Bu metin, Cihan yoldaşın TKİP II. Kongresi’nde “Kadın sorunu ve emekçi kadın çalışması” üzerine yaptığı ana konuşmanın, kendisi tarafından kongre tartışmalarının ışığında gözden geçirilmiş ve geliştirilmiş halidir....
Kuruluş Kongresi sonrasında bu alanda yapmaya çalıştıklarımızı saklı tutarsanız, kadın çalışması bizim için bir zayıflık ve yetersizlik alanı olagelmiştir. Oysa hareketimizin kadın sorununa daha başından itibaren belli bir bakışı vardı. Sorun başından itibaren basınımızda hiç değilse genel esasları ile işlenegelmiş, değerlendirmelere ve yazılara konu olmuştur. EKİM I. Genel Konferansı’nın temel metinleri arasında kadın sorununa ilişkin bir genel çerçeve vardır ve sorunun esasını iyi-kötü ortaya koymaktadır. Özellikle 8 Martlar kadın sorunu ve mücadelesi için değerlendirmeler yapmanın ayrıca bir vesilesi olmuştur bizim için. Yakın yıllarda, özellikle de partimizin Kuruluş Kongresi sonrasında, konu üzerinde daha genişçe durulmuştur, gerek teorik gerekse güncel siyasal yönleriyle ele alınmış, işlenmiştir.
Gelinen yerde kadın sorununun genel teorik-politik çerçevesine ilişkin belli bir açıklığı vardır partinin. Bu açıklık saflarımızdaki kadro ve militanlara ne denli mal edilebildi, sorunun özü ve esasları teorik ve politik yönleriyle ne denli kavranabildi, bu ayrı bir sorun. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da saflarımızda sorunun kavranışı planında ciddi yetersizlikler olduğundan kuşku duymamak gerekir. II. Kongre sonrası dönemi bunun kırıldığı, saflarımızda bu konuda sağlam ve bütünsel bir kavrayışın geliştirildiği bir evre olarak ele almalıyız. Bu aynı evrede işçi ve emekçi kadın çalışmasını daha kapsamlı bir biçimde gündemimize alacağımıza göre, bunu yapmak özellikle gerekli olacaktır.
Öte yandan, kadın sorununun toplumsal ve tarihsel temelleri ile anlamı konusunda belli bir açıklığımız olsa bile, aynı başarıyı kadın çalışmasının politik-pratik yönleri alanında henüz gösteremediğimiz de bir gerçektir. Bunun kısmen anlaşılır bir yanı var, zira kadın çalışmasını etkili bir pratik yönelim konusu haline getiremediğimiz sürece bunu yapamazdık, yapmaya kalksak bile ortaya anlamlı ve işlevsel şeyler koyamazdık. Çalışma planlı bir yönelim olarak daha erken zamanlarda gündeme alınsa idi, sorunun politik-pratik yönlerinde açıklık ihtiyacı da kendini kaçınılmaz bir biçimde dayatırdı, nitekim şimdi olduğu gibi. Bununla, soruna ilişkin politik-pratik açıklık ihtiyacı ile politik-pratik çalışmanın kendisi arasında sıkı bir bağ vardır, demek istiyorum. Tam da pratik çalışmanın önünü sağlıklı bir biçimde açmak üzere kuşkusuz...
Bu konuda genel esasları ile bir bakış açısı çalışmanın daha ilk adımında olabilmeliydi elbette. Ama bu bakış açısını ete-kemiğe büründürmek, hayatın içinde somutlamak yine de ancak bu doğrultuda bir çalışmanın içerisine girmek ölçüsünde, bu çalışmanın hiç değilse ilk deneyimlerinin açığa çıkması ölçüsünde mümkün olabilirdi. Nitekim şimdi çalışmayı bir yerlerinden az-çok ciddi bir biçimde zorladığımızda, karşımıza yanıt isteyen bir dizi sorun çıkıyor. Düşünsel açıklık sözkonusu olduğunda en temel sorun, çalışmanın çözüm isteyen sorunlarını açığa çıkarabilmektir. Eskilerin ifadesiyle, “Sual ilmin yarısıdır”! Soruları üretebilmeli, sorunları saptayabilmelisiniz ki, beraberinde verimli ve yolaçıcı yanıtlar da üretebilesiniz. Bu ise pratik yönelimden ayrı düşünülemez.
Yine de bu konuya uluslararası komünist hareketin kadın çalışması ve örgütlenmesine ilişkin tarihsel deneyimlerin incelemesi ile başlanabilir ve buradan çıkarılabilecek sonuçlar bir başlangıç perspektifi olarak işlevsel olabilirdi. Sonuçta bunu hala da yapmış değiliz. Parti Kuruluş Kongresi’ni izleyen dönemde gündeme gelen konunun teorik yönden incelenmesine yönelik çaba kuşkusuz bunu da kapsıyordu ve bu konuda belli bir açıklığa da ulaşılmıştı. Fakat ulaşılmış sonuçlar her neyse bunları bugüne kadar ortaya koyamamış olmak, bizim payımıza hala önemli bir eksiklik olarak duruyor orta yerde.
Kadın çalışmamız henüz yeni ama yine de daha şimdiden ortaya çıkardığı bir dizi soru var önümüzde. Bu işimizi fazlasıyla kolaylaştırmaktadır. Gelinen yerde biz bu çalışmaya ilişkin sorunları hakkını vererek çözeriz, gerekli açıklıkları fazlaca zorlanmadan sağlarız demek istiyorum, bundan kuşku duyulmamalı. Seyhan yoldaşın yaptığı sunuştan, bu sunuşun verilerinden, dahası sürmekte olan tartışma içinde dile getirilenlerden de fark ediyorum ki, güç ya da karmaşık gibi görünen sorunlar, gerçekte bizim yanıtlamakta hiç de zorlanacağımız şeyler değil. Belki konuyu çeşitli boyutlarıyla daha dikkatli irdelemeliyiz, üzerine enine boyuna düşünmeliyiz, kolaycı ve hızlı yanıtlardan kaçınmalıyız, bütün bunlar yeterince açık. Ama sonuçta bunlar bizim üstesinden gelebileceğimiz, her biriyle ilgili asgari bir açıklık yaratabileceğimiz sorunlar. Bunu bir an önce yaparsak, böylece çalışmaya bir perspektif ve soluk kazandırmış olacağız. Bu açıdan sorunu daha fazla geciktirmeksizin ele almak zorundayız.
Marksist-leninist bir parti olarak kadın çalışmasını ve örgütlenmesini ele alırken, temel önemde ilkesel yaklaşımımız, yol gösterici hareket noktamız ne olmaldır? Bu sorunun yanıtı kısaca şöyle özetlenebilir:
Kadın sorunu tarihsel evrim içinde ortaya çıkmış toplumsal bir sorundur. Fakat kadın, kendi içinde bütünlüğü olan farklı bir toplumsal katman değildir; tam tersine, bütün sınıfları kesen bir cinsel kesimdir. Toplum ve dolayısıyla da sınıflar, her iki cinsten, kadınlardan ve erkeklerden oluşmaktadır. Bu nedenle kadını kendi içinde ayrı, dolayısıyla sorunları ve çıkarları ortak bir toplumsal katman olarak sunmaya kalkan burjuva ve küçük burjuva feminist yaklaşımların hiçbir bilimsel bir değeri, dolayısıyla da ciddiyeti yoktur. Dahası, bunlar genellikle sınıfsal bakış ve tutumdan kaynaklanan bilinçli bilinçsiz çarpıtmaların ifadesidirler.
Kadın sorunu toplumsal, siyasal ve kültürel boyutları içinde cinsler arası bir eşitsizlik sorunu olarak da yansıyor olsa bile, onu temelde cinsel değil fakat sınıfsal ilişki ve farklılıklar üretmiştir. Tarihte olduğu gibi günümüz burjuva toplumunda da... Bir başka ifadeyle, kadının ezilmişliğinin temelinde karşı cinsin varlığı değil, fakat tümüyle sınıflı toplum gerçeği vardır. Sömürücü sınıf egemenliği, günümüzün burjuva toplumu sözkonusu olduğunda sermayenin sınıf egemenliği, tarihten günümüze sürmekte olan kadın sorununun toplumsal kaynağı ve temelidir. Dolayısıyla sorunun çözümü de ancak buradan hareketle bulunabilir, doğru ve bilimsel bir temelde ortaya konabilir. Çözüm, karşı cinse değil, fakat sorunu üreten toplumsal yapıya, bu yapıya damgasını vuran sınıfa karşı mücadeleden, bu sınıfın altedilmesinden geçmektedir. Buradan baktığımızda, kendisi de toplumsal bir sorun olan kadın sorunu, gerçekte genel toplumsal sorunun özel bir parçasından başka bir şey değildir. Kadının kurtuluşu, insanlığın da kurtuluşu demek olan proletaryanın kurtuluşuyla kopmaz bağlar içindedir. Kadının davasını proletaryanın davasına bağlayan bu bilimsel gerçektir.
