Logo

“Devrimin gölgesi”nde halk ayaklanması-S.Eren


“Devrimin gölgesi”nde halk ayaklanması


S. Eren

Mübarek’in onsekiz günlük bir kitlesel başkaldırı sonucu tahtından düşürülmesi ve ardından Ortadoğu’nun diğer ülkelerine yayılan direnişler... Devrim teorisi ve devrimci mücadele için önemli dersler içeren, sonuçlar ortaya çıkaran bu halk ayaklanmaları diyalektik ve tarihsel materyalizmin ışığında analiz edilmek, doğru sonuçlar çıkarılmak zorunda. Olayların karmaşıklığı içinde ortaya çıkan olgular ve eğilimler bu perspektifle değerlendirilmediği içindir ki, iktidar, örgüt ve taban inisiyatifi ilişkisi “emekçilerin devrimci inisiyatifi mi?”, “facebook devrimi mi?”, “yeni toplum projesi mi”, “başka bir dünya mümkündür” vb. gibi, idealist metafizik ve eklektik bir bakışla değerlendirilmekte ve yanlış sonuçlar çıkarılmaktadır.

Bilimsel sosyalizm olayların değerlendirilip tahlil edilmesinde, öz ile görünüm arasındaki diyalektik farklılığı gözetmek durumundadır. Marx’ın deyimiyle, öz ile görünüm örtüşseydi, bilime ihtiyaç duyulmazdı.

Bu da toplumsal gerçekliği, sınıfları ve diğer toplumsal katmanları karakterize eden kavramlarımızı “geri kazanmak”la mümkündür. Küçük-burjuva katmanları, sosyalizmin tarihsel zorunluluğu ve tek alternatif toplumsal düzen olduğu gerçeği yerine belirsiz “başka bir dünya mümkündür” ile ürkütmemek yaklaşımı sadece kafa bulandırmaktadır. Ayrıca milyonlarca insanın zorlu mücadeleler yürüterek, bedeller ödeyerek, egemen düzeni aşıp yerine sosyalist bir toplum yaratma ideallerini ve çabasını bir “toplumsal proje”ye indirgemek, liberal solun karakteristik ideolojik formasyonudur.

Halk ayaklanması ve yarattığı sonuçlar gözlendiğinde devrim teorisinin neden doğrulandığı görülecektir.

Günlük Kızıl Bayrak sitesinde yayınlanan değerlendirmelerde, halk ayaklanmalarının gelişme seyrini ve alacağı biçimleri belirleyecek tek gücün işçi sınıfının bağımsız eylemi olacağı belirtilmiştir. Nitekim Mısır’da birikmiş toplumsal sorunları eylemleriyle gündeme getiren, fitilini yakan gücün de işçi sınıfı olduğu vurgulanmıştır. Hatırlamakta yarar var. Kapitalist toplumsal gelişmenin yarattığı iletişim ağları elbette haberleşme ve bilgi akışında önemli bir rol oynamaktadır. Fakat esas belirleyici olan sınıfların eylemidir. Mısır’da öne çıkarılan “facebook sosyal ağı”, 2008 yılında El Mahalla tekstil işçilerinin militan ve sarsıcı eyleminin ardından, işçilerin haklı taleplerini desteklemek ve dayanışmak için oluşturulmuştur. Yani “facebook” dayanışma ağı işçi sınıfının eylemi üzerinde gelişen bir dayanışma fenomenidir. Bu açıdan hiçbir zaman eylemlerde belirleyici olmadı.

Halk ayaklanmasının fitilini yakan işçi sınıfı, Mübarek’e son ölümcül darbeyi vuran güç oldu aynı zamanda. Süveyş işçileri başta olmak üzere işçi sınıfının giderek artan eylemliliği oldu.

 

Mübarek’e ölümcül darbe işçi sınıfından geldi

Halk ayaklanması sürecinde bütün dikkatler özellikle Süveyş’e çevrilmişti. Şüveyş Kanalı stratejik konumu nedeniyle ABD ve AB emperyalistleri için büyük bir öneme sahiptir. Bir bakıma petrol tekellerinin nefes borusudur. Petrol gemileriyle buradan günde 1.8 milyon ton petrol taşınmaktadır.

