H. Fırat
Tüzüğün kendisine geçmeden önce, program ve tüzük üzerine genel bazı düşünce ve gözlemlerimi ifade etmek istiyorum.
Partimizin gelişme sürecinde
gerçek bir sıçrama
Programımız ve tüzüğümüz artık yayınlanmış bulunuyor. Kuşkusuz bu iki temel belgenin içeriği ilk kez böylece öğrenilmiş olmadı. Kuruluş Kongresi’nde parti programı ve tüzüğü üzerine ayrıntılı değerlendirmeler ve tartışmalar yapıldı. Bugün yayınlanmış bulunan program ve tüzük de esası yönünden bu tartışmalar içerisinde bir sonuca bağlandı. Devrimciler bu değerlendirme ve tartışmaların içeriğini ve esaslarını, kongrenin hemen sonrasından itibaren yayınlanan kapsamlı tutanaklar üzerinden izlemek, incelemek, böylece bunların genel çerçevesi ve ana unsurları hakkında bir fikir edinmek imkanı da buldular.
Ama ben yine de, sözkonusu tartışmaların ışığında kesin biçimi verilmiş olan program ve tüzüğümüzün bugün yayınlanmış olmasını, partimizin siyasal yaşamında ileriye doğru çok büyük bir adım kabul ediyorum. İşçi sınıfının, emekçilerin ve bu ülke devrimcilerinin önüne bir sınıf partisi programı konulmuştur. Dostun ve düşmanın önünde bir bayrak yüseltilmiştir; işte partimiz bu temeller üzerinden yükselmekte, bu bayrak altında savaşmaktadır iddiasıyla çıkılmıştır. Bu büyük adım, partimizin siyasal yaşamında gerçek bir sıçramanın ifadesidir.
Program ve tüzüğümüz bizi aşmıştır
Partimizin programı ve tüzüğü, yıllara yayılan ve zorlu çabalara konu olan bir gelişme sürecinin ürünleri olarak ortaya çıktılar; bizim kendi öz emeğimizin, uzun, yoğun ve zorlu mücadelelerimizin ürünü oldular. Bu iki temel belge, kendi düşünsel ve pratik süreçlerimizin bugün geldiği noktanın ifadesidirler. Partimizin üzerinden yükseldiği temelleri oluşturmaktadırlar. Bu böyle olmakla birlikte, yine de, ilan edildikleri andan itibaren, program ve tüzüğümüz gerçekte bizi aşmış bulunmaktadır. Bugün biz somut durumumuzla onların gerisine düşmüş bulunuyoruz.
Bunu nasıl anlamamız gerekir? Bugüne kadar biz program ve tüzüğün önündeydik. Bir siyasal akım ve örgüt olarak vardık. Ama henüz programımız ve tüzüğümüz yoktu. Demek oluyor ki, ideolojik-politik ve örgütsel olarak hareketimizi bağlayan, temel hedef ve amaçlarını ortaya koyan, yol ve yöntemini, politik ve örgütsel tarzını belirleyen, tüm parti için bağlayıcı bir çerçeve yoktu. Oysa bugün artık var; artık bir programımız ve tüzüğümüz var. Ve partiyi bağlayan temeller olarak ortaya konuldukları andan itibaren, biz onların gerisindeyiz. Şimdi biz, mücadelemizi ve örgütlenmemizi ilgilendiren herşeyi onlara göre yeniden düzenlemek ya da kurmak sorunu ile yüzyüzeyiz.
Şimdi partimizin önünde, kendi siyasal mücadelesini ve çalışmasını programımızın çerçevesine oturtmak ve gereklerine uydurmak, bunu başarabilmek gibi bir sorun var. Bu programda tanımlanan amaç ve hedeflere yürümek sorunu var. Bu tarihi süreci başarıyla yaşamak ve ortaya konulan hedeflere ulaşmak, amaçları gerçekleştirmek sorunu var. Öte yandan, yine partimizin önünde, ortaya konulan tüzüğe uygun olarak, kendi parti yapısını, yaşamını ve işleyişini kurmak, parti kültürünü ve değerlerini geliştirmek, çalışma tarzını geliştirmek sorunu var.
Bunu şöyle de anlayabiliriz. Bu program ve tüzüğü elbette biz ortaya çıkardık, onlar bizim kendi öz ürünlerimiz oldular. Fakat ortaya çıkdıkları andan itibaren de artık biz onlara kesin biçimde bağlı ve tabiyiz. Artık onlar bize yön verecek, bizi şekillendirecek ve geleceğe taşıyacaklardır. Biz onları şekillendirip formüle ettik, ortaya çıkardık; ama bu süreç tamamlandığı andan itibaren, onlar partimizi bağlayan, partimizin siyasal ve örgütsel yaşamının çerçevesini belirleyen temeller olarak ortaya konuldukları andan itibaren, artık partinin önünde kendini onlara uydurmak, onlara göre şekillendirmek sorunu var. Program ve tüzüğümüz partimizi şekillendirecek ve geleceğe taşıyacaktır. Bu adımla birlikte, bizim en büyük kazanımımız da budur. Sıçramanın kendisi burada anlamını bulmaktadır.
Sınıfın, devrimin ve sosyalizmin
programı
Programımızın bizi aştığı gerçeğini, ikinci olarak, bir başka anlamda da ele almak durumundayız. Programımızı kamuoyuna sunarken, bunu bir partiden öteye, sınıfın, devrimin ve sosyalizmin programı olarak tanımlayıp ilan ettik. Oysa sınıf da, devrim de, sosyalizm de, biz onların tarihi temsilcisi olmak iddiası taşısak bile, tümüyle bizim dışımızda nesnel olgular ve süreçlerdir. İşçi sınıfı, biz en ileri unsurları üzerinden bir birleşme alanı yaratmayı başarsak bile, bir sınıf olarak bizim dışımızda bir toplumsal olgudur. Devrim, bizim irade katkılarımızla, ama yine de bizim irademiz dışında, toplumsal çelişkilerin derinden derine mayaladığı ve olanaklı kıldığı büyük bir nesnel tarihsel-toplumsal olaydır. Sosyalizm de yeni bir toplumsal düzen olarak, bu iki toplumsal-tarihi gücün ve gelişmenin ürünü olacaktır. Sosyalizm, sınıfın tarihi devrimci eylemi ve devrimin zaferi ile olanaklı hale gelecektir.
