Logo

TKİP VI. Kongresi Belgeleri… Yurtdışı çalışması üzerine


Partinin yurtdışı çalışması, parti inşa hareketimizin ortaya çıkışından itibaren sürekliliği sağlanabilmiş temel bir alandır. Bu, yaklaşık 30 yıllık bir örgütlenme, faaliyet ve birikim anlamına gelmektedir. En başından itibaren hareketimizin bu çalışmaya dair çizgisi olabildiğince net ve açıktır. Yurtdışı çalışması yalnızca Türkiye’deki siyasal mücadelenin ihtiyaçları ve enternasyonal ilişkiler üzerinden ele alınmamıştır. Perspektif planında yurtdışı çalışması, şüphesiz bunları da içerecek şekilde, Avrupa ülkelerindeki Türkiyeli göçmen işçi ve emekçilerin, bulundukları ülkelerdeki sosyal-siyasal mücadelenin organik ve etkin bir bileşeni haline getirilmesini esas almıştır.

Amaca uygun bir faaliyet ve örgütlenme için üç boyutlu bir müdahale zemini tanımlanmıştır. Yurtdışındaki göçmen işçi ve emekçilerin, öncelikle bulundukları ülkelerdeki sınıfın bir bileşeni olmaları, bulundukları ülkelerde yabancı olmaktan kaynaklı yaşadıkları sorunlar ve kendi ülkeleriyle-toplumlarıyla süregelen bağları üzerinden mücadeleye çekilmeleri, bu çalışmanın temel içeriğini ve kapsamını oluşturmaktadır.

Yurtdışında bu çerçevede bir faaliyet ve örgütlenme, olağan koşulların olağan bir ürünü değil, dünya komünist ve devrimci hareketinin yaşadığı dağılma ve yıkımın dayattığı bir ihtiyaçtır. Özellikle Avrupa ülkelerinde genel olarak göçmen devrimcilerin, ileri işçi ve emekçilerin saflarında mücadele edebilecekleri devrimci parti ve örgütlerden yoksunluk söz konusudur. Avrupa ülkelerinde kitle tabanı bulunan, fakat böylesi muhatapları olmayan farklı ülkelerin devrimci parti ve örgütleri, mevcut boşluğu ayrı bir yurtdışı örgütlenmesi ve faaliyetiyle doldurmak yoluna gitmişlerdir. Kimi göçmen örgütlerin birtakım ülkelerde kardeş saydıkları partiler olduğu halde yine de ayrı örgütlenme ve faaliyeti tercih etmeleri elbette ayrı bir sorundur ve onlar payına ulusal dar görüşlülük ve dar grupçuluktan başka bir anlama gelmemektedir.

Yurtdışı çalışmasının maddi zemini

Genelde Türkiyeli örgüt ve partiler için yurtdışı çalışması, Avrupa ülkelerine 1960’lı yıllardaki işçi göçünden başlayarak doğal bir kitle temeli oluşması nedeniyle de hem bir imkan hem de bir ihtiyaçtı. Fakat bu, enternasyonal görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinden çok, esasta Türkiye ile bağlara ve dar örgütsel ihtiyaçlara endeksli bir politik pratiğe konu edildi.

1960’lardaki işçi göçü dalgasının özgün bir maddi toplumsal zemin yarattığı bu çalışma ‘70’lerde süren göçle beslendi. Sonraki süreçte 12 Eylül darbesinin tetiklediği siyasi iltica dalgasından güç aldı. Darbe devrimci örgütlerin kadro, militan ve taraftar gövdesinin önemli bir kesimini çeşitli Avrupa ülkelerine sürüklemişti. Türkiye’de ‘80’li ve ‘90’lı yıllar boyunca süren dizginsiz devlet terörü ve Kürt halkına karşı kirli savaş siyasi ilticayı süreklileştirdi. 2000’li yıllarda asgari düzeye çekilse de, hem ekonomik hem de siyasi göç hep süregeldi. Son yıllarda gerici-faşist iktidarın yarattığı ezici toplumsal atmosfer bunu tekrar hızlandırmış durumda. Tüm bunlar, Almanya başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinde Türkiye ile bağlarını koruyan hatırı sayılır bir nüfus biriktirmiştir. Öyle ki bugün Almanya’da Almancadan sonra en çok konuşulan anadil Türkçedir.