Bütün bunlardan kendiliğinden çıkan sonuç, kadın sorununun her bir sınıftan kadınlar için anlamı ve kapsamının hiçbir biçimde aynı olmadığıdır; dahası, konum ve çıkarları karşıt sınıflar sözkonusu olduğunda, temelden farklı olduğudur. Kadın sorunu, kadının ezilmişliği sorunu, bütün kadın cinsini bir biçimde kapsasa da, bunun her bir sınıftan kadın için kapsamı, anlamı ve yansıyış biçimleri temelden farklıdır. İşçi kadın, ezilen cins olarak da en büyük acıyı bizzat sermaye köleliğinden çekerken; sermaye sınıfına mensup bir kadının sorunu, kendi sınıfından erkeklerle arasındaki cinsel eşitsizliğin bazı yansımalarından ibarettir.
Özetle, genel, sınıflardan bağımsız, kendi içinde ayrı bir kadın sorunu yoktur, buna ilişkin tüm iddialar burjuva ve küçük burjuva aldatmacalardan ibarettir. Kadın sorunu sınıf sorununun bir parçası ve türevi olarak vardır. Bu nedenle de, bu konuda yaratılabilecek her türlü bulanıklığa karşı kesin bir ideolojik açıklık ve sürekli bir mücadele, kadın sorununu, çalışmasını ve örgütlenmesini ele alışta bizim için temel önemdedir.
Bu, temel önemde ilkesel hareket noktamızdır; dolayısıyla, kadın çalışmamızın bütün sorunlarına bu ilkesel perspektifin ışığında bakmak zorundayız.
Eğer kadın sorunu toplumsal-sınıfsal bakımdan kendi içinde ayrı, bağımsız bir alan oluşturmuyorsa, bu sınıfsal konum ve kimlikler üzerinden kendini gösteren bir özgül sorunsa, daha genel ve kapsayıcı olan sosyal sorunun özgül bir yansımasıysa, sınıfsal bir sorunun cinsel boyutuysa, bu durumda, bizim kadın çalışmasının sorunlarını ele alırken bu temel önemde gerçeklerden çıkaracağımız önemli sonuçlar da var demektir.
Bunlardan temel önemde olanı, birbirine bağlı şu ikili sonuçtur: İlkin, bizim için kadın çalışması, öncelikle ve temelde bir işçi kadın çalışmasıdır; ve ikinci olarak, bu kendi içinde ayrı bir çalışma değil, fakat genel sınıf çalışmamızın organik bir parçası, onun özgül bir boyutudur yalnızca.
Türkiye’nin kendini marksist sanan küçük-burjuva demokrat grupları, kadın çalışması denilince farklı sınıf ve tabakalardan genel kadın kitlesine hitap eden demokratik bir çalışma anlarlar genellikle. Proleter sınıf perspektifinden yoksunlukta anlamını bulan halkçı küçük-burjuva ideolojik şekilleniş, kendini kadın sorunu üzerinden de işte böyle gösterir. Tüm halk sınıf ve katmanlarından kadınlara cinsel ezilmişlik ekseninde yöneltilecek bir faaliyet, devrimci kadın çalışmasının esasıdır bu akımlar için. Nitekim kurdukları kadın örgütleri de buna göre olmaktadır, genel kural olarak. Kadın sorunu üzerinden kadın kitlelerine hitap etmek iddiası ile kurulan demokratik kadın dernekleri ya da birlikleri bunun ifadesidir.
Oysa devrimci sınıf partisi olarak komünist partisi için kadın çalışması, öncelikle işçi kadınlara yönelik bir çalışmadır. Komünistler, elbetteki kadın sorununu olduğu kadar kadın çalışmasını da proleter kadından ibaret görmez, onunla sınırlamazlar. Fakat devrimci bir kadın hareketi geliştirebilmenin biricik sağlam alanı ve temelinin de işçi kadınlar olduğunu bir an için bile unutmazlar. Sorunu böyle ele almak, işçi sınıfının genel plandaki devrimci öncü misyonunu kadın sorunu özgül boyutu üzerinden de somutlayabilmenin sağlam bir yolu ve çözümüdür aynı zamanda. Kadın sorununu temelden çarpıtan ve kadın hareketini darlık ve kısırlığa mahkum eden orta sınıf eksenli feminist akımları etkisiz kılmanın en etkili yolu da buradan geçmektedir. Kadının kurtuluşu bayrağı işçi sınıfının elinde, en başta da onun kadın kesiminin elinde olmalıdır. Komünist partisinin kadın çalışması öncelikle bunu hedeflemeli, pratik çalışma ve gelişme içinde bunu güvence altına almaya yönelmelidir.
Öte yandan, biz komünistler için, kendi içinde ayrı, genel sınıf çalışmamızdan soyutlanmış bir işçi kadın çalışması yoktur, olamaz. Bizim işçi kadınlara yönelik çalışmamız, sınıfa yönelik genel çalışmamızın bir parçası, onun özgül ve zenginleştirici bir boyutudur yalnızca. Taşıdığı özgül karakteri hiçbir biçimde gözden kaçıramayız, fakat onu hiçbir biçimde genel sınıf çalışmasından ayrı da düşünemeyiz, ondan koparamayız, ayrı ele alamayız. Genel sınıf çalışmamız, kadın-erkek tüm işçi sınıfının temel ve güncel sorunları, çıkarları ve ihtiyaçları eksenine oturur. Bu şekliyle çalışma sınıfın tümüne yöneliktir, dolayısıyla aynı ölçüde işçi kadınları da kapsamakta, onları etkin kılmayı ve devrimcileştirmeyi hedeflemektedir. Fakat öte yandan bu çalışma, işçi kadının cinsel eşitsizlik ve ezilmişlikten gelen özgül sorunları ile de birleşmek, birleştirilmek durumundadır. Zira sınıfın ortak sorunları ve çıkarlarının ötesinde, işçi kadınların cinsel ezilme ve sömürülme konumdan gelen özgül sorunları ve ihtiyaçları, bununla bağlantılı çıkarları vardır. Sınıf çalışmamız bunları da içermeli, bununla boyutlanmalı ve zenginleşmelidir.
Sınıfın bütününü kesen sorunların yanısıra, işçi sınıfı kadınının cinsel konum ve ezilmişliğinden kaynaklanan sorunları, genel sınıf çalışmamızın özgül bir alanı olarak durmaktadır karşımızda. Kadın olsun erkek olsun, kapitalist toplumda işçi sınıfı genel planda sınıfsal baskı ve kölelik ilişkileri içerisindedir, bir bütün olarak artı-değer sömürüsüne tabidir ve bunun çok yönlü toplumsal sonuçları ile yüzyüzedir. Sınıfsal konum üzerinden yansıyan bu temel toplumsal sorun, kadın ve erkek işçiyi aynı sınıfın mensupları olarak birlikte kapsamaktadır. Ama kadın işçi, yanısıra kadın olmaktan kaynaklanan bir dizi sorun yaşamaktadır. Salt gündelik toplum yaşamında ve kültürel düzeyde değil, ya da yalnızca aile ve ev ilişkileri içinde de değil, fakat aynı şekilde üretim sürecinde, yani dolaysız kapitalist sömürü ilişkileri içerisinde de yaşamaktadır bu sorunları. Kadının işçileşmesi demek, ev köleliğinin sermaye köleliği ile birleşmesi, ilkinin bu ikincisinin özel bir tamamlayıcısına dönüşmesi demektir. Sanılabileceği gibi bu, yalnızca cinsel ezilmenin sınıfsal ezilme ve sömürülme ile birleşmesi demek değildir. Daha da önemlisi, sınıfsal ezilme ve sömürülmenin cinsel konum üzerinden ayrıca katmerleşmesi, yeni boyutlar kazanması da demektir. Cinsel ezilmenin evden fabrikaya, üretim sürecine taşınması, egemen sömürü ilişkileri içinde geniş ve sağlam bir zemine oturması demektir.
Bütün bunlardan çıkan sonucu özetlersek; sınıf içindeki kadın çalışmamız, işçi kadını öncelikle genel sınıf konumu ve sorunları üzerinden, dolayısıyla da sınıfın bütünü üzerinden kucaklamalı; ve ikinci olarak, bunu, onun ezilen cins konumundan kaynaklanan özgül sorunları ile birleştirebilmeli, bu çerçevede onu ayrıca kendi içinde de hedeflemelidir. Bu ikili görev biz komünistler için kopmaz bir bütünlük içindedir. Bunu, işçi kadını öncelikle ve temelde proleter kimliği üzerinden ve bunun bir parçası olarak da kadın proleter kimliği üzerinden kucaklamak olarak da formüle edebiliriz.
