Logo

Sorunları aşmanın yolu onlarla yüzleşmekten geçer!


Sorunları aşmanın yolu onlarla yüzleşmekten geçer!

 

İleriye dönük gelişmeler, çelişki ve çatışmanın olduğu yerde mümkündür. Yönü genelde ileriye dönük olmakla birlikte, tarihsel gelişimin çalkantılı seyri, “anda yaşayan geçmiş”i gözardı eden tarafın geçici üstünlük sağlama olasılığını dışlamaz. Çatışma, -toplum genelinde veya genelin bir parçası olan bireyde- yeninin eskiye, gelişmekte olanın ayak bağına dönüşene, geleceği temsil edenin geçmişe sarılana üstün geldiği yerde, sıçramalı ilerlemenin önünü açar.

Çelişki, çatışma, gelişim diyalektiğinin çalkantılı seyir izlemesi, bu tabloyu bütünleyen sorunlar yumağının varlığını da zorunlu kılar. Kapsamı, düzeyi farklı olsa da hem bütün hem onu oluşturan parçaların gelişim seyri, doğal olarak belli sorun alanlarını da içerir. Geçmişle hesaplaşmanın dışa vurumu olan çelişkiler ileriye doğru aşıldığında, gelişimi köstekleyen sorunlar da esası yönünden geride bırakılır. Kuşkusuz ki, her dönemin kendine özgü sorunları vardır ancak belli bir eşik atlandıktan sonra sorunların boyutu ve niteliği farklı bir hal alır.

Çelişkinin/çatışmanın ileriye dönük adımlarla şu veya bu şekilde zamana yayılarak aşılması, ideale yakın bir süreç tutturmanın zeminidir. Verili koşullarda bu düzeyi yakalamak kolay olmasa da, devrimci irade ve kararlığın olduğu yerde bunu başarmanın önünde bir engel de olmayacaktır.

Kabul etmek gerekiyor ki, belli bir çaba harcanmasına rağmen, bazı zorlanmalar da yaşanabilmektedir. Bir takım gerilimlere vesile olsa da, bu tür durumları yine de kolektif yönlendirme, uygun yöntem, bireysel/iradi devrimci çaba ile aşmak mümkündür.

Burada tartışmak istediğimiz konu, devrimci militanın geçmişin izleriyle mücadele ederken karşılaşabileceği zaaflar veya -düzenin içimizdeki yansımasından başka bir şey olmayan- geçmiş alışkanlıkları koruma noktasında gösterilen ısrardır.

 

Düzen/devrim çatışmasının özgün bir hali

Devrim mücadelesine katılım, kapitalizmi reddetme, bu kokuşmuş sistemi değiştirme isteğinin ilanıdır. Bu tercihin/iddianın arkasında durmak, düzenle çok yönlü bir hesaplaşmayı kaçınılmaz kılar. Bu hesaplaşmanın ilk evresi -özel haller dışında-, kişinin kendi içinde cereyan eder. Zira kişi, niyetinden bağımsız olarak içinde yetiştiği düzenin izlerini kişiliğinde, bilinç ve duygu dünyasında taşır. Devrimcileşme, bu izleri etkisizleştirme, asgariye indirme veya ortadan kaldırma sürecidir aynı zamanda.

Süreç belli dalgalanmalar eşliğinde gelişse de -ki çoğu zaman öyle olur-, özneleşme çabası içindeki bireyin devrimle/partiyle bağını güçlendiriyor, bu gelişme “bilinç, duygu, eylem” bütünlüğünü içeriyorsa, süreç olumlu mecrada ilerliyor demektir.

Ancak süreç, devrim davasıyla/partiyle aradaki açıyı daraltmak yerine sabitliyor ya da genişletiyorsa; düzenle bağların, diğer bir ifadeyle devrimcilik öncesi yaşamla bağların koparılması noktasında önemli bir sorun var demektir. Ancak kişi devrim davasına, partiye samimiyetle bağlılığını koruduğu sürece, sorunu bilince çıkarıp aşmanın zemini de ortadan kalkmamış demektir.

