(lll. Bölüm/7. madde)
H. Fırat
“Partinin Temel Organları” başlıklı III. Bölümde, “Parti Kongresi” maddesini “Merkez Komitesi” maddesi izliyor. Bu tüzüğün 7. ana maddesi oluyor ve bütünlüğü içinde şöyle:
“7) Merkez Komitesi (MK):
a) Merkez Komitesi, iki kongre arası dönemde partinin en yüksek organıdır. Parti programı, tüzüğü ve kongrece saptanmış genel çizgi çerçevesinde, partinin tüm faaliyetlerine önderlik eder. Partinin merkezi yayın organlarını ve örgütsel-pratik çalışmasını yönetir. Partinin güç ve olanaklarının dağılımını yapar. Çeşitli parti organları kurar ya da gerektiğinde görevden alır.
b) Kendi iç örgütlenmesini ve çalışma düzenini saptamak, MK’nın kendi yetkisi dahilindedir. MK genel toplantısı en az 6 ayda bir yapılır. MK yedek üyeleri bu toplantılara oy hakkı olmaksızın katılırlar. MK, her tam üyeli toplantının ardından kendi faaliyeti, partinin genel durumu, yeni hedef ve yönelimleri hakkında partiye yazılı bir değerlendirme sunar.
c) MK üye kaybı durumunda doğan boşluğu yeni üyelerle giderebilir. MK’ya yeni üyelerin alınması için üçte iki oy çoğunluğu gereklidir.
d) Bir MK üyesinin görevden alınması ancak yedek üyelerin de hazır bulunduğu tam üyeli bir MK toplantısında ve tüm katılımcıların üçte iki oy çoğunluğuyla olanaklıdır.
e) MK kongrede oy sahibi üç delege tarafından temsil edilir. Yedek MK üyeleri seçimlere kendi yerel çalışma alanlarında katılırlar. MK, parti kongresine oy hakkı olmayan misafir delegeler çağırabilir.
f) İki kongre arası dönemde yerel ya da ulusal düzeyde çeşitli türden parti konferansları toplamak, MK’nın yetkisi dahilindedir. MK konferanslara delege toplama şeklini kendi saptar. Ulusal düzeydeki konferansların kararları, ancak MK tarafından onaylandığı takdirde yürürlüğe girer ve tüm partiyi bağlar.”
“İki kongre arası dönemde partinin
en yüksek organı”
Burada en önemli hüküm doğal olarak MK’nın yetki, görev ve sorumluluklarını tanımlayan a şıkkıdır:
“a) Merkez Komitesi, iki kongre arası dönemde partinin en yüksek organıdır. Parti programı, tüzüğü ve kongrece saptanmış genel çizgi çerçevesinde, partinin tüm faaliyetlerine önderlik eder. Partinin merkezi yayın organlarını ve örgütsel-pratik çalışmasını yönetir. Partinin güç ve olanaklarının dağılımını yapar. Çeşitli parti organları kurar ya da gerektiğinde görevden alır.”
Bu tanım ve belirlemeler kendi içinde yeterince açık, ya da öyle görünüyorlar. Fakat buna aldanmamak gerekir. Sorun eğer tüm açıklığı ile kavranmaz ve özümsenmezse, dahası parti yaşamında gittikçe yerleşip kökleşen sağlam gelenekler yaratılamazsa, bu fazlasıyla açık gibi görünen konuda çeşitli sıkıntılar, ciddi zaaflar ve bozulmalar, keyfi ve bürokratik alışkanlık ve uygulamalar yaşanabildiğini deneyimler göstermektedir. Bizzat bizim kendi deneyimlerimiz bu alanda ilk bakışta anlaşılmaz görünen büyük sıkıntılar yaşanabildiğini göstermiştir.
