geleneksel sol hareketin temel zayıflık alanlarından biri olagelmiştir bu. Teoriye yaygın ve neredeyse kurumlaşmış ilgisizliği, olduğu kadarıyla da Marksizm-Leninizm kendi orijinal kaynakları yerine “popüler” ikinci üçüncü el yorumlar üzerineden “inceleme” tutumu tamamlamıştır. Bu nedenledir ki bilimsel teorinin en temel tezleri ve ilkeleri bile ya hiç kavranamamış, ya da eksik, güdük, çarpık ve mekanik biçimde anlaşılmıştır. Özellikle ‘70’li yıllarda Marksizmin ikinci-üçüncü el kaba yorumları üzerinden öğrenilmesi çabası, o günkü tarihsel konjonktürde, küçük-burjuva halkçılığının geniş bir etkinlik alanı bulabilmesini de kolaylaştırmıştır. Halkçı dogmaların genelleşmiş etkisi altında Marksizmin sınıf özü çarpıtılmış, bilimsel yöntemi ise neredeyse hepten bir yana bırakılmıştır. Bilimsel sosyalizmin olmazsa olmazı olan işçi sınıfının tarihsel misyonu ve öncü devrimci rolü küçük-burjuva görüşlerin gölgesinde kalabilmiştir. Bundan da öteye, Marksizm adına küçük-burjuva düşünce ve önyargıların bu hakimiyeti, toplumsal gerçekliğimizin doğru anlaşılmasını ve dolayısıyla devrimin stratejik ve sorunlarının doğru çözümlere bağlanmasını da engellemiştir. (‘70’li yıllarda mücadeleye katılan yüzlerce binlerce devrimcinin marksist dünya görüşü adına okuyup incelediği yayınlar, bağlandıkları grupların süreli yayınları ve broşürlerini pek az aşıyordu. Oysa herşey bir yana, çoğu durumda bu yayınları ve broşürleri hazırlayanların kendileri de gerçekte marksist dünya görüşü üzerine asgari bir bilimsel eğitimden yoksundular).
Bugün ise durum çok daha vahimdir. Artık bu “popüler” ürünler üzerinden de olsa Marksizmi öğrenme çabasından sözetmek pek mümkün değildir. Devrimci teori solun geniş kesimleri için anlamını ve önemini çoktan yitirmiştir. Devrimci teoriye bu ilgisizlik devrimci sınıf mücadelesinin bugünkü genel zayıflığı ile de birleşince liberal-reformist görüşlere geniş bir etkinlik alanı açılmakta, Marksizm-Leninizmin en temel tezleri ve ilkeleri hala da marksist geçinebilenler tarafından gönlü rahat bir biçimde pratikte bir yana bırakılmaktadır.
Fakat işte tüm bunlara inat, komünist militanlar Marksizm-Leninizmi incelemeye daha özel bir önem vermeli, bunu büyük bir istek ve heyecanla yapmalı, parti çizgisini derinlemesine kavramayı bu çaba temeline oturtmalı, parti ise sistematik müdahale ve yönlendirmeleriyle bunun amaca uygun, sağlıklı ve verimli bir çaba olarak gerçekleşmesini güvenceye almalıdır.
Etkili ve başarılı bir politik faaliyet için
Propaganda ve ajitasyon devrimci siyasal çalışmanın en temel yönlerinden biridir. Siyasal çalışmadan amaç sınıfın ve emekçilerin bilincini ve eylemini geliştirmek, devrimci hedeflere yönlendirebilmektir. Bunu başarılı bir tarzda yapabilmek ise, öncelikle, ideolojik çizgimizin, programatik görüşlerimizin ve marksist teorinin temel esaslarının kavranmasını gerektirir.
