Logo

TEKEL Direnişi ve sol hareket


Direnişin içinden...

TEKEL Direnişi ve sol hareket

 
TEKEL Direnişi, “sınıfın bittiği”ni iddia eden “sol”a, “iş barışı” ve “karşılıklı fedakarlık” masalları okuyan burjuvaziye inat 78 gün ayakta durabildi. Üstüne üstlük, sol hareketin tüm yetersiz müdahalelerine ve sendikal bürokrasinin inanılmaz çelmeleyici hamlelerine karşın bu başarabildi.

TEKEL’de direniş ne Ankara’da başladı, ne de Ankara’da bitti. TEKEL’de mücadele daha özelleştirme gündeme geldiği andan itibaren başladı. TEKEL işçileri son yıllarda sayısız kez, “kendi gücüne” dayanan militan eylemler gerçekleştirdiler. TEKEL işçisi bu süreci hem örgütlü olduğu Tek Gıda-İş sendikasıyla hem de onsuz götürmeye çalıştı. Fakat işte bu aynı süreçte, Türk-İş ve Tek Gıda-İş bürokratları, yıllarca TEKEL işçileriyle “savaşarak” onları iyi tanıdılar, sınırlarını öğrendiler, böylece onları denetim altında tutabilmenin yol ve yöntemleri konusunda bir somut bir deneyim edindiler. Sola gelince, önemli bir kesimiyle tüm bu süreçlerde hemen hiç yoktu.

Süreç bir yerden sonra kilitlendi, bazı sorunlar sürümcemede kaldı ve sonunda TEKEL işçileri Ankara’ya doğru yol aldılar. Sendikal bürokrasi bu saatten sonra, kapıdan kovduğu TEKEL işçisini bacadan girerken gördü. TEKEL işçileri bu kez daha kararlıydı, 4C saldırısı mutlak biçimde püskürtülecekti. Bu nedenle “Biz sadece geliş biletimizi aldık, dönüş biletimiz kazanınca” demişlerdi. Bu kararlılık karşısında sendikal bürokrasi TEKEL işçisini sahiplenmek zorunda kaldı. TEKEL direniş işçi ve emekçiler tarafından sahiplenilince de sendikal bürokrasi blok halinde sahiplenmek zorunda kaldı. Tabii eğer buna sahiplenmek denilebilirse! Sendikal blok kurularak aslında Türk-İş bürokrasisiyle direnişi bitirmek adına bir dayanışma içine girildi.

Burjuvaziye hizmette kusur eylemeyen sendika ağaları, kafa kafaya verip direnişi bitirmek için ne gerekiyorsa onu yaptılar. Farklı bir çizgiye sahip olmak iddiasındaki DİSK ve KESK gibi konfederasyonların yönetimlerinin tutumu da son tahlilde farklı olmadı. Sorumluluktan kurtulmak için basitçe Türk-İş’e yedeklenme yolunu tuttular. DİSK kendince “Türk-İş genel grev dese biz hazırız” kolaycılığına sığındı. Oysa aklı başında herkes çok iyi bilir ki, eğer böylesi bir direniş süreci DİSK’in başından geçseydi, bir genel grev projesini dinamitlemek için ellerinden geleni onlar da yaparlardı. Bu konuda ortada bırakılan sayısız mevzi direnişe bakmak bile yeterlidir.

Bir diğer konfederasyon ise sokakta mücadeleyle kurulan KESK’ti. Onlar da “Eğer konfederasyonlar, geri eylem biçimleri alırlarsa, oyalamaya ve süreci bitirmeye dönük kararlar alırlarsa KESK buna ortak olmaz, kendi eylem programıyla TEKEL işçisini desteklemeye devam eder” söylemini bir çok kez kullandılar. Oysa sendikal bürokrasinin almış olduğu gerici, oyalayıcı, beklemeci ve direnişi bitirmek için çabalayan bütün kararların altında bu bürokratların da imzası bulunuyor. Dolayısıyla buradan iki sonuç çıkıyor. Birincisi, bürokratik bir dayanışmayla TEKEL Direnişi’ni bitirmek. İkincisi, TEKEL işçileriyle sınıf dayanışmasını esas alan her konfederasyonun tabanındaki diri unsurları pasifize etmek.

