H. Fırat
Parti programının ilkesel çerçevede özlü bir sunuluşu olan ilk bölümün ardından, “Parti Üyeliği” başlıklı ikinci ana bölüme geliyoruz. “Parti üyesi”nin tanımı ile başlayan bu bölümün kendi içinde, 2., 3., 4. ve 5. maddelerden oluşan 4 alt başlığı var. Bunlar “Parti Üyesi”, “Parti Üyesinin Görevleri”, “Parti Üyesinin Hakları” ve “Partiye Alınma ve Aday Üyelik” başlıkları taşıyor. Bu dört temel maddeden dolayı, tüzüğümüzün bu bölümü, tüzüğün toplamı içerisinde nispeten geniş bir yer tutuyor.
Parti üyeliği sorunu, parti örgütlenmesinin en temel konularından biridir. Bu, partinin niteliği, işlevi ve sınırlarının tanımlanmasıyla ilgili bir sorundur. Bu sorunun Rusya’da parti içerisindeki tartışmalarda tuttuğu çok özel yeri, parti içerisinde Bolşeviklerle Menşevikler arasında ilk gruplaşmanın tam da bu sorun üzerinden yaşandığını hatırlayalım. İkinci Kongre’deki temel anlaşmazlık konusu, parti üyeliğinin tanımıydı ve bu sorun, tarafların bütün bir örgüt sorununa bakışının da ekseniydi. Parti üyesi kimdir? Partiye üye kabulü hangi temel ölçütler üzerinden yapılmalıdır? Parti adayı partiye karşı hangi temel yükümlülüklerle yüzyüzedir? vb. Tartışılan, ayrışma ve saflaşma zemini olan sorular ve sorunlar bunlardı. Ve bunlar, gerçekte partinin niteliği ve tarihsel misyonuyla bağlantılı sorunlar oldukları için, hayati önemdeydiler.
Parti üyesi
Parti üyeliği üzerine klasik leninist tanımı olduğu gibi benimsemiş bulunuyor parti tüzüğümüz:
“2) Parti üyesi: Parti programı ve tüzüğünü kabul eden, parti örgütlerinden birinde yeralan ve üye aidatını düzenli olarak ödeyen herkes, Türkiye Komünist İşçi Partisi’ne üye olabilir.”
Bu tanım, Lenin’in İkinci Kongre’de Martov’a karşı savunduğu formülün aynısıdır. Marksist-leninist olmak iddiasındaki bütün partilerin tüzüklerinde bu tanım aşağı yukarı benzer biçimlerde yer alır. Parti üyesinin partinin bir örgütünde yer alıp almaması gibi çok temelli bir sorun üzerinde odaklaşan tartışmanın kapsamlı bir ideolojik arka planı var. Bilinç öğesi ya da kendiliğindencilik, öncülük ya da kuyrukçuluk, sağlam bir örgütlülük ya da şekilsizlik, disiplin ya da gevşeklik ve liberal başıbozukluk gibi çok temel sorunlarla bağlantılı bu tartışma, zamanında kuşkusuz çok önemliydi. Genelde marksist-leninist olma iddiası taşıyan devrimci konumdaki partiler açısından bakıldığında, bu çoktan aşılmış bir tartışmadır. Her devrimci parti saflarına üye alırken, onları belli bir örgütte örgütlemek üzere alıyor. Tersinden de, bir kimse devrimci bir partiye elbette ki onun bir örgütünde çalışmak üzere katılıyor.
Ekim Devrimi’ni izleyen 70 yıl boyunca bu konuda hiç değilse biçimsel planda bir tartışma yoktu. Biçimsel planda diyorum, zira işin özünde ve ruhunda bu tartışma gerçekte hep vardı, bu hep devrimci sosyalizm ile oportünizmi ayıran temel sorunlardan biri olageldi. Ama ‘89 çöküşünün ardından bu tartışma artık açıkça da yeniden gündeme geldi. Leninist parti teorisi ya da tartışmalarda kullanılan deyimle “leninist parti modeli”, yenilgiye izah arayan oportünist-revizyonist çevrelerce açıkça sorgulanmaya ve reddedilmeye başlandı. Yeniden şekilsiz partiler dönemi başladı, sosyal-reformizm örgüt sorununda da daha kaba ve daha çıplak bir biçimde ortaya çıktı. Daha önce laf dolandırılarak sorun ifade edilirken, artık dosdoğru ifade edilir hale geldi.
Bizdeki legal sol partilerin tümü böyledir örneğin. Başvuran herkesi üye kabul eden partiler bunlar. Bir kısmı çifte üye statüsü kullanıyor; İP ya da SİP gibi bazılarında, yasal parti üyelerinin yanısıra ek parti üyesi kademesi, güya “gerçek üye” statüsü var. Devrimci parti ilkelerini bir yana bırakarak şekilsiz legal partiler kuranlar, bu denli bir şekilsizliğin yarattığı sorunları anlaşıldığı kadarıyla bu tür sözde ayırımlarla hafifletmeye, bu arada hala bazı ilkelere bağlı olduklarını göstermeye çalışıyorlar. Ne de olsa serde hala “öncü parti” olmak iddiası var.
Partimizin tüzüğünde yer alan parti üyeliği tanımı bizim kendi payımıza çok özel bir ideolojik kazanım sayılmaz. Bu gerçekte komünistler için yerleşmiş bir genel ideolojik kazanım. Az önceki değinmelerle bunu anlatmaya çalışıyordum. Bu, Bolşevizm kendini kanıtladığından beri, bitmiş bir tartışma, benimsenmiş bir ortak görüş ve pratik uygulamadır. Dolayısıyla, bu tanıma ilişkin olarak üzerine durulması gereken sorun ya da sorunlar daha farklıdır.
Parti programını ve tüzüğünü kabul ediyorum, herhangi bir örgütünde görev almaya ve üye aidatını düzenli olarak ödemeye hazırım diyerek partiye başvuran her parti sempatizanı parti üyesi olabilir mi? Partimizin tüzüğü “olabilir” diyor. Ama dikkat ediniz, “olur” demiyor, yalnızca “olabilir” diyor. Bu ikisi aynı şey demek değildir. Birinde bir kesinlik, diğerinde ise sadece potansiyel bir olanak, bir olabilirlik sözkonusu. “Parti üyesi” tanımında sıralan üç temel koşul, parti üyeliği için yalnızca asgari temel önkoşullar; fakat bu, bunları yerine getireceğini vaadeden, hatta fiilen getirmeye hazır olan herkesin partiye üye olacağı anlamına gelmez.
Bu asgari koşullara sahip parti sempatizanı kuşkusuz partiye başvurabilir, üye olmak isteyebilir. Parti bunu uygun görür mü, kabul eder mi, işte bu partinin değerlendirme ve kararına bağlı. Bu değerlendirmeler de partinin içinde mücadele ettiği koşullara sıkı sıkıya bağlı. Bir devrimci yükseliş döneminde, burjuva legalitesinin genişlediği, parti örgütlerini genişletip yaymanın olanaklarının fazla olduğu, partinin legal biçimlerde de çalışabildiği bir durumda, (partinin taban gruplarını büyük ölçüde açık hale getirdiği 1905 Devrimi sırasında Rusya’da olduğu gibi), elbette daha esnek davranılır. Ama partinin henüz yeni ve deneyimsiz olduğu bir sırada, kitlelerle henüz birleşip bütünleşemediği bir aşamada, genel planda ise mücadelenin geri bir düzeyde bulunduğu, ağır bir polis rejiminin hüküm sürdüğü, bunun basıncının parti üzerinde sürekli varolduğu koşullarda, parti saflarına üye alırken çok daha özenli, dikkatli ve seçici bir politika izler, izlemek zorundadır. Dolayısıyla üye tanımında sıralanan asgari koşulların yorumunda da çok başka türlü davranır. Bunu meselenin kavranması bakımından ifade ediyorum.
Bugün bizim bu konuda aşırı bir titizliğimiz var. Ama bu, bugünün getirdiği bir sorun. Yarın çok daha esnek davranabilecek koşullara kavuşabiliriz. Ne olur da örneğin, parti daha esnek davranabilir hale gelir? Örneğin partinin profesyonel devrimcilerden oluşan çekirdeği (bunu omurgası olarak da anlayabiliriz) güvenceye alınır; mücadele gelişiyordur, saflara akanlar yarın ne olacağı belli olmayan serseri küçük-burjuva öğeler değil de, ağırlıklı olarak fabrikalardan, işletmelerden gelen sınıf bilinçli işçiler ve emekçilerdir. Bu koşullarda elbette çok daha rahat davranılır; özellikle mücadelenin önünü tutan devrimci işçilere, partinin kapıları cömertçe açılır. Fakat her halükarda gene de parti üyeliği tanımında sıralan üç temel ve asgari koşula sıkı sıkıya bağlı kalınır, partiye katılacak herkesten bu üç koşulun gerekleri titizlikle istenir, beklenir.
Bu üç koşulun en önemlisi, doğal olarak, herhangi bir parti örgütünde görev almak hükmüdür. Partinin ilgili işletmedeki, fabrikadaki ya da hizmet kurumundaki biriminde yer almayı ve mücadelesini bu örgütlü zeminde yürütmeyi, dolayısıyla bu çerçevede parti disiplinine uymayı kabul eden insanların partiye alınması, mücadelenin yükseldiği bir dönemde çok daha kolay olacaktır. Ama şimdi, içinden geçmekte olduğumuz bugünkü koşullarda, bunlar hiçbir biçimde yeterli olmuyor, sağlam ve güvenilir devrimcilik aranıyor, istikrar aranıyor, başka bazı koşullara bakılıyor. Bu, partinin kendini, fiziki varlığını ve daha da önemlisi, ideolojik-politik kimliğini, bu çerçevede öncülük konumunu ve misyonunu koruması için bir zorunluluktur.
