TKİP III. Kongresi Kapanış konuşması...
III. Parti Kongresi bir dönüm noktasıdır
7 Kasım 2009’da kamuoyuna ilan edilen TKİP III. Kongresi’nin Cihan yoldaş tarafından yapılan kapanış konuşmasının elden geçirilmiş kayıtlarıdır... Konuşmanın parti güvenliğini ilgilendiren bölümlerine yer verilmedi. Metnin başlığı ve ara başlıkları ise buradaki yayın esnasında konuldu...
Planlanana göre zaman kaybettiğimiz halde on gün süren aralıksız bir çalışma yürüttük. Bu süreye umduğumuzdan da fazlasını sığdırmayı başardık. Çok kapsamlı bir çalışma gündemi vardı önümüzde, bundan geriye pek az şey kaldı. Ana maddelerin tümü görüşüldü, geride yalnızca bazı alt maddeler ile birkaç özel sorun kaldı. Öteki herşeyi, özellikle de temel gündemleri asgari bir yeterlilikle tartıştık, değerlendirmeler yaptık, sonuçlar çıkardık, kararlar aldık. Zamanımız olsaydı belki çok daha fazlasını yapabilirdik, belli bakımlardan iyi de olurdu bu. Ama geçmiş deneyimleri bilen biri olarak söylüyorum; zaman bol olduğunda çalışma bu kadar derli toplu gitmeyebiliyor, zamana güven sonuçta bir gevşeklik etkeni de olabiliyor.
Ben gerçekten başarılı bir çalışma yaptığımız inancındayım. Partimizin düzeyi konusunda bir fikir verebilen bir kongre yaptık. Bunu fazlasıyla önemsiyorum. Bazı yoldaşlar partimizin genel düzeyini ve üstünlüklerini yüceltiyorlar, ama bunu bazen somut gerçekliğimizi olduğundan zayıf görmenin bir dayanağı olarak da gösterebiliyorlar. Buna burada, kongre çalışmamız esnasında da tanık olduk. Bu yaklaşımda kuşkusuz gerçekliğimize uygun düşen yönler var. Dahası yaşamakta olduğumuz zaaf ve yetersizliklere karşı haklı bir tahammülsüzlüğü de yansıtmaktadır bu. Ama ben yine de mevcut düzeyimizin biraz fazla küçümsendiğine dair bir eğilim de görüyorum burada. Bunu doğru bulmuyorum, zira somut gerçekliğimiz üzerinden sahip olduğumuz düzeyi de önemsiyorum. Nitekim çalışmamız bunu açıkça ortaya da koymuştur. On gün boyunca burada kapsamlı bir gündem üzerinden ve belli bir düzeyi yakalayarak sorunlarımızı ele aldık, tartışmalar ve değerlendirmeler yaptık. Bunu partimizin ulaşmış bulunduğu gelişme ve olgunluk düzeyinin anlamlı bir göstergesi olarak ele almak gerekir.
Kongre çalışması ve parti içi demokrasi
III. Parti Kongresi parti içi demokrasinin bir başarısıdır herşeyden önce. Bunu açılış konuşmasında da ifade etmiştim, kongre çalışmamızın somut seyrini ve taşıdığı özel önemi gözeterek burada yineliyorum. Parti tüzüğünün tanımladığı toplanma sınırları içerisinde, partiye bir gündem sunulmuştur. Kongrede temsil esasları belirlenmiş ve temsil yeteneği olan organlarda özgür seçimler yapılmıştır. Kongremiz bu biçimde seçilen delegelerle ve geniş bir temsil oranıyla toplanmıştır. Saptanan gündem üzerinden çalışmalarını yürütmüş, anlamlı ve düzeyli tartışmalar yapmış, partinin önünü açabilecek önemli sonuçlara ulaşmıştır. Bütün bunların partide iç demokrasinin düzeyi yönünden büyük bir önemi ve anlamı var.
Kongre çalışması boyunca tartışma ve değerlendirmelerin özgürce, açıkça ve yüreklice yapılabilmiş olması, parti içi demokrasi düzeyini ortaya koyan önemli bir yeni gösterge olmuştur. Bunun son örneğini dün MK seçimleri üzerinden de somut olarak gördük. Böyle platformlarda MK seçimi en netameli konulardandır, geleneksel örgütlerin deneyimlerden bilirim. Üzerine çok şey söylenmek, çok tartışma yapılmak istenir, ama bu rahatlık gösterilemez, zira buna uygun bir ortam olmaz genellikle. Çoğu durumda eski MK’nın sunduğu yeni liste üzerinden herhangi bir tartışmada yapılmaksızın seçim bir sonuca bağlanır, bu öyle çok bir zaman da almaz, bazen yarım saati bile bulmayan göstermelik bir işlem olarak kalır. Oysa partimiz bu konuda da yeni bir çizginin, yeni bir kültürün temsilcisidir. Parti öncesi dönemin üç konferansı ile partili dönemin üç kongresi buna tanıktır. Tüm bu kongre ve konferanslarda yeni MK’nın seçimi üzerine uzun zamanlar alabilen özgür tartışmalar yapılmış, sonuçta konferansın ya da kongrenin tercihi bunun üzerinden şekillenmiştir. MK seçimi bu temel önemde organa seçilecek olan adayların kapsamlı bir eleştirel değerlendirmesine ve adayların kendi yönündense özeleştirel değerlendirmelere sahne olmuştur, her defasında.
Kongremiz bu devrimci geleneğin son bir örneğini verdi, yeni bir kanıtlanması oldu. Yoldaşlarımız düşüncelerini, özellikle de gösterilen adaylara karşı eleştirel ya da karşıt düşüncelerini tüm açıklığı ile ortaya koydular, bunu da yüreklice gerekçelendirdiler. Tersinden de bu, eleştirel ya da karşıt düşüncelerin hedefi durumundaki adaylar tarafından büyük bir sükunet ve olgunlukla karşılandı. Bütün bunları fazlası ile önemsiyorum, sanıldığı kadar olağan ya da alışılmış şeyler değil bunlar. Hele de merkezi devrimci otoritenin genellikle güçlü olduğu ve çoğu durumda tabu sayılabildiği yeraltı örgütlerinde.
MK adaylarına yönelik eleştiri ve değerlendirmelerde yer yer ölçü kaçırılmış olabilir, öyle de oldu. Ama ben bunu da çok abartmıyorum. Önemli olan bu açıklığı, bu yürekliliği gösterebilmektir ve bu gösterilmiştir. Düşünüp de söylememektir asıl sorunlu olan, zaafiyet oluşturan. Düşündüğünü söyleyememek, genellikle demokrasinin, rahatlığın, samimiyetin ve ancak bunlarla olanaklı olabilen açıklığın olmadığı, kadroların özgür iradelerinin baskılanma altında tutulduğu küçük-burjuva mezheplere özgü bir davranış biçimidir. Yoldaşlarımızın, hele de genç yoldaşlarımızın, sakınmadan düşündüklerini söyleyebilmeleri, bu rahatlığı gösterebilmeleri önemlidir. Bu, partide düşündüğünü söyleyebilme olanağı ve rahatlığı konusunda, dolayısıyla parti içi demokrasinin mevcut düzeyi konusunda bir fikir vermektedir. Bunu önemli, elbette çok sevindirici buluyorum ve partimiz payına önemli bir kazanım sayıyorum.
Parti kongresinin toplanması sürecinde, parti tüzüğü çerçevesinde ve parti içi demokrasi kapsamında benim gördüğüm en önemli eksiklik, MK’nın partiye kongre gündemini biraz gecikerek sunması oldu. Bu daha erken bir zamanda yapılabilirdi. Partide gündem üzerinden rahat ve verimli inceleme ve tartışmaların yapılması böylece daha da kolaylaşırdı. Ama bir kısmı bizi de aşan belli nedenlerle bu konuda biraz geciktik...
(Yayınlanamaz açıklamalar... -Red.)