Parti kongresinin parti yaşamındaki yeri ve işlevine ilişkin olarak daha önce üzerinde durulan temel önemde noktalar gözününde bulundurulmak kaydıyla, Merkez Komitesi’nin partinin en temel ve belirleyici organı olduğunu söyleyebiliriz. Herşey bir yana, sözkonusu olan partinin önderlik organıdır ve partide önderlik belirleyici önemde bir konum ve işlevdir. Partiye başarılı bir biçimde önderlik edilemezse, partinin de sınıfa, emekçilere ve genel olarak devrimci mücadeleye önderliği zaten peşinen zaafa ve sonuçta başarısızlığa uğrar.
Parti için hayati önemdeki önderlik sorumluluğu, beraberinde Merkez Komitesi’ni buna uygun düşen yetkilerle donatmayı da getirmiştir. Devrimci partilerde Merkez Komitesi’nin yetkileri çok geniştir ve illegal konumlanmanın getirdiği zorunluluklar bu yetkileri daha da çoğaltır. Bu denli geniş yetkilerle donatılmış bir Merkez Komitesi eğer önderlik sorumluğunu başarıyla yerine getirirse, bu parti için de büyük bir güç ve başarı kaynağı olur. Tersi durumda ise, partide önderlik fonksiyonu felce uğrayacağı gibi, Merkez Komitesi’ne tanınmış geniş yetkilerin keyfi ve bürokratça kullanılması kaçınılmaz olur. Partinin önünü açması ve onu başarıyla yönetmesi gereken bir organ tersine onun önünü tıkar, partinin önünde bir engel haline gelir ve aşılamazsa eğer, partiyi kaçınılmaz bir biçimde gerilemeye ve giderek yıkıma götürür.
Görev ve sorumluklarını başarıyla yerine getiren bir Merkez Komitesi, bir parti için en temel üstünlük sayılmalıdır. Böyle bir Merkez Komitesi, salt tüzüksel anlamda değil fakat kelimenin tam siyasal anlamında gerçek bir önderlik organıdır. Böyle bir önderlik organı, tüzüğün kendisine tanıdığı geniş yetkilerin yanısıra, partide hakedilmiş büyük bir güvene, onun sağladığı bir manevi otoriteye ve yaptırım gücüne de sahip olur ki, bundan en büyük kazanımı da yine partinin kendisi elde eder.
“Parti programı, tüzüğü ve kongrece
saptanmış genel çizgi çerçevesinde...”
Kuşkusuz devrimci bir partide ve dolayısıyla partimizde, Merkez Komitesi için tanımlanan önderlik fonksiyonu ve buna bağlı olarak tanınan yetkiler hiç de kuralsız ya da sınırsız değildir. Partinin programı, tüzüğü ve kongrece belirlenmiş temel ve taktik politikaları bu konuda bağlayıcı bir çerçeve oluşturmaktadır. Bunun dışına taşan bir Merkez Komitesi, böylece partideki meşru konumunun da dışına taşmış olur ve bu partiyi kargaşaya ve zaaf sürükler.
Bizzat parti tüzüğümüzde, Merkez Komitesi’ne yüklenen sorumluluklar ve tanınmış yetkiler, bunun sınırları ve çerçevesi ile birlikte, adeta içiçe sunulur. Dikkat ediniz, bu soruna ilişkin a şıkkının ikinci cümlesinde aynen şunlar söylenir: “Parti programı, tüzüğü ve kongrece saptanmış genel çizgi çerçevesinde, partinin tüm faaliyetlerine önderlik eder.”
“Parti programı, tüzüğü ve kongrece saptanmış genel çizgi çerçevesi”, burada Merkez Komitesi için bağlayıcı bir hareket alanı tanımlamaktadır. Bunu çiğneyen bir Merkez Komitesi, böylece kendi meşruiyetini çiğniyor, tartışmalı hale getiriyor demektir. Elbette bu çok genel bir çerçevedir; burada, olayların getireceği karmaşık durumlar ve sorunlar karşısında partiye başarılı bir önderlik için Merkez Komitesi’nin çok geniş bir hareket alanı ve kabiliyeti vardır. Buna rağmen gelişmeler partinin kongrece belirlenmiş çizgisini zorlarsa, Merkez Komitesi’ne düşen kongre çizgisini kabaca bir yana bırakmak değil, fakat partiye başvurmak, örneğin olağanüstü bir kongreyi gündeme getirmektir. Ki parti tüzüğümüz bu durumları gözeten hükümler de içermektedir; o tüm bu açılardan bütünsel bir yapıya ve işleve sahiptir.