Tüzüğün yorumu böylece; bir yandan, içinde bulunulan siyasal koşullara ve mücadelenin durumuna ve düzeyine; öte yandan ise, partinin gelişme ve olgunlaşma düzeyine bağlı olarak bir anlam kazanıyor. Kendi omurgasını denenmiş-sınanmış kadrolarla iyi-kötü oluşturamadığı koşullarda, saflarına gelene kolayca geç diyemez bir parti. Çünkü bu hızlı geçişler bir süre sonra partinin niteliğini düşürür, onu geriye çeker, hatta hatta partiye rengini vermeye başlar. Ama parti güvenilir bir çekirdek ve sağlam bir omurga kurmuşsa, denenmiş ve sınanmış kadrolarla temel kademelerini oluşturmuşsa, bu durumda saflarına yeni insanları daha rahat, daha bir kendinden emin olarak, güvenle alır. Çünkü onları çok geçmeden kendi çizgisi ve normları temelinde eğiterek, pratik içinde geliştirerek kendine benzeteceğine, kendi kimliği ile sağlam biçimde uyumlu hale getireceğine inanmakta ve güvenmektedir. Aday üyelik sürecinin bu açıdan verimli ve yararlı bir süreç olarak işleyeceğinden emindir.
Üyelik tanımına ilişkin olarak söylenebilecekler öncelikle ve özetle bunlar.
Genel planda “Parti üyesinin görevleri” sorunu
3. maddeye, “Parti üyesinin görevleri”ne geçiyoruz.
Parti tüzüğü, parti üyesinin hakları ile görevlerini organik bir bütünlük içinde ele almakla birlikte, bilinçli ve anlamlı bir tercihle, öncelikle görevleri sıralıyor. Burada parti üyesi görevlerini yerine getirebildiği ölçüde haklarını kullanmaya hak kazanır mesajı vardır. Genelde anlaşılır olan bu durum, komünist bir sınıf partisi için haydi haydi anlaşılır bir durumdur. Parti üyesi partinin saflarına davaya hizmet etmek için, devrim ve sosyalizm mücadelesini ileriye taşımak, zafere ulaştırmak için katılır. O halde öncelikli ve aslolan, partiye, gerçekte ise parti şahsında davaya karşı görevlerdir, bu doğrultuda yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerdir. Bu, birinci nokta.
İkinci bir nokta, az önce üzerinde durulan “Parti üyesi” tanımıyla ilgilidir. Bu tanım gerçek içeriği ve anlamını, burada “Parti üyesinin görevleri” başlığı altında sıralananlarda bulur. Parti kendisine yapılan şu veya bu başvuruyu değerlendirirken, ilgili kişinin durumunun parti üyesi için tanımlanan temel kriterler ve yükümlülükler açısından ne ifade ettiğini, ne vaadettiğini saptamaya çalışır ve kararını da buna göre verir. Parti, başvuran kişinin bu görevleri yerine getirecek bir kişiliğe yatkın olmadığını, bu potansiyeli taşımadığını düşünürse, yapılan başvuruyu reddetme yoluna gider.
Öte yandan, başvurusu kabul edilen üye adayı, bu kabulden itibaren, partiye karşı bu görevlerin gereklerini yerine getirmekle yükümlüdür. Bunun bilinciyle hareket etmek ve bu doğrultuda kişiliğini ve eylemini sürekli olarak geliştirmek ve mükemmelleştirmekle yükümlüdür.
Ve parti üyesi olmayan tüm milianlarımızı yakından ilgilendiren son bir nokta. 9 alt şık halinde düzenlenmiş bu görevlerden her devrimcinin kendi payına çıkarması gereken çok temelli sonuçlar var. Burada, bunlar partiye girmiş insanların yükümlülükleri, dolayısıyla salt onları ilgilendiren sorunlar, tarzında bir darlığa düşülmemelidir. Parti saflarına üye alıyor ve onların önüne bir dizi görev ve yükümlük koyuyor, diye bakılmamalı buna. Burada, parti üyesi olsun olmasın, her devrimci militan için davaya hizmet etmenin temel gerekleri tanımlanıyor gerçekte. Parti saflarında şu veya bu şekilde mücadele eden her devrimci militan için, esası yönünden geçerli yükümlülükler bunlar. Bir devrimci davanın bir tarafından tutuyor ve ona hizmet etmek istiyorsa eğer, yapması gerekene de buradan bakabilmelidir.
Burada parti, kendi saflarında mücadele eden her düzeyde sempatizan militana sesleniyor, onların ulaşmayı hedeflemesi gereken devrimci kişiliğin temel gereklerini ve ölçülerini ortaya koyuyor. Senin önünde, şu şu ölçülere göre kendi devrimci kişiliğini sürekli geliştirmek, dolayısıyla kendi devrimci katkını azamileştirmek görevi ve hedefi var demek istiyor. Ve bu nedenle bunlara, bir partinin üyesinden beklentileri olarak olduğu kadar, safında şu veya bu düzeyde yer alan her militandan beklentileri olarak da bakabilmek durumundayız.
Ben, bu davaya hizmet eden tüm insanların tüm bu hükümleri önemsemeleri gerektiğini; ve demin ilkeler bölümünü tartışırken her bir ilkeyi nasıl etraflıca irdelediysek, aynı şekilde, burada bir ya da iki cümle halinde tanımlanan görev ve yükümlülükler üzerine de derinlemesine düşünmeleri, kendi devrimci kişiliklerini oluştururken, şekillendirirken, geliştirirken, bunları gözetmeleri gerektiğini önemle vurgulamak istiyorum.
“Marksizm-Leninizmi ve parti çizgisini
sistematik bir biçimde” incelemek...
İşte “Parti üyesinin görevleri”nin ilk şıkkı:
“a) Marksizm-Leninizmi ve parti çizgisini sistematik bir biçimde inceleyerek ideolojik düzeyini ve kavrayışını sürekli olarak güçlendirmek. Bu çerçevede parti yayınlarını düzenli biçimde incelemek, bu yayınlara ve genel olarak partinin düşünce yaşamına katkıda bulunmak...”
Bu, partimizin kendi her üyesinden öncelikle istediği, beklediği ilk temel görevdir. Biz bunu elbette öncelikle parti üyelerinden, ama salt parti üyelerinden değil de, saflarımızda mücadele eden bütün militanlarımızdan da istiyor ve bekliyoruz. Diyoruz ki, bir davaya gerçekten gönül vermişseniz eğer, ona şu veya bu düzeyde emek veriyor, katkıda bulunuyorsanız eğer, o halde bu davanın dünya görüşünü, buna bağlı olarak partinin teorik temelini ve ideolojik-politik çizgisini incelemek, öğrenmek, özümsemek durumundasınız, dahası zorundasınız.
Bir devrimci yaptığını bilinçli olarak yapan bir insandır. Bu bilinç Marksizm-Leninizm dediğimiz dünya görüşüdür, onun bilimsel teorik temeli, teorik ve ilkesel esaslarıdır. Bir komünist devrimci bu dünya görüşünü incelemek ve kavramak için azami bir çaba harcamak durumundadır. Komünist devrimciler böyle bir çabayı göstermekten nasıl geri durabilirler ki? Toplumun en bilinçli öğesi, en ileri dünya görüşü ile silahlanmış bireyi olması gereken bir komünist militan bu silahtan yoksunsa eğer, kendisiyle, kimliği ve davasıyla çelişki halinde demektir.
Parti tüzüğü parti üyesi için böyle bir tutarsızlığı kesin bir biçimde reddettiğinden dolayıdır ki, bunu parti üyesinin görevleri maddesinin ilk temel şıkkı olarak formüle ediyor. Bu, bizde her zaman üzerinde önemli durulan bir konu bilindiği gibi. Ve partimizin tüzüğü, bunu parti üyesinin görevleri bölümündeki ilk hüküm olarak formüle ederek, böylece bu konudaki tutumunu kesin bir biçimde ortaya koyuyor.
“Marksizmi-Leninizmi ve parti çizgisini...” denildiğine dikkat edilmelidir. Bu ikisi birbirini organik olarak tamamlamaktadır; biri diğerinden koparılamaz, biri öteki olmaksızın tam olarak kavranamaz. Parti çizgisi, nihayetinde, marksist-leninist dünya görüşünün belli bir toplumsal zemin ve belli bir tarihsel kesitteki bir yorumudur, öyle olmak zorundadır. Dolayısıyla bu birleşik ifadede, asıl vurgu, marksist-leninist dünya görüşünedir. Partinin üyelerine, parti çizgisini incelemekle yetinmemek, bunu mutlaka marksist-leninist dünya görüşünün incelemesiyle birleştirmek, birincisinin kavranışını bu ikincisi üzerine oturtmak çağrısı var burada. Parti çizgisinin sağlam, derinlemesine, dahası yaratıcı bir biçimde kavranabilmesi için, bunun mutlak biçimde marksist-leninist dünya görüşünün incelenip kavraması temeline oturtulması gerektiğine özel bir vurgu var. Bunu bu kapsamıyla anlamamız gerekiyor. Doğal olarak bu, partinin kendi çizgisine, onun marksist-leninist dünya görüşüne ve yöntemine, temel teorik ilke ve esaslarına uygunluğuna duyduğu sağlam bir güven demektir aynı zamanda.
Burada bu konu, partinin kendi üyesinin önüne koyduğu bir temel görev olarak tanımlanıyor doğal olarak. Ama, gerçekte bu, her parti üyesinin en doğal ve temel hakkıdır da aynı zamanda. Hizmet ettiği davanın teorik temelini, ideolojik içeriğini, ilkelerini, mücadelesine katkı yaptığı partinin çizgisini incelemek ve anlamak, bir görevden çok bir haktır aslında. Ama parti bunu üyesinin önünde bir görev olarak da koyuyor. İnsanlar bunu yapmak zorundalar, bir üyelik yükümlülüğüdür bu. Zira bundan geri durmak, parti üyesi olmanın gerekleriyle bağdaşmaz.