Demek oluyor ki; bu toplumsal ya da tarihi olgu ve olaylar tümüyle bizim dışımızda nesnel olgulardır. Bu böyle olmakla birlikte, eğer programımız onları nesnel bir biçimde içeriyor ise; yani bu program, belli bir grubun subjektif düşünüş tarzına, arzularına ya da ihtiyaçlarına değil de, gerçekten işçi sınıfının toplumda işgal ettiği yere, onun tarihsel amaçlarına ve çıkarlarına uygun düşen bir program ise, bu demektir ki programımız ilan edildiği andan bizi aşmıştır. Biz bir siyasal akım olarak bu programın çizdiği rotada ilerlemekte başarısız da kalabiliriz. Ama eğer bu program bilimsel temellere oturuyor ise, gene de tarihi devrimci anlamını ve önemini koruyacaktır. Bu anlamda da programımız bizi aşmıştır; o bizden öteye, Türkiye işçi sınıfının ve Türkiye devriminin programıdır. Zaten tutarlı devrimci bir program ise, bilimsel temellere sağlam bir biçimde oturuyor ise, başka türlü olması da düşünülemez. Eğer belli bir grubun subjektif düşünüş tarzının ve arzularının ürünü değil de, belli bir toplumdaki belli bir sınıfın ve belli bir toplumdaki belli bir tarihsel ihtiyacın (bunu toplumsal devrim olarak anlayınız) belirlediği bir program ise, buna uygun bir içeriği var ise, bu program oluştuğu andan itibaren bizi aşmıştır.
Basitleştirerek ve en sıcak olaylar üzerinden, anlatmak istediklerini örneklemek istiyorum. Bu programın bir “Acil Demokratik ve Sosyal İstemler” bölümü var. Bugünün Türkiye’sinde işçilerin, emekçilerin, bu arada emekçi köylülerin yaşadığı hoşnutsuzluklara, sınıflar mücadelesinde tartışma konusu olan sorunlara bakın. Buna işsizlik ve SSK sorunu olarak bakabilirsiniz, eğitimin ve sağlığın özelleştirilmesi olarak bakabilirsiniz, köylülüğün acılar ve sefalet içinde yıkıma uğratılması olarak bakabilirsiniz.
Bütün bu güncel ve yakıcı sorunlar üzerinden bakınız, bunların her birinin karşılığını şu veya bu şekilde bu programda bulursunuz. Bunları karşılayacak temel ve taktik hükümleri hep var. Dikkat ediniz, yalnızca taktik demiyorum, hem temel hem taktik diyorum. Buna teorik, stratejik ve taktik karşılıklar da diyebilirim. İşçi sınıfı ve emekçilerin en güncel ve yakıcı sorunlarının karşılığını, şu veya bu şekilde, programımızın teorik ve pratik bölümlerinde, teorik yaklaşımlarında, stratejik çözümlerinde ve taktik formülasyonlarında mutlaka bulabilirsiniz. Programımızın teorik bölümünde, bu sorunların asıl kaynağına, kapitalizmin onları üreten temel ve yapısal çelişmelerine ilişkin belirlemeleri ve bu sorunlardan nihai olarak kurtulabilmenin yolunu bulursunuz. Proletarya devrimine ilişkin bölümde, bütün bu sorunların proletaryanın devrimci iktidarı ve sosyalizm koşullarındaki çözümüne ilişkin hükümler bulursunuz. Sözünü ettiğim taktik bölümde ise, bu istemlerin kendisini, ya da onları da kapsayan formülasyonları bulursunuz. Demek ki, toplumda yaşanmakta olan sosyal çatışmanın nesnel mantığını ve temel görünümlerini ve kuşkusuz buna ilişkin devrimci çözümleri içeren bir programla yüzyüzeyiz burada, partimizin programı şahsında.
İşçi sınıfının ve emekçilerin bugünkü hareketlilikler içinde tepki ve protestolara konu ettiği sorunlar ile bu çerçevede dile getirdiği istemleri, biz hiç de henüz işçi sınıfına ve emekçilere taşımış değiliz. Sınıf bir yerde, biz ise henüz bir başka yerdeyiz. Ama programımız bunların özünü ve esasını, kaynağını ve çözümünü isabetle içerebiliyor. Bu, programımızın bilimsel niteliğine ve devrimci sınıf karakterine bir gösterge ve kanıttır. Devrimci temellere dayalı devrimci bir sınıf programı, bir partinin öznel niyetlerini ve ihtiyaçlarını değil, toplumdaki çatışmanın mantığını ve devrimci çözümünü bilimsel temellerde kavrar ve devrimci bir yorumla ortaya koyar. Sorunlar, bunun ürettiği sınıflar çatışması ve çatışan sınıfsal çıkarlar sizin dışınızda. Siz onu bir sınıf adına, bir sınıfın devrimci konumundan, temel çıkarlarından ve tarihi amaçlarından hareketle formüle etmeye çalışıyorsunuz. Eğer doğru formüle etmişseniz, eğer o nesnel gerçekliği, demek oluyor ki bilimsel esasları gözetmişseniz, böyle bir program, doğduğu andan itibaren, işçi sınıfının üzerinde mücadele edeceği bir temeldir gerçekte. İşçi sınıfı bugün bu temel tarihi mücadeleye hazır olsun olmasın, bu programın farkında olsun olmasın, onu bugün için benimsesin ya da benimsemesin, bu böyledir.