Bunu hiç de biçimsel bir sorun olarak görmüyorum. Kongre gündemi, partinin tümünün kongre sürecine etkin bir biçimde katılabilmesi bakımından son derece önemlidir. Gündemin partinin önündeki en temel ve öncelikli sorunlar üzerinden oluşturulduğu düşünülürse, bu önem daha da iyi anlaşılır. Dolayısıyla gündemi partiye daha erken bir zamanda sunabilmeli ve partinin tümünü bunun üzerinden etkin, canlı ve verimli bir iç hazırlık süreci içerisine çekebilmeliydik. Eski MK olarak bunda kısmen yetersiz kaldık. Kongre hazırlık sürecimizin temel önemde bir yetersizliği olarak bunu görüyorum. Tüm partiyi yeni bir kongre sürecinin bilinci, heyecanı, sorumluluğuyla eğitebilmenin ve hazırlayabilmenin apayrı bir önemi vardı. Biz bu olanağı gözetemedik demeyeceğim ama gereğince kullanamadık, bu açık.
Ama kongre sonrasını pekala aynı amaç doğrultusunda kullanabiliriz. Bunun için kongre kararlarını da beklemek gerekmiyor. Önümüzde kapsamlı bir gündem metni var. Bu metin tüm partide yeniden incelenmelidir. Gerekirse buna Eylül 2008 tarihli MK metni de eklenebilir. Bu iki metin, III. Parti Kongresi’nin sonuçlarını daha güçlü ve verimli bir biçimde tartışabilmenin de bir ön zemini olarak, partide yeniden ele alınabilir. Gelinen yerde bu tartışma ve eğitim artık parti çeperini de kapsayabilmelidir. Bu gerekli ve fazlasıyla da önemlidir. Zira sorunlarımızı parti çeperimizin de desteği ve katılımıyla çözmek ihtiyacı ile yüzyüzeyiz. Dahası bu çeperden sürekli olarak parti saflarını beslemek gibi bir sorunumuz var. Buradaki tek sorun belki metinlerin içerdiği özel bölümler ve sorunlar nedeniyle güvenliğe ilişkindir. Düne kadar bu aynı zamanda parti kongresinin güvenliği sorunuydu. Ama artık parti kongresi toplanmıştır ve bu açıdan sorun geride kalmıştır.
(Yayınlanamaz bölümler...-Red.).
Parti yaşamının sorunları
Yeniden parti içi demokrasi sorununa dönüyorum. Bu sorun bizi her zaman yakınen ilgilendirdi. Siyasal mücadele sahnesine çıktığımız evrenin siyasal sorunları ve düşünsel tartışmaları, bu ilgiyi özellikle güçlendirdi. EKİM olarak ortaya çıktığımız evrenin hemen sonrasında, dünyada ve Türkiye’de sosyalizmin sorunları tartışılıyordu. Orta yerde büyük bir yıkılış, Ekim Devrimi’yle birlikte elde edilen tüm politik-maddi kazanımların artık biçimsel yönden de ortadan silinmesi vardı. Bu büyük bir tarihi yıkımdı ve sarsıcı etkilere yolaçıyordu. Doğal olarak nedenlerine ilişkin yoğun bir ilgi ve tartışmayı da beraberinde getiriyordu. Bir zamanların devrimci partilerinin zaman içinde bu denli kolay yozlaşıp çürümeleri de bu sorgulamanın bir parçasıydı. Bu sorun, devrime bağlı her ciddi devrimciyi, dolayısıyla da devrimci bir yenilenme iddiası ile ortaya çıkmış bir hareketin mensupları olarak bizleri de, yakından ilgilendirmekteydi. Devrimci bir parti yaşamı, bunun temel bir unsuru ve vazgeçilmez bir koşulu olarak da parti içi demokrasi, bu çerçevede fazlasıyla önemli bir konu idi. Geçmişe her açıdan sorgulayıcı yaklaşan yeni bir hareketin mensupları olarak özellikle de bizler için.
Bolşevik partisi Lenin sonrası dönemde bir dizi başka alanda olduğu gibi parti içi demokrasi alanında da zamanla sorunlar yaşamaya, gide gide bozulup yozlaşmaya başladı. Sorun bununla da kalmadı. Bu bozulmuş biçimiyle Bolşevik partisi modeli, onun yeni uygulama ve alışkanlıkları, uzun sayılabilecek bir dönem boyunca tüm dünyada model olarak alındı. Böyle olunca da bütün bu zaafiyetler dünya komünist hareketine de taşınmış oldu, üstelik daha da ağırlaşmış biçimiyle. Bunun temel alanlarından biri de parti içi demokrasi sorunu idi. Bu alanda çok büyük zaafiyetler yaşandığını ve bunun partilerin yapısını ve iç yaşamını felce uğrattığını, canlılığını, zenginliğini, üretkenliğini ve en önemlisi de yenilenme gücünü yok ettiğini, gide gide çürütücü ve tüketici sonuçlara yolaçtığını biliyoruz.
Sorun bundan da ibaret değildi bizim için. Bir de Türkiye sol hareketinin devrimci merkeziyetçilik adı altında kurumlaştırdığı küçük-burjuva bürokratik örgüt geleneğinden gelen sorunlar ve bunun sağladığı deneyimler vardı önümüzde. Bir yandan örgütsel bir şekilsizlik ve gevşeklik, öte yandan güçlü bürokratik gelenekleri olan bir sol hareket gerçeği ile yüzyüzeydik. Solun az çok örgüt geleneği olan kesimlerinde merkeziyetçilik adı altında yer etmiş güçlü bir bürokratik gelenek vardı. Merkeziyetçilik adına örgüt içi demokrasinin boğulması olağan bir uygulama idi.
Merkezi olarak şekillenen ve geniş yetkilere sahip bir önderlik tarafından yönetilen devrimci bir yeraltı örgütü, elbette devrimci siyasal mücadelenin zorunlu bir ihtiyacıdır. Sorun burada değil, halkçı akımların ideolojik-sınıfsal konum ve kimliklerinde idi. Bu örgütler küçük-burjuva bir ideolojik-sınıfsal kimlik üzerinden şekillendikleri için, buna uygun düşen bir örgütsel anlayış ve kültürün de temsilcileri oldular. Biçimsel olarak devrimci görünen örgütsel kurumlaşmayı, merkeziyetçiliği ve buna bağlı olarak hiyerarşik yapı ve işleyişi, uygulamada en kötü bir biçimde yaşayabildiler. Küçük-burjuva ideolojik, kültürel, ruhsal şekillenmeye dayalı bir siyasal-örgüt zemininde bu başka türlü de olamazdı. Bozulmuş biçimiyle dünya komünist hareketi üzerinden alınan etki ve referanslarla bu belli bir kolaylıkla meşrulaştırılabildi de. Geleneksel sol örgütlerde birbirine taban tabana zıt gibi görünen zaafiyetler, içiçe geçmiş olarak ya da birbirini izleyerek, duruma ve koşullara göre yer değiştirerek kolayca yaşanabildi. Başlangıçta bürokratik bir sulta, sonra da buna tepki olarak anarşizan ya da liberal eğilimler olarak karşı tepkiler, aynı ideolojik-sınıfsal gerçeğin iki yüzü olarak birbirini izledi. Bu, bu tür örgütleri içten içe kemiren, kısırlaştıran, zaman içerisinde de eritip tüketen sonuçlar üretti.
Hareketimizin parti içi demokrasiye verdiği önemin gerisinde aynı zamanda tüm bu deneyimlerin eleştirel bir değerlendirmesi ve kavranışı vardır. Parti içi demokrasiyi fazlasıyla önemsemek ama onu biçimsel kuralların biçimsel işleyişine de indirgememek sorunu üzerinde daha önce de gereğince durmuştum. Kadrolara parti yaşamında kendi düşüncelerini özgürce ifade etme hak ve olanağı tanıyabiliyorsanız, bu çerçevede partide rahat ve özgür bir demokratik ortam yaratabiliyorsanız, bu ifade edişin araçları, mekanizmaları ve platformaları da varsa ve işleyişleri güvence altındaysa eğer, bu bence demokrasinin ta kendisidir. En temel sorun budur. İnsanlar uğruna hayatlarını ortaya koydukları bir davanın gerekleri ve sorunları konusunda düşünebilmeliler ve düşündüklerini özgürce ortaya koyabilmelidirler. Parti içinde ve gerekli durumlarda tüm parti önünde. Demokrasinin özü ve esası budur.