Geçmiş yaşam tarzıyla, yani düzenle bağların koparılması noktasında ortaya çıkan zorlanmaların altında eski tarzdan kopmayı göze alamama kaygısı olabileceği gibi, bu noktada yeterli bir iradi çabanın gösterilmemesi de olabilir. Sorunun kendiliğindenci sürece bırakıldığı örnekler de mevcuttur; fakat bu tür örneklerde de arka planda, çoğu zaman mahiyeti bakımından sözünü ettiğimiz türden sebepler bulunur.

Düzenin, kişinin bilinç, duygu ve eyleminde kapladığı alan daraldıkça, devrim ve sosyalizm mücadelesinin kapsam alanı genişler. Sağlıklı bir gelişim süreci, sancılı/çalkantılı kesitler içerse de, düzenin kapladığı alanı daraltarak ilerler.

Sınıf ve kitle hareketinin verili koşullardaki zayıflığının da etkisiyle, bu süreç, bazı militanlar şahsında sorunlu yaşanabilmektedir. “Zor dönem”lerin sözkonusu olduğu yerde bu türden sorunlarla karşılaşmak sürpriz sayılmamalıdır.

Bu tür sorunlar farklı nedenlerden kaynaklanabilir; kişilerin kimi dönemler yaşadıkları olaylar, içinden çıkıp geldikleri aile/sosyal ortamların kalıcılaşmış izleri, bilinçlenme/kavrayış alanındaki gelişmenin yetersizliği, devrimci iç yaşamda görülen aksamalar, yerel örgütlerin bazı bakımlardan yeterli olmayışı vb…

Sorunun kaynağı kişiden kişiye değişse de olgu aynıdır. Sorunlar, esas olarak düzen-devrim çatışmasının bireyin pratiğinde dışavurumu şeklinde yaşanmaktadır. Geçmişi aşma noktasında yaşanan zorlanmayı görünür kılan etkenler bireyin bilinç/duygu dünyasındaki çalkantılardan kaynaklanabileceği gibi, kolektif organın yetersizliği, faaliyetin zorluğu, faaliyet alanlarında yaşanan sorunlar veya düşman saldırılarının etkisi olabilir… Buna karşın sorunun özü, esas olarak “dava insanı” olma noktasındaki zorlanmada düğümlenmektedir.

Dönüşüm/gelişme diyalektiği düz bir hat izlemediğine göre, her yeni aşamanın bir çeşit yeniden doğum, her doğumun ise sancılı olmasından dolayı, bu süreç acıtıcı kesitler içerebilir. Sıçramalı gelişimin doğasında bu zaten vardır. Sancılara katlanamama veya onlardan geri durma tutumu, sorunun başladığı yerdir. Bu duruma düşen kişi muhakkak ki, bunun farkına varır ya da en azından hisseder. İşte bu noktadan sonra alınacak tutum kritik önem taşır…

Olgunun, düzen/devrim çatışmasının kişi şahsında dışavurumu olduğunun farkına varmak ve belli kaygılara rağmen geçmişin izleriyle devrimci temelde hesaplaşma yoluna gitmek, eşik atlamanın koşullarını yaratır. Farklı gerekçelerle ortaya çıkan durumu rasyonalize etmek, başka bir ifadeyle geçmiş yaşamdan kalan izlerle devrimci temelde hesaplaşmaktan kaçınmak ise, olumlu yönde ilerleyen bir sürecin sorunlu alana doğru dümen kırması anlamına gelir.

 

Kibir ve avunma bir madalyonun iki yüzüdür

Kibir ve avunma farklı iki edim olsa da, tartıştığımız konuda aynı madalyonun iki yüzü olarak karşımıza çıkarlar. Her iki eğilim, gerçekliğiyle yüzleşmekten kaçınan kişilerin sığınağı gibidir.

İşlerin yolunda gittiği, temponun hızlı olduğu dönem veya alanlarda, belli zaaflar bir süre fark edilemeyebilmekte, bu durum kendinden memnun bir ruh halinin oluşmasına zemin hazırlayabilmektedir. Dolayısıyla içindeki sorununun farkında olan kişi, sanki öyle bir şey yokmuş gibi davranarak “iddialı” görünebilmektedir. Ancak bu “havalı” dönem kısa ömürlü olmaktadır. Zira var olan bir sorun veya zaafın, koşulların oluşmasıyla dışa vurması kaçınılmazdır. Böylesi bir durumda ise, ortaya çıkan sonuç daha yıpratıcı olmaktadır.