Kendi deneyimimizin öğretici
dersleri
Bu genel açıklamaların ardından, konuya ilişkin olarak kendi sürecimizin bu vesileyle mutlaka anılması gereken son derece olumsuz bir deneyimine kısaca değinmek istiyorum. Bu deneyim, Merkez Komitesi’nin parti kongresince belirlenmiş davranış alanı ve dolayısıyla tüzük hükümleri içinde tanımlanmış yetki sınırları konusunda gerçekten de öğretici dersler içermektedir.
EKİM 1. Genel Konferansı’nı izleyen süreçte yaşanları artık herkes bilmektedir, bunlar 2. Genel Konferansı belgeleri içinde kamuoyuna açıklandı. O dönemin seçilmiş Merkez Komitesi’nin çoğunluğu, 1. Genel Konferansımızın birlik sorununa ilişkin olarak geniş tartışmalar içinde saptadığı çizgiyi kabaca bir yana bırakarak (üstelik konferansın hemen ardından!), keyfi bazı tercihlere yöneldi ve bunu da örgütün yönetici organı olma konum ve yetkisi dayandırdı.
O keyfiliğe karşı bizzat Merkez Komitesi içinde o günlerde verilen mücadelede, bu garip tutumu gösterenlere döne döne hatırlatıldı ki, seçilmiş bir Merkez Komitesi, kendisini de seçen en üst örgüt platformunun çizgisine ve kararlarına bağlı kalmak, burada belirlenmiş çerçevede hareket etmek zorundadır. Böyle davranmadığı taktirde, tüm meşruiyetini yitirir ve yine bizzat o üst platform tarafından kendisine tanınan yetkileri artık kullanamaz duruma düşer.
Demek ki, partinin en yetkili organı olarak bir MK’nın partiyi yönetebilme meşruiyeti, parti programı ve tüzüğünün yanısıra, sözkonusu MK’yı da seçen parti kongresinin iradesine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu çerçevede tanımlanmış, aynı anlama gelmek üzere bununla sınırlanmıştır. Kongre programı tartışmıştır, tüzüğü tartışmıştır, saptamıştır ya da varolanı bir kez daha onaylamıştır. Kongre bir parti çizgisi saptamıştır. Sonra da bu temel üzerinden partiyi kim yönetecek sorunu, yani Merkez Komitesi seçimi gündeme gelmiş, yeni Merkez Komitesi bu temelde seçilmiştir. Aday olanlar ya da aday olarak gösterilenler bu çerçevede partiyi yönetmeye talip olmuşlardır, bu yetki onlara bu çerçevede verilmiştir. Dolayısıyla kendisini seçen ve belirlediği çizgi çerçevesinde yetkilendiren bir kongrenin iradesini çiğnediği zaman, bunu yapan Merkez Komitesi böylece gerçekte kendisini gayrı meşru duruma düşürür ve yetkilerini kullanma hakkını kaybeder. Bunu bir Merkez Komitesi yapmaz da ola ki onun bazı üyeleri kongre çizgisi ile çelişkiye düşerler ve bu çizgi çerçevesinde görevlerini yapamayacaklarını söylerler. Bu durumda bu üyelere düşen biricik davranış çizgisi Merkez Komitesi’nden istifa etmek olur. Ya da tüzükte belirlenmiş koşulları gerçekleştirebilmek kaydıyla partinin olağanüstü kongreye gitmesini istemek olabilir. Bunun dışındaki her davranış gayrı meşrudur, parti tüzüğünü en temel hükümleri üzerinden çiğnemek anlamına gelir ve böyleleri tabii ki, yine tüzüğün gerektirdiği disiplin cezalarına hedef olurlar.