Parti saflarına; davasının gerçekten bilincinde olan, bu çerçevede proletaryanın devrimci dünya görüşünü ve partinin çizgisini sürekli inceleyen, anlamaya ve özümsemeye çalışan bilinçli militanlar kabul edebilir ancak. Buna gerekli özeni göstermezse, bilinç düzeyini, doğru çizgisini ve mücadele kapasitesini koruyup geliştiremez. Gerçekte aynı zamanda hak olanı, bir bir yükümlülük olarak da tanımlayarak, üye ve militanlarını bu doğrultuda kesin bir tutuma yöneltmeye çalışıyor parti tüzüğü.
Parti yayınlarını düzenli
biçimde incelemek
“Bu çerçevede parti yayınlarını düzenli biçimde incelemek...” Bu çok fazla açıklama gerektirmiyor görünürde, ama gerçek hayatta sanıldığından da önemli sonuçları olabiliyor bunun. Türkiye solunda partisinin ya da örgütünün yayınlarının bile incelemeyen az insan yok herhalde. Bazı partiler açıkça parti yayınlarının parti üyeleri tarafından incelenmemesi bir yana, satın bile alınmadığından yakınabiliyorlar. Örneğin İP’in son kongresinin öncesinde tartışmaya sunulan yayın raporu diyor ki; partinin 30 bin yasal ve 5 bin “gerçek” üyesi var, oysa partinin teorik dergisi yalnızca 2 bin satıyor. Bunun bir kısmının başka siyasi çevreler tarafından alındığın düşünürsek, ortada gerçekten büyük bir ciddiyetsizlik olduğu görülür. Belli ki bu partinin “gerçek üyeler”inin dörtte üçü bile, bu partinin teorik yayın organını okumak bir yana, almak ihtiyacı bile duymuyorlar.
Partinin yayınlarını düzenli olarak incelemek, değil parti üyesi, parti sempatizanı olmanın onur ve sorumluluğuyla bile hiçbir biçimde bağdaşmaz. Partisinin yayınlarını, dolayısıyla düşünce hayatını ve siyasal çizgisini incelemeyen bir kimsenin, o partinin saflarında bilinçle mücadele ettiğini düşünmek mümkün değildir. Sorunun bu özel ilkesel öneminden dolayı, yapılması gereken gerçekte bir parti taraftarının bile mutlak biçimde yapması gereken en temel bir iş olduğu halde, parti, tüzüğü üzerinden üyelerini, kendi yayınlarını düzenli olarak incelemekle yükümlendirmektedir.
Partinin düşünce yaşamına
katkıda bulunmak
Devam ediyor aynı cümle; “..., bu yayınlara ve genel olarak partinin düşünce yaşamına katkıda bulunmak.”
Söylemeye gerek yok ki, bu da bir parti üyesi için gerçekte temel bir haktır. Ama bir yükümlülük, bir görev olarak tanımlanıyor burada. Zira insanlar bu temel önemde hakkı kullanmayabiliyorlar. Bu hakkı kullanmayarak, gerçekte partilerini de güçten düşürmüş oluyorlar. Bir partinin düşünce yaşamına katılmak, o partiyi güçlendirmek, düşünce yaşamını zenginleştirmek, politika üretme kapasitesini ve verimini yükseltmek demektir. Düşünce yaşamına katılmak için çaba sarfeden her militan, böylece hem kendini hem de partisini güçlendirip zenginleştirir.
Özellikle Türkiye’nin sol geleneği ve kültürü içerisinde, egemen militan tipolojisinin bu alandaki yapısal denebilecek düzeydeki zaafları bilindiği ve gözetildiği içindir ki, bu ilk şık böyle nispeten ayrıntılı bir biçimde ele alınıp sunulmuş.
Parti üyeleri partinin düşünce yaşamına aktif biçimde katılmaktan geri durabiliyorlar, dedim. Buna, bunun yolu ve yöntemine, ilk bakışta akla gelmeyen bir alandan örnek vereceğim. Örneğin rapor mekanizmasını gereğince değerlendirmemek, bunu partinin düşünce yaşamına bilinçli ve etkin bir biçimde katılmanın bir aracı ve imkanı olarak kullanmasını bilmemek, buna bir göstergedir. Partiye düzenli olarak rapor vermemek, bir partinin düşünce yaşamına katılmamakla, bunu önemsememekle özdeştir. Çünkü bir partinin düşünce yaşamını, dolayısıyla da siyasal yaşamını etkilemek için, düzenli rapordan daha etkili bir araç olamaz. Bir rapor doğrudan hareketin önderliğine gider ve hareketin önderliği oradaki her türlü düşünceye, olumlu eleştiriye, öneriye, etkileme çabasına açık durumudadır. Deyim uygunsa bu, partiyi yönetici beyni üzerinden etkilemek, onun düşünce ve politika yaşamına bu en üst düzey üzerinden katkıda bulunmak demektir.
Bunu yapmayanlar, aslında böylece partiye de zarar vermiş oluyorlar. Sadece partiyi bu açıdan beslemedikleri için değil, aynı zamanda kendi faaliyetlerini zaafa uğrattıkları için de. Zira her rapor yazma eylemi, gerçekte sözkonusu alanın faaliyetine ilişkin çok yönlü ve derinlikli bir muhasebe çabasıdır. Bu, bir düşünme, sorunları saptama ve bunlara çözüm üretme çabasıdır. Bu, bir geriye dönük değerlendirme, deneyimleri toparlama, eksik ya da aksak olanı tespit etme, yeni dönemin görev ve hedeflerini saptama, bunları somutlayıp planlama çabasıdır. Bundan en iyi o parti yarar sağlar. Bir alan faaliyeti rapor yazılmak üzere etraflıca ele alınıp irdelendiği zaman, ondan çıkacak sonuçlar doğrudan o alandaki parti çalışmasının güçlendirilmesi sonucunu da yaratır.
Hak ve görev bütünlüğüne ara değinme
Ve dikkat edilirse, parti üyesinin yükümlülükleri ile hakları, hep gelip aynı noktada birleşiyor; devrimi ve partiyi güçlendiren sonuçlara yol açıyor. Hak olduğu kadar görevdir de; ya da, görev olduğu kadar haktır da, deriz sık sık. Bu gerçekten de hep böyledir, ele aldığımız örnekler bunu en açık biçimde gösteriyor. Mesela eleştiri bir hak olarak tanımlanır. Ama devrimci bir partide eleştiri, bir partiye karşı yerine getirilmesi gereken temel bir görevdir de. Nitekim partimizin tüzüğü buna “Parti üyesinin görevleri” bölümünde de yer vermiş bulunmaktadır. Bir partide denetim görevidir de bu. Zira denetim tam da devrimci eleştiri ile yapılır.
Ve yineliyorum burada, parti tüzüğünde formüllendirmede, hak ve görevler olarak iki ayrı kategoride birbirinden ayrılmış olarak ifade edilmiş olsalar bile, somut olarak gördüğümüz gibi, gerçekte bunlar işin mantığı ve amacı yönünden bir bütündür. Bunları ayırmak mümkün değildir. Hak olan aynı zamanda görevdir; görev olan aynı zamanda haktır.
Örneğin, bir parti üyesine kendi organında kendini savunma hakkını vermek, bir hakkı tanımak gibi görünüyor. Ama gerçekte bu aynı zamanda bir partinin kendisi için temel bir gerekliliktir. Zira yanlış bir karar almaktan sakınabilmenin, bir meseleyi gerçekten muhataplarının önünde ele alıp tartışabilmenin, böylece isabetli bir karar almanın, bundan daha uygun bir yolu olamaz.
Hak olan aynı zamanda partiye karşı bir yükümlüktür de. Savunma hakkı buna bir örnektir.
“Parti çizgisini ve kararlarını hayata geçirmek...”
“b) Parti çizgisini ve kararlarını hayata geçirmek için azami çaba harcamak.”
Çok açık bir madde, çok fazla bir şey söylemek gerekli değil bir bakıma. Zira bu bir parti üyesinin en temel yükümlülüğüdür. Bir parti üyesinin bütün bir siyasal yaşamı ve faaliyeti parti çizgisini ve kararlarını hayata geçirmek, bunun için azami çaba harcamaktan başka ne olabilir ki?
Doğal olarak bu görev ve yükümlülük, parti üyesinin bunun gereklerini yerine getiremeyebileceği, bundan geri durabileceği gibi bir kaygıdan hareketle formüle edilmiş değil. Bir parti üyesinin böyle bir davranış göstermesi akıldışı olur ve böyle bir parti üyesi kendini anında partinin dış kapısında bulur. Sorun burada daha farklıdır. Daha çok bir parti üyesinin bu yükümlülüğünü derinlemesine kavrayarak, gereklerini azami bir çabayla yerine getirebilmesiyle ilgilidir. Elbette bir parti üyesinin bu alandaki başarısı içinde yer aldığı organın başarısıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır, parti üyeliği bahsinde olduğumuz için işin bu yanını saklı tutmak gerekir.
Parti çizgisini ve kararlarını hayata geçirmek için azami çaba, partinin bütün militanlarının önündeki bir yükümlülüktür de aynı zamanda. Herkesin, saflarımızda mücadele eden her militanın, kendi alanında bunu böyle anlaması ve böyle uygulaması gerekiyor. Bir çalışma alanında partinin üye-aday üye sayısı pekala sınırlı olabilir. Ama parti buna rağmen, aynı alanda saflarında mücadele etmekte olan düzinelerce insandan, kendi alanlarında partinin çizgisini ve kararlarını hayata geçirmek için azami çaba harcamasını ister ve bekler.