Kibrin bir diğer şekli, “kendine yedirememe” ruh haline giren kişilerde nüksediyor. Bu eğilim kimi zaman bilinen sorunların/zaafların inkarına yol açabilir. Oysa bu ruh hali ile çözüm üretmek bir yana, var olan sorunları daha da derinleştirmekten başka bir şey yapılamaz. Süreç bu yüklerle ilerledikçe, zaafları veya devrimcilik öncesi yaşamın kalıntılarıyla yüzleşmesi gereken kişi, kendini sorunlar yumağının ortasında bulmaktan alıkoyamaz.

Devrimci eleştiri-özeleştiri yöntemine ayak direyen bu küçük-burjuva kibir, kişiyi olmadık hallere de sürükleyebilir. Zira gerçeklikleri ile yüzleşme cesareti gösteremeyenler, sırtlarına yapışmış bir yükle dolaşırlar. Bir yerde açık verdiklerinde bunu örtme telaşına düşerler ki, bu eğilim zamanla kişinin samimiyetini de tartışmalı hale getirebilir. Oysa partili bir militan için samimiyetinin tartışmalı hale gelmesi son derece rahatsız edicidir.

“Bir sorunu dile getirdiğimde acaba nasıl karşılanır, yoldaşlar ne der?” kaygısının, tartışılması gereken meselelerin önüne geçtiği yerler de olabiliyor. Bu kaygının bir yere kadar anlaşılır sebepleri olabilir; fakat bu eğilim, meselelerin parti gündemine taşınmasının önünde engel teşkil edecek düzeye gelmişse, sorun farklı bir boyut almış demektir. Oysa bir devrimcinin sorununu en rahat tartışabileceği kişi yoldaşıdır/partisidir, öyle de olmalıdır. Bu, sorunlara çözüm bulabilmenin de yegane yoldur.

İşi oluruna bırakma ya da kendini avutmak, bir diğer tehlikeli eğilimdir.

Çağımız insanının kendini avutma eğiliminde olduğu bir sır değildir; bundan dolayı pek çok kişi heybesine yerleştirdiği “kendini avutma kılavuzu”nun bir ya da birkaç versiyonu ile dolaşır. Değiştirmenin ancak örgütlü sınıf mücadelesiyle mümkün olduğu yerde, değiştirme iddiasından yoksun olan örgütsüz bireyin kendini avutmak dışında yapabileceği fazla bir şey de yoktur zaten.

Örgütlü mücadele içinde bulunan bir sınıf devrimcisinin ise kendini avutmak gibi bir lüksü yoktur, buna ihtiyaç da duymaz. Bundan dolayı kendini avutma eğilimi, tam da sorunların nüksettiği yerde boy veriyor. Bu durum şaşırtıcı olmasa da, sorunların çözülmesine değil ancak daha da derinleşmesine yol açabilir.

“Bu eşiği atlamam gerekmiyor, böyle de idare edebilirim, nasıl olsa faaliyet için yeteri kadar çaba da harcıyorum, vb...” Atlaması gereken eşiğin önüne gelip bu iddiayı ortaya koyamayan veya bunu göze almayan kişi, bu tarz bir akıl yürütme ile kendini avutmaya yeltenir.

Olağan yaşamını sürdürürken mücadeleye de şu veya bu düzeyde katkı sunan çevre-çeper güçler değil de, iddialı bir parti militanı söz konusu ise -ki esas konumuz da budur-, sürecin kendini avutarak atlatılmayacağı kısa sürede açığa çıkar. Zira mücadele süreci iddialı devrimcileri, aşmakla yükümlü oldukları eşiklerle karşı karşıya bırakır. İleriye doğru akıp giden bir sürecin olduğu yerde “durağanlık”, kaçınılmaz olarak “gerileme” halini alacaktır ve durumun bir şekilde hissedilmesi kaçınılmazdır.