Örneğin, parti programımız kapitalizmin bilimsel temellere dayalı bir suçlanmasıdır, diyoruz. Öyleyse propaganda-ajitasyon çalışmamız da bu suçlamayı en etkili bir biçimde yapabilen bir içerikte olmak durumundadır. Ama marksist ekonomi politiği bilmeyen, dolayısıyla kapitalizmin bilimsel eleştirisine dayalı bir teorik perspektiften yoksun olan bir devrimcinin, ya da böyle devrimcilerden oluşmuş bir komite ya da hücrenin bunu başarıyla yapabilmesi güçtür. Böyle olunca da sözkonusu çalışma daha çok kapitalizmin ürettiği kötülüklerin teşhiri ile sınırlanacak, emekçilerin bilincini geliştirmeyi ve devrimci hedeflere yönlendirmeyi amaçlayan temel yönü zayıf kalacaktır.
Bugün burjuva medyada bile düzenin ürettiği kötülükler ortaya konuluyor, hatta kimi zaman bu “sistemin değişmesi” gerektiği söylenebiliyor. Dolayısıyla, devrimciler için sorun kapitalizmin ürettiği kötülükleri kendi içinde sürekli tekrarlayıp durmak değil, bunun gerisindeki iktisadi-sınıfsal etkenleri, emperyalist-kapitalist sistem gerçeğini çarpıcı biçimde ortaya koyabilmek ve bunu devrimci çıkış yoluna bağlayabilmektir. Temel teorik gerçekleri somut gelişmeler üzerinden, işsizlik, savaş, yıkım politikaları vb. somut olgular üzerinden sade ve anlaşılır bir biçimde anlatabilmektir. Emekçi kitlelere döne döne saldırı politikalarının nasıl bir yıkım ürettiğini anlatmak tek başına bir şey ifade etmez. Asıl ortaya konulması gereken kapitalizmin işleyişidir, onulmaz çelişkileridir, çözümsüzlüğüdür, açmazlarıdır ve nihayet artık bir sistem olarak kendini üretememesidir, onun tarihi olarak aşılmasının neden bir zorunluluk olduğudur. Ve elbette, sosyalizmin şu veya bu sorunda neden ve nasıl çözümler üreteceğini somut olarak, anlaşılır bilimsel açıklamalarla ortaya koyabilmektir.
Sonuç olarak şunu vurgulamak istiyoruz: Kapitalizme ilişkin yüzeysel bilgiler üzerinden yürütülecek bir propaganda faaliyeti fazlaca etkili olamaz ve kalıcı bir iz bırakamaz. Marks’ın kapitalizm çözümlemesi döne döne incelenmeden, en azından temel esasları üzerinden kavranıp sindirilmeden, kapsamlı, zengin ve derinlikli bir propaganda çalışması da yürütülemez, dolayısıyla da siyasal çalışmanın bu yönü hedeflenen sonucu yaratamaz.
Bütün bunlar marksist eğitim ile politik çalışmanın gidişatı ve başarısı arasındaki dolaysız ilişkiyi vermektedir bize.
Marksist dünya görüşünü kendi kimliğimizde içselleştirmeliyiz
Marksist dünya görüşünü özümseyemeyen bir devrimci, parti içi yaşamından gündelik yaşamına, evlililiğinden anne-babasıyla ilişkilerine kadar, bir dizi alanda ciddi zayıflıklar yaşayacaktır. Uğruna savaştığı dünya görüşünü kavrayıp kendi kimliğinde içselleştirmeyen, bir yaşam biçimine dönüştüremeyen bir devrimcinin söylemi ile pratiği arasında her zaman belirgin bir mesafe olacaktır.
Basit fakat çarpıcı örnekler vermek istiyoruz.
Komünistler olarak “emeğin kurtuluşu” uğruna mücadele ediyoruz. Dolayısıyla “emek” bizim için ideolojik-teorik içeriği olan temel önemde bir kavramdır. Marksist teoride emek kavramının nasıl bir yer tuttuğu da her ortalama devrimci tarafından az-çok bilinir. Sonuçta emeğin sömürüsüne dayanan bir sistemi ortadan kaldırmak mücadelesidir verilen. Ama marksist teoriyi özümseyemeyen ve kendi yaşamında içselleştiremeyen bir devrimci için, emek söylemde yüceltilirken, buna verilen “değer”in gerçek yaşamdaki karşılığı çok zayıf olacaktır. Örneğin aynı evde birlikte yaşadığı yoldaşlarının ya da eşinin emeğini sömürmekten fazla bir rahatsızlık duymayacaktır. Ev-aile yaşamının yüklerini paylaşmak çok da sorun edilmemesi gereken bir ayrıntı sayılacaktır.