Merkez Komitesi’ne ilişkin çok basit, çok açık gibi görünen bir hükmün, hiç de göründüğü kadar açık ve basit olmadığını en azından bizim kendi örgütsel deneyimlerimiz bütün açıklığı ile gösteriyor. Bizim örgüt yaşamımızda tam da buradan kıyametler kopmuştur. Birileri, ama biz Merkez Komitesi çoğunluğuyuz, örgüt konferansının seçtiği en yetkili organın çoğunluk üyeleri olarak biz böyle düşünüyoruz ve bu nedenle düşündüklerimizi uygulayabiliriz diyebilmişlerdir. Üstelik gündeme getirdikleri sorun konferansta çok ayrıntılı tartışıldığı ve konferans iradesi olarak net bir sonuca bağlandığı halde. Böylelerine o zaman sözlü ve yazılı tartışmalarında hatırlatılanlar tüzüğümüzün kavranmasında bugün de büyük önem taşımaktadır.
MK sorunu üzerinden bir kez daha
parti tüzüğünün özel önemi
Dolayısıyla MK’nın iki kongre arası dönemde partide en yetkili organ olması, hiç de onun bu yetkileri kullanmada bir keyfiyet alanına sahip olduğu anlamına gelmiyor. Tersine parti tüzüğü onun davranış alanını titizlikle tanımlamış bulunmaktadır. MK, parti tüzüğünün hükümleri gereğince, parti programının yanısıra partinin en üst organı olan kongrenin saptadığı çerçevede davranmak zorundadır. Bu çerçevede olmak kaydıyla, alabildiğine geniş bir yetki ve inisiyatife sahiptir. Tabii ki programı, tüzüğü ve parti çizgisini yaratıcı bir biçimde döneme, koşullara, gelişmelere uyarlayarak uygulamak zorundadır. Bu partiye ve dolayısıyla mücadeleye başarılı bir önderliğin gereği ve zorunlu koşuludur.
Ama partinin kongrece saptanmış çizgisini kabaca çiğneyerek, programı bir yana bırakarak, ya da tüzüğü boşa çıkararak bir MK partiye yönetemez, bu hak ve yetkiye sahip olamaz, tersine, bu durumda gayrimeşru konuma düşer. Parti tüzüğünü kabaca çiğnemiş olur ve dolayısıyla partiyi yönetme hakkını tümden yitirir.
İnanmadığı çizgiyi nasıl uygulayacak diyeceksiniz. Kongrede inanmış ki seçilmiş, kongrece saptanmış çizgiye inanmayan bir parti üyesinin parti yönetimine talip olması, herşey bir yana, parti üyesi onuruna ve parti ahlakına aykırıdır. Bunu ancak ikiyüzlü düzenbazlar yapabilir ki, bir partide böylelerine yer olmamalıdır, zaten olamaz. Sonradan, gelişmelerin de etkisiyle mi bu inancı değişmiş, bu durumda yapacağı tek şey yetkiyi partiye iade etmektir. Sözkonusu olan tek tek bireylerse görevlerinden derhal istifa ederler, sorun kalmaz. Yok MK çoğunluğu ya da hatta tamamı ise, bu durumda olağanüsti bir parti kongresi toplar, inandığı düşünceyi parti çizgisi haline getirmek için mücadelede eder. Ki parti tüzüğü ona bu yetkiyi veriyor; “Olağanüstü kongreler MK kararıyla veya...” diyor. Parti kongresinin önerilen çizgiyi reddettiği bir durumda ise görevi kongre üzerinden partiye devredecektir ve kongre partiyi yönetmek üzere yeni bir MK seçecektir. Diğer türlü her davranış partiyi aldatmak ve partiye karşı suç işlemek olur.
Bu yeterince açık ve basit gibi görünen sorunlar, en kritik bir dönemde bize iki önemli yıl kaybettirdi. Bu nedenle, parti tüzüğünü özümsemek ve onu parti işleyişi ve yaşamının temel kılavuzu olarak almak sanıldığından da önemlidir. Burada, parti tüzüğümüzde, ilkelere dayalı bir dizi temel anlayış sorunu var, her konuda ideolojik-politik bakışaçısına dayalı bir dizi tanım ve hüküm var. Parti bu ilkesel anlayışlarıı, bu bakışaçısı sorunlarını özümseyip sindirdiği ölçüde, parti tüzüğü parti yaşamında gerçekten yol gösterici temel bir unsur haline gelir.