Bunlara neden hep bu şekilde işaret ediyorum? Çünkü bu tüzük salt parti üyelerimizin değil, fakat tüm faaliyet alanlarımızdaki çalışmanın çerçevesini, bu faaliyet içerisinde yer alan militanların da hak ve görevlerini tanımlıyor. Bu vesileyle altını daha kalın çizmek istiyorum. Bu tüzük bizim kendi siyasal yaşamımızın toplamına bir çerçeve veriyor. Tabii ki bunun partinin kendi sınırları içerisinde apayrı bir anlamı, çok kesin ve katı, tartışılamaz bir bağlayıcı işlevi var. Fakat parti tüzüğümüze; onun salt parti örgütüyle ilgili olduğu, partinin üye ve aday üyelerinin yer aldığı o özel örgütlü alanı ilgilendirdiği ve bağladığı; oradaki davranış kurallarını, normlarını, hak ve görevler ilişkisini verdiği biçiminde yaklaşılmamalıdır. Bu onun partimizin toplam çalışması için taşıdığı özel önemi karartır. Onun, parti üyesi olsun olmasın, saflarımızda mücadele eden tüm militanlar için yol gösterici, yön verici işlevini unutturur. Buna işaret etmeye, bu tür bir dar algılamayı kırmaya çalışıyorum öncelikle. Partimizin tüzüğü bu çerçevede her zaman onun her militanının elinde ve önünde olmalıdır.
Proleter ve emekçi kitlelerle bağ
”c) Proleter ve emekçi kitlelerle bağlarını geliştirmek, onları parti çizgisinin doğruluğuna inandırmak ve kazanmak için sürekli çaba harcamak.”
Parti çizgisini ve kararlarını hayata geçirmek için azami çaba harcamak hükmü, işin özünde, bu son hükümde dile getirilen görevi de içeriyor. Buna rağmen bu sorun, bilinçli bir tercihle, daha açık bir biçimde ve ayrı bir hüküm olarak, ayrıca formüle ediliyor. Bunun gerisinde bir vurgulama, sorunun bu özel yönünün özel bir tarzda altının çizilmesi düşüncesi var. Partinin bugünkü gelişme düzeyi, henüz anlamlı sayılabilecek kitle bağlarından önemli ölçüde yoksunluğu bunu özellikle gerektiriyor.
Parti tüzüğü, sözü uzatmak pahasına, bu konuda daha açık bir hükümle, parti üyesinin görevi kitlelerle bağlarını sürekli bir biçimde geliştirmektir, onları parti çizgisinin doğruluğuna ikna etmek, parti önderliğine kazanmaktır, diyor. Tüzüğümüzün bu açık hükmü gereğince, artık her parti üyesi, her sempatizan militan, yürüttüğü faaliyete bu gözle de bakabilmek, yürütülen çalışmanın hedeflerini ve sonuçlarını bu nokta üzerinden de özel bir tarzda değerlendirebilmek durumundadır.
Tabii şu an “Parti üyeliği” bahsinde bulunduğumuz için, bireyler üzerinden konuşuyorum. Bunu normalde bir partide organlar, yönetici komiteler ve partinin kitlelerle doğrudan buluşma noktaları olan hücreler yaparlar, hücrelere geçişte bir ön örgütsel biçim olan çalışma komiteleri ya da grupları yaparlar. Parti üyesi bir parti organında görev alan parti militanı demek olduğuna göre; parti üyeleri bireyler olarak değil, organlar olarak bu sorunları tartışırlar, pratikte amaca uygun çözüme bağlarlar.
Parti disiplininin gereklerine uymak
“d) Parti tüzüğüne ve parti disiplininin gereklerine tam olarak uymak.”
Bir parti üyesi partiye başvururken, zaten peşinen partinin programını ve tüzüğünü kabul ederek partiye gelmiş oluyor. Parti tüzüğünü kabul etmek, onun gereklerine, bu tüzükte tanımlanan disiplinin ilke ve esaslarına uyacağını taahhüt etmekle aynı anlama gelmektedir. Buradan bakıldığında ve sözkonusu olanın devrimci bir sınıf partisi olduğu düşünüldüğünde, bu hükümde tanımlanan yükümlülük bir parti üyesi için yeterli açıklıktadır ve olağanüstü önemdedir.
Fakat irdelemekte olduğumuz başka bazı hükümlerde olduğu gibi, burada vurgu daha çok, tanımlanan görev ve yükümlülüğün, “gereklerine tam olarak uymak” üzerinedir. Buna, parti tüzüğünün ve disiplininin gereklerini şu veya bu ölçüde zayıflatmaya, gevşetmeye, pratikte işlevsiz kılmaya yönelik durumlara ve eğilimlere karşı olarak özellikle ihtiyaç duyulmuştur. Bunlar sanıldığı kadar pek rastlanmayan durumlar da değildir. Devrimci bir sınıf partisinin en temel özelliklerinden biri, onun hiçbir biçimde gevşetilmemesi gereken, gereklerine tam olarak uyulması gereken disiplinidir. “Demirden disiplin” sözü bunu anlatmaktadır. Bir parti üyesi bu hükümde tanımlanan görev ve sorumluluğuna buradan yaklaşabilmeli, parti tüzüğünü ya da disiplinini zaafa uğratacak en ufak bir davranıştan bilinçli ve sorumlu bir parti üyesi olarak özenle kaçınabilmelidir.
Partinin çizgisini ve örgütsel birliğini
hizipçi-bölücü saldırılara karşı savunmak
”e) Partinin temel ilkelerini, ideolojik-politik çizgisini ve örgütsel birliğini sapmalara, hizipçi-bölücü saldırılara karşı kararlılıkla savunmak.”
Bu, Türkiye’nin bürokratik örgüt gelenekleri düşünüldüğünde, hassasiyet gerektiren yönleri olan bir madde. EKİM, biliyorsunuz, kendisi için bazı yan olumsuz sonuçlar üretmiş, bazı faturalar çıkarmış olsa bile, devrimci partilerde ve dolayısıyla kendi iç yaşamında demokrasi meselesini fazlasıyla önemsemiş bir harekettir. Bu meselelerde geçmişte dünya komünist hareketi içinde ciddi hatalar yapıldığına olan inançtan geliyor bu. Yanısıra Türkiye sol hareketindeki bürokratik geleneklere duyulan tepkiden geliyor. Bu çerçevede zayıf kalan ve zaaflı olan alana bir vurgu var burada.
Ama bu aynı süreçte, örgütümüz henüz kendini bulmadığı, gücünü, prestijini, iç otoritesini yeterince oluşturamadığı için, ve en önemlisi, kendi sınıfsal toprağına henüz oturamadığı için, küçük-burjuva öğelerin yarattığı ciddi sorunlar da yaşadı ve bunun belli bir siyasal-örgütsel faturasını da ödemek durumunda kaldı. Bozuk, zayıf, karaktersiz bir takım insanların elinde bizim demokrasimiz yozlaştırılarak, amacından saptırılarak bize karşı kullanılabildi. Pratikte yarattığı sonuçlar bakımından ele alındığında, birçok durumda liberal ya da anarşizan bir soysuzluğa alet edilebildi.
Ama bu, bu sorunun önemini ortadan kaldırmadı bizim için. Partide iç demokrasi meselesini hep önemsedik. Ve yoldaşlara ilişkin değerlendirmede de altı çizildiği gibi, biz Habipler’i ve Ümitler’i de işte bu temel üzerinde eğitip yetiştirdik. Soysuz küçük-burjuva öğelerin yarattığı faturalar burada geçici bir bedel sayılmalıdır. Sürecin toplamı üzerinden, yani orta ve uzun vadede bakıldığında, parti içi demokraside ısrardan, buna dayalı uygulama ve geleneklerin yerleştirilmesi için gösterilen çabadan, biz kesin bir biçimde kazançlı çıktık. Ve asıl kazancı daha bundan sonra göreceğiz, partimiz iç demokrasinin canlılığı ve dinamizminden hep kazançlı çıkacaktır.
“Partinin çizgisini ve örgütsel birliğini hizipçi-bölücü saldırılara karşı savunmak” sorunu da bu temel üzerinde anlamını bulur. Bir parti demokratik olmak kaydıyla, kendi içinde iç demokrasiyi kurmak kaydıyla, kendi düşünce sistemini, kendi programını, daha genel planda ilkelerini, programını, çizgisini demokratik bir temel üzerinden oluşturmak kaydıyla, değişimler için, eleştiriler için mekanizmaları açık tutmak kaydıyla, parti üyelerinden bunu kesin bir biçimde istemek ve beklemek durumundadır. Bu yükümlülük, bu çerçeve içerisinde herhangi bir yanlış anlama ya da uygulamaya yol açmaz, tersine bu koşullarda çok özel bir devrimci anlam ve işlev kazanır.
Şimdi tersinden, sol hareketin alışılmış geleneğinden sözetmek istiyorum. Siz parti içinde düşünce hayatını boğarsanız; üye ve militanlarınız düşüncelerini ortaya koyduklarında bunlara kulak tıkarsanız; daha da kötüsü, bunun önünü keserseniz; bunların parti içinde duyulmasını, tartışılmasını engellerseniz; bürokratik dayatmalarla partide işleri götürmeye kalkarsanız; bütün bunların ardından, birileri kalkıp size tavır aldıklarında da, onları bölücü-hizipçi diye suçlar, bölücülüğe ve hizipçiliğe karşı partiyi savunalım diyerek onları boğazlamaya kalkarsanız, bu durumda bu yaptığınız devrimcilik değil, fakat bürokratik küçük-burjuva gericiliği olur. Burada herşey baştan ve temelden bozuktur. Söze başlarken bu maddenin hassasiyet gerektiren bazı yönleri var derken, işte bunu kastediyordum.
Ama, demokrasisini kurmuş, iç tartışma zeminini açık tutan, haklar ve görevler bütünlüğünü, demokrasi ve disiplin diyalektiğini bir arada gözeten, üyelerinin ve örgütlerinin haklarına saygı duyan devrimci bir sınıf partisinde, partinin birliğini korumak ve savunmak mutlak bir yasa olmak zorunda. Partimizin tüzüğünde, örneğin en temel belgeler olan, partinin kimliğini belirleyen program ve tüzüğünün nasıl değiştirileceği de var sonuçta. Kongrede üçte iki çoğunlukla, partinin programı ve tüzüğü değiştirilebilir deniliyor burada.