Yine böyle bir devrimcinin anne-babasının kendisini yetiştirmek için harcadığı emeğin de fazla bir değeri olmayacak, anne-babasını, genel olarak ailesini devrim mücadelesine kazanmak için çaba harcamak yerine ailenin gerici bir düzen kurumu olduğu değerlendirmesi üzerinden, kolaycı yol seçilerek ilişkiler kesilecek, kendisi için harcanan emeğin ondabiri bile harcanmadan sorun “çözülecek”tir!
Bu düzende insan emeği sömürüsü salt “artı-değer” sömürüsü değildir. Artı-değer üretmese de toplumsal bakımdan “faydalı emek” denilen bir kavram vardır... “İnsan neslinin yeniden üretimi” denilen, yoğun emek harcamayı gerektiren, toplumsal yaşam için olmazsa olmaz sorumluluklar vardır... Kadın sorunu denilen, insanlığın yarısını oluşturan bir cinsin dört duvar arasında sürekli tüketilmesi gibi temel önemde bir sorun vardır, vb., vb...
Bütün bunlar marksist teori tarafından irdelenen ve çözümlenen sorunlardır... Uğruna savaştığımız yeni toplumsal düzen, tüm bu alanlardaki sömürüye kesin bir biçimde son vermeyi hedeflemektedir. Devrimci öncü olma ve dünyayı değiştirme iddiasını taşıdığımız halde bugünden bunun savaşını veremiyorsak, kendi yaşamımızda bunun karşılığını üretemiyorsak, bu da yine ideolojik-teorik kavrayış alanındaki zayıflıktan kaynaklanmaktadır.
Bu alandaki zayıflığı hiçbir biçimde küçümsememeli, ciddi bir mücadelenin konusu haline getirebilmeliyiz. Zira, marksist dünya görüşü, herşeyden önce, yorumlamaya değil, değişme/değiştirme, dönüşme/dönüştürme eylemine dayanır. Bu da herşeyden önce komünist olma iddiasındaki bir devrimcinin kendi kimliğinde içselleşebilmeli, yaşamının her alanında (örgütsel ya da özel) karşılığını bulabilmelidir. Bu alandaki tutarsızlık bir iç çatışmanın/mücadelenin konusu haline gelemiyorsa, burada temelli bir zayıflık vardır ve bu zayıflık ideolojik-teorik kavrayışla doğrudan bağlantılıdır. Bunu şöyle de ifade etmek mümkün; küçük-burjuva dünya görüşü, yaşam tarzı, alışkanlıkları ve değerleri, ancak, marksist-leninist dünya görüşünün derinlemesine kavranması ve zayıflıkların bu bilinci dayalı ciddi bir mücadelenin konusu haline getirilmesi ile aşılabilir.
“Zor dönem devrimciliği” güçlü bir ideolojik-teorik kavrayış gerektiriyor
Hep zor bir dönemden geçtiğimizi vurguluyor, “zor dönem devrimciliği” nitelemesini sık sık kullanıyoruz. Bunun anlamı üzerine daha derinlemesine düşünmeli, bize yüklediği görev ve sorumlulukları çok iyi kavramalıyız.
Saldırı politikalarının yarattığı yıkım ve emperyalist savaş nedeniyle hava dünya ölçüsünde değişmeye başlamakla birlikte, rüzgarın henüz bizden yana esmediği, işçi-emekçi hareketinin bir türlü çıkış yapamadığı bir süreçten geçiyoruz. Kitlelerin düzenden umudunu kesmesi onları kendiliğinden devrimci mücadeleye yöneltmiyor. Solun ağır bir biçimde ezildiği ve sistematik politikalarla yokedilmeye çalışıldığı, mücadeleye yönelen kitlelere bunun üzerinden gözdağı verildiği bir sosyal-siyasal ortamda mücadele ediyoruz. Böyle dönemlerde yeni güçler kazanmak da, soluklu kadrolar çıkarmak da çok kolay değil. Özellikle böylesi dönemlerde devrimci bilinçle bütünleşemeyen bir inançla mücadeleyi sürdürmenin güçlükleri konusunda açık olmalıyız.