MK genel toplantısı
MK maddesinin öteki hükümlerine geçiyorum. 7. maddenin b şıkkı:
“b) Kendi iç örgütlenmesini ve çalışma düzenini saptamak, MK’nın kendi yetkisi dahilindedir. MK genel toplantısı en az 6 ayda bir yapılır. MK yedek üyeleri bu toplantılara oy hakkı olmaksızın katılırlar. MK, her tam üyeli toplantının ardından kendi faaliyeti, partinin genel durumu, yeni hedef ve yönelimleri hakkında partiye yazılı bir değerlendirme sunar.”
Burada en önemli nokta, MK genel toplantısının zaman periyoduna ilişkin belirleme ile bu toplantının sonuçları hakkında partiye yazılı değerlendirme sunma zorunluluğudur. Yeterince açık olan, özel bir açıklama gerektirmeyen bu konu üzerinde fazlaca durmayacağım.
Bunun nedeni, bunu teknik bir hüküm olması değil. Tam tersine, burada MK’nın önüne partiye karşı yerine getirilmesi gereken bir yükümlülük konuyor ve bunu gereklerinin yerine getirilmesi parti yaşamı için temel önemdedir. Fakat kongreyi izleyen dönemde partimizin karşı karşıya kaldığı ağır saldırı, bunun yarattığı tahribat ve bu tahribatın MK’nın konumuna ve çalışma tarzına etkileri, sözkonusu yükümlülüğün hiç değilse biçimsel açıdan tanımlanan biçimde yerine getirilmesini zora sokmuştur. Parti önderliği, tüzükte tanımlanan yükümlüğü kuşkusuz farklı biçimlerde, fakat yine de bir ölçüde yerine getirmeye çalışmıştır.
MK’ya üye alma ve MK’dan
üye çıkarma
“c) MK üye kaybı durumunda doğan boşluğu yeni üyelerle giderebilir. MK’ya yeni üyelerin alınması için üçte iki oy çoğunluğu gereklidir.”
İllegal bir parti ikide bir kongre toplayamaz. Oysa MK’nın önderlik fonksiyonu belli bir sayısal yapıyla gerçekleştirilebilir ancak. Böyle olunca, zorunlu kayıplar durumunda, (bunlar çok çeşitli kayıplar olur; polis darbesi olur, şehitler olur, başka türlü gelişmeler olabilir), üye kayıplarından doğan boşlukları yeni üyelerle giderebilmek bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Ama bu yetkinin kötüye kullanılmaması için de, parti tüzüğü üçte iki çoğunluk şartı getirmektedir. MK’da istikrarlı bir çoğunluk bunu isteyebilmelidir. Tüzüğümüzde üçte iki çoğunluk koşulu var bu nedenle.
Bir MK üyesinin görevden alınmasına ilişkin olarak, gene üçte iki çoğunluk gerekiyor. Bu bizi aynı maddeni d şıkkına getiriyor:
“d) Bir MK üyesinin görevden alınması ancak yedek üyelerin de hazır bulunduğu tam üyeli bir MK toplantısında ve tüm katılımcıların üçte iki oy çoğunluğuyla olanaklıdır.”
MK kural olarak kongreler tarafından seçildiği için, bir MK üyesinin görevden alınması basit bir sorun olamaz, ortada kongre iradesi var. Kuşkusuz tek tek MK üyeleri görevden alınabilir, şu veya bu nedenle durumları bunu gerektirebilir. Partinin olağan işleyişi içinde bile böyle bir ihtiyaç ortaya çıkabilir. Bir üye gerçekten çok gerileyebilir, parti kongresini izleyen süreç içinde çok ciddi zaafları açığa çıkabilir. Bu üyelerin görevlerini bir sonraki kongreye kadar sürdürmeleri parti ve MK için gerçekten bir yük haline gelebilir. Bu durumda görevlerinden gönüllü feragatleri ya da bizzat MK kararıyla görevlerinin sona erdirilmesi sözkonusu olabilir.