Bütün bu yollar açıksa, bu temel üzerinde iç tartışma ve mücadelenin yolu açıksa, bu yolları kullanmak yerine, farklı düşünceler gerekçe gösterilerek bir partiye karşı kuralsız yıkıcı bir faaliyet yürütülemez. Buna kalkışacak birilerilerine karşı parti, bu yıkıcı ve bölüca faaliyeti ezip dağıtmak için gereken neyse bunu tam bir kararlılıkla yapar. Burada mesele bu. Partiden kopup gidene, gidecek olana zaten yapılabilecek bir şey yok, istediği kadar soysuz olsun, çekip gidecek olanın canı cehenneme. Ama soysuzluğunu partiye zarar vermeye vardırırsa, onu ezip etkisizleştirmek de partinin en doğal hakkıdır.
Bu hükümde tanımlanan sorunun özü ve özeti genel hatlarıyla böyle. Bir partili, programına, çizgisine, ilkelerine, taktiğine inandığı bir partiyi canı gibi savunur. Poliste düşmana karşı savunduğu gibi, örgütte de parti düşmanı bölücü ve hizipçi unsurlara ya da girişimlere karşı savunur.
Sol hareketin kötü gelenekleri
Bu sorun bu kadar açıksa, bu kadar açıklama niye diyeceksiniz. Bu kadar açıklama, bu konudaki olumsuz sol geleneklerden geliyor kuşkusuz. Demokrasinin boğulduğu yerde disiplin beklentisi gerçekten meşruluğunu yitiriyor. Parti birliği beklentisi meşruluğunu yitiriyor. Lenin daha en başta, parti disiplininin çerçevesine ilişkin son derece özlü bir formülasyon ortaya koymuştur; “Tartışma ve eleştiride özgürlük, eylemde birlik”! Bu formülün gereklerini yerine getirmek kaydıyla, tüzüğümüzün parti birliğine ilişkin hükmü devrimci bir parti için hayati önemdedir. Ama tartışma ve eleştirinin boğulduğu, hakların çiğnendiği bir zeminde, sonunda buna karşı her itirazı ya da karşı koyuşu anında bölücülük-hizipçilik suçlamasıyla boğmaya kalkmak, bir küçük-burjuva bürokratik tepkidir. Bu devrimci parti savunuculuğu değil, fakat bürokratik küçük-burjuva gericiliğidir.
Biz kendimiz böyle bir gericilikle geleneksel hareketten kopuş dönemimizde bizzat karşılaştık. Şimdi başka bazı gruplar bünyesinde bir takım cılız muhalif sesler çıktığında, bunların birileri tarafından parti birliği adına aynı gericilikle boğulmaya çalışıldığını görüyoruz. Bir partinin kendi içinde bile yıllarca bilinmeyen ideolojik metinler olabilir mi? Daha özel, daha teknik, gerçekten partiyi düşman karşısında deşifre edeceği için zora sokacak bazı sorunlar ya da bilgiler elbette olabilir, bir parti bunu gizler, bunu anlamak mümkün. Dört yandan gelen sürekli bir ateş altında mücadele ediyor devrimci partiler, kolay bir şey değil bu. Bu nedenle herşey her zaman açığa vurulmaz. Ama düşünsel sorunlar, ideolojik-politik nitelikteki görüş ayrılıkları hiçbir biçimde buna dahil değil. Tam tersine, bu çerçevedeki herşey açık olmalı, açıktan tartışılabilmelidir. Bir devrimci partinin bu tür bir açıklıktan yitireceği hiçbir şey yoktur. Tersine, sorunları tabanın gücü ve desteğini arkasına alarak en kolay biçimde aşmanın biricik yoludur bu.
Hiçbir demokratik ilke
ya da kural mutlaklaştırılamaz
Elbette biz komünistler hiçbir demokratik ilke ya da kuralı kendi içinde amaçlaştırmayız, bu tür bir mutlaklaştırmaya gidemeyiz. Öyle durumlar, öyle özel ve zor dönemler olur ki, devrimci bir parti düşünsel sorunları öncelikle kendi içinde tartışmayı ve çözmeyi de tercih edebilir. Örneğin savaş döneminde Bolşevikler bunu tercih etmişler. Bir takım teorik tartışmalarda Lenin, mümkünse yoldaşlarını bazı iç yazılarla, tartışma kamuoyuna taşınmadan, ikna etmek istiyor. Sorunu derhal kamuoyu önüne taşır, orada tartışırsak, siz de bu çarpık görüşlerinizi bu haliyle orada savunmaya kalkarsanız, kendi elinizi kolunuzu bağlarsanız, bu işi görüşlerin kemikleşmesine götürebilir ve sorunun çözümü iyice zora girer diyor. Demek ki, ideolojik sorunlar sözkonusu olduğu durumlarda bile, öncelikle partide tartışalım denebilmiştir. Olabilir bu, ama bu ihtiyacı abartmamak, dahası kötüye hiçbir biçimde kullanmamak lazım. Ve en önemlisi, görüş ayrılıklarını partinin kendisinden hiçbir biçimde gizlememek lazım, ki bu bizde artık bir tüzük hükmüdür de.
Biz 1. Konferansı izleyen talihsiz sürecin de verdiği dersle, o günden beri görüş farklılıklarını kendi içimizde tutma yoluna gitmedik. Gelecekte bu ihtiyacı duyabileceğimiz durumlar olabilir mi, bu konuda şimdiden bir şey söylenemez. Ama Bolşeviklerin örneği, Lenin’in bu çerçevedeki tutumu, duyulabilen durumların pekala olabileceğini de gösteriyor. Bu biraz yoruma, dolayısıyla istismara açık bir ifade olmakla birlikte, yine de aslolan partinin ve devrimin genel çıkarlarıdır, demek durumundayım. Biz marksistler hiçbir demokratik ilke ya da kuralın kendi içerisinde mutlaklaştırılamayacağını da çok iyi biliyoruz.
Parti tüzüğünü de donmuş, kalıplaşmış hükümler toplamı olarak değil, yaratıcı bir biçimde, amaca uygun bir biçimde anlamak ve uygulayabilmek gerekir. Önemli olan devrimci kaygılar, partinin ve devrimin genel çıkarlarıdır. Yineliyorum, bu elbette biraz subjektif bir ifade; neye göre “devrimin çıkarları”, neye göre “devrimci kaygı”? Kimi durumlarda yanıtı kolay olmayan sorular olabilir bunlar. Ama ciddi partiler bu zor problemleri hep belli bir kolaylık ve rahatlık içerisinde çözebilmişlerdir. Bu, bu partilerin mücadele içerisinde çelikleşmiş, kendi iç güvenini kurmuş, gelenek ve değerlerini, kural ve normlarını oturtmayı başarmış olmalarıyla da bağlantılı bir kolaylık ve rahatlık kuşkusuz.
Bolşevik partisi zorlu mücadeleler içerisinde pişmiş, sınanmış, geleneklerini ateş hattında oluşturmuş bir parti. Bu, tartıştığımız sorun çerçevesinde paha biçilmez bir avantaj kuşkusuz. 1916 yılında Lenin emperyalist ekonomistlerle tartışmayı içe kapatmaya çalışırken, bunu büyük bir rahatlık ve güven içerisinde önerebiliyor, orada en ufak bir olumsuz eğilim ya da hesap yok. Böyle algılanabileceğine dair bir kaygı da yok, Lenin’in kendisinde. Bunlar şimdi görüşlerini kamuoyu önünde yazarlarsa (aydın olduklarına da bakıyor), kendi tezlerini derinleştirmeye kalkarlar, insan psikolojisi buna müsaittir; oysa bir süre partinin içerisinde tartışırsak, belki de mevcut görüş ayrılılıklarını daha kolay çözebiliriz diye düşünüyor.
Biz kendi payımıza ne tartışıyorsak, iyi-kötü yayınlıyoruz bugün. Programın dördüncü kitabının sözünü ettim, orada koca bir tartışma yaşandı, kongrenin ilgili gündem maddesini tıkayacak kadar. Tutanakları yayınlanacak, oradan bu tartışmayı herkes bütün açıklığı ile öğrenecek. Partinin adı sorunu uzun uzun tartışıldığı halde, karar ancak üçte iki çoğunlukla alınabildi, kimin bu konuda ne düşündüğü, neden öyle ya da böyle düşündüğü, ilgili tutanaklarda bütün açıklığı ile yer alıyor, bunlar olduğu gibi yayınlanmış bulunuyor.
Polis buralardan giderek bir hareketi çok iyi tanıyor deniyor, bu çerçevede bazı yoldaşlardan zaman zaman gelen uyarılar var, bu konuda Ekim’e gelen mektuplar var. Bu kadar açıklık çok fazla, düşman bir partiyi bu kadar içinden tanıma olanağı bulmamalı, diyor bazı yoldaşlar. Bunlar haklı ve yerinde kaygılar ve uyarılar bir yönüyle. Zira bu tür bir açıklığın imkanları sayesinde, dıştan bakan için ve elbette düşman için, bireylerin eğilimleri, kimin neye nasıl baktığı, hatta parti içinde kimin kime nasıl baktığı bir biçimde bilinir olabiliyor. Tartışmalardan yansıyor bu bir biçimde.
Böyle sorunlar kuşkusuz var. Bizimki biraz açıklığa dönük bir çubuk bükmeydi bugüne kadar. Ama dengeyi yakaladıktan sonra, açıklık ilkesini, iç demokrasiyi az-çok sağlam biçimde yerleştirdikten sonra, bazı şeylere daha bir ölçü ve denge getirebiliriz, bu kadar da gerekmez diyebilir, bazı yoldaşlarımızın yerinde uyarılarını daha bir dikkatle gözetebiliriz.