Bu sorunu ele alırken, öncelikle iki konuyu, sınıf içinde kadın sorununu ve dolayısıyla işçi kadınların sorunlarını işlemek ile bizzat işçi kadınlara yönelik olarak yürütülecek özgül çalışmayı, birbirinden ayırmamız gerekir.
İlki, sınıfın tümünü hedefler ve onu toplumdaki kadın sorunu konusunda eğitmeyi ve bu sorun üzerinden de harekete geçirmeyi amaçlar. İşçi sınıfına devrimci sınıf bilinci kazandırmak, onu devrimci bir bakış ve ruhla eğitmek, ezilen cins konusunda, yani kadın sorununda da bir eğitimi içermek zorundadır. Bu, bir yandan toplum düzeyinde kadının genel ezilmişliğini ve bunun her türden yansımalarını yeri geldikçe sınıfın gündemine taşımak, öte yandan ise işçi kadınların özgül sorunları ve istemleri konusunda genel işçi kitlesini eğitmek ve pratik yönden duyarlı kılmak demektir. Bu eğitimin, işçi sınıfı içinde de derin kökleri olduğunu bildiğimiz feodal ataerkil ya da burjuva cinsiyetçi düşünce, eğilim ve önyargıları gündelik yaşamın ve mücadelenin her alanında ve evresinde çok yönlü olarak hedeflemesi de gerekir. Siyasal çalışmanın ve sosyal mücadelenin bütünlüğü içinde kadın sorununu gündeme getirip onun özgün ezilmişliğini erkek işçiye kavratmadan, kadın erkek kaynaşmasını sosyal mücadele içerisinde sağlamadan ve özellikle erkek işçiyi bu konuda bir eğitimden geçiremeden, sınıf içinde kadın çalışmasında anlamlı bir mesafe alamayacağımızı da unutmamak gerekir.
Burada işçi kadınların sorunlarına ve istemlerine yönelik çalışmanın doğal olarak ayrı bir önemi vardır. Bu çalışmanın içeriği, kadın sorununu sınıfın ezilen cins kesimi üzerinden özgül yönleriyle somutlamakta ifadesini bulur. Bu da, özgül olarak kadın işçilerin sorunları eksenine otursa da, belki somut planda öncelikle onları hedeflese de, gerçekte, aynı şekilde işçi kitlesinin tümüne yönelik bir çalışma olmak zorundadır. Böyle yürütelebildiği ölçüde amaca uygun olur, sınıfın birliğini pekiştirmeye hizmet eder ve pratikte başarı şansı büyür.
Sınıf içinde kadın çalışmamızın ikinci boyutu, kadın işçilere yönelik çalışmadır. Amaç sınıfsal sorunları üzerinden olduğu kadar ezilen cins konumunun ürünü sorunlar üzerinden de işçi kadın kitlelerini eğitmek ve mücadeleye çekmektir. Bu ise bizi sınıf içindeki kadın çalışmamızın esas alanına ve tayin edici hedefine getirmektedir. Çalışmamızın en asli amacı, işçi kadını devrimcileştirmek, onu genel sınıf hareketi içinde etkin ve inisiyatifli bir güç haline getirebilmektir. Böylece, ezilen cinsin nesnel ve potansiyel konumuyla bu en devrimci kesimini, gerçek sosyal ve politik yaşam içerisinde de etkin kılmak, işçi kadına devrimci bilinç, kimlik ve kişilik kazandırabilmektir.
İşçi kadın ezilen ve sömürülen bir sınıfın cinsel bakımdan da ezilen ve sömürülen bir kesimidir. Bu çifte ezilme ve sömürülme, sınıf mücadelesi alanında çifte potansiyel devrimci enerji kaynağı da demektir. Sınıf mücadelesinin tüm tarihsel deneyimi, özellikle de modern zamanların büyük devrimleri, mücadele içinde bu çifte enerji açığa çıktığında ya da çıkarıldığında, emekçi kadının müthiş bir güç haline geldiğini göstermektedir. Emekçi kadın sosyal mücadelenin dışında olduğu sürece aciz bir varlıktır, mahkum edildiği duruma ve koşullara çaresizce boyun eğer ve tevekkülle katlanır. Ama sosyal mücadeleye katıldığı andan itibaren de, kendi sınıfından erkeklere göre çok daha enerjik, atılgan ve yiğittir, çok daha kararlı, çok daha fedakardır. Tüm mücadele deneyimleri bunun gerçekliğini bütün açıklığı ile göstermektedir ve gerçeğin bu yönü, komünist partisinin etkin bir işçi ve emekçi kadın çalışmasına yönelmesinin genel devrimci amaçlar açısından taşıdığı olağanüstü önemi ortaya koyar. İşçi kadının devrimcileştirilmesi ve etkin kılınması devrimci işçi hareketini güçlendirip zenginleştirmekle kalmaz, böylece güçlü bir devrim ordusunun hazırlanmasına da hizmet eder.
Sınıf içindeki kadın çalışmamız işçi kadınların bilincini, inisiyatifini, örgütlenme yeteneğini, insani ve devrimci özgüvenini sistemli çabalarla geliştirmek amacına yönelmelidir. Biz devrim yapmak isteyen bir siyasal partiyiz, bunun için sınıfın ve emekçilerin mücadele enerjisini açığa çıkarmaya, onları devrim mücadelesinin etkin öğeleri haline getirmeye çalışırız. Bu çerçevede işçi ve emekçi kadının sınıfsal enerjisinin olduğu kadar, tam da ezilen cins olmaktan kaynaklanan enerjisinin de açığa çıkarılması ve en iyi bir şekilde değerlendirilmesi, doğal olarak bizim temel önemde bir kaygımız ve amacımız olmalıdır.
Emekçi kadının enerjisini etkin bir şekilde açığa çıkarmak demek, onun ezilen cins olmaktan çıkış sürecini de başlatmak demektir. Mücadele eden kadına kimse kolay kolay boyun eğdiremez; ne fabrikada patronu, ne evde kocası ya da bekarsa babası, ne de toplum ve devlet düzeni içinde herhangi bir başka kurum ya da kuvvet... Kadını siyasal yaşamın ve devrimci mücadelenin içine çekebilmek, kadın meselesini, ifadeyi kendi sınırları içinde doğru anlamak kaydıyla, yarı yarıya çözmek demektir. Dolayısıyla kadın sorununu çözmenin bir yönü de, kadının devrimci enerjisini açığa çıkarmak, onu etkin bir şekilde siyasal yaşamın içine çekebilmek olmalıdır.
Sınıf içinde kadın çalışmamız, belki tekrar olacak ama yaygın yanlış kavrayışlar düşünüldüğünde bu gereklidir de, hiçbir biçimde kadının özgül istem ve ihtiyaçları sınırları içinde düşünülemez. İşçi kadın üzerinde yoğunlaşacak bir çalışma, onu temelde sınıf kimliği, dolayısıyla da buna dayalı sorunları, ihtiyaçları ve istemleri üzerinden hedeflemelidir. Ancak bu temel üzerinde ve onun bir parçası olarak, elbetteki işçi kadının ezilen cins olmaktan kaynaklı sorunları ve istemleri ile de birleşmelidir. Bir başka ifadeyle, işçi sınıfının genel sorunları ekseninde yürüyen çalışmamız, işçi kadınlara özgü sorunlara dayalı bir çalışmayı da içermek durumundadır. Kadın işçinin cinsel konum, durum ve kimliği ile bağlantılı olan bu sorunlar iktisadi, sosyal ve kültürel boyutlar içeren çok yönlü sorunlardır. Sanılabileceği gibi salt fabrika yaşamıyla, ya da kapitalist ile işçi arasındaki dar ilişkiler alanı ile de sınırlı değildir. Bu alanda elbette kadın işçinin ezilen cins konumu üzerinden karşı karşıya kaldığı bir dizi sorun vardır. Gündelik sınıf çalışması bu sorunları gereğince gözetmek ve içermek durumundadır. Fakat sınıf ezilen cins kesimine yönelik bir çalışma, kadının üretim sürecinin ötesinde ve toplumsal boyuttaki sorunlarını da içermek durumundadır. Sınıf eksenli bir çalışma içerisinde olduğumuza göre, bizim için bugün en öncelikli sorun, bu özgül çalışmayı sınıf çalışmamız içerisinde somutlayıp geliştirebilmektir.