Partinin birliğinin, disiplininin ve mücadele kapasitesinin güvencesi
Önemli olan, ifade uygunsa, parti içinde gerçek bir düşünce özgürlüğünün, kendini ifade etme özgürlüğünün, devrimci anlamda anlaşılmak kaydıyla eleştiri özgürlüğünün olabilmesidir. Bu “eleştiri özgürlüğü” ifadesinde tatsız bir tını var kuşkusuz, ama yineliyorum, bu devrimci bir manada anlaşılmalıdır. Zira devrimci bir partiyi uluorta eleştirmek de, bir partinin iç yaşamında olur olmaz tartışma gündemleri yaratmak da, birilerince eleştiri özgürlüğü adına savunulabilir. Kuşkusuz kastettiğim bu değil. Partinin birliğini, disiplinini, mücadele kapasitesini felce uğratan liberal ya da anarşizan bir eğilimin ifadesi olarak eleştiri özgürlüğü bize yabanıcıdır. Bu tür bir demokrasiye ihtiyacımız yok.
Parti içi demokrasi devrimci bir partide, partinin birliğini ve disiplinini güçlendirmeye hizmet eder, etmelidir, temelde bunun için vardır. Devrimci parti kendi içinde rahat bir demokratik ortam yaratabilmelidir. Kadroları bunu hissedebilmeli, yaşayabilmeli, bundan gereğince yararlanabilmelidir. Ama tam da bu, partinin iç birliğinin pekiştirilmesine, parti disiplinin güçlendirilmesine hizmet edebilmelidir. Sorunun doğru devrimci konuluşu böyledir, verimli devrimci diyalektiği buradadır. Bir partinin mensupları doğru devrimci bir çizgide olduğunu düşündükleri ve demokratik iç ortamını da yaşayarak gördükleri bir partiye çok daha sağlam bir biçimde bağlanırlar. Disiplinine bilinçli bir gönüllülükle tam olarak uyarlar, gerektiğinde de kendilerini bu parti için, onun temsil ettiği dava için demek istiyorum, sakınmasız olarak feda ederler. Bu duyguyu kadrolara yaşatabilmek, parti içi demokrasiyi bu açıdan güçlendirmek ve bunu partinin birliğini ve disiplini güçlendirmenin bir manivelası olarak kullanmak, büyük bir önem taşımaktadır. Parti olarak ihtiyacımız olan demokrasi de mantığı yönünden, etki ve sonuçları bakımından, işte bu türden bir demokrasidir.
Örgütsel demokrasi bizde buna aykırı sonuçlar da yaratabildi, kısa tarihimiz boyunca. Parti içi demokrasi küçük-burjuva sorumsuzluğunun örgüte karşı uluorta davranışlarına, önü alınamadığı durumlarda ise yıkıcı çıkışlara yolaçabildi. Ama bu bizim doğru devrimci tutumumuzu etkilemedi. Demokratik hak ve olanaklar konusunda titiz davranınca demek ki böyle oluyor kolaycılığına götürmedi. Öteki türlüsünün tümüyle bir çıkmaz yol olduğunu tüm deneyimlerin ışığında biz zaten biliyorduk. İç demokrasisi boğulan bir partinin devrimci bir geleceğinin olmayacağı konusunda yeterince açık bir bilince sahiptik. Dolayısıyla biz, demokrasinin devrimci bir uygulanışının, daha çok geçmiş kültürden gelen küçük-burjuva öğeler üzerinden kendini gösteren yan sonuçlarına katlanmasını da bildik. Bununla uğraştık ama partide demokratik yaşamın zamanla devrimci sonuçlarını üretebileceği bir gelişim aşamasına ulaşacağından da kuşku duymadık. Nitekim zaman bizi yanıltmadı, bugün bu alanda geçmişe göre epeyce ileri bir noktadayız. Partimizin ulaştığı gelişme ve iç olgunluk düzeyi bunun ifadesidir.
Demokrasinin bu kötüye kullanımı, partinin olgunlaşamamasıyla, sınıf zeminine oturamamasıyla, geçmiş küçük-burjuva kültür ve geleneğin etkilerinden tam kurtulamamasıyla ilgilidir. Yeni bir bakışaçısı getiriyorsunuz ama bunu eski insan malzemesi için ya da üzerinden uyguluyorsunuz. Farklı bir kültürle, küçük-burjuva halkçı bir kültürle şekillenmiş ve peşpeşe yenilgilerin öğütücü etkileri altında da bir hayli yıpranıp bozulmuş bir insan malzemesi bu. Bu eski insan malzemesi ile sizin yeni kültürünüzün uyumsuzluğu ve giderek çatışması son derece anlaşılır bir durum. Geçmişin küçük-burjuva kültürünün şekillendirdiği insanlar, devrime ve bir partiye bağlılıklarını korudukları sürece, at gözlüğü takılmış misalidirler, örgüte bağlılık adı altında merkezi iradeye kölece boyun eğerler. Ama bu inançta bir zayıflama ya da kırılma yaşandığında ise, tersinden bir tepkiyle, yıkıcı liberal ya da anarşizan tutumlar içerisine girerler, zaten çok geçmeden de devrimi terkedip giderler. İkisi de küçük-burjuva sınıf kültürüne özgüdür; birbirinden doğar, birbirini besler, birbirini tamamlarlar. Aynı sınıfsal gerçeğin iki yönünü, iki yüzünü oluştururlar.
Canlı devrimci bir parti içi yaşam
Parti örgütümüzün bir dönem zaafa uğraması, etki ve sonuçlarını parti içi yaşam üzerinde de gösterdi. Ama gelinen yerde canlı ve verimli bir parti içi yaşam için hemen tüm önkoşullara sahibiz ve bunun ilk önemli adımlarını da atmış bulunuyoruz. Şimdi önümüzde bunu geliştirmek, sağlamlaştırmak, sağlam biçimde kalıcılaştırmak görevi durmaktadır. Partide bunun tüm mekanizmaları ve araçları vardır. Parti tüzüğü bunun rehberi ve güvencesidir. Parti Merkez Komitesi’nin düzenli olarak partiye raporlar sunması, parti dışının haberdar olmadığı bilgileri, yaklaşımları, hazırlıkları, kaygıları partiye duyurması, partiyle paylaşması ve buna ilişkin tartışmalara partiyi dahil etmesi, bunun bir yöntemidir. Örgütsel rapor mekanizması, düzenli olarak aşağıdan yukarıya raporlar akması bunun bir yolu ve yöntemidir. Bunlar partinin toplamını kesen araç ve uygulamalardır. Bir de tek tek organlar, her organın kendi yaşamı vardır. Burada da canlı devrimci bir yaşamı örgütlemek sorunu vardır. Organ yaşamı bunun daha özel ama daha yoğun, daha canlı, daha zengin bir alanıdır. Zira burada herşey kesintisiz biçimde, adeta gündelik olarak yaşanmaktadır.
Parti ruhunu ve yoldaşlık ilişkilerini güçlendirmek, devrimci iç yaşam kapsamında bir başka temel önemde ihtiyacımızdır. Küçük sorunların büyük sonuçlara yolaçmasına, yoldaşlık ilişkilerini zedelemesine hiçbir biçimde fırsat vermemeliyiz. Tabii ki sorunlar olacaktır ve bunlar açıklıkla tartışılacaktır, tabii ki yanlışlara yüreklilikle işaret edilecektir, gerektiğinde kararlılıkla üzerine de gidilecektir. Ama bu yoldaşlık ilişkilerinde zaafiyet, zayıflama, giderek mesafelerin oluşması olarak yaşanırsa, burada temelli bir sorun var demektir. Böyle durumlar, küçük-burjuva kültürün etkisinden sıyrılamadığımızın da en tartışmasız göstergesi olurlar. Zira son tahlilde bundan kaynaklanırlar.
Ama biz bilinçli komünistleriz; dolayısıyla da, devrimci sınıf zeminine henüz gereğince oturamamış olmanın getireceği güçlükleri, bilinç faktörüyle ve iradi bir çabayla aşmak zorundayız. Bunu birçok meselede yapıyoruz, bu meselede de yapabilmeliyiz. Bir partinin iç birliği, kenetlenmişliği, onun en büyük güç kaynağıdır. Kenetlenmiş bir parti, birbiri için ölmeye hazır devrimci kadrolardan oluşan bir parti, geleceği olan yıkılmaz bir güçtür. Partimiz halihazırda bu açıdan belli zaafiyetler taşımaktadır, bunu açık yüreklilikle görmek, bununla bilinçli bir biçimde uğraşmak zorudayız.