Açıklık ilkesi ve partinin güvenliği
Değişmez ve tüm öteki tercihlerimizi belirleyecek temel kaygımız ne olacak? Temel kaygımız, doğal olarak devrimci sınıf mücadelesinin genel çıkarları olacak, partinin korunması olacak, düşmanın işini zorlaştırmak olacak. Bu kaygıyı devrimci kimliğimizi koruduğumuz sürece sağlıklı bir biçimde, amaca uygun bir biçimde gözetmeyi iyi-kötü başarırız. Devrimcilik bozulduğu andan itibaren de, o zaten kendini bir dizi başka alanda da dışavurur. İş çığrından çıkar, geriye yapacak çok fazla bir şey kalmaz bu durumda.
Bir yoldaş: Program tartışmalarına ilişkin olarak bu çerçevede ciddi bir sorun olabileceğini ben çok zannetmiyorum. Fakat kongrede örgütsel güvenlik sorunları çerçevesinde yapılan ve yayınlanan tartışmalarda zarar getirecek öğeler var bence. Bunların yayınında daha dikkatli, özenli ve ihtiyatlı davranılabilirdi. Örneğin bunlar yalnızca partiye sunulabilirdi, bununla yetinilebilirdi...
Evet, haklısın, bu konuda bir ihtiyatsızlık var, ölçü biraz kaçmış gibi görünüyor. Ama biz sözkonusu tutanakları henüz yayınlamadan önce bazı önemli darbeler yedik, biraz da bu yüzden onları yayınlamak bir gereklilik oldu. Demek istiyorum ki, olan olmuştu artık. Dikkat edilirse, partinin yeniden inşası süreciyle ilgili artık gereğinden fazla ketumuz, bu konuda fazlasıyla dikkatliyiz. Buna ilişkin sorunların güvenliği ilgilendiren ya da polisin işini kolaylaştıracak olan yönlerini artık açık tartışmalar halinde yansıtmıyoruz.
Kongrede altı çizilen ve bir tutum olark benimsenen sorunlardan biri zaten tam da bu konu üzerinedir. Parti kendi çalışmasındaki, güvenlik sorununa yaklaşımındaki tarz değişikliğini hiç değilse bir dönem polisten gizlemeyi başarabilmelidir. Bunlar parti içinde tartışılmalı, partililer bunları bilmeli, parti bu konuda mesafe aldıktan sonra, gerekirse bunlar ancak ondan sonra dışarıya yansıyabilmelidir. Bir devrimci parti tarzını düşmanın gözü önünde değiştiremez, değiştirmemeli. Tersine, düşman siz eski tarzınız üzerinden izlediğini sanırken, siz tarzınızı sessiz sedasız ve düşmanın kolay kolay kestiremeyeceği bir yönde ve biçimde düzeltmeli ya da değiştirmeli ve bu doğrultuda belirgin bir mesafe almalısınız. Öyle ki, polis onu farkettiğinde, müdahale etmek için hayli geç kalmış olabilmeli.
Bu çerçevede artık daha titiz davranıyoruz, daha az şey yansıyor basınımıza. Bu nedenle örgütsel cephede ne olduğuna ilişkin bir şey söyleyemez duruma da düşüyoruz kimi zaman. Deyim uygunsa, biraz sessiz ve derinden ilerlemek, ayağımızı daha sağlam bir biçimde basmak, geçmiş hataları tekrarlamamak, bu arada örgütsel yapımızı oturtup sağlamlaştırmak, ondan sonra ses getirmek istiyoruz. Artık örgütsel sorunları da daha soyut, daha genel planda ya da kongrenin ortaya koyduğu genel çerçevede tartışıyoruz. Kongremiz şunları belirlemiştir, bunlar gözetilmeli, uygulanmalı, vb. demekle, bunu işlemekle yetiniyoruz.
Aslolan partinin ve devrimin
genel çıkarlarıdır
Ama birkaç kez belirttim, bir kez daha yineliyorum. Biz biraz ölçüyü kaçırdık, açıklık ve demokrasiye ilişkin sorunlarda. Bu bir yere kadar anlaşılır bir durumdur; zira bu bir çubuk bükmedir, her zaman biraz böyle yaşanır. Bir şeyleri gidermeyi çalışırken, başka şeylere zemin açabiliyorsunuz. Demokrasi geleneği uygulamak istiyorsunuz, ama proletaryanın devrimci demokrasisinden anlamayanlara demokrasi uyguladınız mı, bu partiyi tahrip eden bir sonuç da yaratabiliyor. Bazı soysuz küçük-burjuva unsurlar bunu istismar edebiliyor, alıp demokrasicilik oyununa dönüştürülmek istenebiliyor.
Oysa bizim demokrasi kaygımız, devrime samimiyetle hizmet eden, kendini buna adamış insanlara, partinin yaşamını her açıdan etkileyebilme, denetleyebilme, eleştirebilme hakkı tanıyabilme kaygısıdır. Bu, devrimci olana tanınan bir haktır ve devrimcilerin elinde bu hakkın kullanımı yalnızca partiyi, onun düşünme ve savaşma kapasitesini güçlendirip pekiştiren sonuçlar yaratır. Ama bu aynı uygulama, devrimci olmayanların ya da devrimcilikten geri düşenlerin, zayıflayan ve bozulan unsurların elinde ters sonuçlara neden olabiliyor.
Bu biraz da böyle yaşanır, işin doğası gereği. Dolayısıyla yaşadığımız olumsuzluklar, öyle çok dramatize edilecek sorunlar değil. Toplam bilanço ve bundan sonrası üzerinden baktığımızda, bu uygulamada yaşadığımız çubuk bükmeden dolayı herhangi bir pişmanlığımız da sözkonusu değil. Ben sadece bir durumu, bir gözlemi dile getiriyorum, söylediklerim böyle anlaşılmalı. Nihayetinde biz bir demokratik gelenek de yarattık ve bu bizim için paha biçilmez önemde bir kazanımdır. Bir takım insanlar yazılarının yayınlanması istemiyle bize geldikleri zaman, net bir biçimde diyorlar ki, sizin böyle bir geleneğiniz var, bunu siz yaparsınız. Bu bir partiyi onore etmektir, bu bir partiye duyulan bir güvendir. Artık bizim böyle bir geleneğimiz var. (...) Bu tür yazılar başka bir yere gönderilmiyor, buna gerek görülmüyor. İnsanlar bu durumlarda nereye başvuracaklarını iyi biliyorlar. Bunlar partimiz için, onun adına son derece önemli kazanımlardır.
Evet, biz demokratik bir gelenek yarattık. Ama bizim demokrasimiz politik kaygıdan uzak bir demokrasi de değil. Biz şu veya bu yazıyı ya da belgeyi yayınlarken, elbette belirgin bir politik kaygı da taşıyoruz. Biz devrimci bir politik partiyiz, serbest kürsü değil, bunu önemle belirtiyorum. Bizim demokrasimiz devrime hizmet eder, etmelidir. Parti içi demokrasi için de aynı şey geçerli. İç örgütsel demokrasi bir partiyi zenginleştirir, bir partinin iç yaşamını canlandırır, partinin niteliğini yükseltir. Partide düşünce gücü yaratır, denetleme gücü yaratır, eleştirme gücü yaratır, sorgulama gücü yaratır. Ve en önemlisi de, bütün bunlar sayesinde onun iç birliğini ve savaşma gücünü pekiştirir. Bir parti bunlarla büyür, bir parti bunlarla güçlenir, bir parti bunlarla sarsılmaz olur.
İşin aslında bizim devrimci demokrasimiz de devrimci disiplinimiz içindir. Bir partide demokrasiden asıl amaç zaten onun devrimci birliğini ve savaş kapasitesini güçlendirmek içindir. Bizim kongre tartışmalarımızda da sorun böyle konulmuş, buna açıklıkla böyle işaret edilmiştir. Bir parti iç demokrasiyi kurarak, böylece kendi üyesine bir şey ihsan etmiş olmuyor. O üye zaten o partiye bilinçli ve gönüllü olarak hizmet etmek istiyor, bunu için hayatı da dahil herşeyini koymuş ortaya. Bu durumdaki bir devrimci partide, üyelere tanınan haklar niye bu partinin çıkarlarına aykırı olsun ki. Tam da partiye ve devrime katkılarını en iyi biçimde ortaya koyabilmeleri için üyelere bu haklar tanınmıştır ve üyeler de haklarını tam da bu doğrultuda kullanırlar, kullanacaklardır.
Küçük-burjuva bürokratik gelenekler
Bu böyleyse eğer, neden bazı partilerde bu haklar çiğneniyor, neden bu partilerin yönetimleri iç demokrasiyi boğuyor diyeceksiniz. Bu o partilerin genel ideolojik ve sınıfsal konumları ile ilgili bir durum. Bu tür partilerin ideolojisi sakat, değer yargıları, sorunlara yaklaşımları tartışmalı. Küçük-burjuva bürokrasisi dediğimiz, bürokratik örgüt geleneği dediğimiz bir olgu var. Bu ideolojik-sınıfsal karakter buna yolaçıyor. İnsanlar bunu akılsızlıklarından ya da kötü niyetlerinden yapmıyorlar ki.
(...)
Devrimci bir partinin iç düşünce yaşamını boğmaya hiçbir biçimde ihtiyacı yoktur. Görüş ayrılıkları durumunda bile bu böyledir. Devrimci bir parti ya üyesini/üye grubunu ikna edip kazanır, ya da onlar tarafından ikna edilir. Ya da görüş ayrılığı gerçekten ciddi noktalara varır, o zaten çatışmaya, bölünmeye ve kopmaya yol açar. Demokrasi herşeyi barışçı bir biçimde çözmez. Demokrasi bir iç savaş ortamıdır aynı zamanda. En ileri demokrasiler çoğu kere iç savaş ortamlarında doğmuştur. Eğer demokrasiyi biçimsel bir barış, çürütücü bir gübrelik olarak almazsanız, demokrasi kitlelerin en çok özgürleştiği, aktif yaşama en dolaysız katıldığı, kitlelerin iradesinin kendisini en dolaysız gösterdiği bir tarihi ortam demektir. Bu tam da devrimin kendisidir. Devrim büyük bir canlılık, bir alt-üst oluş, bir iç savaş demektir. İç savaş ortamı demokrasinin en çok gelişip serpildiği bir dönemdir de. Çünkü bu büyük kitle hareketliliklerine ve inisiyatiflerine sahne olur. Devrim dönemi, kitlelerin kendi tarihsel inisiyatiflerini en özgür, en dolaysız ortaya koydukları bir dönemdir.