Mübarek’e geri çekilmesi için verilen ültimatom ve ardından yapılan genel grev çağrısı, Washington, Berlin, Tel Aviv, Paris ve Brüksel’i harekete geçirdi. İskenderiye, Mahalla, Süveyş ve bazı önemli turistlik kentlerde işçiler, Mübarek’in gitmesinden öte ücret artışları, iş koşullarının düzeltilmesi, sendikal haklar vb. bir dizi taleple eylemlere geçtiler. Demokratikleşme taleplerinin yanısıra sosyal taleplerini açıkça ifade etmeye başladılar. Mahalla’da 1500 işçi Mübarek’in kısmi olarak geri çekileceğini açıklamasının ardından, otoyolu saatlerce bloke etti. İlaç firması “Sigma”nın 2 bin işçisi aynı gün iş koşullarının iyileştirilmesi talebiyle eyleme geçti. Assuan’da 5 bin işsiz, çalışan ve genç işçi vali konağını kuşatarak zorla içeri girmeye çalıştı. Süveyş’te 6 bin işçi ücret artışı için liman işletmesi önünde gösteri yaptı. Mısır’ın ikinci büyük kenti ve militan kitle direnişleriyle anılan İskenderiye’de işçiler “Mübarek defol!” çağırısıyla meydanlara çıktılar. Kendi bağımsız talepleriyle halk ayaklanması içinde gittikçe öne çıkan işçi sınıfının önemli kesimleri emperyalist merkezlerde de alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Mübarek artık doğrudan bir riskti ve bu koşullarda bir gün bile kalması mümkün değildi.

İşçi sınıfının sosyal talepler temelinde artan bu belirgin ve etkili eylemleri bölgede halk ayaklanmalarına yeni bir boyut kazandıracak önemdeydi. Petrolden elde edilen rantlarla ataerkil bir sistem kurmuş olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri dışında, Ortadoğu ülkelerinde son otuz yıldır kapitalist ekonomik ilişkilerin gelişmediği toplumsal yapı kalmamıştır. Dünya pazarıyla bütünleşme çabası içinde olan bölge, ekonomide ve ticarette etkili birçok tekelci burjuva kastın ortaya çıkmasına sahne olmuştur. Kapitalizm öncesi toplumsal yapıların çözülmesi, kentleşme, iç göç ve proleter sınıfın ortaya çıkması, bu toplumlarda temel önemde olgulardır.

Ücretli işgücünün eğitilmesinin zorunlu hale geldiği bu ülkelerde, örgütsüz fakat militan genç bir işçi sınıfı doğmuştur. Tam da kapitalist ilişkilerin ortaya çıkardığı yeni sosyal katmanlar, eski toplumsal politik ilişkileri temsil eden dinci ve gerici örgütlenme ve yapılara adapte olmamaktadır. Bölgedeki gelişmeleri değerlendirmek açısından bu olgunun altını çizmek, halk ayaklanmaları konusundaki yanılsamaları da netleştirecektir.

 

Amerikancı düzen ordusunun işçi korkusu

Gelişen işçi eylemleri sistemin sahiplerini fazlasıyla ürküttü ve önünü almaya yöneltti. Mübarek’in düşürülmesinin hemen ardından, emperyalist güçlere ve siyonistlere uşaklığıyla bilinen Mısır ordusu, “Ulusun çıkarlarına zarar veren eylemlerin yasaklandığını” duyurdu. Hedefte birçok kentte baş gösteren işçi eylemleri vardı. Grevler yasaklanarak üretimi sabote eden her türlü eylemin cezalandırılacağı duyuruldu. Tahrir Meydanı’nda toplanan kitlelerin bir kısmı parlamentonun feshedilmesi ve seçim tarihinin belirlemesinin ardından, orduya olan güvenlerini evlerine giderek ifade ederken, birçok kesimin hayal kırıklığı yaşadığı eylemlere yansıyordu.