Eleştiri-özeleştiri mekanizmasını sürekli ve yöntemli biçimde kullanmak bir başka temel önemde sorunumuzdur. Eleştiri ve özeleştiri devrimci bir partide sorunları çözmenin, hata ve zaaflardan arınmanın, partiyi geliştirmenin ve devrimcileştirmenin temel ve vazgeçilmez aracı ve yöntemidir. Ama bu hayati önemde yöntemi, devrimci bir parti içi yaşamın bu en temel aracını, doğru ve amaca uygun biçimde kullanabilmeliyiz. Oysa halen bu alanda da sorunlarımız var. Yeri geliyor eleştiriden sakınabiliyoruz; ya da tersinden, eleştiri yaparken ölçüyü kaçırabiliyor, böylece amacından uzaklaşabiliyoruz. Eleştirilerin olup da ifade edilmediği bir durum, ciddi bir zaafiyet ifadesidir. Ama eleştiri adı altında devrimci eleştirinin meşru sınırlarını, nesnel temellerini aşan ve dolayısıyla devrimci işlevinden, amacından uzaklaşan tutum ve davranışlar da bir başka zaafiyet ifadesidir. İlkinde bir parça uzlaşma ile içiçe bir liberalizm, ikincisinde ise kabaca sekterlik sözkonusudur. Bunların çoğu kere içiçe yaşandığını, birbirleriyle yer değiştirdiğini de biliyoruz, küçük-burjuva bir sınıfsal kimlik ve kültürün tartışmasız etki ve sonuçları olarak.
Parti, eleştiri-özeleştiri yönteminin devrimci bir tarzda, amaca uygun bir biçimde kullanılabilmesi bilincini ve davranışını saflarında sağlamca yerleştirmek durumundadır. Bu devrimci bir parti içi yaşam bakımından en önemli kazanımlarımızdan biri olacaktır. Birikmiş, saklanmış, çözülmeden kalmış sorunlar, bir parti üzerinde kanserojen etkide bulunurlar. Onu içten içe kemirir, bozup yozlaştırır, zamanla da dağılmaya götürürler.
Tüm bu sorunlar üzerine enine boyuna düşünmeli ve partimizin iç yaşamını her açıdan güçlendirmeli, her bakımdan devrimcileştirmeliyiz.
Solda tasfiyeci kırılmalar ve devrimci örgüt sorunu
Parti kongresi gündeminde de vurgulandığı gibi, partimizin en öncelikli sorunu hala da sağlam temellere oturmuş ihtilalci örgüt sorunudur. Genel öneminin ötesinde, bu sorunun dönemsel olarak biri sol hareketin durumundan, ikincisi partimizin ihtiyaçlarından kaynaklanan iki temel önemde nedeni var.
Bugünün Türkiye’sinde halkçı geleneğin son temsilcileri şahsında devrimci örgüt geleneği artık tümden tasfiye olmaktadır. Bu herkesin bildiği ama bilmezlikten geldiği bir açık olgudur. Yapısal zaafların zaman içinde yarattığı zayıflama, yıpranma ve yorgunluk, devletin sistemli ve yöntemli saldırıları ile de birleşince, bu sonuçta halkçı demokrat akımlarda tasfiyeci sonuçlarını bir dönemdir izlediğimiz genel bir irade kırılmasına yol açtı. Bu ise kendini öncelikle devrimci örgüt geleneğinin pratikte terkedilmesinde gösterdi. Gelinen yerde artık ideolojik sonuçlarına da varmaktadır. Son dönemlerde adeta moda haline gelen her biçimiyle yeni liberal ideolojik açılım ve söylemler bunun ifadesidir.
2007 yılında toplanan TKİP II. Kongresi bu kırılmayı nispeten erken bir zamanda açıklıkla saptadı. “Devrimci örgüt yaşamsaldır!” şiarını da bu saptamayla bağlantılı olarak yükseltti. Bu, soldaki kırılmaya karşı bir direniş ve tasfiyeci sürüklenişe karşı bir mücadele çağrısı idi. Gelinen yerde bu mücadele çok daha yakıcı bir önem taşımaktadır. Zira tasfiyecilik halkçı devrimci hareketin son temsilcileri şahsında artık açık biçimler kazanmaktadır ve açık sonuçlarını örgüt sorunu üzerinden de göstermektedir.
Devrimci örgüt sorununun bizim için taşıdığı önem öncelikle buradan gelmektedir. İkinci ana neden ise partimizin kendi öz örgütsel gelişme ihtiyaçlarıdır. Buna parti örgütünün sağlam illegal temellere oturtulması ihtiyacı ve mücadelesi de diyebiliriz. Bu sürece II. Kongre öncesinde girilmişti; II. Kongre, buna yönelik parti iradesini yeni bir düzeye çıkardı ve bunu soldaki örgüt tasfiyeciliğinin bir değerlendirmesi ile birleştirdi. MK’nın 2008 sonbaharı toplantısı ve bunu takiben örgüte sunulan kapsamlı rapor ise, hem o güne kadarki sürecin bir bilançosunu çıkardı ve hem de partinin bu alandaki yeni adımlarını somutladı. Bu ise örgütsel gelişme sürecimize yeni bir itilim kazandırdı. Uygun bir zemin oluştu, böylece bu alandaki sorunlarımızın ve öncelikli gelişme ihtiyaçlarımızın anlaşılması da kolaylaştı. III. Parti Kongresi bu sürecin üzerine geldi, bu gelişme, birikim ve deneyim üzerinde yükseldi. III. Kongre, partinin örgütsel alandaki yeni görevlerini ve hedeflerini, bütün bu sürecin bilançosu ışığında saptamış oldu.
III. Kongre partimizin gerçek manada bir ihtilalci sınıf örgütü haline gelmesinde bir dönüm noktası olacaktır. Bu önümüzde çok ciddi bir örgütsel gelişme, genişleme, derinleşme ve sağlamlaşma dönemi olduğu anlamına da geliyor. Kongremizin yaptığı tartışmalar, ulaştığı açıklıklar, vardığı sonuçlar ve sonuçta sağladığı mutabakat, bu konuda en büyük dayanağımızdır. Bu imkanı en iyi biçimde kullanarak yeni düzeyde gerçek bir örgütsel inşa dönemine girmek görevi ile yüzyüzeyiz. Sağlam temellere oturan gerçek bir yeraltı örgütü, bu temel üzerinde kapsamlı ve çok yönlü bir legalite istismarı, illegalite ile legalitenin ilkelere ve amaca uygun bir biçimde birbirleriyle bağdaştırılması, bu açıdan bütünsel bir parti çalışması, bunlar örgütsel alanda bizi bekleyen görevlerin genel çerçevesini oluşturmaktadır.
Devrimci örgüt, temel önemde bir stratejik sorundur. Devrimci örgüt, devrim yapabilmenin en temel koşulu, olmazsa olmaz aracıdır. Örgüt kavrayışı ve pratiği en sınırlı devrimci liderlerden biri olarak Troçki, 1920’lerde, üstelik de parti içi mücadelede tecrit olduğu bir evrede, parti konusunda son derece anlamlı bir düşünce dile getiriyor. Bir İngiliz atasözüne atıfta bulunarak, “doğru ama yanlış benim partim” diyor ve ekliyor: Çünkü tarih, devrimi gerçekleştirmenin temel ve vazgeçilemez bir aracı olarak, parti dışında bir araç yaratabilmiş değil henüz!..
Devrimin zaferi ancak sağlam biçimde örgütlenmiş devrimci bir partinin önderliği altında olanaklıdır, tarihin de göstermiş bulunduğu gibi. Rusya’da devrimci parti var, devrim zafere ulaşıyor. Almanya’da devrimci parti yok, devrim kaçınılmaz bir biçimde başarısızlığa ulaşıyor. Ortak sonuç şudur: Devrimler her zaman devrimci partiler önderliğinde başarıya ulaşıyor. Bu henüz modern anlamda siyasal partilerin tarih sahnesine çıkmadığı bir dönemde gerçekleşen büyük Fransız Devrimi için bile geçerli. Kamu Selameti Komitesi yönetimindeki Jakoben Klüpleri ağı Büyük Fransız Devrimi’ni tüm sonuçlarına götüren devrimci bir partiden başka nedir ki? Bütün Fransa baştan başa Jakoben Klüpler ağı ile örülüdür. Kendi aralarında ve elbette merkez durumundaki Paris ile çok yoğun ve sıkı bir iletişim, etkileşim, düşünce, ruh ve eylem birliği var. Jakobenlerin de kendi ölçülerinde bir devrimci çizgileri ve sürekli bir merkezi karargahları var. Jakobenizm de bir tür partidir, modern anlamındaki partinin bir tür prototipidir. Bir felsefesi, bir çizgisi, bir örgüt ağı, bir merkezi, kendine göre bir iç disiplini, hayli karmaşık bir iç mücadelesi vardır.