Parti içi demokrasinin de, koşulları oluştuğunda böyle bir yönü, işlevi, bu türden sonuçları pekala vardır. Partide de iç savaş getirir demokrasi, getiriyor zaten. Sert çatışmalara, bölünmelere, ayrılıklara yolaçıyor. Ama önemli olan, bunu gerçekten devrimci bir kavga olarak yürütebilmektir. Yani oportünist manevralara, oyalamalara, aldatmalara başvurmamaktır. Köylü kurnazlığı ile işleri götürmeye kalkmamaktır. Geleneksel sol harekette maalesef işler çoğu durumda böyle yürütülür.
Partiye karşı açık ve dürüst davranmak
“Parti üyesinin görevleri” bahsinin sonraki şıkkıyla devam ediyoruz.
“f) Partiye karşı açık ve dürüst davranmak. Parti yaşamında eleştiri-özeleştiri silahını, parti kuralları ve değerleri temelinde sürekli bir biçimde kullanmak.”
Partiye karşı açık ve dürüst davranmak. Bu, devrimci bir partinin yaşamında çok temelli bir sorun. Bir partiden siyasi anlamı ve sonuçları olabilen hiçbir şey gizlenemez. Parti siyasetini ve parti örgütünü, dolayısıyla parti çıkarını ilgilendiren hiçbir bilgi partiden gizlenemez. Bunu gizlemek bir kusur değil, bir suçtur. Bir parti üyesi partisine asla yalan söyleyemez. Partisinden hiçbir biçimde bir şeyler gizleyemez. Partiye karşı gizlilik ya da özel sır olmaz, olamaz.
Burada kuşkusuz politik bir düzlemdeyiz. Sözkonusu olan bireysel yaşam sırları değil. Fakat parti çıkarlarını, parti yaşamını ilgilendiriyorsa, onlar da dahildir buna.
Çok uzatmak istemiyorum. Partiye karşı açıklık ve dürüstlük her parti üyesinin en temel görevlerinden biridir, bunun altını kalınca çizmekle yetiniyorum. Tabii buna karşılık olarak, parti de kendi üyelerine karşı açık ve dürüst davranmak zorundadır.
“... Parti yaşamında eleştiri-özeleştiri silahını, parti kuralları ve değerleri temelinde sürekli bir biçimde kullanmak.”
Eleştiri-özeleştiri, parti yaşamının canlılığının, hata ve zaaflardan sakınmanın ya da kurtulmanın temel, vazgeçilmez silahıdır. Bu, parti yaşamını devrimcileştirir, bozulma ve paslanmalara karşı korur. Bugüne kadarki sürecimiz üzerinden bakıldığında, bu silahı iyi kullandığımız söylenemez. Parti yaşamında zaman zaman beliren çeşitli sorunları zamanında ve parti çalışmasını zedelemeden çözememenin gerisinde aynı zamanda bu var. Partimiz bu silahı sürekli, etkin ve amaca uygun bir biçimde kullanmayı başarabilmek durumundadır. Bu tutum saflarımıza egemen kılınmak durumundadır.
Elbette sorun sadece eleştiri-özeleştiri silahını kullanmak da değildir. Dikkat ediniz, döne döne “amaca uygun bir biçimde” diyorum, bu çok bilinçli ve temel önemde bir ifadedir. Zira eleştiri-özeleştiri silahı doğru ve amaca uygun bir biçimde kullanılmazsa, tümüyle ters sonuçlar da doğurur. Partiyi canlandırıp devrimcileştirmek bir yana, bozar, demoralize eder, parti yaşamını, çalışma ve mücadele kapasitesini zayıflatan anlamsız sorunlara ya da karışıklıklara sürükler. Bu uyarım boşuna değildir; zira eleştiri ve özeleştirinin yozlaştırılması, az rastlanan bir durum değildir devrimci siyasal yaşamda.
Dikkat ediniz, tüzükteki hükümde de, bu silahın “parti kuralları ve değerleri temelinde” kullanımına özel bir vurgu var. Parti eleştiri ve özeleştiriyi kendini güçlendirmek için kullanır. Eleştiri ve özeleştiriye yaklaşımda şaşmaz bir amaç olmalıdır bu, bir parti değeri olarak benimsenmelidir. Geçmişte saflarımızda eleştiri adı altında öyle şeyler yapıldı ki, bazen bir çalışma alanını felç etti, tümden boşa çıkarabildi bir süre için de olsa. Bu eleştiri değil yıkıcılıktır, bunun eleştiri ile bir alakası yoktur. Eleştiri düzeltmeyi ve kazanmayı amaçlamalıdır, saldırdığı zaafa ya da soruna ilişkin olarak devrimci bir çıkış ortaya koymalıdır. Eleştiri asla sorunlar ya da zaaflar çetelesi çıkarmak, bunları sayıp dökmek ve öylece bırakmak değildir. Eleştiri, sorunları ya da zaafları çözümlemek ve bunların devrimci çözümünün yolunu-yöntemini ortaya koymaktır. Devrimci olan ve devrimcileştiren eleştiri budur. Eleştiri-özeleştiri, parti değerleri temelinde, parti çıkarları temelinde, devrimci kaygılar gözetilerek kullanılmalıdır. Bu silah doğru kullanıldığı zaman bir partiyi sadece güçlendirir.
“Parti kuralları” deniliyor ilgili ifadede. Burada sorunu daha dar, parti içinde düşünmemiz gerekiyor. Bir parti içinde uluorta tartışma olmaz. Parti bir savaş örgütüdür. Tabii ki tartışma hep olmalıdır, eleştiri hep olmalıdır, denetim hep olmalıdır. Ama herşeyin kuralı vardır ve yapılacaklar da bu çerçevede olmalıdır. Nedir bu kurallar örneğin? En basit ve en önemli bir nokta olarak söylüyorum. Organınıza ya da organ içinden bir yoldaşınıza eleştiriniz mi var; öncelikle organınızda, yani partinin meşru zemininde tartışmak durumundasınız bunu. Organınızda değil de kuytularda tartışırsanız, bu eleştiri değil, dedikodu olur. Örgüt yaşamınızı devrimcileştirmez, iyice bozar. Parti kuralları, basitçe örneğin bunu anlatıyor. Gelirsiniz, meseleyi kendi organınızda bütün açıklığıyla ortaya koyarsınız. Benim kendi organımdan öteye partinin yerel yönetici organına, dahası MK’sına söyleyeceklerim mi var diyorsunuz. Güzel, söyleyebilirsiniz, önünüzde birkaç yol var. Kendi organınız var, kendi organınızda gündeme getirirsiniz; yoldaşlar, yerel yönetici organın ya da MK’nın şu politikasıyla ilgili benim söyleyeceklerim var, bu konudaki görüşlerimin dinlenmesini istiyorum, bunun kayıtlarının tutulmasını istiyorum, dersiniz. Ya da doğrudan MK’ya yazma yoluna gidersiniz. Politik bir sorundur, dosdoğru gazetenize yazarsınız. Partimiz falanca platform hakkında böyle bir değerlendirmeye sahip, ama ben buna şundan şundan dolayı katılamıyorum; MK’nın bu konuda söylediklerinde şu eksiklik, şu fazlalık, şu isabetsizlik var dersiniz örneğin, derdiniz, sorununuz neyse olduğu gibi ortaya koyarsınız. Bunları yapmaz, organınızda bir şey söylemez, MK’ya gönderdiğiniz raporda dile getirmez, basınınıza bir şey yazmaz, ama kenarda köşede konuşursanız, eleştiri yapmış olmaz, suç işlemiş olursunuz. Bütün mesele bu zaten. Eleştiriyi, parti yaşamını bozan, dağıtan, kirleten tarzda değil, devrimcileştiren, güçlendiren bir tarzda yapmak gerekir.
Bu konuda bunları söylemekle yetiniyorum. Bunun ötesinde eleştiri ve özeleştiri silahının amacı, kullanımı, yöntemi, kuralları vb. üzerine elbette çok şey söylenebilir. Ama yeri burası değil bunun. Bu konuya ilişkin özel yazılarla yapılır, yapılmak durumunda.
İllegalitenin gereklerine ve gizlilik
kurallarına eksiksiz olarak uymak
“g) Parti örgütünün güvenliği için düşmana karşı uyanıklık göstermek. İllegalitenin gereklerine ve gizlilik kurallarına eksiksiz olarak uymak.”
İlk bakışta çok açık, herkesin bildiği, doğal olarak da uyacağı bir madde olarak görünüyor. Öyle değil ama. MK düzeyi de dahil, her düzeyde ihlallere vesile olan çok temelli bir sorunla karşı karşıyayız gerçekte burada. Örneğin, kongreyi izleyen dönemde yediğimiz darbelerde yönetici konumdaki yoldaşlarımızın çok dolaysız bir sorumluluğu var. Bunu “Devirmeyen Darbe Güçlendirir” başlıklı değerlendirmemizde açıkça ortaya koyduk. Demek ki bu düzeyde bile bu hatalar yaşanabiliyor ve çok ağır faturalara dönüşebiliyor. Bir partiyi kurduktan sonra, en güçlü, en iddialı, en tok olabileceğiniz, yeni atılımları gündeme getireceğiniz bir aşamada, bir yıl kaybetirebilecek denli ağır bir fatura ödeyebiliyorsunuz bu yüzden.
Demek ki çok hayati bir sorun. Siyasal yaşam bu tür hataları kaldırmıyor. Bu madde bu açıdan çok açık ama, maddenin gereklerine uymak sanıldığı kadar kolay olmayabiliyor gerçek yaşamda. Parti kendi üyelerinin bir görevini tanımlamakla kalmamalı, onları bu konuda, kendi deneyimlerini de en iyi biçimde kullanarak, sistematik bir biçimde eğitebilmeli, ki süreç içerisinde bu konuda mesafe alabilsin. Sorunu parti tüzüğü çerçevesinde ve parti üyesinin temel görev ve sorumluluklarından biri olarak tanımlamak da bu eğitimin ve onunla ulaşılmak istenen amacın bir parçası.