Mesele zaten kuru bir program metninin kendisi değil; bu çatışmanın mantığı, stratejik ve taktik ihtiyaçlarıdır, devrimci açıdan yönü ve geleceğidir. Bütün bunları doğru tanımlayabilmek, marksist bilimsel temeller üzerinde ortaya koyabilmektir önemli olan. Eğer biz ortaya bir program koymakla bunu başarabilmişsek; bu andan itibaren bu program bizi aşmıştır, o artık bizden öteyedir, o artık sınıfın, devrimin ve sosyalizmin programıdır.
İşçilere güven veren bir program
Gazetede parti militanlarının programa ilişkin görüş ve değerlendirmeleri yayınlanıyor. Bunların birinde, bir emekçi yoldaş programımıza ilişkin duyduğu heyecanı dile getiriyor. Köy kökenli bir işçi olarak, köyden de örnekler veriyor; köylünün sosyal yaşam koşullarını ve mevcut akibetini, dolayısıyla sorunlarını doğru gözlemleyen ve tanımlayan maddelerden oluşuyor diyor, programımızın “Tarım ve Köylü Sorunu” başlıklı alt bölümü için. Önemli olan işte bu; işçilerin ve emekçilerin, bu kökenden gelen devrimcilerin, programımızla gerçek yaşam ve sınıf ilişkileri arasında, işçilerin ve emekçilerin gerçek ihtiyaçları arasında, bu denli rahat ve açık bir ilişki kurabilmeleri, bundan hareketle partimize ve programımıza güven duyabilmeleri. Aynı işçi; ben bir işçi olarak bu partiyi, bu programı artık her yerde kolaylıkla savunurum; çünkü bu programın içeriği sınıfın bugün yaşadığı sorunlara ve onun temel ve taktik ihtiyaçlarına berrak ve güçlü yanıtlar veriyor, diyor. Bir komünist partisinin programı nasıl olur; bir işçi olarak ben bunu okuyup da anlayabilir miyim, bu konuda kafam açık da değildi, sonuçta bir program da görmemiştim; ama bu programı gördükten sonra, işçilerle ve emekçilerle tartışmalarımda, partimiz bu konuda bunları söylüyor, bu sorunlara bakışı ve bunlara ilişkin çözümü işte budur, diyebilecek gücü şu an kendimde fazlasıyla görüyorum, diyor yine aynı işçi.
Bir başka emekçi, ki konuya ilişkin görüşleri en önce yayınlanan bir yoldaştı sanırım, programımızı okuyup bitirdiğimde sanki ağır bir yük omuzlarımdan kalkmış gibi hissettim kendimi, sanki devrim olmuş, sosyalizm gerçekleşmiş, bugün acısını çektiğimiz yıkımın yaşadığımız sonuçları geride kalmış gibi hissettim kendimi, diyor. Bunlar işçi ve emekçi kökenli devrimcilerin son derece samimi, aynı ölçüde önemli ve anlamlı duygu ve düşünceleridir.
İşte işçilerden ve emekçilerden yansıyan bu bilinç ve duygu çok önemli. Sıradan emekçilerin karşısında, evet bugün bu toplumda bu sorunlar yaşanıyor; bu sorunlara bu toplumu yönetenlerin çözümü budur; işçi sınıfına ve emekçilere dayattıkları şunlardır; bunun karşısına bizim partimiz ise bu sorunlara şöyle bakıyor, onlara ilişkin olarak şu çözümleri sunuyor, emekçilerin önüne şu şu hedefleri koyuyor; onların ihtiyaçlarını şöyle ortaya koyuyor, diyebilecek gücü, rahatlığı, tokluğu, güveni ve özgüveni duymak çok önemli. Bu iki örneği bunun için verdim zaten. Bunlar, programımızın gerçekte sınıfın programı olduğuna belki küçücük ve tekil, ama son derece anlamlı ve açıklayıcı örneklerdir.
Programımızın teorik bölümünün
güncel önemi
Programımızın en genel ve soyut gibi görünen teorik bölümü üzerinden de bunlar örneklenebilir. Bugün teknik geliştirilerek, yeni üretim yöntemleri kullanılarak, fabrikadaki çalışma yöntemleri ve düzenleri değiştirilerek, daha az işçi ile daha çok iş yapabilmek, daha çok değer üretebilmek olanaklı hale gelebiliyor. Fakat bu sürecin kendisi, kapitalizm koşullarında sürekli bir işsizlik kaynağı oluyor. Programımızın teorik bölümüne, marksistleri ilgilendiriyor gibi görünen o en soyut bölümlerine dikkat ediniz, gündemdeki bu en pratik sorunun yanıtı vardır orada. Programımızın ilgili maddesi, tekniğin gelişmesi işgücüne olan ihtiyacı nispi olarak azaltır ve her türlü işgücünü (kadın ve çocuk emeğini) kullanma imkanı yaratır (ki bu da işgücü arzında büyük bir artış anlamına gelir); ve tam da bu gelişmenin kendisi, kapitalizm koşullarında, işçi sınıfının üstüne işsizlik kabusu olarak biner, diyor.
Kapitalizmin ideologları, teknik geliştiğinde daha az insanla daha çok iş yapmak olanaklı hale geliyorsa neden daha fazla insan çalıştıralım ki diyorlar, bunun kârlı olamayacağını dile getiriyorlar. Ama işte tam da burada sorunun kendisi ortaya çıkıyor. Kapitalizmde, toplumun ve insanın ihtiyaçlarına değil fakat kâra, kârlılığa bakılıyor. Kârlılığa göre bakıldığında ise, kapitalizmde tekniğin gelişmesi işsizlik demek oluyor. Bir taraftan bilim ve teknik gelişiyor, emeğin üretkenliği ve dolayısıyla zenginlik artıyor; öte taraftan buna paralel olarak işsizlik ve yoksulluk artıyor. Marks’ınKapital’i tam da bunu çözümleyip kanıtlıyor; servet-sefalet kutuplaşması dediğimiz olgunun, kapitalizmin gelişmesi ve işleyişi içinde kendini nasıl ortaya koyduğunu, en somut ve anlaşılır biçimde inceleyip çözümlüyor.