Geçmişten bugüne bu nüfus, Türk sermaye devletinin ve ona bağlı her türlü gerici-faşist örgütlenmenin gözünü diktiği, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel olarak istismar ettiği bir toplum kesimidir. Türkiyeli işçi ve emekçiler Avrupa’nın emperyalist politikalarıyla ötekileştirilip, yabancı düşmanlığının, ırkçı-faşist saldırganlığın hedefi halinde tutuldukça, tersinden Türkiye’nin dinsel gericiliğinin, şovenizmin ve faşist odaklarının kucağına itilmektedir. Nitekim son yıllarda bu gerici eğilimler, üçüncü-dördüncü kuşaktan gençler arasında dahi dikkat çekici bir güç kazanabilmiştir.

Avrupa’daki sınıf mücadelesine olduğu kadar ülkemizdeki mücadeleye de zarar veren bu olgu, Türkiyeli devrimci parti ve örgütlerin yurtdışı çalışmasına ayrı bir önem kazandırmaktadır. Avrupa ülkelerindeki sınıf mücadelesini darbeleyen, sınıfın enternasyonal bağlarını bozan söz konusu çabaları boşa çıkarmada, doğru perspektiflere dayalı devrimci yurtdışı çalışması, günümüz koşullarında tayin edici bir role sahiptir.

Türkiyeli sol parti ve örgütlerin dönem dönem bu kapsamdaki sorumluluklara da yanıt veren ve uzun yılları bulan yurtdışı çalışması, özellikle 2000’li yıllardan sonra başlangıç dönemlerindeki gücünü ve canlılığını yitirmeye başladı. Şüphesiz bu, Avrupa ülkelerinde sınıf ve emekçi kitle hareketine yönelik uzun süreli saldırının yarattığı gerilemeden bağımsız değildi. Fakat asıl belirleyici etken, Türkiye’deki gelişmeler veya süreçler oldu. Bir yandan devrimci harekette süregelen tasfiyeciliğin ve devrimci çizgideki erozyonun 2000’li yıllarda yeni bir aşamaya sıçramasının yıkıcı etkileri baş gösterdi. Diğer yandan, ilkine paralel biçimde, dinsel-gerici akımın iktidarlaşma sürecinde adım adım geliştirdiği boğucu siyasal atmosferin yurtdışındaki sol kitle tabanında yarattığı siyasal yılgınlık, umutsuzluk ve karamsarlık yaygınlaştı. Son dört yıl üzerinden buna ayrıca “çözüm süreci”, Rojava çıkışı vb. gelişmelerin körüklediği hayallerin yıkımı eklendi.

Bütün bu olumsuz gelişmelere karşın yurtdışı çalışmamızın öncelikli muhatabı olan göçmen işçi ve emekçilerde, özellikle bu kitlenin sola eğilimli kesimlerinde alttan alta bir arayışın ve beklentinin varlığını sürdürdüğü yadsınamaz bir gerçektir. Göçmen işçi ve emekçiler, partimizin yurtdışı çalışmasının politik çerçevesini oluştururken esas aldığı temel sorunları hala da derinden yaşamaktadırlar.

Öncesi bir yana, Avrupa’da son yirmi yıl iktisadi ve sosyal kazanımlara yönelik saldırıların peyderpey tırmandığı bir dönem oldu. Özellikle dünya kapitalizminin 2008 krizi sonrasında bu saldırılar hissedilir ölçüde şiddetlendi. Buna dünya çapında keskinleşen emperyalist rekabetin azdırdığı savaş ve saldırganlık, militarizm ve silahlanma yarışının kızışması, mülteciliğin dalga dalga büyümesi, siyasal hak ve özgürlüklerin budanması, polis devleti uygulamalarının olağanlaşması eşlik etti. Bu adımlarla paralel büyüyen işsizlik, taşeronlaştırma, yoksullaşma vb. gibi sorunların yarattığı hoşnutsuzluklar ise mülteci akınları üzerinden yabancı düşmanlığının körüklenmesi, ırkçı-faşist akımların palazlandırılmasıyla kontrol edilmeye çalışılıyor. Tüm bunlar dolaysız olarak öncelikle göçmen işçi ve emekçi kitleleri etkileyen gelişmelerdir.