İşçi kadınının özgül sorunlarının işlenmesine yönelik çalışma elbette öncelikle işçi kadın kitlesini hedef alacaktır. Fakat bu hiçbir biçimde sınıf içindeki kadın çalışmasının hedef kitlesinin salt kadın işçiler olacağı anlamına gelmez, gelmemelidir. Tam tersine, bu çalışma kadın-erkek tüm işçileri birlikte hedeflemeli, sınıf kitlesi kadın sorunu konusunda olduğu kadar işçi kadının özgül sorunları konusunda da bir bütün olarak bilinçlendirilmeli, duyarlı hale getirilmeli, harekete geçirilebilmelidir. Sınıfa devrimci bilinç taşımanın temel bir boyutunun da, ki özel öneminden dolayı bunu de tekraramış oluyorum, işçi kitlesini genel olarak kadının ezilmişliği ve özel olarak da işçi kadının özgül ezilmişliği konusunda eğitmek, duyarlı hale getirmek ve harekete geçirmek olduğunu hep akılda tutmalıyız.
Kadın çalışmasının sorunları tartışılırken halen üzerinde en fazla zorlanma yaşanılan konu herhalde örgütlenme sorunudur. Kadın çalışmasının anlamı, önemi ve kapsamı az çok bellidir de örgütlenmesi ne olacaktır, nasıl ele alınacaktır, kadın çalışmasına yönelen yoldaşlarımızı en çok yoran sorun budur sanıyorum.
Örgüt sorunu her zaman politik çizgiye, bu çizginin içeriğine ve ihtiyaçlarına bağlı ve tabi bir sorundur. Kadın çalışmasını genel olarak ve belli bir durumda ele alışınız, sonuçta kadın örgütlenmesini ele alış tarzınızı da belirleyecektir.
Bu konudaki en büyük karışıklık, geleneksel küçük-burjuva akımların kadın örgütlenmesini daha çok bağımsız kadın dernekleri ya da birlikleri biçiminde ele alışından kaynaklanmaktadır. Sözkonusu akımların bu bakışı ve uygulaması, onların kadın sorununu ve çalışmasını ele alışlarından ayrı bir durum değildir, buna daha önce de işaret ettim. Sorunu genel bir kadın sorunu ve kendi içinde bir kadın çalışması olarak ele aldıkları için, kullandıkları örgütsel araçlar da buna göre ortaya çıkmaktadır. Kadın dernekleri ya da birlikleri adı altında kurulan örgütlere baktığımızda, genel kadın sorunları teması üzerinden, daha çok da genel bir propaganda sınırları içinde ve genellikle de son derece kısır kalan faaliyetler görürüz. Bizim bu tür deneyimler ya da uygulamalardan öğrenebileceğimiz bir şey yoktur, zira kadın sorununa ve dolayısıyla da çalışmasına bakışımız, bu sorunu pratik planda ele alışımız tümüyle ve temelden farklıdır.
Komünist partisinin kadın çalışması işçi kadınlar eksenine oturacaksa ve bu çalışma işçi kadının salt ezilen cins konumu üzerinden değil, onu da kapsayacak biçimde fakat asıl olarak sınıf kimliği üzerinden kucaklayacaksa, bu durumda kadın örgütlenmesi sorunu her şeyden önce, işçi kadının başta sendikalar olmak üzere tüm sınıf örgütlerine geniş katmanlar halinde çekilebilmesi ve bu örgütler bünyesinde etkin kılınması sorunudur. Kadınların örgütlenmesinden bu kadar çok söz edip de kadınların örgütlenmesi denilince sorunun bu en temel yönünün gözden kaçırılması, ya da yeterince gözetilmemesi, kadın sorununu ele alıştaki çarpıklığın bir yansımasıdır ve kesin olarak kaynağında burjuva ve küçük-burjuva feminist anlayışların etkisi vardır. Feminist akımlar kadın sorununu sınıfsal esaslar üzerinden ele almayıp sorunu salt cinsiyetçi bir yaklaşımla ve tüm kadın kitlesini kesecek biçimde ortaya koydukları için, sonuçta örgüt sorununa da bağımsız bir kadın örgütü sorunu olarak yaklaşmaktadırlar. Kadınlar birliği, kadınlar derneği vb. örgütsel biçimler, tarihten günümüze tipik feminist örgüt modelleridir. Politik bakış burada da örgüt sorununun ele alınışını belirlemektedir.
Oysa komünist partisi için kadın çalışmasının örgütsel boyutu, her şeyden önce emekçi kadının kendi mesleki ve sınıfsal örgütlerine çekilmesi, bu örgütlerde etkin ve egemen kılınması sorunudur. Bugün kadın işçi kitlesinin büyük bir bölümü sendikal örgütlenmeden bile yoksundur. Herşeye rağmen sendikalarda örgütlü olanlar ise bu örgütlerde etkin ve inisiyatifli bir konumdan yoksundurlar. Bu böyle olduğuna göre, işçi ve emekçi kadını herşeyden önce kendi sınıfsal kimliği üzerinden kazanmayı ve etkin kılmayı hedefleyen komünist partisi, onları örgütleme sorununa da öncelikle ve temelde buradan yaklaşmalıdır.
Fakat komünist partisi işçi kadına yönelik çalışmasını yalnızca onun sınıf konumundan kaynaklanan sorunlarına indirgemediğine, bu temel üzerinde işçi kadının cinsel konumundan gelen özgül sorunlarını ve çıkarlarını da bu çalışmanın temel önemde bir boyutu olarak ele aldığına göre, çalışmanın bu boyutunun örgütsel biçimine de bir çözüm getirebilmelidir. İşin aslında burada sözkonusu olan, bizzat kadın kitlelerini örgütlemenin bir biçimi olmaktan çok, onlara etkin ve amaca uygun bir biçimde yönelebilmenin örgütsel biçimidir. Bu da temelde bir kadın örgütüdür, zira esası yönünden bilinçli ve etkin işçi ve emekçi kadınları geniş işçi ve emekçi kadın kitlelerine yöneltmenin örgütsel bir biçimidir. Fakat yine de ayrı ve kitlesel bir kadın örgütü değil fakat sınıf örgütlerinin kadınlara yönelik özgül çalışmasını üstlenecek uzmanlaşmış bir özel örgütlenmedir burada sözkonusu olan.
Tarihsel deneyimlerin ve pratik gerçeklerin ışığında ele aldığımızda, bu ihtiyaca uygun düşen örgütsel biçim, işçi ve emekçi Kadın Komisyonları’dır. Sınıf içinde İşçi Kadın Komisyonları ve öteki emekçi kadın katmanları içinde Emekçi Kadın Komisyonları. Bu örgütsel biçim, sınıfın ve emekçilerin fabrika ve işletme birim örgütlerinden sendikaya kadar tüm mesleki ve sınıfsal kitlesel örgütleri için, dahası onların fabrika ve işletmelerden bölge, il ve ülke düzeyine kadar her kademesi için bir ihtiyaç, bir zorunluluktur. Bunlar bağımsız kadın örgütleri değil, fakat mevcut sınıf örgütlerinin içinde, onların kendi hedef kitlesi içindeki kadınlara yönelik özgül çalışmanın ihtiyaçlarına yanıt verebilen özgül ya da uzmanlaşmış örgütlenmeler olacaktır. Her düzeydeki kadın komisyonlarının temel işlevi, bulunduğu alanda kadınlara yönelik özgül çalışmayı düşünmek, planlamak ve somutlaştırmaktan öteye, bunu bünyesinde yer aldığı örgütün geneline maledebilmektir.
Bu tür komisyonlar yalnızca temel mesleki ve sınıfsal örgütlerin bünyesinde değil fakat aynı zamanda kültür kurumlarından işçi derneklerine kadar sınıfa ve emekçilere yönelik her türden devrimci ve demokratik örgütlerin bünyesinde de gündeme getirilmelidir. Bir kültür kurumu ya da işçi derneği, bu yolla kadın çalışmasında özel bir uzmanlaşmayı sağlamak yoluna gitmiş olmakla kalmaz, tam da bu sayede etkin bir emekçi kadın çalışması yürütebilmeyi kendisi yönünden güvenceye de almış olur.
Komünist partisi sınıf bilincine uluşmış kadın ve erkek komünistlerin öncü devrimci partisidir. Komünist partisinin kendi örgütsel oluşumunda cinsiyet esasına göre herhangi bir türden örgütlenme sözkonusu olamaz. Fakat işçilere ve emekçileri yönelik etkin bir çalışma yürütmekte olan ve bundan böyle bunun kadınlara yönelik özgül boyutunu çok daha özel bir dikkatle gözetmekle yüzyüze bulunan partimiz, elbette bu çalışmayı amaca uygun biçimlerde yürütmesini kolaylaştıracak özel örgütsel görevlendirmeler yapabilir ve yapmalıdır da. Bunun ötesinde sorun komünist partisinin karşısına daha çok etkisi ya da denetimi altındaki kitle örgütleri ya da kurumlar üzerinden çıkacaktır. Bu alanlarda ise işçi ya da emekçi kadın komisyonları sorunun yanıtını oluşturmaktadır.