Fakat TEKEL Direnişi 12 Eylül faşizmi sonrasında ilk kez sendikal bürokrasiyle hesaplaşma sürecini de doğurdu. Sadece TEKEL işçilerinin değil, TEKEL Direnişi’yle dirsek teması kuran işçi ve emekçilerin karşısına dahi dalgakıran olarak çıkan bu hain takımının sorgulanması olanağını verdi. Bu vesileyle “ne yapacağız” sorusu sıkça sorulan sorular arasındaydı. Dolayısıyla sendikaların işçi ve emekçilerin tarihsel bir hak arama aracı olduğu ve bu aracın tepesindeki bürokrasinin temizlenmesi ihtiyacı en yalın biçimde açığa çıkmış oldu.

Reformizmin dalgakıran rolü: TKP, ÖDP, Halkevleri ittifakı

Sendikal bürokrasiye “sol”dan koltuk değnekliği ara başlıkta isimlerini sıraladığımız reformist üçlü tarafından yerine getirildi. TKP, ÖDP, Halkevleri bir ittifak kurarak TEKEL işçileriyle sözde “dayanışma” içine girmişlerdi. Oysa 78 günlük pratik süreç şunu çok net bir şekilde gösterdi: Mevcut üçlü son tahlilde sendikal bürokrasiyle aynı çizgide yürüdü. Onun TEKEL Direnişi’ne kurduğu tuzakları kolaylaştırdı, çoğu durumda açıkça çanak tuttu. Yerine göre inandırıcılık kazandırdı.

Halkevleri daha sürecin başında Tek Gıda-İş bürokratı Mustafa Türkel ile aynı masada basına poz vererek mesajını vermişti. Dayanışmayı bu çerçevede sürdüreceklerinin resmiydi bu. Diğer çevreler de değişik vesilelerle devrimci çizgiye düşman konumlarını açığa vurdular. Sendikal bürokrasiyle içten içe çatışma yaşayan devrimci güçlerin, sendikal çizgide davranan böylesi reformist güçlerle de çatışacakları ortadaydı. Komite kurma konusunda adım atan devrimci güçlerin, işçilerle beraber mevcut pasifist sendikalist çizgiyi aşmak için attıkları her adım, bu reformist çevreler tarafından da sık sık engellenmeye çalışıldı.

TKP bildirisi buna örnektir. 57. günde dağıtılan o utanç verici bildiri açıkça devrimci düşmanlığı yapıyordu:“Karar verelim, dar gruplarla hareket ederek mi kazanacağız, ilk günden beri omuz omuza mücadele ettiğimiz işçi kardeşlerimizle birliğimizi koruyarak mı? AKP’nin açıklamaları bizi isyan ettiriyor, küçük gruplarla radikal işler yapmaya hevesleniyoruz, ‘Bari biz AKP’ye haddini bildirelim’ diyoruz. Uyarıcı olalım ama her koşulda birliğimizi koruyalım.” Devrimcileri işçileri bölmekle suçluyor ve “dar grup” olarak tanımlayarak etkilerini zayıflatmaya çalışıyorlardı. Bunun, o çok düşman kesildikleri AKP’nin devrimcilere karşı kullandığı söylemlerden hiçbir farkı yoktu.

Halkevleri çevresinin 4 Şubat “dayanışma grevi”nde devrimci gruplara saldırısının arkasında da bu devrimci düşmanlığı yatmaktadır. Devrimci güçlerin işçilerle birlikte atmış olduğu adımlarda ve polisle yaşanan gerginliklerde devrimcileri hedef gösteren, “bunlar TEKEL işçisi değil, bunlar dışarıdan gelen öğrenciler” diyerek devrimcileri işçilerden soyutlamaya çalışan ve düşmanın hedef tahtasına çakan, böylece eylemin başarısız geçmesini sağlayan da ÖDP çevresidir.

