3. Parti Kongresi “sınıf eksenli partiye geçiş” sorununu temel önemde bir görev olarak parti örgütünün önüne koymuş bulunuyor. Özünde her dönem çalışmamızın temel hedefi olan bu yönelim bugün “sektörlerde mevzilenmek, fabrikalarda kökleşmek” hedefi ile birlikte çok daha somut bir anlam taşıyor.
Açıktır ki, “sektörlerde mevzilenmek, fabrikalarda kökleşmek” güçlü bir siyasal sınıf çalışması anlamına gelmektedir. Ancak Türkiye gibi sınıf hareketinin kendisini daha çok sendikal alan üzerinden ifade ettiği ülkelerde bu alana yönelik müdahale daha özel bir önem taşımaktadır.
Komünist hareket başından itibaren bu alandaki çalışmaya özel bir önem vermiş ve sorunu değişik vesilelerle ele almıştır. Sınıf çalışmamızın pratik deneyimleri ile birlikte bu sorunu yeniden yeniden tartışmanın önemi açıktır. Özellikle son birkaç yıl içinde sınıf hareketinde güçlenen sendikal örgütlenme eğilimi ve bu alandan yansıyan direniş potansiyeli bir kez daha bu alana ve bu alandaki görevlere işaret etmeyi gerektirmektedir.
Parti sınıf hareketinin devrimci öncüsüdür
Sınıf hareketinin kendi ideolojisi ile buluşmuş en ileri kesiminin cisimleşmiş ifadesi olan parti, bu hareketin her düzeydeki eyleminin de dolaysız öncüsüdür. En geri eylem ve örgütlenme biçimlerinden en ilerisine kadar, sınıfın tüm hareket alanı parti müdahalesinin konusu olmak zorundadır. Parti ancak böyle bir müdahale süreci içerisinde sınıfı kendi devrimci ideolojisi ile buluşturmanın imkanlarını yaratabilir, sosyalizmle sınıf hareketinin devrimci birliğini inşa edebilir. Bugün sendikal alana müdahale bu açıdan ayrı bir önem taşımaktadır.
Sendikal alanda mücadelenin gelişim seyrine müdahale ise, burjuva ideolojisinin sendikal alan ile siyasal alanı ayırma çabasına karşı sistematik bir mücadele ve devrimci sınıf sendikacılığı çizgisinin hakim hale gelmesi için sistematik bir çalışma demektir.
Yukarıda işaret ettiğimiz sorun bugün sendikal mücadele içerisinde hiçte azımsanmayacak bir yoğunlukta karşımıza çıkmaktadır. İşçi sınıfının geri tablosunu kendisine kalkan yapan birçok sendika bürokratı sendikal örgütlenme süreçlerinde bizi ve devrimci özneleri saf dışı bırakabilmek için yoğun bir çaba sarf etmektedir. Açıktan gericilik yapan ihanetçi bölüğü dışta bırakırsak, sendikal bürokrasinin geriye kalan kesiminin, yani icazetçi-bürokratik sendikacılığın temel argümanı “herkesin kendi işini yapması gerekliliği”dir. Bir yandan devrimcilerin sendikal örgütlenme çalışmalarında ve direniş süreçlerinde yer almasına karşı çıkmıyor gibi görünürken, öte yandan mücadele sürecine yapılan her müdahaleyi gerici bir manevra ile karşılamakta, bu alanın kendi sorumluluklarında olduğunu iddia edebilmektedirler. Çoğu durumda bu iddia verili geriliği nedeniyle sınıf tabanında da yankı bulabilmekte, devrimci öznenin görevi sınıfa “siyasal bilinç taşımak” ve dayanışmayı örgütlemek ile sınırlandırılmaya çalışılmaktadır.
Kuşkusuz işçi sınıfının devrimci partisi böyle bir sınırlandırmayı kabul edemez, bu mücadele alanını icazetçi anlayışlara terk edemez. Dayanışmacı anlayış ile hesaplaşmak ve sınıf hareketine devrimci önderliğin gereklerini yerine getirmek, sınıfa gerçek kazanımın yolunu göstermek en temel görevimizdir.
Sendikal mücadelede aslolan...
Parti ile sendika arasındaki ilişkiyi Lenin oldukça açıklayıcı bir biçimde bir “volan kayışı” ilişkisi olarak tanımlamıştır. Bu tanım, partinin sendikalar üzerinde örgütsel denetiminden ziyade politik yönlendiricilik görevine işaret eder.