Devrim sürecini başarıyla yönetmenin ve devrimi zafere ulaştırmanın temel aracı devrimci partidir; ama kurulu düzeni aşan, sağlam temellere dayalı bir örgütlü yapı olarak devrimci parti... Uzun ve zorlu bir hazırlık ve sınavlar sürecinden geçmiş, zaman içinde güç ve deneyim kazanmış, sınıf mücadeleleri sürecinde ustalaşmış bir güç olararak devrimci parti... Bir çizgi, bir program hiçbir zaman kendi başına bir sonuç yaratmaz. Bunun için çizginin taşıyıcısı olarak devrimci örgüt ve çizgiyi maddi bir kuvvet haline getirecek devrimci sınıf ve kitle hareketi gereklidir. Devrimci parti de ancak bu koşullarda gerçek anlamını bulur ve misyonunun hakkını verebilir. Teori kitlelere malolursa maddi bir güç haline gelir diyor Marks. Ama işte bunun zorunlu koşulu ve vazgeçilmez aracı devrimci partidir. Marksizm devrimci partilerin siyasal misyonu üzerinden kitleler içinde maddi bir güç haline gelmiştir. Bu olmasaydı insanlık için bugün taşıdığı anlama ve etki gücüne de ulaşamazdı.
Devrimci örgüt sorunu böylesine temel önemde ve belirleyici nitelikte bir sorundur. Temel değerlendirmelerimizde de ifade edildiği gibi, çok iyi bir ideolojik çizginiz, sağlam temellere oturan bir programınız da olsa, onun taşıyıcısı ve koruyucusu olacak devrimci örgüt yoksa, bu çizgi ve programı hayata geçirebilmek bir yana, onu koruyabilmeniz bile olanaklı olamaz.
Parti yaşamının öteki bazı sorunları
Partiyi muhtemel saldırılara karşı savunabilmek önümüzde duran temel önemde bir başka görevdir. Buna ilişkin sorunları çok yönlü olarak tartıştık, değerlendirmeler yaptık ve sonuçlara vardık. Parti bugünkü düzeye çok büyük emeklerle geldi. Buna rağmen katettiği yol henüz çok sınırlıdır. Ama işte büyük emeklerle ancak sınırlı mesafeler katedebilmişsek, bu sınırlı mesafelerin ifade ettiği maddi kazanımları ne edip edip korumalı, her türden saldırıya karşı savunmalıyız. Önümüzde partiyi saldırılara karşı korumak gibi bir sorumluluk var. Bu büyük bir dikkat, titizlik ve ciddiyet gerektirmektedir. Çok yönlü ve derinlikli bir kavrayış gerektirmektedir. Büyük bir sorumluluk ve enerjik bir tutum gerektirmektedir. Bu konuda hepimizi büyük görevler beklemektedir.
Örgüt sorunu kapsamında kadrolaşma, bizim için hayati önemde bir başka sorundur. Buna büyük bir önem vermek, bunu çok özel bir iş edinmek zorundayız. Zira birçok sorun ve tartışma gelip gelip kadro sorununa dayanıyor ve çoğu kez de orada tıkanıyor. Planlar yapıyorsunuz, kadro gerektiriyor. Hedefler koyuyorsunuz, kadro gerektiriyor. Görevler somutluyorsunuz, kadro gerektiriyor. Partinin düzeyini yükseltmek istiyorsunuz, bunun kadrolaşmak kapsamındaki sorunlarla kopmaz bağını görüyorsunuz. Yayınlarınızı güçlendirmek istiyorsunuz, kadrosal sınırlılık engeli ile karşılaşıyorsunuz vb...
Kadrolaşma sorununu, genel siyasal çalışmamızın sonuçları kendiliğinden alınabilecek bir yan ürünü olmaktan çıkarmak, gündelik çalışmamızın en asli ve özel ilgi gerektiren bir sorunu haline getirmek durumundayız. Bundan böyle her ilin, bölgenin ve alt organın çalışmasının başarısını aynı zamanda artan kadro sayısı ve varolan kadroların düzeyindeki değişim üzerinden de değerlendirmeliyiz. Periyodik örgüt raporları bundan böyle kesin olarak buna ilişkin bilgiler ve değerlendirmeler içermelidir. Raporlarda buna ayrı bir başlık, özel bir bölüm ayrılmalıdır. Ve parti yönetimi, illerde İK’lar, sunulan verilerin ışığında bu alandaki gelişmeleri de özel bir tarzda takip etmeli, gerekli durumlarda gerekli müdahaleleri yapmalıdırlar. Partide kadrosal düzeyi mutlak biçimde yükseltmeli, parti saflarındaki kadro sayısını ifade uygunsa geometrik ölçülerde çoğaltmalıyız. Bu, partinin büyümesinin ve politik etki alanını misliye genişletmesinin olmazsa olmaz koşullarından biridir, böyle ele alınmalıdır.
Parti yayınlarımızın her açıdan güçlendirilmesi bir öteki sorunumuzdur. Bu konuda da gerekli tartışmaların yeterli kapsamda ve çözücülükte yapıldığına inanıyorum. Gerisi artık bir uygulama sorunudur. Uygulamada bunun gerektirdiği titizliği, duyarlılığı ve tutarlılığı gösterme sorunudur. Bir bütün olarak parti, özellikle de yeni seçilmiş MK, bu konuda gerçek bir sınavdan geçecektir. II. Parti Kongresi’inden beri süregelen kapsamlı tartışmalar ve müdahaleler, bu alanda artık kesin bir sonuca ulaşmak dışında herhangi bir ihtimale olanak tanımamaktadır. Sınavdan kastım da budur.
Öncelikle yayınlarımızın sağlam partililer tarafından yönetilmesini güvence altına almamız gerekir. Bu yeni seçilmiş MK’yı bekleyen bir sorumluluktur. Partinin bütün ileri kadroları parti yayınlarının asli unsurları haline gelebilmelidir, getirilebilmelidir. Partiyi yöneten, partiye yön veren kadroların bilincinin, iradesinin, tercihlerinin, saptadığı politikaların yansıdığı araçlar haline gelmelidir yayınlarımız.
Partiyi temsil eden önderlik ekibinin gerek siyasal yaşam ve gerekse parti çalışması kapsamında her zaman söyleyecek sözü, dile getirilecek düşüncesi vardır. Gerçek bir önderlik ekibiyse sözkonusu olan, olmalıdır da. Bu sözün, bu düşüncenin temel taşıyıcısı ise parti yayınlarıdır. Yayınlarımızın çizgisi, ruhu ve esasa ilişkin içeriği parti yönetimi ve parti ileri kadroları tarafından belirlenip yönlendirilmelidir. Kesin ve mutlak biçimde...
Devrimci sınıf hareketi eksenine oturmak
Örgüt ve kadro sorunu çerçevesinde, sınıfla devrimci birleşme sorununa da değinmek istiyorum. Bu zor bir süreç, biliyorum, kolay mesafe alınamıyor bu alanda. Kolay mesafe alınamadığı için de kadrolaşma sorunu derken, parti içi demokrasi derken, disiplin derken, iç kenetlenme derken, ruhsal bütünlük derken, bütün bu sorunları bugünkü koşullarda ne edip edip proleter sınıf ekseninde çözelim diyemiyorum. Zira biliyorum, buna daha zaman var, buna dayalı çözüm henüz kısa vadenin bir sorunu değil. Partimiz devrimci sınıf hareketi eksenine sağlam biçimde oturana kadar daha yıllar geçecek. Ama buna henüz ulaşamadığımız bir aşamada biz, bunun yarattığı güçlükleri bilinçli iradi bir tutumla göğüsleyeceğiz, göğüslemek zorundayız. Kafa açıklığıyla, bu doğrultuda ortaya konulacak iradi kararlılıkla dengeleyeceğiz bu boşluğu. Sınıf yönelimimizin kendisi, bu çerçevede hemen tüm çalışmamızın sınıf zemininde sürüyor olması, tüm partinin sınıfı devrimcileştirme çabası içinde bulunması, tüm bunlar da işimizi önemli ölçüde kolaylaştıracaktır, bunun da bilincinde olacağız.