Parti sınıf çalışmasının tüm alanlarında ve her alanın kendi içinde değişik düzeylerde işçi ya da emekçi kadın komisyonları kurmak, kadın çalışmasını bu yolla da somutlamak, uzmanlaştırmak zorundadır. Ve bu kadın komisyonları bulunduğu kurumun, örgütün, işçi derneğinin, sendikanın emekçi kadına yönelik olarak yürütmesi gereken o özgül çalışmanın sorunlarını, ihtiyaçlarını, planlarını ortaya çıkarmanın ve bünyesinde bulunduğu örgüte maletmenin temel aracı ve dayanağı olabilmelidir. Komisyonların çalışmanın bu özgül boyutunu üstlenmeleri, ama bunu çalışmanın genelinden de koparmamaları, tam tersine özgül olanı genel olana bağlamanın etkin araçları olarak ele almaları gerekir. İşçi kadın çalışması genel sınıf çalışmamızın organik bir boyutudur, bu temel önemde perspektif, işçi ya da emekçi kadın komisyonlarının çalışmasına da ışık tutmalıdır. Emekçi kadın komisyonları kadın çalışmasının sorunlarını tüm özgül boyutları ile düşünecek, somutlayacak, bağlı olduğu örgütün gündemine sokacak, böylece genel çalışmanın bir boyutuna dönüştürecek ve gerektiğinde bütün güçlerin önemli ölçüde bu iş için seferber edilmesini sağlayacaktır.
Buraya kadar ortaya konulanlar sınıf ve kamu emekçileri bünyesindeki kadın çalışması ve bunun örgütsel boyutları konusunda belli bir fikir veriyor olmalıdır. Geriye bir de semt çalışması, semtler bünyesinde kadın çalışması sorunu kalıyor. Bu çalışma özel bir önem taşıdığı için değil, ama halihazırdaki pratik deneyimin bir bölümü bu alandan yaşandığı için üzerinde kısaca da olsa durmak gerekiyor.
Öncelikle semt eksenli çalışan bir parti olmadığımızı, kendi içinde semtleri esas alan bir siyasal çalışmadan bilinçli bir tutumla kaçındığımızı, bunu halkçı sapmanın tipik belirtisi olarak gördüğümüzü vurgulamak gerekir. Partimizin genel politik çalışması sınıf eksenli bir çalışmadır ve bu onu tüm geleneksel halkçı akımlardan ayıran temel bir özelliğidir. Güç ve olanaklarımızın onda dokuzu sınıfa yöneltilmiş durumdadır ve sınıf hareketi içinde ciddi bir mesafe alıncaya kadar da bu böyle devam edecektir. Sınıf çalışmasının ekseni ise doğal olarak fabrikalar, işletmeler, sanayi siteleri ve havzalarıdır. Bu böyle ise eğer, bu durumda kadın çalışmasının pratik boyutunda bizim için öncelikli ve temel olan, sınıf çalışması içerisinde kadın sorunu ve çalışmasıdır, ki bunun üzerinde de durmuş bulunuyoruz.
Fakat öte yandan sınıf çalışmasına bağlı olarak ve onu güçlendirmek amacı çerçevesinde belli semtlerde çalıştığımız da bir olgudur. Bu çalışmaların önemli bir bölümü kısırdır ve yararı fazlasıyla tartışmalıdır. Bu nedenle abartılmamalı, mevcutlar gözden geçirilerek buralardaki çalışma ya genel sınıf çalışmasının hedef ve ihtiyaçlarına tabi kılınabilmeli, ya da kendi iç imkanlarıyla sürdürülebildiği kadar sürdürülmelidir.
Bunları önemle gözönünde bulundurmak kaydıyla, semtlerde yürütülecek kadın çalışmasına yönelik olarak da elbette belli bir bakışımız olabilmelidir. Zira faaliyet yürüttüğümüz her alanda, çalışmamızın bir kadın çalışması boyutu mutlaka olmalıdır. Her alanda özgül kadın sorunu siyasal çalışmamızın bir parçası olabilmelidir, dolayısıyla aynı şekilde semtlerde de... Öte yandan, buralarda da çalışmanın etkin bir şekilde yürütülmesini kolaylaştıracak özgül görevlendirmeler, örgütlenmeler olmalıdır.
Semtler yapıları gereği kitlelerin heterojen bir sosyal-sınıfsal yapı sergiledikleri alanlardır. Semt ağırlıklı bir kadın çalışması denildiğinde, bu heterojen yapıyı kesen kendi içinde genel bir kadın çalışması akla gelebilmektedir, ki bu halihazırdaki halkçı akımlar pratiğinin kadın çalışmasına izdüşümüdür. Biz bundan kesin olarak kaçınmalıyız. Semtlerde kadın çalışması, bizim bu semtlerde perspektiflerimize uygun bir biçimde yürüttüğümüz genel çalışmanın emekçi kadın boyutu olarak ele alınmalıdır. Bugün için bundan ötesinin bir mantığı olmadığı gibi kalıcı bir sonuç yaratma şansı da yoktur. Semtlerde genel bir kadın çalışmasının bir mantığı yoktur, zira üretim dışı heterejon bir sosyal ortamda kadınları sınıf kimlikleriyle bağlantılı bir biçimde örgütleyebilmenin maddi zemini yoktur.
Evet, daha önce de örneklendi konuşmalar içinde; semtlerde çalışıyoruz, kurumlarımız var, semtlerde emekçi kadınlar var, işçilerin eşleri var ve bunlara gitmenin yolunu-yöntemini bulabilmeliyiz, denildi. Semtlerde kurumlarınız ya da dernekleriniz varsa, bunların işçilere, emekçilere yönelik belli çalışmaları varsa, bu durumda bu çalışma bu aynı işçi ve emekçilerin kadın kesimlerine özgül bir yönelişi de içermek, çalışma bununla birleşmek, böylece zenginleşmek durumundadır. Kültür kurumunuz ya da çalışmasını semtlere de yönelten işçi derneğiniz kendi bünyesinde emekçi kadın komisyonları kurmak, buna dayanarak işçi ve emekçi kadınlara, bu arada işçi eşlerine yönelik özgül bir çalışmayı somutlamak durumundadır. Sosyal mücadelenin bugünkü düzeyinde ve semt çalışmasının bugünkü somutluğunda söylenebilecek olan herhalde budur.
Kuşkusuz bu çalışmanın yürütülüş tarzının bir fabrika ya da işletmedeki çalışmaya göre belirgin bir biçimde farklılaşan yönleri vardır. Bir fabrikada kadın-erkek işçi içiçedir, ezilen cins konusundaki tüm önyargılara rağmen işçiler sınıf konumları üzerinden kendilerini ortak kimlik içinde görürler. Oysa semtler böyle değildir, burada ortak sınıfsal konum ve kimlikler kaybolur ya da geri plana düşer, geriye kadın ve erkek yığınlar kalır. Erkekten farklı olarak semtte emekçi kadın belirgin biçimde eve ve ev işlerine bağımlıdır.
Böyle bir sosyal-kültürel ortamda emekçi kadınlara, hele de ev kadınlarına yönelik çalışma, özel yönelimler gerektirmesinin ötesinde bizzat kadınlarla yürütülmeyi de gerektirir. Zira bugünün Türkiye’sinde emekçilere egemen ortalama bilinç ve kültürel gelişmişlik düzeyi, geri bilince dayalı geleneksel değer yargıları, egemen kültür ve duyarlılıklar, başka türlüsünü kaldıramaz, hepimizin çok iyi bildiği gibi. Ancak canlı bir sosyal mücadele ortamı bunu kaldırabilir, bu ise daha farklı bir durum ve düzeydir. Örneğin işçi kadının grevde nöbet tutmasını bir erkek işçi problem etmez, bu mücadele ortamında mücadele yoldaşı durumundaki kadını geleneksel önyargılarının nesnesi değil fakat omuz omuza yürütmekte oldukları mücadelenin öznesi olarak görür. Mücadele ve eylem içindeki işçi kadın, işçi erkek için mücadele yoldaşıdır, ve bunun tersi... Ama sonuçta biz bugünün durgun ortamında semtlerde kadın çalışması yürütmek istiyoruz. Yoksul ve emekçi kadınlara, işçi eşlerine gitmek istiyoruz... Bu ancak kadınlar eliyle, kadın devrimci kadrolar eliyle yürütülebilir bir çalışmadır. Bu nokta önemle gözetilmek durumundadır ve zaten hayatın içinde başka türlü olamayacağını da deneyim daha ilk adımda gösteriyordur.