Öte yandan, son on yıl aynı zamanda belli başlı Avrupa metropollerinde yeniden sınıf ve emekçi kitle hareketlerine sahne oldu. Dalgalar halinde yükselip geri çekilen, fakat her seferinde bir ilerisi için deneyim ve güç biriktiren, devrimci mayalanmayı hızlandıran kitle hareketleri, şüphesiz ki göçmen işçi ve emekçi kitlesi ile politik özneleri de canlandıran, duyarlılığı ve arayışı besleyen bir rol oynamaktadır.

Devrimci önderlik boşluğu ve sorumluluklarımız

Yurtdışında çalışma güç ve olanaklarına sahip olduğumuz ülkeler üzerinden bakıldığında, bu potansiyeli değerlendirebilecek bir devrimci önderlikten yoksunluk en temel zayıflık alanıdır. Belli başlı ülkelerde geçmişte bir nebze ciddiye alınabilen devrimcilik iddiasındaki parti veya örgütler, genelde bu konumlarının çok çok gerisine savrulmuş bulunuyorlar. Aynı şekilde Türkiyeli akımların büyük bir bölümü de göçmen işçi ve emekçi kitlelerin ileri kesimleri için bir umut olmaktan çoktan çıkmış durumda. Onlardan geriye kalan, sol kitlede yıllarca yaratılmış tahribat, devrimci değerlerin ve kültürün erozyonu ile yozlaşmış ilişkilerdir.

Dolayısıyla, gerek faaliyet yürütebildiğimiz ülkelerdeki sınıf ve kitle mücadelesine en ileri düzeyden katkı sunmak gerekse Türkiyeli göçmen işçi ve emekçileri mücadeleye kanalize etmek ve sola eğilimli kesimin arayışına yanıt vermek açısından, yurtdışı çalışması ve örgütlenmesine her zamankinden daha büyük bir sorumluluk düşmektedir.

Elbette mevcut güç ve olanaklarımız, bu sorumluğun üstesinden gelmek bakımından oldukça yetersizdir. On yılları bulan sürekliliğe rağmen partimizin yurtdışı çalışması da kendine özgü bir şekilde de olsa genelde yaşanan zayıflama akıbetini engelleyememiştir. Daha ilk adımlarda sağlam perspektiflere ve nispeten azımsanmayacak güç ve olanaklara sahip olan yurtdışı örgütümüz, bazı dönemler dışta tutulursa bu perspektifleri hayata geçirmekte zorlanmıştır.

Bunun bir yanında şüphesiz ülkedeki örgüt ve mücadelenin yakıcı gereksinmelerinin kendini dayatması vardır. Fakat süreçler irdelendiğinde, en belirleyici sorunların çalışma tarzı, kolektif işleyiş ve bunlar üzerinden kadrolaşma ve örgütlenme alanında yaşandığı görülecektir. Yurtdışı çalışmasının perspektiflerine uygun bir kadrolaşma, bir başka deyişle yurtdışı çalışmasının esaslarında kararlılık göstererek, bunu gerçek kapsamıyla hayata geçirebilecek genç kuşakların eğitilip kazanılmasına gereğince yüklenilememiştir. Bu durum ajitasyon, propaganda ve örgütlenmede dil bilmek ve çeviri gibi donanım yoksunluğunun bugüne kadar sürüp gelmesine yol açmıştır. Gerek enternasyonal ilişkiler alanındaki gerekse temel değerlendirmelerimizin yabancı dillere çevirisindeki tablomuz, bu zaafın aşılmasının ne denli hayati önem taşıdığını göstermektedir.