Ama öte yandan şunu da hep gözönünde bulunduracağız: Ne edip edip devrimci bir sınıf eksenine oturamadığımız sürece, sözkonusu sorunların köklü, kalıcı ve kapsamlı bir çözümüne de gerçek manada ulaşamayız. Bu açıdan sınıfla devrimci birleşme sorununu tüm sorunlarımızın gerçek çözümünün düğüm noktası olarak alacağız. Devrimcileşmiş bir sınıf hareketi, istikrarlı bir eksendir devrimci bir sınıf partisi için. Her türlü güçlüğü göğüsleyebilmenin en sağlam temeli, her türden çalkantıya dayanabilmenin en iyi güvencesidir. Stratejik amaç ve hedeflere yürüyebilmenin da olmazsa olmaz koşuludur. Bolşevizm deneyiminin de bize bütün açıklığı ile gösterdiği gibi.
Bolşevizm kelimenin tam anlamıyla devrimci bir proleter sınıf hareketidir. Geçen yüzyılın başında Rusya’da güçlü bir öğrenci hareketi var, Bolşevikler öğrenci hareketi içinde önemsiz bir güçtür. Güçlü bir ilerici aydın geleneği var, 19. yüzyılın o ilerici düşünsel-kültürel birikiminden gelen, ama ilerici-devrimci aydınların önemli bir bölümü Sosyalist Devrimcileri, geriye kalanı ise Menşevikleri desteklemektedir. O günün Rusya toplumunun onda dokuzu köylülüktür, ama devrim öncesinde Bolşeviklerin köylülük içinde hemen hiçbir etkisi yoktur.
Bütün bunlara karşılık Bolşevikler proletarya içinde gerçek bir güçtür. Bolşevizm gerçek bir devrimci proleter sınıf hareketidir. Konuya ilişkin hangi ciddi kaynağa başvurursanız vurunuz, bunun açıklıkla dile getirildiğini göreceksiniz. Öğrenci hareketinde zayıftır, aydın desteği çok sınırlıdır, köylü hareketinde ise hemen hiç yoktur. Ama kararlaştırıcı günler gelip çattığında, Rusya gibi onda dokuzu köylülük olan bir ülkede, Bolşevik Parti buna rağmen herşeyin, tüm devrimci sürecin eksenidir. Çünkü toplumun biricik tutarlı devrimci sınıfıyla, tüm ötekileri de ardından sürükleyebilme yeteneği ve kapasitesine sahip biricik sınıfla, işçi sınıfı ile devrimci bir temelde birleşip kaynaşmıştır. İşçi sınıfı eksenine oturmuş olmak, genel devrimci sürecin ekseni haline gelebilmenin de güvencesi olmuştur. Bu ekseni tuttuğu içindir ki, gerçekte Sosyalist Devrimcilerin ezici etkisi altında bulunan köylülüğü de ardından sürükleyebilmiştir. Bunu önce bu partide devrimci bir bölünmeye yolaçarak, ardından ise köylü kitlelerinin desteğini bizzat kazanarak yapabilmiştir.
Özetle Bolşevizmin başarısının temelinde işçi sınıfının devrimci desteği vardır, bu sınıfla et ve tırnak gibi kaynaşmışlığı vardır. Ama bu da öyle bir anda olmamıştır. Bunun için uzun yıllar, zorlu süreçler ve büyük emekler gerekmiştir. Sınıfla devrimci birleşme doğrultusunda büyük bir sabır, inat ve kararlılık gerekmiştir.
Biz bu ülkede Marksizmi proleter sınıf özüne ve eksenine oturttuk. Böylece işçi sınıfının tarihi devrimci rolü üzerine temel marksist düşünceyi anlamsızca tekrarlanan boş bir laf olmaktan da çıkarttık. Bu halkçılığa karşı kazandığımız en büyük ideolojik zafer oldu ve en özgün yanımızı oluşturdu. Günümüz Türkiye’sinde halkçılığın ideolojik çöküşü ve sınıf dışı devrimciliğin tükenişi, doğruluğumuzun ve haklılığımızın tam bir kanıtlanması anlamına gelmektedir. Ya işçi sınıfı o teoride tanımlanan tarihi devrimci rolü oynayabilecek yegane toplumsal sınıftır, bu durumda tüm politik-pratik hesaplar onun üzerinden yapılmalıdır, tüm dikkatler öncelikle ona yöneltilmelidir, ya da bilimsel sosyalizmin bilimsellik iddiası üzerine söylenen herşey anlamsız boş bir laf yığınıdır. Biz sorunu böyle ele aldık, bu açıklık ve kesinlikte ortaya koyduk. Köklü halkçı önyargıların karşısına da bu bakışaçıyla dikildik. Marksizmi proleter sınıf özü üzerinden kavradık ve pratik yönelimimizi bunun üzerinden saptadık. Devrimci sınıf partisinin inşası süreçlerini bunun ışığında ele aldık. Zaman tutumumuzdaki isabetliliği tam olarak kanıtlamış bulunmaktadır. Halkçı geleneğin ideolojik çöküşü bunu ifadesidir. Bu partimiz için büyük bir ideolojik ve moral zaferdir.
Bizim için sorun sınıfın anlık durumu değil, burjuva toplumundaki bilimsel ve tarihsel olarak kanıtlanmış tarihi devrimci konumu ve bundan kaynaklanan devrimci misyonu idi. Marks “İşçi sınıfı ya devrimcidir, ya da bir hiç!” diyor. Türkiye işçi sınıfı bugün bir hiç değildir kuşkusuz, ama devrimci olamadığı için de etkisiz bir güçtür. Bir hiç değildir; çünkü herşeye rağmen bir dinamizmi, sonu gelmeyen bir kendiliğinden hareketliliği var. Ama işçi sınıfının tarihi rolü üzerine, modern burjuva toplumundaki devrimci misyonu üzerine söylenenler, onun kendiliğinden bir sınıf olmaktan çıkıp kendisi için bir sınıf haline gelmesiyle, yani devrimcileşmesiyle, bağımsız devrimci bir kuvvet olarak tarihsel-siyasal sahnede yerini almasıyla, bir anlam kazanır ve pratikte gerçekleşme şansı bulur.
Ama işte bu noktada da devrimci partinin çok önemli bir rolü vardır. Kendiliğinden süreçler sınıfı döne döne eyleme iterler. Ama kendiliğinden süreçler içerisinde eyleme geçen sınıfın kendisi için bir sınıf haline gelebilmesi, bilinçli ve örgütlü bir sınıf düzeyine yükselebilmesi, bağımsız bir güç ve alternatif bir kuvvet olabilmesi, devrimci sınıf partisinin varlığını, onun sistemli öncü devrimci müdahalesini gerektirmektedir. Sınıfın kendiliğinden çıkışlarına sınıf zemininde nefes alıp veren devrimci bir partinin öncü bir müdahalesi yoksa eğer, bu çıkışların kendi başına bir yere varamayacağını tüm tarihi deneyim bize ayrıca göstermektedir. Devrimci sınıf partisi olmak iddiası çerçevesinde biz de misyonumuza buradan bakabilmeliyiz.
Öte yandan, parti olarak yaşadığımız birçok sorunun çözümünün maddi zemininin bu olduğunu da tüm açıklığı ile gözönünde bulundurmalıyız. Biz halihazırda esası yönünden devrimci ideolojik bilincimiz ve buna uygun pratik yönelimimiz sayesinde ayakta duruyor, yol yürüyoruz. Ama bunu ne edip edip maddi sınıf zemini ile de birleştirip bütünleştirmek durumundayız. Marks’ın güzel ifadesiyle, felsefeyi, yani partiyi maddi silahlarına kavuşturmak durumundayız; öyle ki, tersinden de proletarya felsefede, demek istiyorum ki partide, kendi ideolojik ve entelektüel silahlarını bulabilsin. Yani sosyalizmle sınıf hareketi nihayet birleşip bütünleşebilsin. Birlikte yıkılmaz bir güç haline gelebilsin, böylece devrimin gelecekteki zaferini güvenceleyebilsin.