Peki bunun alternatifi ne? Doğal olarak programımız bu sorunun yanıtını da açık ve berrak biçimde içeriyor. Toplum insanlardan oluşuyor ve herşey insanın ihtiyaçları için olabilmek, üretim insanın temel ihtiyaçlarına dayanmak durumunda. Neden herşey bir avuç asalağın kâr ve zenginlik hırsına göre düzenlensin ki! Neden tekniğin gelişmesi refah artışının ve çalışma sürelerini kısaltmanın bir manivelası olmasın da, işsizlik ve yoksulluk kabusunun dayanağı olsun? Bugün toplumumuzun ve elbetteki tüm kapitalist ülkelerin gündemdeki en pratik sorunlarından biri tam da bu. Ama bu sorunun açıklaması, programımızın en soyut gibi görünen teorik bölümünde yer alıyor. Bu temel teorik gerçeği bu kadar basit bir biçimde işçilere propaganda edebilmek ve anlatabilmek mümkün.
Tekniğin gelişmesi ve bu sayede emeğin üretkenliğindeki artış ne demektir? Aynı işi çok daha kısa sürelerde yapabilmek demektir. Toplumun yarısını işsiz, dolayısıyla aç ya da asalak bırakacağınıza, bu arada toplumun geriye kalanını sekiz-dokuz, yer yer on saat çalıştıracağınıza, çalışma gücü ve kapasitesi olan herkese iş olanağı sağlayın, genel çalışma yükümlülüğü getirin, böylece 5 ya da 4 saatlik işgünü uygulamasına geçin. Aynı işi, dahası, daha da fazlasını yapmış olursunuz. Ama o zaman kârlı olmaz, diyor kapitalistler ve onların satın alınmış çanak yalayıcıları! Ama üretim denilen şey, insanların geçimi ve refahı için olmak durumunda, oysa kapitalizmda, özel mülkiyet düzeninde olmayan tam da bu. Kapitalizmin insana, insan ihtiyaçlarına yabancılaşması tam da burada ifadesini buluyor. Yıkılması zorunluluğu da buradan doğuyor.
Amacım burada programımızı çözümlemek değil, bunun yeri burası değil. Burada, programımızın ve tüzüğümüzün bizi aşan sınıf mantığını anlatmaya çalışırken, verdiğim örnekler bunlar. Ama bu vesileyle altını çizmiş oluyorum; parti programımızda en soyut, en teorik gibi görünen; dolayısıyla o kısmı işçileri fazla ilgilendirmiyor, marksistler kendi teorik bakışaçılarını, ilkelerini koymuşlar denebilecek bölümü bile, gerçekte bu denli somut ve pratik olabiliyor. Bu denli açık bir sınıf karakterine sahip. Üstelik geleceğin stratejik sorunları üzerinden değil, tam da toplumun gündemdeki yakıcı sorunları üzerinden. Bugünün işsizlik kabusu üzerinden...
Bu, programımızın teorik bölümündeki bütün maddeler için geçerli. Ben işsizlik örneğini verdim. Programdaki maddelere denk düşen her sorun üzerinden bu aynı örnekleme yapılabilir. Örneğin, bugünün en somut yakıcı sorunlarından biri olan köylülüğün yıkımı üzerinden de aynı durum gösterilebilir. Türkiye’de ilkel ve geri tarımsal üretim teknikleri ile üretilen pahalı yiyeği niye kullanalım ki, Avrupa’da ve Amerika’da bol ve ucuza üretiliyor, oralardan alınsın deniliyor. Bugün burjuvazinin propaganda aygıtı, başka ülkelerin ileri tekniği ile tarımsal ürünler ucuza üretiliyor, niye Türkiye’deki pahalısını kullanalım ki, niye köylüyü desteklemek için kentlere pahalı gıda maddesi sağlamak zorunda kalalım ki diyorlar, İMF uygulamasını savunup gerekçelendirirken.
Ama bunun arkası, halihazırda tarımsal üretim içerisindeki küçük üreticilerin yıkımı oluyor. Bu insanlar büyük acılar içinde yıkıma uğrayacaklar, bu onları ilgilendirmiyor. Hani kentlere giderler, sanayide iş bulurlar da denemiyor. Zira kentlerde, toplam olarak ülkede bunu emecek bir sınai gelişme yok. Tersine, kentlerde de sosyal yıkım var, işsizlik çığ gibi, yoksulluk büyüyor. Kapitalizm insana o kadar yabancılaşmış ki, hep de ekonominin ya da piyasanın gerekleri diyorlar, zira insan ihtiyaçları, bunun gerekleri onları hiç ilgilendirmiyor. Piyasanın olduğu yerde insan yok, müşteri var. Yıkıma uğrayan emekçi köylülük ne olacak sorusu ilgilendirmiyor, İMF reçetesini ve İMF savunucusu çanak yalayıcıları.
Ama programımızın en teorik, en soyut bölümünün ilgili maddesi (Kapitalizm/madde: 3), tam da bu olguyu dile getiriyor. Orada deniliyor ki; "Büyük çaplı üretimin teknik ve iktisadi üstünlüğü , (bunu bugün iktisadi sınırlar ortadan kalktığı ölçüde dünya ölçüsünde düşüneceksiniz; kapitalist ülkelerde ileri tekniklerle üretilen ucuz ve kalite bakımından üstün metaların başka toplumlara rahat akışını da bu çerçevede düşüneceksiniz), rekabet süreci içerisinde sermayenin gittikçe büyüyen yoğunlaşmasına ve merkezileşmesine yol açarken, herşeye rağmen yaşama gücünü korumaya çalışan köylüyü ve zanaatçıyı da sermayenin ezici egemenliği altına sokar."