Görkemli bir ayaklanma ile “modern” bir hanedanın düşürülmesi henüz hiçbir sorununun çözülmesine yol açmamıştır. Halkın sosyo-ekonomik durumunda hiçbir değişiklik yaratmamıştır. Yoksulluk, açlık, gelecek korkusu hala devam etmektedir. Kendi öz enerji ve eylemiyle otuz yıllık Mübarek saltanatına son veren kitlelerin, Mübarek öncesi toplumsal konumu kabullenmeyecekleri açıktır. Bu ordu otuz yıldır Mübarek rejimini ayakta tutan, onu koruyup kollayan, İsrail ile birlikte Filistin halkını açık bir cezaevine mahkum eden eli kanlı bir güçtür. Sözde “tarafsızlığı” ile Müslüman Kardeşler’in, liberal burjuvazinin ve Mübarek rejimi altında yönetime katılamamış bazı kesimlerin desteğini alsa da, emekçi sınıfların destek ve sempatisini kazanması kolay olmayacaktır.

Bir diktatörün iktidardan uzaklaştırılması, bir hükümetin düşürürülmesiyle sosyal sorunlara yol açan esas kötülüğün ortadan kalkacağı hayali, halk hareketlerinin başlangıç evrelerinde yaygındır. Halk, “kötü adam”ın gitmesinin özgürlük ve refah getireceği yanılsamasına kapılır. Bir de tarafsız ve sınıflar üstü gözüken bir ordu kastının yönetime gelmesiyle kitlelerin bilinci daha da karışır. Burjuva egemen sınıflar bazı somut durumlarda, geçici bir dönem için politik yönetimden feragat ederler. Ordunun yönetimi üzerinden sosyal egemenliğini pekiştirme çabasını, Marx Bonapartizm örneğinde, burjuvazinin geçici spesifik bir politik yönetim biçim olarak tanımlamıştır. Bu, 19. yüzyılın ikinci yarısında Almanya'da Bismark yönetiminde de somutlanmıştır. Burjuvazinin sosyal ve politik egemenliğinin aynı anlama gelmediğini gözetmek, işçi sınıfı hareketinin, burjuvazinin manevra ve manüplasyon çabalarını boşa çıkarabilmesi açısından önemlidir.

 

“Devrimin gölgesi”

Devrim bir hükümetin yerine başka bir hükümetin gelmesi eylemi değildir. O sınıflı toplumun en yaratıcı eylemi olarak, toplumsal düzenin radikal köklü dönüşümüdür. Devrim, eski egemen sınıfın ve onun devlet aygıtının, ordusunun, polisinin, hukusal kurumlarının tasfiye demektir. Silahlı ayaklanma boyutu olmayan bir halk ayaklanması devrime yol açmaz. Bu açıdan Tunus ve Mısır gibi halk ayaklanmalarını “devrim” olarak değerlendirmek yanıltıcıdır.

Öte yandan, Mısır’da olduğu gibi “halk kitleleri” kavramı mücadelenin somut seyri içinde değerlendirilmek durumdadır. Halk kitleleri ile sömürülen ve ezilen kitleler kategorisi eş anlamlı değildir. “Halk kitleleri” sömürülen ve ezilen kitlelerin yanısıra Mübarek karşıtı burjuva liberalleri, orta sınıf kesimlerini de içinde barındırmaktadır. Yani, sosyo-ekonomik ve politik bakımdan heterojen ve zıt çıkarları olan katmanları kapsamaktadır.

Ordunun “barışçıl bir darbe”yle yönetime el koymasından sonra Tahrir Meydanı’ndaki “halk kitlesi”nin politik ayrışması bu gerçeğin açıklamasıdır. En başta Müslüman Kardeşler  egemen sistemle ne kadar uyumlu olduklarını ardarda yaptıkları resmi açıklamalarla duyurdular.