Parti sınıfla birleşemezse zamanla kaçınılmaz bir biçimde bozulup yozlaşacaktır. Devrimci ideolojik zeminini yitirecek, devrimci amaçlarından uzaklaşacaktır. Öte yandan sınıf hareketi sosyalizm ile (somutlanmış örgütlü ifadesi olarak öncü devrimci parti ile) birleşemezse, burjuvazinin yedeği olmaktan, gerici burjuva akımların ardından sürüklenmekten kurtulamayacaktır. Marksist teori, Lenin şahsında, sorunu işte tam da böyle ortaya koymaktadır. Lenin, son derece anlamlı ve bilinçli bir tutumla, Iskra’nın ilk sayısının başyazısını bu fikirler üzerine kurmuştur. Bu rastlantı değildir. Rastlantı olmadığını Lenin’in tüm düşüncesinden ve Bolşevizmin gelişme seyrinden biliyoruz. Tarihsel gelişme seyri içinde Bolşevizm, sosyalizm ile sınıf hareketinin örgütlü devrimci birliğinin gerçek bir ifadesi olmuştur. Bunlar çıkışından itibaren hareketimizin halkçılığa karşı ideolojik savaşının en temel vurgulardır.
Demek istiyorum ki, bugün politik çalışmada ve örgütsel yaşamda önemli sorunlarımız var. Bunların üstesinden kısa dönemde daha çok ideolojik kavrayışın gücüyle, aynı anlama gelmek üzere irade çabayla gelmeye çalışacağız. Ama sınıf çalışmamızı da her bakımdan çok sıkı tutacağız. Devrimci sınıf eksenine oturamadığımız sürece iradeyle, bilinçle aştığımız sorunların döne döne karşımıza yeniden çıkacağını bir an bile gözden kaçırmayacağız.
Bu açıdan partinin hiçbir biçimde sınıf eksenli bir çalışmadan sapmaması gerektiğini bir kez daha kuvvetle vurguluyorum. Herşey ona tabidir, herşey ona bağlı olmalıdır, herşey onun hizmetinde ele alınmalıdır. Gençlik çalışması, olduğu kadar semt çalışması, mutlak biçimde ona tabi olmalıdır, onun hizmetinde ele alınmalıdır. Daha tam bir ifade ile, dosdoğru onun organik bir uzantısı olmalıdır. Tersanelerde çalışan yoldaşlarımız çalışmanın sorunlarını ele alırlarken, ama işçiler aynı zamanda yaşam alanlarında da zor koşullar altında bulunuyorlar, tersane eksenli çalışıyoruz ama yaşam alanları üzerinden de müdahale etmemiz gerekir dedikleri zaman, sorunu doğru biçimde koymuş oluyorlar. Bu anlamda evet, bizim de semt çalışmamız olacaktır, ama bugünün koşullarında yalnızca bu anlamda ve bu sınırlarda. Sınıf eksenli planlanmış çalışmanın çok yönlü olarak güçlendirilmesi bakışı, kavrayışı ve planlaması içerisinde. Bunun dışında kendi ekseninde, kendi içinde semt çalışmasını bugün için unutmalıyız. Yarın için sınıf içinde elde edeceğimiz güç ve etki bize onları kendiliğinden kazandıracaktır. Biz ilişkiyi bugünden doğru kurarsak bu açıdan yarın da sorun kalmayacaktır.
II. Kongre’nin kapanış konuşmasında devrimci sınıf partisi olabilme sorunu çerçevesinde Türkiye solunun mezhepçi kimliği ve geleneği üzerinde de durmuştum. Temel önemde vurgular var sözkonusu konuşmada, bu açıdan yeniden incelenmeye fazlasıyla değer. Sol hareketi anlamak bakımından son derece açıklayıcı bölümlerdir bunlar. Geleneksel solun en temel özelliklerinden biri, denebilir ki birincisi, sınıf dışılıktır, mezhepçi gelenek buradan köklenmektedir. Sol bir bütün olarak proleter sınıf kavrayışından ve dolayısıyla pratik yöneliminden yoksundur.
Mezhep değil de devrimci sınıf partisi olabilmenin ilk ve zorunlu koşulu ideolojik kavrayıştır, ama sorunun gerçek pratik çözümü devrimci sınıf eksenidir. Bu ekseni yakalayamadığınız sürece mezhepsel eğilimlerden kurtulmanız olanaklı değildir. Politik yaşamda, kitlelerle ilişkilerde ve nihayet örgüt yaşamınızda bunun etki ve sonuçlarıyla bir biçimde yüzyüze kalırsınız. Bu nedenle sorunlarımızın kesin ve köklü çözümünü sınıfla devrimci birleşmede görelim, bunun için de ne edip edip bir an önce sınıf içinde örgütlü bir güç olmaya bakalım.
Büyük kitlesel devrimcileşmeler, geniş çaplı sosyal kaynaşmalar ve hareketlilikler olmadan olanaksızdır. Devrimci siyasal çalışma ve ajitasyon kendi başına buna yetmez. Ama yine de bizim bu gericilik döneminde bile bu konuda katedebileceğimiz önemli mesafeler vardır, bunun nesnel açıdan belirli sınırları olsa bile.
Bugün herşeye rağmen sınıf içinde sonu gelmeyen kıpırdanmalar yaşanmaktadır. Bunlardan da en iyi şekilde yararlanıp ilk dayanaklarımızı elde etmeye bakalım biz. Bugünkü gerici kuşatma dönemi nasılsa geride kalacak, kitlesel kaynaşma günleri yeniden gelecektir, bundan kuşku duymayalım. Biz hazırlığımızı sıkı tutmaya ve bugünkü imkanlar ölçüsünde ilk önemli dayanaklarımızı yaratmaya bakalım. Unutmayalım, sınıf içinde kimin önden bir takım dayanakları varsa, kim bu alanda bir güç ve deneyim biriktirmişse, büyük hareketlenmeler döneminde etkili ve verimli müdahaleler yapmak imkanına da en çok o sahip olabilecektir.
Sol hareketin durumu ve TKİP’nin misyonu
Sol hareket üzerine kapsamlı değerlendirmelerimiz var. Bunlar hayat tarafından sürekli olarak ve giderek daha somut biçimde doğrulanmaktadır. Bu nedenle ben bu konuda solun mevcut durumunun partimize yüklediği çok özel sorumluluğu bir kez daha vurgulamakla yetineceğim.
Devrim için bu ülkede son elli yılda yüzlerce, binlerce insan kendini feda etti. Onbinlercesi işkencelerden geçti, hapisler yattı, ağır bedeller ödedi. Çok sayıda devrimci işkencede ser verdi sır vermedi, gencecik insanlar başı dik olarak idam sehpalarına çıktılar. Bütün bunlara sayısız insan gruplarının her türden zorluğa, yokluğa, sıkıntıya katlanarak devrimin başarısı için geceli gündüzlü uğraşıp didinmelerini ekleyiniz...
Bütün bunların, bunca emek ve fedakarlığın, bu topraklarda mutlaka kalıcı bir karşılığı, bir güvencesi, bir geleceği olmak zorunda. Parti olarak sorumluluklarımıza aynı zamanda buradan bakmalıyız. Devrimden düzene kaymış reformist solun bu konuda yapabileceği bir şey yok. Türkiye’nin devrimci halkçı geleneğinden bugüne kalmış birkaç grubun ise mevcut durumu ortada. Bunlar gelinen yerde ya tasfiyeci bir sürükleniş içerisinde tükenme, ya da en iyi durumda mezhepçi bir içe kapanma halindeler. Gelecekleri olmayan gruplar bunlar. Tarihsel ömürlerini çoktan doldurmuşlardı, şimdi siyaseten de tükenmekteler. Geçmişin politik ve moral birikiminin korunması ve geleceğe taşınması konusunda bunların da yapabilecekleri bir şey yok.
Türkiye solunun bugünkü tablosu içinde bu büyük sorumluluk kesin olarak TKİP’nin omuzlarındadır. Kendimizden çok öteye bir sorumlulukla yüzyüzeyiz burada. Geçmiş kuşakların harcadığı emeğin ve ödediği bedellerin bize yüklediği bir sorumluluktur bu. Bunu derinlemesine bilince çıkarmalı, bu bilinci tüm partiye yaymalıyız.