Aynı sorunu aynı bölümün birinci maddesi üzerinden de ele alabilirsiniz; orada, kapitalizmin gelişme süreci köylü ve zanaatçının yıkım süreci ile birarada gider, deniliyor. Yıkamadığını da kendine tabi kılıyor, kendi ezici egemenliği altına alıyor, üçüncü maddede dile getirilen olgu bu. Tarımsal girdinin ve temel tüketim maddelerinin fiyatını belirliyor, emekçi köylüden satın aldığı ürünün fiyatını belirliyor, kredi kaynaklarını elinde tutuyor, faizi üzerinden artı emeğinin öteki bir kısmına el koyuyor, devlet doğrudan ya da dolaylı vergi alarak el koyuyor, vb... Emekçi küçük köylünün elinde, kala kala bir işçinin ücretinin yarısı kadar bir gelir ya kalıyor ya kalmıyor. Yani köylü, kendi toprağında mülkünün sahibi gibi görünüyor. Gerçekte ise sermayenin çok yönlü ezici egemenliği altında inliyor. Bu egemenlik onu eziyor, tüketip boğuyor, bir yerden sonra da tümden yıkıyor, işsiz proleter olarak bir yerlere fırlatıp atıyor.
Eğer bunlar toplumun temel gerçeklikleri ise ve programımız bunları içeriyorsa, bugün toplumda nesnel bir konuma sahip sınıf ve tabakaların konumlarına, çıkarlarına, ihtiyaçlarına doğru tanımlamalar ve çözümlemeler getirebiliyorsa, ve en önemlisi, bunu belli bir sınıfın, işçi sınıfının devrimci bakışaçısıyla yapıyorsa, bu program bizi aşmıştır, o artık sınıfa, işçi sınıfına aittir.
Yol gösterici çerçeve
Tüzüğü de bu noktada programdan ayırmıyorum. Parti tüzüğümüz tam nasıl ele alınıyor, nasıl anlaşılıyor, doğrusu merak da ediyorum. Parti tüzüğümüze bakınca insanlar daha çok ne görüyorlar? Örneğin bir kongrenin kaç senede bir toplanacağı, delegelerin nasıl seçileceği, daha çok bunlar mı görülüyor, yoksa daha esaslı başka şeyler de görülebiliyor mu? Parti tüzüğümüze daha yakından bakılırsa eğer, ki tek tek maddeler üzerinden bunu burada yapacağız, orada ancak modern toplumdaki belli bir sınıfın kültürüyle, değer yargılarıyla, üretim ve yaşam alışkanlıklarıyla bağdaşabilir değerler ve davranışlar sisteminin tanımlandığı görülecektir.
Ben parti örgütümüz adına, bunları, parti tüzüğümüzde tanımlanan kuvvet, kapsam ve sadelikte yaşayabildiğimizi ve uygulayabildiğimizi söyleyebilecek durumda değilim. Parti tüzüğümüzde örgüt yapısı, işleyişi, yaşamı ve değerleri üzerine ortaya konulan hemen herşey, bizim kendimizi uydurmamız gereken bir çerçeveyi çiziyor, ulaşmamız gereken bir düzeyi gösteriyor. Parti tüzüğümüz işte tam da bu nedenle ve bu anlamda bizi, parti örgütümüzü aşmıştır. O şimdi bizim için bir örgütsel pusuladır. Bizim örgütsel cephede ne yapmamız, nasıl bir örgüt yapısı, yaşamı ve işleyişi kurmamız, nasıl davranmamız, hangi değerler sistemi içerisinde hareket etmemiz gerektiğini, bağlayıcı bir çerçeve halinde tanımlıyor. Ama biz henüz bunu gerçekleştirebiliyor, bu çerçevede davranabiliyor değiliz. Eğer bu böyle ise, bu durumda, ilanıyla birlikte parti tüzüğümüz de bizi aşmıştır. Önümüzde, kendimizi ona göre gözden geçirmek, kalıba dökmek, düzenlemek ve yenilemek sorunları var.
Partimizin inşa süreci içerisinde ortaya çıkan program ve tüzüğümüzün bizi aşmasını ve giderek partimizi geliştirip güçlendirecek etkenlere dönüşmesini, bu çerçevede kavramak gerekiyor.
Bu iki nokta doğruysa eğer, program ve bu tüzüğümüzün, Türkiye’deki sınıflar mücadelesi sürecinde, dolayısıyla o sürecin bir tarafını tutan Türkiye’nin sol hareketi tarihinde, gerçek bir kilometre taşı olması gerekir. Programımızın ve tüzüğümüzün bilimsel temelleri ve devrimci niteliği, bizim öznel bir tanımlamamız ve yakıştırmamız değil de bir gerçeklik ise eğer, programımız toplumu belli bir sınıfın bakışaçısından doğru bir biçimde kavrıyorsa ve toplumun bugünkü çözümsüz temel sorunlarına devrimci çözümler sunan karaktere ve kapsama sahipse eğer, bu durumda program ve tüzüğün yayınlanmış olması, bu ülkenin sol tarihinde ileriye doğru atılmış muazzam önemde bir adımdır. Ve elbette bu adımı, bu ülkenin devrimci tarihinden ve birikiminden ayrı değildir; ondan ayrı düşünülemez ve kavranamaz. Bu gerçeklik bizzat programımız tarafından saptanmış, tanımlanmış, dile getirilmiştir. Programımızın sonunda deniliyor ki; bu program yalnızca dünya tarihi ölçüsünde sosyalizmin 150 yıllık teorik ve pratik birikimi üzerinde değil, yanısıra Türkiye’deki devrimci mücadelenin mirası üzerinde yükseliyor, onun eleştirel bir genellemesine dayanıyor. Ondan kök alıyor, ama onu aşıyor. Onun kalıcı özünü, onun ortaya çıkardığı deneyimlerin de ışığında süzerek formüle ediyor.