Bu süreçte asıl sorun, başta işçi sınıfı olmak üzere halk hareketinin politik önderlikten yoksun olmasıdır. “Örgüt, güçleri on katına çıkarır”! Lenin’in bu sözü çok şey anlatmaktadır. Halk kitlelerinin eylemleri, ayaklanmanın sarsıcı etkisi altında tarafsız kitlelerin uyanmaları, aydınlanmaları, tabandan yaratıcı bir insiyatifin gelişmesi, tarihsel açıdan eğitici olma özelliği ile değer kazanır. Her başkaldırı bu rolü oynamaz. Bir halk ayaklanmasında kitle inisiyatifi ve enerjisini yeşertecek verimli toprağın oluşturulması, öncü bir partinin varlığıyla doğrudan bağlıdır. Sadece uyandıran, sarsıcı etki yapan eylemler değil, yanısıra doğrudan kitlelerin bağımsız eylemine katkı yapan başkaldırı ve eylemler öğretici bir rol oynayabilir.

Bölgedeki halk kitlelerinin en büyük zaafiyeti budur. Taban inisiyatiflerini birleştirerek egemen sınıf iktidarının üstesinden gelinebileceği hayali, küçük-burjuvaziye aittir. Halk ayaklanmasının taşıdığı devrimci enerji önemlidir fakat sınırları görülmek durumundadır.

 

Gelişmelerin yönü

Halk kitelerinin sarsıcı eylemlerinin Ortadoğu'da yeni bir dönemi başlattığı kesin. Bunaltılmış, yoksulluk ve açlıkla pençeleşen alt sınıflar devrimci enerjileriyle tarih sahnesine çıkmışlardır. Emperyalist saldırganlığın pençesinden kıvranan, aşağılanan bu halklar artık eski statüyü kabul etmiyorlar. Ancak, içinde bulundukları toplumsal durumu az da olsa iyileştirebilmeleri bile Ortadoğu halklarının devrimci çıkışıyla, bu mücadelede işçi sınıfının önderlik rolünü oynamasıyla olanaklıdır. Zira bu toplumlarda geleceği belirleyecek biricik güç proletaryadır. Yoksa egemen sistem kısmi ve makyaja dayalı uygulamalarla kitle ayaklanmaların geçici olarak denetleyecek, enerjisini paralize edecektir.

Gelinen yerde önemli ölçüde yıpranmış, halk kitlelerinin büyük tepkisine yol açan bazı kişilerle özdeşleşmiş rejimlerle emperyalizmin bölgedeki egemenliğini sürdürmesi mümkün değildir. Nitekim, Obama ve diğer batılı emperyalistlerin resmi açıklamalarına bakıldığında, Ortadoğu’da “düşük yoğunluklu demokrasi” konsepti temelinde yeni bir politik düzenlemenin hedeflendiği görülmektedir.

Ancak, derin bir anti-emperyalist kine de sahip olan Ortadoğu haklarının bu konsept temelinde yatıştırılması kolay değildir. Emperyalizmi en zayıf halkası olan bu bölgede daha radikal ayaklanmaların başgöstermesi muhtemeldir. Ayaklanan bir halkın temel sorunlarını kısmi de olsa çözemeyen bir değişim, “düşük yoğunluklu demokrasi” konseptini sarsacaktır.

Süreç kuşkusuz sancılı olacaktır. Arap halklarının yüzde 88’i İsrail’i, yüzde 77’si ABD’yi bölgede en büyük tehlike olarak görüyor. Mübarek gibi “en güçlü” despotları tarihin çöplüğüne atan emekçiler kendi özdeneyimleriyle kendi güçlerinin bilincine varıyorlar. Ortadoğu'da devrimci proletarya önderliğinde emekçiler eninde sonunuda emperyalistlerin saraylarını yıkacaklar. Ödenen bedel sonuçsuz kalmayacak.

Yaşasın Arap halkının devrimci direnişi!

“Buz kırılmış, yol açılmıştır!”


Üste