Her şeye rağmen, omuzlarımızdaki sorumluluğun üstesinden gelebilecek düzeye adım adım ulaşabilecek potansiyellere ve olanaklara sahip olduğumuzu söylemeliyiz. Bu açıdan tartışmasız avantajlarımız var. Birincisi, TKİP, geleneksel soldaki çözülmeye ve savrulmaya karşın ihtilalci kimliğinden, devrimci çizgi ve değerlerinden taviz vermeyen bir niteliği temsil ediyor. Onun Yurtdışı Örgütü (YDÖ) de bunun onurunu taşımaktadır. İkincisi, yurtdışı çalışmasının esasları konusunda, pratiğe döküldüğü yerde muhakkak karşılığını bulan bir perspektif açıklığına sahibiz. Üçüncüsü, doğrularıyla ve hatalarıyla uzun yılların deneyim birikimi var. Dördüncüsü, partimizin yurtdışındaki güçleri ve taraftar kitlesi, genelde yaşanan bozulmadan büyük ölçüde korunabilmiş temiz bir ilişkiler bütününü ifade etmektedir.

Bunlara, V. Parti Kongresi sonrası dönemde Yurtdışı Örgütü’müzün çalışma tarzı, kolektif işleyiş ve örgütlenme planında gerçekleştirdiği müdahaleleri ve bunun yarattığı pozitif atmosferi eklemek gerek. Geçmişleri daha öncesine dayansa da açık platformun işçi komisyonu, emekçi kadın komisyonu ile politik gençlik örgütlenmesi, şüphesiz henüz belirli kentlerde olmak üzere, giderek doğrultusuna oturan, tam da sosyal mücadelenin etkin bileşeni olmak şeklinde tanımlanan düzeyi zorlayan bir pratikte ısrar gösterebilmektedirler. Almanya’da gençlik çalışması tümüyle bu ülkede doğup büyümüş gençlik güçleri tarafından yürütülmekte, bir dizi yetersizlik taşımasına rağmen yer yer etkili bir siyasal pratik örgütlenebilmektedir. Yanı sıra merkezden tüm yerellere kadar her düzeyde kolektif işleyiş ve örgütlü çalışma tarzının hakim kılınmasında kararlılık gösterilmekte, bu ise faaliyetimizin verimine yansımaktadır.

Yurtdışı çalışmamızın bazı sorunları

Yine de henüz güç ve olanaklarımızın sınırlı olduğunu, bu açıdan hala da yolun başında sayılacağımızı bir kez daha vurgulamalıyız. Mevcut güç ve olanaklar ile partimizin yurtdışındaki misyonunu gerçekleştirmek arasındaki mesafeyi hızla tüketmek için yeni dönemde aşağıdaki hususların ve sorunların titizlikle irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

* Güçlerimizin olduğu kentlerde belirlenmiş hedeflere yönelik sürekliliği olan siyasal sınıf çalışması hala da en zorlandığımız alandır. Bir iki kentteki ısrarlı pratikler, başta dil ve müdahale araçları olmak üzere tüm zorluklara rağmen bunun bir ölçüde başarılabileceğini göstermektedir. Bu deneyimin yaygınlaşıp genelleşmesinin önündeki en büyük engel, yılların kökleştirdiği alışkanlıklar ve kanıksanır hale gelmiş çalışma tarzıdır. Yeni dönemde kalıpların kırılması ve tanımlı hedeflere yönelim mutlak bir ihtiyaçtır. Son yıllarda yükseliş eğrisi çizen sınıf ve kitle hareketine etkili müdahalenin yolu, bu çalışmadaki ısrarımızdan, bunun üzerinden yaratacağımız etkinden geçmektedir. İşçi Komisyonu’nu tüm kentlerden işçi taraftarlarımız ve ilişkilerimizle takviye ederek mevcut deneyimleri yaygınlaştırmak gerekmektedir. Yabancı dillerde ajitasyon-propaganda materyali çıkarmaktaki güçlük, gençlik güçlerinin katkısının yanı sıra çevremizde dil bilen insanların desteklerinin örgütlenmesiyle giderilebilir bir sorundur. Bunun böyle olduğunu mevcut örnekler yeterli açıklıkta doğrulamaktadır.