Program üzerine tartışmalarımızda Ümit yoldaşın bir sözü vardır. Partimizin programının ilanı, gerçekte kendinden önceki bütün programların geçersizliğinin ilanıdır, diyor yoldaş. Tabii ki biz geçersiz ilan ettik diye kimsenin programı geçersiz hale gelmiyor. Ama sorun da, burada kastedilen de bu değil zaten.
Eğer partimizin programı bilimsel temellere oturuyorsa ve devrimci bir niteliğe sahip ise, işçi sınıfı bakışaçısını ifade eden ve devrimci sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt veren tek gerçek program budur, bunun karşısında tüm öteki iddialar çökmüştür, demek istiyor Ümit yoldaş. Ama hiçbir şey boşlukta bulunmaz. Mevcut tüm öteki programlar da, sadece işçi sınıfını temsil etmek iddiasında boşluğa düşüyorlar. Oysa her programın bir toplumda iyi-kötü ifade ettiği, denk düştüğü bir sosyal eğilim, bir sosyal çıkar, bir sınıfsal ya da katmansal konum muhakkak ki vardır.
Sağlam bir program ve tüzük bilinci
Bir program şekillendiği andan itibaren bir partiyi kuşatabilmeli. Bir tüzük oluştuğu andan itibaren bir partinin yaşamında, tutum ve davranışları belirleyen bir basınç etkenine dönüşebilmeli. Tüzük böyle diyor denebilmeli, o belirleyici ve yönlendirici bir çerçeve işlevi görebilmeli.
Kuşkusuz programlar ve tüzükler partilerin yaşamında bu olumlu işlevi kendiliğinden yerine getirmezler. Partilerin bu temel silahları bilinçli olarak ve etkin bir biçimde kullanabilmeleri gerekir. Ancak böylece gerekli yararı sağlarlar. Çoğu durumda, partiler ortaya program ve tüzük koyuyorlar ve bunları çok geçmeden bir tarafa atıyorlar. Bu parti ya da örgütlerde gerçek hayat bir başka türlü yürüyor. Eğer partimizin programını ve tüzüğünü fiiliyatta biçimsel metinlere indirgersek, dolayısıyla onları biçimselleştirir ve bir tarafa itersek, bizim için de pekala aynı sonuç çıkabilir ortaya, bunun bir garantisi yoktur. Ama bir program ve tüzük bilinci geliştirme, buna dayalı bir parti kültürü oluşturma ve yerleştirme çabası, bizim bu konudaki bakışaçımıza ve niyetimize de bir gösterge. Program ve tüzüğümüzü biçimsel belgeler durumunda bırakmak istemediğimizi, bugüne kadarki davranış ve hassasiyetimizle yeterli açıklıkta gösterebildik sanıyorum.
Bu konudaki titizliği ve hassasiyeti koruduğumuz sürece, programı kendi siyasal mücadelemizin bir çerçevesi; tüzüğü kendi örgütsel yaşamımızın bir çerçevesi olarak kullanma ısrarını gösterdiğimiz sürece, bunlardan en ileri düzeyde yararlanmayı da başarabileceğiz demektir.
Bu, aynı zamanda bir partinin ciddiyeti ve özsaygısı ile de ilgili bir sorundur. Programına ve tüzüğüne bakılmaya ihtiyaç duyulmayan, kendi üyeleri tarafından siyasal yaşamı programın ışığında, örgüt yaşamı tüzüğün ışığında gözetilmeyen ve düzenlenmeyen bir parti, kendi kendine saygısızlık ediyor demektir. Program ve tüzüğünün bu parti için bir değeri ve işlevi kalmamış demektir. Böylesi bir durumda, doğal olarak programın ve tüzüğün de bir değeri ve işlevi kalmaz.
Partimizin kongresindeki tartışmalarda, tüzük bizim için biçimsel bir belge değildir, böyle baksaydık, ortaya bir tüzük koyma yoluna gitmezdik, deniliyor. Böyle bakmadık ve bu çerçevede programımızı ve tüzüğümüzü sanıldığından da çok ciddiye alıyoruz. Tüzüğümüz; bir parti üyesi hakkında, eğer ciddi bir suçu varsa, bir hükme varılmadan önce onu dinlemek bir zorunluluktur derken, basit bir teknik-hukuksal yetkiyi tanımlamış olmuyor aslında. Orada temel önemde bir anlayışı, bir yaklaşım tarzını tanımlamış oluyor. Oradaki o teknik hüküm, o anlayıştan süzülmüştür. Onun bir ideolojik-politik özü vardır, mesele de budur. Ve bizim tüzüğümüz, bir takım biçimsel belirlemeleri bir yana bırakırsanız, baştan sona kadar budur, böyledir.
Kaldı ki en biçimsel gibi görünen hükümlerin gerisinde bile net bir bakışaçısı sorunu vardır. Biçimsel belirleme dediğiniz nedir? Örneğin böyle görünen bir maddede deniliyor ki; parti kongresi iki yılda bir toplanır. İlk bakışta biçimsel görünüyor bu hüküm, değil mi? Yani zaman periyodu üzerine bir belirleme yapılmış, bu sorun bir hükme bağlanmış. İyi ama, iki yılda bir toplanması ile dört yılda bir toplanması arasındaki fark nereden geliyor acaba? Dönüp bu tercihin gerisindeki mantığa baktığınız zaman, gene tümüyle ideolojik-politik bir özle karşılaşırsınız.