Öte yandan, tam da bu aynı nedenle, semtlerde özel olarak kadınlara hitap eden bir dizi etkinlik de örgütlemek yoluna gitmek gerekir. Elbette biz toplantılarımıza, panel ve konferanslarımıza, gecelerimize, festivallerimize kadın-erkek emekçileri birarada çekmek için azami bir gayret gösteririz. Fakat bunun ötesinde özellikle ev kadınlarının geniş katılımını kolaylaştıracak, ilgilerini artıracak, kendilerini kolay ve rahat bir biçimde ortaya koymalarını sağlayabilecek özel türden etkinlerler de düşünmeli ve gerçekleştirmeliyiz. Biz bu özgünlüğü, toplumun genel politik ve kültürel düzeyini, mücadelenin bugünkü düzeyini gözeterek hesaba katmazsak, semtlerdeki emekçi kadına, hele de ev kadınına yeterli bir başarıyla seslenemeyiz ve onu kapatılmış bulunduğu kapalı ve dar yaşamın dışına çekemeyiz.
Yine de semtler üzerinden emekçi kadın çalışması, hele de ev kadınlarına yönelik bir çalışma bugün için fazla abartılmamalıdır. Bu bugünkü koşullar sürdüğü sürece kısır ve verimsiz bir çalışma olarak kalmaya mahkumdur. Sosyal hareketlilik yoksa, kendi içinde kadınlara siz kadınsınız, bakın evlere kapatılmışsınız, durumunuz şu, bir dizi haktan ve olanaktan yoksunuz vb. diyerek seslenmekle alınabilecek sonuçların belli sınırları var. Biz bu tür bir çalışmayı ancak bütünsel çalışmanın, iyi-kötü yürüyen, etkisini yayabilen bir çalışmanın kadın boyutu olarak ele alırsak verimli sonuçlara ulaşabiliriz. Örneğin biz X semtinde çalışıyoruz, orada zaten her koldan kadın ve erkek emekçilere sesleniyoruz, toplantılar yapıyoruz, eylemler düzenlemeye çalışıyoruz, festivaller yapıyoruz... İşte ancak bu çalışmanın bir parçası olarak kadınlar üzerinden de ek bir çalışma verimli sonuçlar üretebilir. Çünkü bütün öteki çalışmalar da sonuçta buna hizmet ediyor. Ama bu genel çalışmadan soyutlanmış, kendi içinde bir emekçi kadın çalışması, fazlaca bir anlamı ve sonucu olmayacak bir çalışmadır, kısır ve verimsiz kalması kaçınılmazdır, bunun da bilincinde olalım.
Buraya kadar söylenenler yeterli bir fikir veriyor olsa bile çok kısa olarak bugünün Türkiye’sinde halen bazı örnekleri olan bağımsız kadın derneklerine de değinmek gerekir. Feminist çevrelerin böyle örgütlerde biraraya gelmesinde, bu türden yapıları kendilerine birleşme zeminleri olarak seçmelerinde anlaşılmaz bir yan yok, zira feminizmin kendi özünde böyle bir yönelim var. Feminist yönelim kadın sorununu kendi içinde tecrit eder, kendine yeterli, kendi içinde bütünlüğü olan bağımsız bir sorun halinde ele alır. Böyle olunca da, bunun örgütsel biçimi doğal olarak ayrı bir kadın örgütü olarak ortaya çıkar.
Fakat bir de kendilerini marksist olarak gören, buna rağmen kadın sorunu ve örgütlenmesi denilince bunu bağımsız kadın dernekleri ya da birlikleri biçiminde ele alan çevreler var. Böylelerinin bu pratiği en iyi durumda bir bilinçsizlik ve kendiliğindencilik ifadesidir. İşin aslında feminist etkilenme, feminist etkinin ardından sürüklenmedir burada sözkonusu olan. Nitekim bu yönelimde olanlar bir dönem feministlerle birlikte 8 Martlar’ın içinin boşaltmasına da katkıda bulanabilmişler, salt kadınlardan oluşan bir 8 Mart eylemi saçmalığına ortak olabilmişlerdir.
Sosyal bir kaynaşmanın olmadığı ve dolayısıyla orta sınıf eksenli de olsa bağımsız bir kadın hareketi çıkışı için de koşulların bulunmadığı bir ortamda, genellikle tabela örgütleri olarak kalan bu türden demokratik kadın derneklerinin ayrıca pratik bir işlevi de yoktur. Bunlar, ifade uygunsa, kadın sorunu üzerinden halkla ilişkiler bürosu gibidir. Bunun ötesinde yürüttükleri anlamlı bir özgül çalışma yoktur. Denilebilir ki bu sınırlar içinde olsun yapılanın yine de bir anlamı olamaz mı? Belki de olabilir. Fakat komünistler işin bu kadarını Emekçi Kadın Komisyonları üzerinden çok daha fazlasıyla yapabileceklerini gösterecekleridir ve bu her bakımdan amaca daha uygun olur. Bu komisyonlar, gerçekte bünyesinde yer aldıkları sınıf örgütlerinden bağımsız bir konuma sahip olmasalar da bu hiçbir biçimde onların toplumun ve emekçi kadınların karşısına bağımsız bir kimlik ve inisiyatifle çıkmalarına, bu kimlik üzerinden topluma ve kadın kitlelerine hitap etmelerine engel değildir.
Örgüt sorunu kuşkusuz somut bir sorundur. Genel, her döneme ilişkin, her döneme karşılık veren bir çözümü yoktur. Bugün bağımsız bir kadın örgütlenmesi, kadın kurumlaşması, kadın birlikleri ya da kadın dernekleri, gerekli değildir, ama bu her durumda, yarının genel sosyal bir hareketlenmesi ile değişebilecek yeni koşullarda da gerekli olmaz anlamına gelmez. Yarın bunu gerektiren durumlar belki ortaya çıkabilir. Örneğin ‘70’li yıllarda genel sosyal kaynaşma içerisinde bunun bir anlamı, bir işlevi olabilirdi. Kadını buradan da mücadeleye çekmenin araçları olarak bunlar özel ve özgül bir işlev görebilirlerdi. Nitekim bu doğrultuda belli yapılar da ortaya çıkmıştı. Sosyal kaynaşmanın bu türden karmaşık ortamlarında kadınlara yönelik çalışmaya buradan giderek de bakabiliriz, bu türden olanakları da kendi sınırları içinde değerlendirebiliriz, günü geldiğinde. Fakat bugünün sorunu hiçbir biçimde bu değildir, bunun altını özellikle çiziyorum.
Öte yandan, sorun salt bizim tercihimizle ilgili de değildir. Yarının sosyal hareketlenme dönemleri ortaya kendi iç dinamizmiyle bağımsız kitlesel kadın örgütleri de çıkarabilir pekala. ‘60’lı yılların sonunda ve ‘70’li yılların başında ABD’de ve Avrupa’da orta sınıf kadınları ekseninde ve feminist akımlar şahsında bunun örnekleri var nitekim. Yarın ola ki bizde de bu türden kitlesel kadın hareketleri ve onların bağımsız olmayı seçen örgütleri ortaya çıkabilir. Bunlar kitlesel bir kadın hareketine dayanan örgütler olurlarsa eğer, elbette biz de bir biçimde bunlar içinde çalışma yolunu gider ve kucakladıkları kitle ile devrimci işçi hareketi arasındaki bağları güçlendirmeye, bu hareketi devrimci işçi hareketi eksenine bağlamaya çalışırız. Bunlar ayrı sorunlar. Biz konuya genel yaklaşımlarımız içerisinde bütün bunlara yer veririz. Ama kendi çalışmamız ve yönelimimiz sözkonusu olduğu sürece de sınıfsal esaslardan şaşmayız ve dolayısıyla, kadın sorununa olduğu kadar onun örgütlenmesine de buradan bakarız. Sınıf ve emekçi hareketini cinsiyet esasları üzerinden bölmeye yönelen her türden sapmaya karşı da kararlılıkla mücadele ederiz.
Biz bugün, feministlerle birlikte bazı küçük-burjuva akımların yaptığını yaparak, yani kendi içinde ayrı, salt kadın sorunu ekseninde ve bağımsız kadın örgütlerine dayalı bir çalışma yürüterek, herhangi bir mesafe alamayız. Küçük-burjuvazinin aydınlanmış, kadın sorununa duyarlı çok dar bir kesiminde belki bir parça yankı bulabiliriz, ama emekçi kadını salt kadın sorunlarına dayalı bir teşhir ve ajitasyon çalışması üzerinden kazanmamız ve harekete geçirmemiz mümkün değildir.