* Çalışmamızın/güçlerimizin olduğu yerellerde hala da en başarılı olduğumuz alan genel politik faaliyettir. Fakat bu faaliyet yer yer takvimsel günlere endeksli hale gelebilmektedir. Oysa çevresini etkileyebilecek, kitle bağlarını geliştirebilecek, yeni güçler kazanabilecek, bizzat yürütücüsü güçlerin sürekli gelişimini ve politik eğitimini sağlayabilecek bir çalışma olabilmesi, onun her türlü gelişme ve gündemi hesaba katan bir planla yürütülmesine, sürekliliğine, temposuna vb.’ne bağlıdır. Bir dizi yerelde belirli dönemler dışında düşülen atalet, Avrupa koşullarında devrimci kimliği aşındıran, apolitizasyonu derinleştiren, düzenin çekimini katlayan ölümcül bir etkiye sahiptir. Kongre sonrası dönemde Yurtdışı Örgütü’nü bekleyen öncelikli sorunlardan biri bu alandaki zaafların üzerine gitmektir. Sistemli müdahalelerin yanı sıra yerellerde eğitim çalışmalarının ve eğitime hizmet edecek panel, seminer, söyleşi gibi etkinliklerin süreklileştirilmesi, bu sorunun giderilmesinde kritik bir önem taşımaktadır.

Genel politik faaliyetin temel bir boyutu olarak kitle çalışması da sorunlu alanlardan biridir. Sürekliliğe ve hedeflere sahip bir siyasal çalışmanın olmadığı durumda bu sorunun yaşanması kaçınılmazdır. Yer yer etkinlikten etkinliğe gitmekle, en iyi durumda ara ara gazete ulaştırmakla yetinen bir pratik sergilenebilmektedir. Oysa devrimci faaliyetin özü kitlelerin gündelik yaşam içinde kuşatılıp devrimci politikaya kazanılmasıdır. Bunun için politik eylem ve etkinliklerin, yayın benzeri araçların, çeşitli düzeylere hitap eden eğitsel faaliyetlerin, kültür-sanat alanını değerlendirmenin vb.’nin yanı sıra, kitleleri sosyal yaşamında kuşatmak, gündelik sorunlarıyla ilgilenebilmek gerekir. Yanı sıra çeşitli yerellerde ciddi olanaklar barındıran kitle örgütleri içinde çalışmada yaşanan zayıflık giderilebilmelidir. Aynı zayıflama, dolayısıyla da ihtiyaç, sol ve ilerici hareketler ile ilişkiler alanı için de geçerlidir.

Bunlara ek olarak, yine yılların kültürü ve alışkanlığı olarak bir etkinlik hazırlığında bile yalnızca belirli bir kitleye gitmekle yetinilebiliyor. Bu açıdan yazık ki yurtdışında herkesin kapısını çalma cüreti gösterebilen karşı-devrimci örgütlenmelerin çok çok gerisindeyiz. Göçmen işçi ve emekçiler, hangi ideolojik önyargıların etkisinde olurlarsa olsunlar, yeryüzündeki en haklı davanın temsilcileri devrimciler olarak onlara ulaşmak asli görevimizdir.

* Örgütsel planda son yıllarda attığımız adımlara karşın hala da giderilmesi gereken sorunlar veya zayıflıklar olduğunu yadsıyamayız. Her şeyden önce yürüttüğümüz her türlü faaliyet her adımda örgütlülüğü büyütme, örgütsel yetkinleşme, yeni güçleri seferber etme, öne çıkarma hedefine endeksli olabilmelidir. Çoğu zaman bir etkinliği kendi içinde kotarmak, bu asli halkayı unutturabiliyor.

İkincisi, devrimci bir örgütsel işleyişi oturtmayı amaçlayan Yurtdışı Örgütü’nün müdahalesinde kararlılık gösterilmelidir. Tüm yerellerde ve her düzeyde kolektif işleyiş, tartışma, karar ve planlama süreci işlemeli, devrimci örgütsel yaşam egemen hale getirilmelidir.