“... yeni dönemin özelliklerine uygun sınıf devrimcisi/sınıfın ihtilalci kadrosu, soluklu bir yürüyüşün savaşçısı demektir. Karşısına çıkan güçlük ve engellere karşın kendi yolunda ısrarlı ve kararlı bir biçimde yürüme gücünü, iradesini ve kararlılığını gösterebilmek demektir. Böylesine soluklu ve direngen bir mücadelede ise en önemli silahımız, bir kez daha ideolojik güçlülüğümüz ve sağlamlığımız olacaktır.”
“İçinden geçtiğimiz dönemi zor bir dönem, kendimizi ise bu zor dönemin komünistleri olarak tanımlıyoruz. Fakat sağlam bir ideolojik bakışa ve kavrayışa sahip olamayan kadrolar, ne politik mücadelede uzun soluklu ve sabırlı, ne de güçlükler ve engeller karşısında direngen olmayı başarabileceklerdir.” (Ekim, İdeolojik-Siyasal Eğitimin Önemi, Sayı: 67, 15 fiubat ‘93)
Devrimci sınıf mücadelesini geliştirmede, kitleleri örgütlemede yaşanan zorlanmaların nedenlerini kavrayamayanlar, devrimci mücadele tarihimiz, devrim deneyimleri, devrimin diyalektiği, vb. konularda açıklık taşımayanlar, bu alanda yaşanan sorunların üzerine gitme yeteneği gösteremeyecekleri gibi, olanakların da farkında olamayacaklar, güçlüklerin altında ise ezileceklerdir.
Zorlu bir gelişme sürecini göğüsleyebilmek, kadroların sağlam bir ideolojik bakışa ve teorik kavrayışa sahip olmalarıyla mümkündür. Görev ve sorumluluklarımıza buradan da bakmalı, geleceğe her bakımdan en iyi bir biçimde hazırlanmalıyız. İdeolojik-teorik kavrayışın derinleştirilmesi, bu hazırlığın en önemli yönlerinden biridir. Bugün büyük bir heyecanla saflarımızda mücadele eden genç yoldaşlarımızın sağlam, soluklu ve direngen kadrolar haline gelebilmeleri, aynı zamanda bu soruna gereken önemin verilmesiyle başarılabilecektir.
Öte yandan, devrimci kararlılık, direngenlik, militanlık, dava insanı olmak vb. özelliklerin somutlandığı devrimci kimlik sorunu ile devrimci bilinç sorunu arasında da çok sıkı bir ilişki vardır. Yitirdiğimiz yoldaşlarımızın ,“bükülmektense kırılmaya yeğleriz” tutumunun, yoldaşlarına yönelen kurşunları “paylaşma” özverisinin, “milyonlarca işçi ve emekçinin davası için” ölümün üzerine yürüyebilme kararlılığının gerisinde de uğruna savaştıkları dava konusundaki bilinç açıklığı, devrimci mücadeleyi “bilinçli savaşçılar” olarak yürütebilmeleri gerçeği vardır. “Bilinç”ten güç almayan bir “inanç”ın ömrü çok kısa olacaktır. Hele de içinden geçmekte olduğumuz “zor dönem”de bunun önemi yeterince açık olmalıdır.