Parti tüzüğümüzdeki her biçimsel gibi görünen hükmün gerisinde gerçekte bir ideolojik-politik öz vardır, bir kaygı ya da yaklaşım tarzı sorunu vardır. Dolayısıyla bu hükümler de buradan hareketle formüle edilmiştir. Özü çıkaramadan biçimi formüle edemezsiniz. Biz yıllarca; bir tüzük koymakta çok da acele etmeyelim, örgüt yapısına, yaşamına, işleyişine vb. bakışımızı kendi örgüt yaşamımızın da deneyimleri ışığında geliştirip netleştirelim; sonra buradan süzülmüş özü, teorik bakışaçısının ve tarihsel deneyimlerin ışığında, bir tüzük formuna kavuşturalım; sonra da artık parti yaşamımızı bu tüzük belirlesin, dedik ve sonuçta böyle de yaptık. Böyle yapmadığınız, bir örgütün bir de tüzüğü olur deyip tez elden biçimsel bir belge oluşturmak yoluna gittiğiniz zaman ne olur? Bir takım tüzükler bulursunuz; yapısı nedir, sistemi nedir, bunlara bakıp biraz yararlanarak, daha çok da kopya ve adaptasyonla ortaya bir metin çıkarırsınız. Ama gerçekte o sizin örgüt yaşamınızda işlemez, size bir faydası da olmaz. Sadece ele güne karşı, işte bizim de tüzüğümüz var, demek imkanı elde etmiş olursunuz.
Ama mesele ya da ihtiyaç, hiç de ele güne karşı bir tüzüğün ya da programın olup olmaması meselesi değil ki. Siyasal mücadelenin özüne ve ihtiyaçlarına uygun olmak kaydıyla, program ve tüzük, bir partinin yaşamında en temel belgelerdir. Bir parti herşeyden önce bunlarla bir partidir. Bunlar, parti iddiasının yanısıra, siyasal ve örgütsel yaşamınızın temellerini ve çerçevesini ortaya koymak anlamına geliyor. Bunlarsız parti olmaz. Kuşkusuz tek başına bunlar oldu diye kimse parti olmaz, ama bunlarsız parti de olmaz.
Parti bilinci ve parti bağı
Programımız ve tüzüğümüz parti yaşamımızda gerçek bir sıçramayı ifade ediyor dedim. Bunun bir başka yönüne de değinmek istiyorum. Her siyasal akım normalde bir sınıfı temsil etmek iddiası ile ortaya çıkar. İlişkiler temelde ideolojik ve siyasal ilişkilerdir. Yani, bir siyasal akımda biraraya gelmiş insanları, bir sınıfın davası ve çıkarları biraraya getirir. Bu mantıksal olarak böyle olmak durumundadır.
Bir parti, gerçekten kendine kılavuzluk edecek, kendi siyasal ve örgütsel yaşamını belirleyecek bir program ve tüzük ortaya koyduğu andan itibaren, kişisel bağlara, kişisel duygulara ve tercihlere bağlı olan herşeyi eriten, yerine parti bağını, parti değerlerini, parti ölçülerini koyan bir zemine de kavuşmuş olur. En başından itibaren ideolojik temelleri olan bir siyasal akım olarak gelişmiş olsak da, parti olmayı başaramadığımız sürece, bir parti programı ve tüzüğüne, dolayısıyla bu temeller üzerinde şekillenen bir siyasal-örgütsel yaşam zeminine kavuşamadığımız sürece, parti bağı ve parti kültürü hep zayıf ve zaaflı kalacaktır. Nitekim kalmıştır, bir sürü sorun kişisel ölçüye girebilmiştir. Pek çok sorunda sonucu kişisel ilişki, kişisel bağ, kişisel etki, kişisel yakınlık-uzaklık, kişisel duygular, sempatiler ya da antipatiler etkileyebilmiştir.
Programa ve tüzüğe dayalı bir parti yaşamı, bütün bunların yerine parti bağını, parti kültürünü, parti ölçüsünü, parti değerlerini geçirmek demektir. Bizim program ve tüzükle birlikte kavuştuğumuz, elde ettiğimiz en büyük kazanım budur. Bir başlangıç olarak anlaşılmak kaydıyla, bu bizim için temel önemde bir kazanımdır.
Artık bizim için birleştirici bağ program bağıdır. Bu program temeli üzerinde anlaşmak kaydıyla, insani olarak en zor anlaştığımız insanlarla bile örgüt saflarında biraraya gelebiliriz. Burada anlaşma zemini hiç de kişisel duygular ya da ölçüler değil, fakat parti programı, bu programda tanımlanan ilkeler, amaçlar ve hedeflerdir. Bu ilkeler ve amaçlarda birleşiyor muyuz, bu ilkeler ve amaçlar uğruna mücadele etmede anlaşıyor muyuz, bu mücadelenin örgütsel formu, bu örgütün davranış normları üzerinde anlaşıyor muyuz, o halde biz parti ve dava yoldaşlarıyız. Aynı kavganın içerisinde, aynı sınıfın safındayız, aynı davanın peşindeyiz. Artık öteki herşey buna tabidir, öteki herşey bunun karşısında talidir. Parti bağı, parti kültürü budur, burada anlamını ve ifadesini bulur.
Eğer biz programımızı ve tüzüğümüzü, iddialı ama cansız ve işlevsiz metinler durumuna düşürmeyeceksek, buradaki zihniyeti mümkün mertebe edinmek ve kendi siyasal yaşamımıza sindirmek durumundayız.
Tüzük maddelerini tartıştığımız zaman göreceğiz; örgüt ilişkileri ve yaşamımızda ortaya çıkan sorunların hemen hepsi konusunda partinin bakışı ve çözümü var tüzükte. Gerçekten neyin ne olması ve nasıl olması gerektiği var orada. Bütün bunları tüzüğü madde madde irdelerken göreceğiz.