Ama MK içerisindeki basit bir çoğunluğun bu yetkiyi kötüye kullanmaması için parti tüzüğümüz bu konuda daha sıkı sınırlamalara getiriyor. Buna göre bir MK üyesinin görevden alınması, ancak yedek üyelerin de hazır bulunduğu tam üyeli bir MK toplantısında, “tüm katılımcıların üçte iki oy çoğunluğu” ile mümkündür. Normalde yedek üyelerin oy hakkı yoktur. MK toplantılarına katılabilirler, ama oy hakkına sahip değildirler. Ama buraya dikkat edin, “tüm katılımcıların” deniliyor, yani yedek üyeler de dahil, tüm katılımcıların üçte iki oy çoğunluğuyla bu olanaklıdır deniliyor.
Örneğin, 7 asil ve 3 yedek üyeden oluşan bir MK düşünüz. Böyle bir MK’da normal olarak 7 asil üyenin salt çoğunluğu olan 4 oyla kararlar alınır. Oysa bir MK üyesinin görevden alınabilmesi için, yedeklerin de dahil olduğu toplamın üçte iki çoğunluğu, bu durumda 10 üyeli toplantının en az 7 üyesinin oyu gerekli. Bu düzeyde bir çoğunluğun ise muhtemel bir keyfiliğin önünü önemli ölçüde keseceği açıktır. Bu, MK’da üye çıkarma yetkisinin kötüye kullanılmasına karşı alınmış oldukça ileri bir önlemdir.
Burada daha önemli bir nokta var. Mesele sadece basit teknik oy hesabı meselesi de değildir. 10 kişinin katıldığı bir platformda bir mesele çok daha sağlıklı tartışılır. Bir devrimci partinin Merkez Komitesi platformu bir entrika zemini değilse eğer, bu sorunu gündeme getirenler gerçekten ciddi kaygılarla getiriyorlardır. Ama o ciddi kaygıların sağlıklı bir şekilde irdelenebilmesi için 10 kişinin bir arada olmasıyla, 7 kişinin bir arada olması aynı şey değil. Tam üye artı yedek üyeler, yani 10 kişinin önünde mesele en sağlıklı bir biçimde tartışılır ve sonuçta oradan olanaklı en sağlıklı karar çıkar.
Bu, bir partide hata yapma payını en aza indirmek için alınmış bir önlemdir. Genç bir parti bir dönem için burada bir ihtiyat gösteriyor. Yarın ola ki bu türden bir özel kayıt partinin kendini zora sokması kabul edilir ve kaldırılır. Parti olgunlaşır, güven verir, iyi değerler ve gelenekler oluşturur, böylece yetkilerin gerçekten amaca uygun bir şekilde kullanılacağına kanaat getirilir; o zaman parti böyle tam üyeli artı yedek üyeli gibi özel hükümlere gerek görmeyebilir. Gene de koruyabilir, ama duruma göre gerek de görmeyebilir.
Burada, bir; olumsuz tarihsel deneyimlere, oradan gelen zaaflı kültüre karşı bir hassasiyet; iki, partinin gençliği dolayısıyla hata yapma payının yüksekliği, parti tüzüğünde ihtiyatlı bir tutuma yolaçmış bulunuyor. Böyle de kavramak gerekiyor bu düzenlemeyi.
MK’nın kongrede temsil
edilme sorunu
“e) MK kongrede oy sahibi üç delege tarafından temsil edilir. Yedek MK üyeleri seçimlere kendi yerel çalışma alanlarında katılırlar. MK, parti kongresine oy hakkı olmayan misafir delegeler çağırabilir.”