Marksist teori ve parti çizgisi temelinde
sürekli ve sistematik eğitim
Marksist-leninist bir parti, kadrolarının ideolojik çizgisi ve marksist dünya görüşü temelinde eğitimi sorununa her dönem önem vermek, sürekli ve sistematik bir eğitim faaliyetini aksatmadan yürütmek durumundadır. Kadrolaşma politikası çerçevesinde bu sorun her dönem özel bir önem taşımaktadır. Fakat partinin güç ve olanaklarının sınırlılığı ortamında deneyimli ve birikimli kadrolara duyulan ihtiyaç çerçevesinde, bugün bunun apayrı bir önemi vardır. Öylesine ki, kadrolaşmada mesafe alabilmek için öncelikle ele alınması gereken sorunların başında gelmektedir. Zira teorik-ideolojik eğitim, bir kadronun çok yönlü olarak gelişip serpilmesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Bugüne kadar bu alanda yaşadığımız zayıflığa artık kesin bir biçimde son vermeli, bu sorunu temel önemde bir sorun olarak gereken ciddiyet ve hassasiyetle ele almalıyız. Her bir parti organı ve birimi, ideolojik çizgimizin kavranmasına, bunun için de marksist-leninist kavrayışın geliştirilmesine dayalı eğitim sorununu, özel bir gündem haline getirebilmelidir. Bu alandaki her türlü ihmal ya da kendiliğindencilik kesin olarak geride bırakılmalıdır.
Öte yandan her bir yoldaşımız bireysel olarak da ideolojik-teorik kavrayışını geliştirmek için çok özel bir çaba harcama görev ve sorumluluğu ile yüzyüzedir. Komünist olma iddiası taşıyan bir devrimci, uğruna savaştığı dünya görüşünün genel esaslarını temel kaynakları üzerinden sürekli ve sistematik bir çabayla derinlemesine kavrama ve özümseme çabası içinde olmak durumundadır. Politik-pratik faaliyetin yoğunluğu hiçbir biçimde bu alandaki zayıflığın gerekçesi haline getirilmemelidir. İdeolojik-teorik kavrayışın yön vermediği bir politik faaliyetin kendiliğindenciliğin ve dar pratikçiliğin ötesine geçemeyeceği, önderlik misyonunun yerine getirilemeyeceği unutulmamalıdır.
Bilimsel dünya görüşüne dayanan bilinç
rolünü en ileri düzeyde oynamalıdır!
Komünistlerin bir siyasal akım olarak ortaya çıkabilmeleri ve siyasal alanda bir güç haline gelebilmeleri, ve nihayet gerçek bir marksist-leninist parti kimliği kazanabilmeleri, tam da marksist-leninist teorinin temel tezlerinin ve ilkelerinin, onun devrimci sınıf özünün ve bilimsel yönteminin kavranabilmesi sayesinde mümkün olabilmiştir. Komünistler siyasal mücadele alanına çıktıkları andan itibaren “Devrimci teori olmadan, devrimci hareket olmaz!” temel önemde formülasyonuna gereken önemi vermişler, bu konudaki görev ve sorumluluklarının gereklerini yerine getirme çabası içinde olmuşlardır. Bugün ideolojik-teorik planda küçümsenmeyecek bir birikimimiz var. Parti programımız bu alandaki birikimimizin en özlü belgesi durumunda. Programımızın teorik bölümü, Marksizm-Leninizmin bütün bir özünün süzülmesidir.
Eğer Marksizm-Leninizm parti programımızın ideolojik temeli ise, toplumumuzun temel gerçeklerini onun ışığında kavrıyor ve yorumluyorsak, temel hedeflerimizi bu bilimsel dünya görüşünün temel esasları üzerinden belirliyorsak; bu partinin kadroları ve militanlarının parti programı temelinde eğitimi sorunun çerçevesinde de marksist-leninist teorik kavrayışın önemi yeterince açıktır. Parti programımızı bir silah haline getirebilmek için, marksist-leninist teorinin temel esaslarının, canlı özünün ve yönteminin kavranması sorununa gereken önemi vermek durumundayız.
Sonuç olarak, bilimsel bir dünya görüşünün savaşçıları olma iddiası taşıyorsak eğer, bu mücadelede “bilinç” rolünü en ileri düzeyde oynamak zorundadır. Tüm yoldaşlarımız partinin bilinç düzeyini kendinde somutlayabilmeli, sürekli bunun çabası içinde olmalıdırlar. Parti ve devrim davasına bağlılığın gereklerinin yerine getirilebilmesi, herşeyden önce buna, “bilinçli savaşçılar topluluğu” olabilmeye bağlıdır.
(Ekim, Sayı: 237, Haziran 2004)