Eğer herşey var ise, partiye bir samimi bağlılık sözkonusu ise, bundan böyle siyasal ve örgütsel yaşamda onları edinmek, onları gözetmek, ilişkileri, yaşamı, mücadeleyi buna göre kurmak gerekli. Ben buradan yalnızca ileri ve militan devrimciliği kastetmiyorum, basbayağı davranış tarzını kastediyorum. İlişkiler sistemini kastediyorum. Sorunlara çözüm şeklini kastediyorum örneğin. Eleştiri-özeleştiriyi, kollektivizmi, disiplini, karar alma süreçlerini, irade oluşma tarzını, vb., vb.’ni kastediyorum...
Partinin programı ve tüzüğü buna hizmet etmediği sürece, bunlar gerçekten sadece biçimsel belgeler olarak kalır. Geçici bir heves ve ilgi yaratır, ama çok çabuk da eskiyip geride kalır bunlar. Ama eğer siyasal yaşamı ciddiye alıyorsanız, bu çerçevede programınızı ve tüzüğünüzü ciddiye alıyorsanız, bunların eskimesi mümkün değil. Tersine, süreç ilerledikçe, değeri çok daha iyi anlaşılır, çok daha iyi sindirilir, çok daha etkili bir silah olarak kullanılır.
Şu an bu silah bizim elimizde en az etkili konumdadır. Neden? Çünkü henüz sınıftan ve kitlelerden uzağız. Sınıflar çatışması düzlemi hem toplumda yeterince olgunlaşmamış, hem biz onun içerisinde gereğince yer tutmuş değiliz. Bu nedenle bu aşamada nispeten zayıf ve işlevsiz bir konumdadır parti programı. Ama mücadele kızışsın, parti bu mücadele içerisinde bir yer tutsun, programımız işte o zaman çok daha anlamlı hale gelecektir. Mücadelede başarı sağlamanın, mücadeleyi doğru bir çizgide ileriye taşımanın temel bir dayanağı olacaktır.
Parti tüzüğümüz tüm parti militanları
için yolgöstericidir
Burada konumuz asıl olarak parti tüzüğümüzün madde madde irdelenip açıklanmasıdır. Parti Tüzüğü Üzerine başlıklı kitabımızda genel olarak tüzük sorununun pek çok yönü ortaya konulmuş bulunuyor, üstelik parti kongresinde. Bu nedenle burada sorunun genel ilkesel-ideolojik çerçevesi, anlamı ya da işlevi üzerinde durmak yerine, ortaya konulmuş tüzüğün kendisi, tek tek maddeleri üzerinde durulacaktır. Genel ilkeler bölümünden başlanarak, özellikle tartışılmasında yarar olan noktalar üzerinden madde madde irdelenecektir parti tüzüğü.
Kuşkusuz parti tüzüğü herşeyden önce parti örgütünü ilgilendiren, onun yaşamını belirleyen bir belgedir. Ama burada partinin bir dizi meseleye bakışının kendi iç yaşamını düzenlemeye de yansımasıdır sözkonusu olan. Parti, genel planda, şu veya bu meseleye bakışı üzerinden, kendi iç yaşamını düzenleyen kurallar sistemini de tüzük şahsında ortaya koymuştur. Biz parti tüzüğünün oluşumunu da olanaklı kılan bu genel yaklaşımları bilirsek, bunların kendi siyasal mücadele sürecimiz içerisinde bizim için hayli anlamlı, hayli yol gösterici şeyler olduğunu görmekte de güçlük çekmeyiz.
Daha önce de söyledim. Yöntemsel sorunlara, tüzüğün anlamına ve işlevine girmeyeceğim. Bunlar kitap olarak şimdiden zaten var. Ve ben burada yapacağımız değerlendirme, açıklama ve tartışmaların, bu kitabı alıcı bir gözle incelemeyi özendireceğine de inanıyorum. Genellikle örgütsel sorunlar daha az ilgi çekiyor. Sizin bulunduğunuz ortam bu ilgiyi iyice azaltıyor. Oysa, tam tersine, burada çok daha fazla ilgi göstermek gerekir bu sorunlara. Bu, örneğin açık çalışma içerisinde yer alan militanlarımız için de böyle olmalıdır. Yasadışı bir örgüt yaşamına uzak oldukları ölçüde, örgütün yasadışı yaşamına, dolayısıyla yasadışı çalışmanın sorunlarına çok daha özel bir ilgi göstermek durumundadırlar. Ona ilişkin metinleri çok daha dikkatle okumak, anlamaya çalışmak, pratikte doğal olarak yaşadıkları boşlukları, okuma, inceleme, kavrama çabasıyla gidermek zorundadırlar.
Örgütün dışında olmak, tam da bu nedenle, örgüte, örgütün içine bir ilgi getirebilmeli. İçinde yer alınmayan siyasal yaşam alanına ilişkin sorunları özel bir ilgi ve dikkatin konusu yapılabilmeli. Bunun siyasal yaşamımızda bize fazlasıyla yararlı, bizim için fazlasıyla işlevsel olduğunu görmekte gecikmeyeceğiz. Eğer parti tüzüğündeki ideolojik bakışaçısını ve partinin bu çerçevede saptadığı esasları kavrayıp sindirebilirsek, bunu kendimize kılavuz olarak alırsak, bu sayede birçok sorunumuzu da çok daha kolay bir biçimde çözebiliriz. İlişkilerimizde, faaliyetimizde, çalışma tarzımızda, bir dizi başka alanda yaşadığımız, bizi ezen, boğan, bunaltan, ilişkilerimizi paralize eden bir sürü sorunu çözmenin düşünsel anahtarı var burada. Ve eğer biz gerçekten kendi alanımızda parti çizgisi temeli üzerinde mücadele eden partili militanlar isek, bundan en iyi bir şekilde yararlanmaya bakmalıyız.
(Ekim, Sayı:216, Temmuz ‘00)