Seyhan yoldaş sunumunda anlamlı bir noktaya işaret etti; kadınlar için önemli olan sigortadır, önemli olan tencereye girecek aştır, önemli olan sosyal geçim sorunlarıdır, çocuklarının bakımı ve geleceğidir, vb. dedi. Yani kadın herşeyden önce emekçi olarak ezilmektedir. Bu durumda siz onun kadın kimliğinden kaynaklanan sorunlarını da bu eksen üzerinden ele alabildiğiniz ölçüde, onu buradan sosyal mücadeleye çekebildiğiniz ölçüde, bir de kadın olmasından kaynaklanan sorunlar üzerinden çekmek şansı yakalarsınız, üstelik bunu çok daha rahat yakalarsınız. Ama eğer kadını sosyal-sınıfsal bakımdan uyarıp, bilinçlendirip mücadele içine çekememişseniz, onu salt kadın olarak uyandırmaya yönelik çabalar boşunadır, bu kendi ekseni etrafında dönüp dolanmaktan başka bir sonuç yaratmaz.
Kaldı ki kadınların salt ezilen cins konumu üzerinden hareketlendiği dönemler de sosyal mücadelenin geliştiği, sosyal çelişkilerin keskinleştiği ve genel planda kitlelerin hareketlendiği dönemlerdir. Örneğin ‘60’lı yıllarda batı dünyasında boy gösteren feminist akımları aynı dönemin genel sosyal canlılığından, genel olarak o günlerin dünyasındaki sosyal mücadele dalgasından ayrı düşünmenin olanağı yoktur. Dönemin o genel sosyal mücadele ve kaynaşma ortamında, tüm ezilen kesim ve katmanlar bir biçimde hareketleniyor, mücadelenin genel etkisi altında, ezilen cins adına eşitlik ve özgürlük istemiyle ortaya çıkan kadın hareketleri de bu ortamda kendine bir alan açabiliyordu. Nitekim bu genel dalganın düşmesi ve ortama sosyal durgunluğun çökmesi, daha çok orta sınıftan kadınların damgasını taşıyan çeşit çeşit feminist akımların önce yozlaşmasına ve ardından da hızla sahneden çekilmesine yolaçmıştır.
Feminist kadın hareketi genel toplumsal hareketlenmenin bir ürünü ve boyutu olarak ortaya çıktığı sürece belli sınırlar içinde ilerici bir gelişmenin ifadesidir ve devrimci sınıf hareketi, sınırları konusunda hiçbir hayale kapılmaksızın, ona belli bir ilgi de gösterebilir. Kuşkusuz böyle bir kadın hareketinin bazı demokratik burjuva reformları (daha çok da yasal düzenlemeler planında) zorlaması dışında, kendi sınırları içerisinde kadın sorununa bir çözüm bulma imkanı ve şansı yoktur. Sonuçta bu mesele temelde gidip kapitalist sömürü ilişkilerine, burjuva sınıf egemenliği ilişkilerine dayanmaktadır. Feminist harekete damgasını vuran orta sınıf kadını ise tam da sınıfsal konumunun bir yansıması olarak bu temele hiçbir biçimde dokunmaz, dokunmak istemez. Zira kendisi de sosyal bakımdan aynı düzenden beslenmekte, sınıf çıkarları bu sosyal düzenin devamını gerektirmektedir. Onun sorunu bu düzenin temelleri üzerinde ezilen bir cins olmaktan kaynaklanan sorunlarına (cinsel aşağılanma ve horlanmadan tutunuz da özellikle mesleki alanda fırsat eşitsizliğinin yarattığı maddi sorunlara kadar) reform sınırları dahilinde çözümler bulmaktır. Tarih boyunca ve ‘60’lı yıllar dünyasında başgösteren son çıkışında, burjuva ve küçük-burjuva feminist akımların ufku hiçbir biçimde bu sınırları aşmamıştır.
1960’lı yılların batı dünyasında kendisini “sosyalist feminist” olarak niteleyen kadınlar da var kuşkusuz. Kadın sorunundan hareketle siyasal yaşama katılan, ama sorunu incelediği zaman da bunun genel toplumsal sorunla, düzen ve devlet iktidarı sorunu ile bağını fark eden ve buradan sosyalizme ve Marksizme yakınlaşan (tersinden, feminist dalganın etkisi altında “sosyalist feminist” bir eğilime yönelenler de var kuşkusuz), fakat uluslararası komünist hareketin deneyimlerinin kadın sorununun özgül yanını ihmal ettiğini de gören, bu temelde ona belli bakımlardan haklı eleştiriler yönelten öğeler de var, aynı feminist dalganın içinde. Fakat bunların hareket içindeki yeri son derece talidir. Yine de kadın sorunu ile işçi sınıfı davası arasındaki bağı gören bu türden feminist öğelerin varlığı önemlidir. Ne de olsa bunlar feminist hareketin içinden gelen, yani özel bir sorun ve duyarlılıktan yola çıkarak genel toplumsal soruna ulaşan öğelerdir.
Türkiye’de ise gelişmenin yönü tam tersinedir. 12 Eylül sonrası dönemin ürünü feminist gruplaşmalar, büyük ölçüde karşı-devrim döneminin ezici ağırlığı altında devrimden yüz çevirmiş öğelerin ürünü olmuştur. Burada herhangi bir kadın hareketi değil, yalnızca edilgen kadın gruplaşmaları sözkonusudur. 12 Eylül sonrasında genel sosyal dava konusundaki umutlar yitirilince, büyük bir kitle devrimci politik yaşamdan koptu ve düzenle bütünleşti. Sosyal, siyasal, kültürel, her türlü dava unutuldu bunlar tarafından. Devrimden, yani genel sosyal sorunun devrimci çözümünden umut kesenlerin çok küçük bir bölümü ise ‘80’li yılların sonunda ortaya çıkan o feminist gruplaşmaların temelini oluşturdular. Yani bu tersine bir gidiştir ve bundan dolayı da son derece sağlıksız bir durumun ifadesidir. Bu çevrelerin kadın sorunu alanında, devrimci hareketin genel zayıflığından ve bazı devrimci çevrelerin aymazlığından da yararlanarak, bir dönem için reformistlerle elele 8 Martlar’ın içini boşaltmak dışında halen başardıkları bir işte de yoktur, olamaz da...
Seyhan yoldaşın sunumunda kadınlara yönelik yayın tartışması da dile getirildi. Bu, güçlü bir çıkış halinde geliştirmek istediğimiz kadın çalışması için elbette temel önemde bir ihtiyaçtır, fakat yazık ki buna hiç değilse şimdilik hazır olduğumuz söylenemez. Halihazırdaki yayınlarımız bile kadın sorununu doğru dürüst işleyemiyorlar henüz. Bu kuşkusuz bu alandaki zayıflığımızın bir göstergesi. Mevcut yayınlarımızın bu alandaki zayıflığını bir parça gidermeksizin, ayrı bir kadın yayını bu aşamada çok gerçekçi görünmüyor.
Eğer bu alanda gerçekten bir potansiyelimiz olduğuna inanılıyorsa, bu öncelikle mevcut yayınlarımız üzerinden açığa çıkarılmalı ki, böylece yarınki bir kadın yayını için de bir hazırlık olabilsin. Buradan bir ilk deneyim ve birikim sağlamaksızın dosdoğru bir kadın yayını gündeme getirmek bugünkü koşullarda bizi zorlar. Kültür kurumlarının yakın geçmişteki yayın denemesinin çok geçmeden kesintiye uğradığını unutamayız, buradan çıkaracağımız sonuçlar olabilmeli.
Önümüzdeki süreçte bu soruna ve çalışmaya ilgi duyan ileri kadrolarımız eliyle partinin mevcut yayınlarını kadın boyutu üzerinden bir parça güçlendirmeyi başarabilirsek, ilerde buna dayanarak özgül bir kadın yayınını gündeme getirebiliriz ve bu çok da iyi olur. Toplam parti çalışmasının kadın boyutunun aydınlatılmasında ve yönlendirilmesinde özel bir işlev de yerine getirir. Ama bugünkü aşamada, 8 Martlar’ın o olağan yoğunluğunu saklı tutarsanız, mevcut yayınlarımızda kadın sorununu pek az ele alabiliyoruz, bu bir gerçek. Öncelikle bu zaafiyeti gidermeliyiz ve bunu da gerçekten bir ihtiyaç olan kadın yayınına bir hazırlık olarak ele almalıyız.