Bunun doğal bir uzantısı olarak üçüncüsü, yurtdışı saflarında etkisi küçümsenemeyecek çevreci tarz ve anlayışın üzerine gidilmelidir. Bu alandaki köklü alışkanlıklar ile devrimci örgütsel işleyişi, dolayısıyla gelişmeyi baltalayan “ahbap-çavuş” ilişkileri kazınıp atılmadan, yurtdışında partimizin misyonunu yerine getirmek bir yana, mevcut düzeyi dahi koruyamayız.

* Yayın alanında yurtdışı çalışmamızın ihtiyaçlarını karşılayabilecek, daha açık deyimle yurtdışı çalışmasının esaslarına uygun bir kapasiteden hala da yoksunuz. Dönem dönem bu alanda yapılan düşünsel müdahalelere rağmen, sorun olduğu gibi karşımızda duruyor. Orta vadede çözümü gençlik başta olmak üzere çalışmanın kazandığı güçleri eğitip yetkinleştirmekten geçiyor. Halihazırda ise temel yayın organlarımızı yurtdışı gündemli katkılarla beslemek yoluyla hem yayınlarımızı yurtdışı çalışmasında işlevli hale getirmek, hem de yurtdışının ihtiyacı olan yerel dilde yayının kadrosal birikimini yaratmak durumundayız. Son yıllarda parti yayınlarına yurtdışından önemli katkıların akışı sağlansa da bu henüz tüm potansiyelin değerlendirilebildiği anlamına gelmiyor. Önümüzdeki dönemde yayınlara katkı alanı üzerinden güçlerimize bu gözle bakmamız gerekiyor.

* Yurtdışı çalışmamız aynı zamanda partinin mali bütçesine önemli bir katkı sunmaktadır. Nedenleri ayrıca tartışılmak kaydıyla mali kaynaklardaki daralma, bu alanda yaratıcı yol ve yöntemlerin geliştirilmesini can alıcı hale getirmiştir. Yurtdışı Örgütü’müz son yıllarda konuyu sürekli gündemde tutsa da bilinen kaynakların (bağış, aidat vb.) ötesinde bir gelişme sağlayabilmiş değil. Kongre sonrası dönem hem mevcut kaynaklardaki gerilemenin önüne geçecek müdahalelere hem de farklı gelir kaynaklarının yaratılmasına konu olabilmelidir.

* Güncel planda kendini her zamankinden daha güçlü hissettiren sorunlardan biri de enternasyonal ilişkiler alanıdır. Şüphesiz ilk dönemlerden bugüne hep birtakım uluslararası güçlerle temaslarımız oldu. En başta güçlerimizin olduğu ülkelerin solunu az çok tanıyoruz. Kimileriyle sık sık birlikte iş yapma deneyimine sahibiz. Fakat daha ötesine geçebilmiş değiliz. Çeşitli parti platformlarında dünya solunu tanımak ve ciddiyeti olanlarla ilişkiler geliştirmek görevi tanımlansa da bu ancak sınırlı düzeyde yapılabilmiş ve öyle bırakılmış bir görev olarak hala da önümüzde duruyor. Yine de bu, enternasyonal ilişkiler kapsamındaki sorumluluklarımızın nispeten daha kolay bir boyutunu oluşturuyor. Avrupa metropollerinde sınıf ve kitle mücadelesinin yükseliş grafiği çizdiği, bunun da özellikle genç kuşaklarda arayışlara yol açtığı son on yıllık dönemde partimizin temel görüşleriyle ve örgütsel-siyasal pratiğiyle/deneyimleriyle tanıtılması çok daha önemli hale gelmiştir. Partinin temel değerlendirmelerinin ve görüşlerinin başta İngilizce olmak üzere yabancı dillere çevirisi tüm parti yapısının öncelikli bir işi olabilmelidir. Bu konuda atılacak her başarılı adım, hem farklı ülkelerin akımlarıyla etkileşimin önünü açacak hem de ilişki kurmayı çok daha kolay ve elle tutulur hale getirecektir.


Üste