Bir başka nokta ise şudur: Kritik anlarda görülen zaaflar ya da geçmişin izleriyle hesaplaşma noktasında yaşanan aksama veya yalpalamalar, bu sorunu yaşayan kişinin mücadele için emek harcamadığı anlamına gelmez. Çünkü kimi zaman çok emek harcayan militanlarda da, günü geliyor benzer sorunlar nüksedebiliyor. Hatta kimi zaman harcanan emek, eksiklik ve zaafların üstünün örtülmesine gerekçe yapılmak istenebiliyor. Dolayısıyla bu tür durumlardaki tartışma, “ben faaliyet için çok emek harcıyorum, bu durum görünmüyor” mahiyetine bürünebiliyor. Oysa düzenin içimizdeki kalıntılarıyla mücadele ile harcanan emeğin yeterli ölçüde takdir edilmediği iddiası farklı iki tartışmadır.

Böylesi bir tarzın, esas sorunun saptanıp çözüme kavuşturulması önünde engele dönüşme ihtimali yüksektir.

Vurgulamak gerekiyor ki, böylesi bir durum salt parti faaliyeti için değil, gelişim içindeki partili militan açısından da olumsuz sonuçlar yaratacaktır. Unutulmamalıdır ki, parti, militanların faaliyete katkılarının farkındadır ve bu emekler hiçbir koşulda gözardı edilmez, fakat bu elbette “eleştiriden muafiyet hakkı” tanınacağı anlamına da gelmez.

Bir noktayı daha eklemek gerekiyor. Hızlı gelişme süreçleri, tempolu çalışma alanları, kimi zaafların yeterince görülmesini engellemekte, bunların üstünden atlanmasına yol açabilmektedir. Böylece kolay aşılabilecek sorunların kuluçkaya yatıp çoğalmasına zemin hazırlamaktadır.

Faaliyetin temposu ne olursa olsun, aşılması gereken bir zaaf veya geride bırakılması gereken alışkanlıkların üstünden atlanmamalıdır. Zira aşılmayan bir sorun, geride bırakılmayan bir alışkanlık, koşullar oluştuğunda tekrar karşımıza dikilir, ancak öncekinde biraz daha derinleşmiş bir şekilde!

Öte yandan, bazen kimi güçler tökezler, yalpalar, sorumluklar karşısında şaşırır vb... Ne organların ne de bireylerin böyle sorunların üstünden atlama, yok sayma, hesaplaşmayı erteleme lüksü olabilir.

 

Çözüm partinin kolektif yönlendirmesi ve bireysel iradi çabada aranmalıdır

Sınıf eksenli partiye geçiş sürecinde kadrolaşmanın önemine vurgu yapan partinin çağrısına yanıt vermek, iddialı ve samimi her militanın görevidir. Partinin kadro kriterlerine ulaşmak çok kolay olmasa da, her militanın böyle bir hedefi olmalı, bu hedefe ulaşmak için planlı, sistemli bir çaba sarf etmeli, zorlandığı yerde gecikmeden partiden destek talep etmelidir.

Partili militanlar, mahiyetinden bağımsız olarak karşılaştıkları sorunları, yaşadıkları zorlanmaları ilgili platformlara taşımalı, buradan çözüm önerileri talep etmeli, önerilen planı hayata geçirmek için iradi bir çaba içinde olmalıdırlar.

Belirtelim ki, geçmiş yaşamın izleriyle, diğer bir ifadeyle düzenin içimizdeki uzantılarıyla mücadele hem kolektif hem bireysel temelde, ancak birbirini güçlendiren, tamamlayan bir tarzda yürütüldüğünde istenen sonuçları yaratabilir. Burada kolektifin sorunu tanımlama, çözüm yolları önerme/gösterme sorumluluğu ne kadar önemliyse, sorun yaşayan/aksayan kişinin kendi gerçekliği ile yüzleşip hesaplaşmak için çaba harcaması da o kadar önemlidir.

Geçmişle hesaplaşıp ileriye sıçramak için bilinç, irade, eylem bütünselliğini yakalayabilmek, kritik bir önem taşır. Gerisin geriye kokuşmuş düzenin bataklığına saplanmak istemeyen her militan, kolektif organların yol gösterici/ön açıcı katkılarından da yararlanarak düşünce, irade, eylem birliğini yakalayabilir, yakalamalıdır da.

Bir kez daha vurgulayalım ki, partimizin iddiası, birikimi, deneyimleri ve moral değerleri her sorunun üstesinden gelmemize yetecek düzey ve zenginliktedir.


Üste