Bugünün TKİP’sinin muhtemel bir olumsuz akibeti elbette herşeyin sonu demek değildir. Hiçbir siyasal etki ve iz tümden silinemez, hiçbir birikim boşlukta yitip gitmez. Ekim Devrimi’yle yaratılan tüm politik-maddi kazanımlar yitirildi, ama buna rağmen onun ilkeleri, idealleri, teorik kazanımları, açtığı yolun bütün bir öğretici deneyimleri yine de orta yerde durmaktadır. Bugüne olduğu gibi geleceğin büyük mücadelelerine de ışık tutacak, güç verecek, ilham kaynağı olacak, ruh aşılayacaktır bu büyük birikim ve deneyim. Bugünün ve yarının devrimci kuşakları da ondan eleştirel temelde en doğru bir biçimde yararlanacaklardır. Bizim akibetimiz de bir biçimde kötü olsa bile, hayat ve mücadele durmayacak, bu topraklarda proletarya devrimi davasının taşıyıcısı olacak yeni güçler mutlaka çıkacaktır. Ama bugün biz bu açıdan büyük bir sorumlulukla yüzyüzeyiz; zira bugün için temel önemde üstünlüklere, önemli ideolojik ve moral avantajlara sahibiz. Sorumluluk bugün için kesin olarak bizim omuzlarımızdadır.
O günlere denk gelen bir konferansta, geçen Nisan ayında İstanbul’da çatışarak yaşamını yitiren Orhan Yılmazkaya hakkında bir konuşma yapmak olanağı bulmuştum. Bunu sarsıcı bir yiğitlik örneği sergileyerek ölüme giden bir devrimciye karşı bir görev de saymıştım. Ölüme gidişindeki soğukkanlılık ve ölmeden hemen önceki kısa devrimci veda konuşması son derece anlamlı ve etkileyici idi. Tok devrimci mesajlar içeren sade, duru aynı ölçüde içten ve kararlı bir konuşmaydı bu. Yaptığım değerlendirmede, bir yandan bu direnme ruhunu ve pratiğini yüceltmiş, bunu Türkiye solunu saran sağcı tasfiyeci eğilimin eleştirisi ile birleştirmiş, fakat öte yandan böylesi devrimcilerin yanlış bir çizgide heba olmasının anlamı ve sorunları üzerinde durmuştum. Umarım önümüzdeki dönemde yayınlanır, kayıtları olan bu konuşma.
Orhan Yılmazkaya’nın dahil olduğu grubun temsil ettiği ideolojik çizginin kuşkusuz hiçbir geleceği yok. Bu çizgi Türkiye’de daha önce de birçok grup şahsında denenmiş, hiçbir geleceği olmadığı da tüm bu örnekler üzerinden görülmüştür. Orhan Yılmazkaya’nın bir devrimci olarak kendini adama bilinci ve tutumudur burada asıl önemli olan ve bizi ilgilendirmesi gereken. Bunun da bu ülkede sayısız örneği yaşandı kuşkusuz, bu açıdan herhangi bir yenilik ifade etmiyor. Ama Orhan Yılmazkaya örneği, bu toprakların en berbat bir gericilik ve tasfiyecilik döneminde bile devrim uğruna gözünü kırpmadan ölüme gidebilen devrimci militanlar çıkarabildiğini bir kez daha gösteriyor. Sorun, bu samimi ve kararlı devrimcileri doğru bir devrimci çizgiye kazanabilmekte, gerçekten zafere götürebilecek olan bir devrimci bayrak altında birleştirebilmekte. Geleneksel solun hiçbir geleceği olmayan şu veya bu grubunun saflarında heba olup gidiyor bu türden sayısız devrimci.
Orhan Yılmazkaya, silahlı eğitim kampının bitiş töreninde yaptığı konuşmada, Kartacalı ünlü komutan Hanibal’a atfen, “Ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız!” diyor. Bununla, bir yol bulamadığımız için burada yeni bir yol açıyoruz demek istiyor. Oysa açtıklarını sandıkları yolda hiçbir yenilik yok. Benzer yollar son elli yılın Türkiye’sinde birden fazla grubun şahsında yeterince denendi ve her seferinde bir çıkmaza çıktıkları görüldü. O yollarda Orhan Yılmazkaya örneğini aratmayan büyük yiğitlikler de sergilendi. Ama bu yiğitlikleri sergileyen devrimcilerin içinde yer aldıkları yapıların dünkü ve bugünkü akibetleri ortadadır. Bu, bu yolların çıkmaz yol olduğunun en dolaysız bir göstergesidir.
Yeni yollar aramaya gerek yok; yürünecek yol, izlenecek çizgi, proletarya devrimini zafere taşıyacak bayrak, bugünün Türkiye’sinde artık vardır. Ona tam da geçmişin bütün bir birikiminin ve deneyiminin sağladığı olanaklarla, bunun eleştirel bir değerlendirmesi ve aşılması ile ulaşılmıştır.
Bu yol, bu çizgi yeterince açıktır. Bu yolu somutlayan devrimci program dostun düşmanın gözleri önünde çoktan göndere çekilmiştir. Onun taşıyıcısı devrimci örgüt büyük emeklerle inşa edilmiş, parti düzeyine yükseltilmiştir. Ve bu yol, daha şimdiden önemli sınamalardan da geçmiştir. Eski yolların tükenişe götürdüğü bir evrede bu yolun, varolma hakkı kazanmanın ötesinde, bir gelişme gücü ve dinamizmi gösterebilmesi bunun ifadesidir. Gelinen yerde sorun, mücadeleye akacak tüm diri ve samimi devrimcileri bu yola, bu çizgiye kazanmak, TKİP bayrağı altında birleştirmektir. Bunu başarmak bizim kendi öz görevimizdir. Dünün ve bugünün devrimci kuşaklarına karşı görevimizdir. Orhan Yılmazkayalar’ın anısına karşı ödenmesi gereken borcumuzdur.
Başarıya kilitlenmeliyiz!
Yeni bir döneme giriyoruz. Kongremiz başarılı olmuştur, buna büyük bir içtenlikle inanıyorum. Şu andan itibaren iç birliğimizi güçlendirmek, doğru ve dinamik bir çalışma tarzıyla görevlere sarılmak sorunuyla yüzyüzeyiz. Yeni MK’yı büyük sorumluluklar ve yanısıra önemli güçlükler beklemektedir. Sorumluluklar açıktır; bütün bir kongre çalışması bu konuda yeterli açıklıkları sağlamıştır. Bu sorumluluklar temelinden güçlüklerin çözümünü bulmaksa yeni MK’nın görevidir. Muhakkak ki bu çözümleri bulacağız. Devrimci bir partinin yeni yönetimi olarak bu en asli görevimizdir. Başka bir seçeneğimiz de yoktur.
Kongrenin ardından MK tam üyeli ve nispeten uzun süreli bir toplantıyla partiyi baştan aşağı yeniden gözden geçirmeli, güçlerin durumuna bakmalı, değerlendirmeler yapmalı, tercihler ortaya koymalı, bunu bir planlamaya bağlamalı ve bu planı kararlı bir şekilde uygulamalıdır. Bu, kongre sonrası dönemin çok verimli ve başarılı bir biçimde kullanılabilmesinin temel koşulu ve bir ilk adımıdır.
III. Parti Kongresi birliğimizin daha ileri düzeyde bir mayası olacaktır, buna inanıyorum. Burada en kritik halka, bir kez daha MK’dır. MK’nın önünde sağlam bir biçimde konumlanmak ve bunu amaca uygun verimli bir çalışma tarzı ile birleştirmek gibi acil bir sorun vardır. Partiyi yeni başarılara taşımak, yeni dönemi kazanmak sorumluluğu en başta yeni MK’nın omuzlarındadır. Ona yetki bunun için verilmiştir, bunun hakkını vermek de onun partiye borcudur.
Artık kelimenin tam anlamı ile zamanla yarışmalıyız. Beş yılda yapılacakları bir yıla sığdırarak, boş geçmiş yıllarımızı yeni yıllarda telafi ederek ne edip edip yol yürümeliyiz. Bu hepimizin kilitlendiği hedef olmalı, herşey buna tabi tutulmalı, başarı bununla ölçülmelidir. Bütün bir irade, bütün bir düşünce gücü ve duygu yoğunluğu, bütün bir pratik enerji ve seferberlik buna kilitlenmelidir.