Yayın sorununu vesile ederek bazı ek noktalara değinmek istiyorum. Çalışmamız bugün için esası yönünden sınıf eksenli olabilir, bu çerçevede biz daha çok işçi kadına sesleniyor olabiliriz. Ama biz devrimci bir politik partiyiz, toplumdaki her türlü haksızlığa ve eşitsizliğe karşı sistemli bir biçimde tutum almak, bunu genel teşhir ve ajitasyon faaliyetimizin bir parçası haline getirmekle yükümlüyüz. Dolayısıyla, bizim bugünkü koşullarda kadın çalışmasını esası yönünden işçi çalışmasının bir boyutu olarak ele almamız ile, genel planda toplumdaki kadın sorunuyla ilgilenmemiz ve onu gerektirdiği durumlarda etkili bir teşhir ve ajitasyonun konusu haline getirmemiz iki ayrı şeydir. Bu ikincisini unutursak, işte o noktada ekonomistler düzeyine düşeriz. Buradan bakıldığında, yayınlarımızda kadın sorununun bu kadar az işlenmesi bizim payımıza ayrıca bir zaafiyet göstergesidir.
Toplumumuzda kadın bir yandan geleneksel kültürün bin türlü etkisi ve baskısı altında acı çekmektedir, öte yandan da kozmopolit burjuva kültürü içerisinde kadın ve kadın kimliği sistemli biçimde aşağılanmaktadır. Örneğin Türkiye’deki bütün günlük gazeteler ve bunların web siteleri gündelik olarak çıplak kadın resimleriyle doludur, hemen tüm büyük televizyonlarda her vesileyle kadın imajı pazarlanmakta, reklamlarda aynı şey yapılmaktadır. Özetle kadın gündelik olarak aşağılanmakta, bir meta olarak pazarlanmaktadır. Burjuva sınıf düzeni Fatih’deki kadını çarşafa sokarken Nişantaşı’ndakinin göbeğini açtırmakta, her iki durumda da kadını aşağılamakta, ikinci sınıf bir insan ya da bir cinsel obje durumuna düşürmektedir.
Böyle bir toplumda bizim kadın sorununa ilişkin genel teşhir ve ajitasyonumuz, bir yandan kadına yönelik geleneksel gerici ideoloji ve kültürü, öte yandan burjuva kozmopolitizminin çürümüşlüğünü hedef almalıdır. Kapitalizmin kadını ezen ve metalaştıran tutum ve uygulamalarına, bunun gündelik yansımalarına karşı etkili bir mücadeleyi yayın organlarımız üzerinden verebilmeli, sistemli bir teşhirini yapabilmeliyiz. Bu kendi insanımızı, ulaşabildiğimiz emekçiyi eğitebilmenin de temel gereklerinden biridir. Düzeni buradan da, onun kadına yaklaşımı ve bunun gündelik yansımaları üzerinden de “suçüstü” yakalayabilmeli, kitlelere bunu somutluğu içinde gösterebilmeliyiz.
Bu açıdan da halen çok çok zayıf bir durumdayız. Bunun gerisinde yayın organlarımızla ilgili genel sorunların yanısıra bir dizi başka sorun durmaktadır kuşkusuz. Bunu bir parça olsun yapabilecek kadrolarımız elbette var, ama bunlar bir dizi başka işle meşgul oldukları için, sonuçta bu iş aksayabilmektedir. Ama bunu giderebilmek durumundayız. Kadın sorunu üzerinden gündeme getirilecek sistemli bir çaba bugün için hiç değilse yayınlarımız üzerinden böyle bir boyut da içermek durumundadır.
Sonuç olarak; kadına yönelik yayın sorunu, öncelikle yayınlarımızın kadın boyutunu güçlendirmek olarak çıkıyor karşımıza. Ve bu elbette bir kadın yayınının bir altyapısı, bir ön hazırlık süreci olarak kavranabilmelidir.
Kadın sorununu ciddi bir siyasal mücadele, ciddi bir sınıf savaşı sorunu olarak ele alabilmemiz, insanımızın bu konudaki donanımıyla çok bağlantılıdır. Bu konuda sağlam ve oturmuş bir kavrayış olmadığını, yaşam ve çalışma içerisinde yansıyanlar üzerinden biliyoruz.
Kadrolarımızın ve sempatizan çeperimizin kadın sorunu konusundaki eğitimi iki boyutlu olarak düşünülmelidir.
Bunlardan ilki, partide ve çeperinde genel olarak kadın sorunu konusunda sağlam bir teorik donanımın sağlanması sorunudur. Bunun esası Marksizmin kadın sorununa teorik bakışının partiye maledilmesidir. Böyle bir eğitime ciddi bir biçimde ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Kadın sorunu üzerine belli metinlerimiz olduğu halde, bunlar konunun özünü ve genel çerçevesini genel hatlarıyla verdikleri halde, kadın çalışması içindeki yoldaşlarımız bile hala sorunun ortaya konuluşunda zorlanabiliyorlarsa, bunu bu alanda derinlemesine bir eğitimden yoksunluğun göstergesi saymak gerekir. Demek ki gerçekten böyle bir eğitime, kadın sorununda sağlam bir kavrayışa ihtiyaç var. Mevcut metinlerimiz asgari bir kavrayışı vermek konusunda elbetteki yeterli. Popüler bir içeriği, rahat bir anlatımı olan metinler bunlar. Ama bunların anlaşılmasını ve kavranmasını özel bir çaba haline getirebilmeliyiz. Bu ise ancak onlara da kaynaklık eden marksist metinler temelinde bir eğitimle birleştirilebilirse, gerekli sonuçları sağlayabilir.
Sorunun bir başka yönü ise kadına yaklaşımda ataerkil ideoloji ve kültürün, yanı sıra burjuva yozluğunun etkilerinin saflarımızdan özel bir çabayla kazınmasıdır. Kadın-erkek ilişkilerinin tüm yönleriyle devrimcileşmesidir, bunun bir alanı olarak sevgi ve beraberlik ilişkilerinin de buna göre şekillenmesidir. Yüzeysel, gelgeç ilişkilerin ve özellikle erkeklerin sergilediği faydacı eğilimlerin terkedilmesidir. Erkek ve kadın militanın komünist yeni insan ortak paydasında birleşebilmesidir.
Bunlar, kadın sorununun salt marksist teorik çerçevede kavranışının çok daha ötesinde bir sorunlar bütününüdür. Elbette öncelikle böyle bir teorik kavrayışı gerektirir, fakat bu kendi başına hiçbir biçimde yeterli olmaz, sorunu çözmez. Burada asıl ve çözücü olan, bilincin ve kişiliğin çok yönlü olarak devrimcileşmesidir, egemen ideoloji ve kültürün etkilerinin kazınmasıdır. Bu, özü bakımından, teorik dağarcığın gelişmesiyle değil, fakat ideolojik ve kültürel açıdan, ahlak ve moral değerler bakımından, devrimci sınıf mücadelesi içinde çok yönlü bir dönüşüm sorunudur.
Dar anlamda partimizin saflarında kadın sorununun çözümü için bu tür bir dönüşüm, küçük-burjuva kökenli aydın ve yarı-aydın kadrolar, elbette en başta erkek kadrolar, ama onlarla birlikte kadın kadrolar için de, özellikle gereklidir. 12 Eylül sonrasının genç kuşaklarının bu açıdan hiç de iyi bir pratik sergilemedikleri düşünülürse, bu alanda bilinçli bir mücadele ve köklü bir devrimci dönüşüm özellikle önemli ve gereklidir.
Saflarımızı ciddi bir iç eğitime, ciddi bir ideolojik eğitim ve mücadeleye kesin bir biçimde ihtiyaç olmakla birlikte, partinin kendi içinde kadın sorununda olumlu bir konumda olduğunu da vurgulamak gerekir. Saflarımızda epeyce kadın yoldaş var, kadın üyelerin genel üye sayısına oranı hayli yüksek sayılır, yarı yarıya değilse bile buna yaklaşan bir orandadır. Bir dizi önemli görevde kadın yoldaşlarımız vardır. Partimizde kadın yoldaşlara her zaman güven duyulmuştur, önleri açılmıştır ve bu da çok kendiliğinden bir davranış değildir. Partinin kadına bakışının kendi yaşamı üzerinden yansımasıdır. Partinin kadın sorunundaki bilinci ve pratik yaklaşımı buna uygun olmasa, bu öyle kendiliğinden olabilecek bir şey değildir. Ama hala da sorunun özünün kavranmasında ve sindirilmesinde katetmemiz gereken büyük mesafeler olduğu da bir gerçektir. Yeni dönemde güçlü bir çıkışa dönüştürmek istediğimiz kadın çalışması, bunun çözücü bir vesilesi olmalıdır.