Reformist çevreler sürekli olarak devrimciler ile işçiler arasına mesafe koymak için büyük bir çaba harcadılar. Ortak mitingleri de işçileri sendikal bürokrasiye entegre etmeye çalışan bir girişimdi. Nitekim bir işçi şunu söylemiştir:“Bu miting ve bu ittifak devrimcilere karşı yapılmıştır!”

28 Şubat “saldırı tehditi” karşısında güçlerinin büyük bölümünü alandan çeken, fakat ertesi gün, Danıştay’ın “uzatma” kararı vermesinden hemen sonra kitlesel çıkarma yapanlar, ortamı festival havasına boğanlar da yine onlardı. TEKEL Direnişi aynı zamanda reformizmin devrimci sınıf mücadelesi karşısında gerçek bir dalgakıran, dolayısıyla ona karşı mücadelenin de ertelenemez bir görev olduğunu ortaya koydu.

Sınıf hareketinin ihtiyaçları değil dar grup çıkarları!

Devrimci güçler TEKEL Direnişine hazırlıksız yakalandılar. Öyle ki, birçok siyasetin sürece müdahalesi fazlasıyla gecikti. TEKEL Direnişinin kuvvetli bir meşruiyet zemini kazanmasının ardından, kıyıda köşede ne kadar sol parti, örgüt, grup, çevre varsa hepsi sınıfın yanında saf tuttu. Sınıftan kopuk bir politik mücadele sürdürenler, sadece sınıf hareketlendiğinde sınıfın yanında olanlar, haliyle buna yönelirlerken pek ne yapacaklarını bilemediler. Birçoğu dayanışma niyetiyle çadırlarda bulunmaktan, olanaklıysa eğer işçileri evlerde misafir etmekten, gazete satmaktan, yer yer bir-iki bildiri dağıtmaktan vb. öteye geçemediler.

Bu kadarının da kuşkusuz bir anlamı vardı. Fakat TEKEL işçisinin asıl ihtiyacı bunlar değildi. TEKEL işçisinin öncülerinin biraraya getirilmesine ve etkili bir mücadele programına ihtiyacı vardı. Zira TEKEL işçisi yıllardır tabandan gelen bir basınçla hareket etmekte, sendikalarını bu şekilde harekete geçirebilmektedir. TEKEL işçileri içerisinde bir birikimin varlığı açık bir gerçektir. Nitekim bugüne kadar sınırlı da olsa bu birikime yaslanılarak hareket edilebilmiştir. Öncü işçilerin birliğinin yaratılabileceği, sendikal bürokrasiye karşı taban komitelerinin kurulabileceğine dair bir veridir bu. Ama bunu göremeyenler, direniş boyunca taban komitelerinin hayati önemini anlamaktan da uzak davrandılar. Bunu neredeyse bir tek komünistler gündeme getirdiler. Komünistler devrimci güçlerin birleşmesini ve taban örgütlenmesinin gündeme gelmesini sağladılar. Bu sayededir ki başlangıçta “işçiler sendikal yapıyı aşamaz” diyenler bile daha sonra bu sürecin içerisinde yer almak zorunda kaldılar.

Fakat halkçı devrimci gruplar bu süreçten de başarısız bir sınavla çıktılar. Birçoğu TEKEL Direnişi’nin çıkarlarını gölgeleyen davranışlar sergiledi. Öncü işçilerin bir araya getirildiği komiteleşme deneyiminde, ortak bir tutumla sürece yükleneceklerine küçük çıkar hesapları yaptılar. İnsan kafalama adına birçok işçiyi işlevsiz hale getirdiler. TEKEL Direnişinin kazanılması, sınıfın önünün açılması ve toplumsal düzeyde moral üstünlüğün kazanılması anlamına gelecekti. Böylece sosyal yıkım saldırılarına karşı daha etkin ve birleşik bir mücadele zeminini açığa çıkacaktı. Soruna buradan bakmayı başaramadı bir dizi grup ve çevre.

S. K. / Ankara

 


Üste