Bu teknik bir hüküm gibi görünüyor, ama göründüğünden de önemlidir. Birçok partide MK üyeleri kongrenin doğal delegesi kabul edilir. Bu durumda biraz önce verdiğim örneği hatırlayın. Buradaki 7 üye otomatikman kongre delegesi sayılacaktır ve bu peşinen kongrede ezici bir eski MK ağırlığı demektir. İllegal partilerin fazla geniş kongreler toplayamayacağı gerçeği de gözetilirse bunun böyle olması kaçınılmazdır. Bu ise, kongre iradesinin peşinen eski MK tarafından belirlenmesi sonucu verecektir.
Yaygın durum ve uygulamanın bu olduğunu biliyoruz, ama biz kendi payımıza bundan özenle kaçınmak durumundayız. Aksi durumda, parti iradesinin periyodik kongreler üzerinden açığa çıkarılması büyük ölçüde zaafa uğrar. Eski kongre tarafından seçilmiş MK’nın yeni parti kongresince değerlendirilmesi, denetlenmesi ve değiştirilmesi zora girer. MK’da kastlaşma eğilimini besleyen bir durum oluşur vb. Kuşkusuz devrimci bir partide bunların böyle olması için normal koşullarda bir neden yok. Ama parti normal koşullara güvenemez. Kendisinde zaaf oluşturabilecek durumlara karşı hassasiyet göstermek ve kuralları saptayıp düzenlerken de zaafa yolaçabilecek muhtemel durumlara mümkün mertebe olanak tanımamak zorundadır.
Parti tüzüğümüzün bu hükmü, tüm MK üyelerinin kongrede fiilen yer almasına hiçbir sınırlama getirmiyor, yalnızca oy hakkına bir sınırlama getiriyor. MK üyelerinin kongrede fiilen bulunma olanaklarını ortadan kaldırmak, kongrenin düzeyini ve verimini zayıflatmaktan başka bir anlama gelmez. Bir kısım MK üyesinin kongre çalışması dışında tutulması olsa olsa güvenlik kaygılarıyla gerekli görülebilir.
“Ulusal düzeyde çeşitli türden
parti konferansları”
7. maddenin son şıkkındayız:
“f) İki kongre arası dönemde yerel ya da ulusal düzeyde çeşitli türden parti konferansları toplamak, MK’nın yetkisi dahilindedir. MK konferanslara delege toplama şeklini kendi saptar. Ulusal düzeydeki konferansların kararları, ancak MK tarafından onaylandığı takdirde yürürlüğe girer ve tüm partiyi bağlar.”
Bu mesele kongrede tartışılmış bulunuyor, bu tartışmalar tüzük tutanaklarında var. Bu nedenle burada üzerinde durmayacağım, bu gereksiz bir yineleme anlamına gelir. (Konuya ilişkin olarak bkz., Parti Tüzüğü Üzerine, Eksen Yayıncılık, s.111-115)
Parti tüzüğümüzün taslağı kongreye sunulduğunda, bazı delegeler bu hükmü anlayamamış, biraz yadırgamışlardı. Parti konferansı toplanacak, kararlar alınacak, ama bu kararlar MK onaylamadan geçerli olmayacak, ancak MK’nın onayı durumunda partiyi bağlayacak- bunun böyle olması, ilgili maddede böyle formüle edilmesi bazıları için şaşırtıcı olmuştu.
Bu durum, örgüt yaşamımızda alışılmış bulunan konferans uygulamaları üzerinden bu hükme yaklaşmanın sonucuydu. Kongre tartışmalarında da ortaya konulduğu gibi, tüzüğümüzde sözü edilen konferanslar bizim alışılmış örgüt konferanslarımızdan tümüyle farklı bir konuma ve işleve sahip. Bizim parti öncesi dönemdeki örgüt konferanslarımız, partinin en üst yönetici organıydı, yani bugünkü parti kongresi yerine geçiyordu. Örgüt yaşamı için benzer bir konum, yetki ve işleve sahipti. Oysa burada sözü edilen konferanslar, Merkez Komitesi’nin özel ihtiyaçlara bağlı olarak gündeme getirebileceği, sınırlı amaca ve işleve sahip merkezi toplantılardan başka bir şey değil.
(Ekim, Sayı: 221, Mart ‘01)