Siyasi poliste, mahkemede ve zindanda, parti
üyesi olmanın onuru ve sorumluluğu
“h) Siyasi poliste, mahkemede ve zindanda, komünist partisi üyesi olmanın onuru ve sorumluluğu ile hareket etmek. Düşmanın zulmünü yiğitçe göğüslemek, örgütsel sırları canı pahasına korumak.”
Bu da yeterince açık bir madde. Bu konuda öncelikle şunu söylemek gerekir. Bir partiye katılan üyeleri bu konuda peşinen sınamak kolay değil, mümkün değil bir yerde, bir garantisi de yok ayrıca. İnsanlar saflarımıza katılırlar, çok tok ve sağlam militanlar olarak görülürler, ama gerçekten ne kadar sağlam oldukları ancak siyasal yaşam sınavlarıyla ortaya çıkar. Parti bundan korkarak, aşırı bir güvensizlik duygusuna kapılarak, kapılarını yeni üyelere bu nedenle kapatmaz, bu tür bir darlığa mahkum etmez. Yapılması gereken, mümkün mertebe militanlarını bu konuda sürekli olarak ve sağlam bir biçimde teorik ve pratik açıdan eğitmektir. Partinin iç yaşamı ne kadar güçlü ve devrimci olursa, partinin mücadelesi ne kadar güçlü olursa, faaliyeti ne kadar güçlü olursa, başarıları ne kadar çok olursa, eğitimi ne kadar kuvvetli ve bütünlüklü olursa, bu meselelerde de o kadar çok sonuç alınır. İşin bir yönü bu.
Partinin saflarına katılmak isteyen militan, ben bu konuda da kendimi ölçüp biçtim, bu alanda da parti üyesi olmanın onuru ve sorumluluğu ile davranmaya hazırım der. Parti de kendisine başvuran bir üyeden bunu açık ve tok bir biçimde vaadetmesini bekler. Ama bu vaad kendi başına elbette çok şey ifade etmez. Ancak buradaki belirsizlikten kalkarak parti saflarına üye almamazlık da edemez. Ama bir parti bu meseleyi çok önemser. Parti üyesinin önünde bir görev olarak tanımlar, kendisi de o temel üzerinden kendi üyesini en iyi biçimde eğitmek için en azami çabayı harcar.
Artı, bu tanımda altını çizmek istediğim bir başka nokta var. Siyasi poliste, mahkemede ve zindandaki bu davranış, “parti üyeliği onuru” kavramı ile ilişkilendiriliyor. Parti üyesi olmanın bir onuru var; bunu bir temel değer olarak partide yerleştirmek çok önemli. Parti üyesi olmak bir onurdur ve parti üyeliği onuru herşeyin üzerindedir. Bu kavram çok önemli. Sorun buradan kavratılamadığı sürece, gene amaca tam ulaşılmış olmaz. Mesele, aman sakın zayıf davranmayın, partinin sırlarını koruyun, parti zarar görmesin meselesi değil. İnsan bazen bunu polise karşı kurnazlıkla da becerir. Önemli olan bunu parti üyeliğinin bir onuru olarak görmektir. Yani direnmeyi ve çözülmeyi herşeyden önce bir partinin onuru sorunu olarak da ele alabilmek, partiye üye olmanın vakarı, onuru ve şerefi ile hareket edebilmektir. Parti üyeliği onuru zaten partinin sırlarını canı pahasına korumaktan ayrı bir şey değildir, bu onur zaten anlamını da orada bulur.
Mesele siyasi polistte tutumdan ibaret de değil. “Siyasi poliste, mahkemede ve zindanda” deniliyor burada. Mahkemede bir basınç yok. Ama bir insan mahkemede soruna, iddialı bir devrimci olduğu sanısını yaratmadan, aman buradan bir yırtayım da diye bakarsa, bu insan parti üyeliği onurunu ayaklar altına almış olur. Bunun istisnaları olamaz mı? Elbette olabilir. Öyle durumlar olur ki, bir üye gerçekten çok özel koşullarda yakalanmıştır, hukuki olarak da sıyrılma olanağı vardır; bir parti üyesine tercihen, siyasal tavır göstermek çok gerekli değildir, diyebilir. Burada parti üyeliği onuruna aykırı bir şey yok. Parti sadece düşmanın bilgisizliğinden ya da bilgi yetersizliğinden de yararlanarak orada bir politik tercih yapıyor, düşmana karşı bir hiledir bu. Ama altını çiziyorum; bu, partinin kararı ve tercihi çerçevesinde olur, olmalıdır. Bunlar bizim kongremizde, poliste, mahkemede ve zindanda tutum bahsinde tartışılmıştır.
Tüm maddi olanaklarını
partiye açık tutmak
“ı) Partinin maddi olanaklarını titizlikle korumak ve geliştirmek. Tüm maddi olanaklarını partiye açık tutmak.”
“Partinin maddi olanaklarını titizlikle korumak ve geliştirmek”, bir parti üyesinin anlamını çok yönlü ve derinlemesine kavraması gereken temel önemde bir yükümlülüğüdür. Hesapsızlıklardan, ölçüsüzlüklerden, yanlış değerlendirme ve tercihlerden dolayı partinin mali olanaklarını heba etmek, bir partiye büyük mali faturalar çıkarmak pekala mümkündür. Nitekim biz bunu geçmiş siyasal yaşamımızda bazı çarpıcı örnekler şahsında gördük. Bir parti üyesi asla böyle hatalar yapmamalı, partinin maddi olanaklarını gözbebeği gibi korumalıdır.
Dahası, mevcut olanakları titizlikle korumanın ötesinde, bunları geliştirmek gibi bir yükümlülükle yüzyüze olduğunu unutmamalıdır. Her parti üyesi ve militanının bu yükümlülük üzerine sürekli olarak düşünmesi, buna yaratıcı çözümler bulması gerekiyor. Zira mali sıkıntının bir partinin faaliyetini zayıflatan, daraltan, hatta bazen felce uğratan sonuçları olabiliyor pekala. Kapitalist toplumda, piyasa ortamında siyasal faaliyetin kapasitesi bir yönüyle de doğrudan maddi imkanlara bağlıdır. Demek ki bu sorun göründüğünden de önemli, son derece ciddi bir sorun. Dosdoğru siyasal faaliyetinizin gücü ve kapasitesiyle, onu sürekli büyetebilmenizle ilgili bir sorun. Bu, bu açıdan çok çok önemsenmesi gereken bir sorun.
“... Tüm maddi olanaklarını partiye açık tutmak.” Bu da önemli bir sorun, fakat bizim bugünkü koşullarımızda parti üyelerimizin çoğu profesyonel devrimci olduğu için, anlamı somut olarak çok fazla anlaşılmayabilir. Zira bu profesyonel üyeler, maddi olanakları bir yana, parti ve devrim davası için tüm hayatlarını ortaya koymuş insanlardır. Fakat parti büyüdükçe, bu sorunun önemi daha iyi anlaşılacaktır. Parti ödentisi gibi sembolik bir katkının ötesinde, kendisinin ya da ailesinin maddi imkanlarını partiye açık tutmak, gerçek bir parti üyesinin temel önemde bir sorumluluğu olarak belirecektir. Bugün bile yer yer belli üyeler şahsında bu sorunun önemi kendini gösterebilmektedir.
Parti üyelerinden oluşan dar parti örgütü alanından çıkardığımız zaman, örneğin yurtdışı örgütümüz üzerinden bu soruna baktığımızda ise, bu sorunun anlamı ve önemi bütün açıklığıyla ortaya çıkmaktadır. Yurtdışı örgütünün partimizin mali ihtiyaçlarının karşılanmasındaki önemi, bu çerçevede yıllardır yaptığı katkılar elbette küçümsenemez. Fakat bu fazla da abartılmamalıdır. Parmakla sayılabilecek sayıdaki sınırlı yoldaşı bir yana bırakırsanız, yurtdışındaki taraftarlarımızın maddi olanaklarını partiye açık tuttuklarını söyleyebilecek durumda değiliz. Tersine, bencillik, hesaplılık, fedakarlık ruhu zayıflığı, bizim yurtdışındaki taraftarlarımızın da belirgin bir özelliğidir. Ülkede devrim için hayatını verebilen yüzlerce insan varken, yurtdışının elverişli ortamında yılda bir maaşını partiye bağış olarak vermenin abartılacak bir yanı yoktur (kaldı ki bu kadarından bile geri durabilenler var). İnsanlar çoğu durumda elimizde yok diyebiliyorlar. Elinizde yok ama, bunu dert ederek yaratmak pekala elinizde, yeter ki bunun bilincinde olun, bunun önemini yüreğinizde duyun.
Bu bir zihniyet sorunu, mevcut zihniyeti kırmak gerekiyor. Bu bize yabancı bir zihniyet. Bu, insanların kimliğinin bir parçasıdır, bir şey diyemiyoruz, denilemez. Biz insanlarımızı şu tüzükte tanımlanan normlarla, buna egemen bir bakışaçısıyla yetiştirmek istiyoruz. Bu tüzük herkesi ilgilendiriyor derken anlatmaya çalıştığım şey bu. İnsanlar ölçüsüz harcıyorlar, gereksiz harcamalar yapıyorlar. Oysa, biraz daha düzenli davransam da, partiye ayda bu kadar yerine şu kadar versem, bu partiye ek bir imkan sağlar; insanlar canlarını veriyorlar, ben de hiç değilse imkanlarımı en ileri düzeyde sunabilmeliyim diyebilmeli bir devrimci. Bu bakışaçısını saflarda yerleştirmek zorundayız.
(Ekim, Sayı: 218, Eylül ‘00)