Sendikal mücadelede aslolan, sınıfın bilincini ve mücadele kapasitesini geliştirmek, işçileri edilgen konumundan çıkartarak kendi geleceği hakkında söz sahibi olabileceği etkin bir konuma ulaştırabilmektir. Bu başarılabildiği oranda, kazanımın uzlaşmacı sendikacılığın vaaz ettiği gibi işyerinde sendikanın yetkiyi almasında değil, özdeneyime dayalı örgütlülük bilincinin geliştirilmesinde olduğunu kavratmak da kolaylaşacaktır. Bu aynı zamanda uzlaşmacı sendikacılığın işçiler üzerindeki etkisinin kırılmasının, devrimci sınıf sendikacılığı anlayışının güçlenmesinin önünü açacaktır.
Öncüyü kazanmanın kritik önemi
Sendikal çalışma içerisinde öncüleşen işçilerle kuracağımız ilişki son derece önemlidir. Sendikal mücadeleye önderlik eden bu “öncü” işçiler çoğu durumda, siyasal duyarlılıkları artan, bu yanıyla partinin politik-örgütsel müdahalesine en açık kesimi ifade ederler. Bunlar aynı zamanda mücadelenin sürükleyici unsurları olmaları nedeniyle de özel bir ilginin konusu olmak durumundadırlar.
Bu çerçevede öncü işçilere müdahaleyi iki temel halkada ele almak gerekmektedir.
İlki, sendikal mücadelenin sınıfın devrimci çıkarlarına hizmet edecek bir başarı ile sonuçlanması için gerçekleştirilmesi gereken müdahaledir. Bu, sendikal bürokrasinin uzlaşmacı pratiğinin karşısında bu işçilerin devrimci sınıf sendikacılığı çizgisine kazanılması anlamına gelir. Bu “öncü”ler çoğu durumunda sendika bürokratlarının denetiminde olsalar bile, birçoğu sendikal mücadele ile yeni tanıştığı oranda yapacağımız müdahaleye açık olmaktadırlar. Bu nedenle, hem işyerindeki mücadelenin uzlaşmacı bir biçimde sona ermemesi, hem de devrimcileşme potansiyeli taşıyan “öncü” işçilerin reformist politikalara teslim edilmemesi açısından bu müdahale kritik önemdedir.
Bugüne kadarki pratiğimizde belli bir ısrarla hayata geçirmeye çalıştığımız temelli bir yönelimimizdir bu. Bu müdahalenin istenilen sonuçları üretememesinin arkasında ise, nesnel açıdan sınıfın mevcut tablosu ve bilinç düzeyi, öznel açıdan ise “öncü”lere müdahalenin ikinci temel halkasının yeterli biçimde örgütlenememesi sorunu yatmaktadır.
Öncülere müdahalenin ikinci temel halkası, bu unsurların parti çizgisine ve örgütlülüğüne kazanılmasıdır. Bu ise kesintisiz ve güçlü bir politik propaganda-ajitasyonu, bu işçilerin çok özel bir biçimde eğitilmesini gerektirir. Bu konuda alınacak mesafe, örgütlenme sürecindeki müdahalenin başarısını da belirleyecektir.
Ancak ne yazık ki bugüne kadarki pratiğimiz bu açıdan istenilen sonuçları üretmekten uzaktır. Sayısız sendikal örgütlenme deneyimi yaşamamıza, sayısız işçi direnişi ile dolaysız bağlar kurmuş olmamıza karşın, bu süreçlere müdahalemiz bu alandaki yetersizliklerimiz nedeniyle birçok kez kesintiye uğramaktadır.
Hemen her örgütlenme sürecinde özel tartışmalara ve planlamalara konu ettiğimiz halde bu konuda hedeflediğimiz çalışmayı ortaya koyamamamızın gerisinde sendikal bürokrasinin gündelik mücadelede bıraktığı boşlukları tamamlama çabası olsa da, bu çabayı “siyasal bilinç taşıma” görevini eksik bırakmadan gerçekleştirme sorumluluğu ile karşı karşıyayız.
Öncü işçilerden başlayarak sınıfın genel kitlesine yönelik müdahalenin bu iki halkasının en temel yanını eğitim sorunu oluşturmaktadır. Eylemli mücadelenin sağladığı doğal eğitimi bir yana bırakırsak, sendikal mücadele süreçlerindeki en önemli görevimiz sınıfın siyasal eğitimidir. Sendikal bürokrasiyi de eleştirdiğimiz bu sorunda mesafe almadan sendikal mücadelenin güçlü kazanımlar yaratmasını bekleyemeyiz.