Hatice Yürekli Parti Okulu Açılış Konuşması...
Devrimci partinin görevi
devrime hazırlanmaktır!
TKİP IV. Kongresi’nin ardından gerçekleşen iki Parti Okulu etkinliğinin ilki olan Parti Okulu Hatice Yürekli Devresi’nin açılışında Cihan yoldaşın yaptığı konuşmanın kayıtlarıdır. Konuşma özel bölümlerinden arındırılmış, daha önce yayınlanan konuşmalarla aynı temaya dayalı bölümler ise (25. Yıl, IV. Parti Kongresi, vb.) tümden çıkarılmıştır. Ara başlıklar buradaki yayın vesileyle konulmuştur...
Parti Okulu çalışmaları parti yaşamımıza yeni bir soluk getirdi. Bu, son bir senede gerçekleştirdiğimiz üçüncü Parti Okulu çalışması oluyor. Geçen yıl yaptıklarımızdan farklı olarak bu yılın Parti Okulu çalışmaları, bir süre önce gerçekleşen IV. Parti Kongresi’nin tamamlayıcısı olarak düşünüldü, daha baştan böyle planlandı. Amaç, IV. Parti Kongresi’nin başarısını yeni bir düzeyde pekiştirmekti. Bu amaç çerçevesinde, biz de burada çalışmalarımızı esası yönünden IV. Parti Kongresi’nin çalışma gündemine bağlı olarak sürdüreceğiz.
Şu son yıllarda devrime hazırlık temasını özellikle önplana çıkarıyoruz. Bunun anlamı ve kapsamı konusunda yeterli düzeyde açıklıklar yaratmaya özen gösteriyoruz. Bu nedenledir ki vesile doğdukça bu konuyu işlemeye çalışıyoruz. Temel ya da güncel tüm sorunlarımızı ele alırken bunu hep de devrime hazırlık sorununa bağlıyoruz ya da dosdoğru bu görev üzerinden, bu görevin ışığında ele alıyoruz.
Tarihi sorumluluk ve devrimci hazırlık
Devrimci parti her zaman devrim için vardır. Bu onun gerçek varlık nedeni, temel tarihsel misyonudur. İçinden geçilmekte olan tarihsel dönemin kendine özgü koşullarından ve ihtiyaçlarından tümüyle bağımsız olarak... Devrimci partinin görevi, tarihi ve toplumsal koşulların verili tablosundan bağımsız olarak, her durumda devrime hazırlanmaktır.
Ama öte yandan biz, bu genel gerçeğin ötesinde, devrime hazırlık sorununu girmekte olduğumuz yeni tarihsel dönemle de sıkı sıkıya ilişkilendiriyoruz. Dünya ölçüsünde otuz yılı bulan bir sosyal durgunluk döneminin yavaş yavaş geride kalmakta olduğunu, dünya çapında olayların hızlandığını, bu hızlanmanın çok değişik süreçler olarak kendini gösterdiğini, bunun temel bir boyutunun da sosyal mücadeleler olduğunu, giderek insanlığın yeni bir devrimler dönemine yakınlaştığını vurguluyoruz. Bizim devrime hazırlık perspektifimiz, aynı zamanda bu somut tahlile, bundan çıkan sosyal ve siyasal sonuçlar ile bunun devrimci gereklerine dayanıyor. Eğer süreçler dünya ölçüsünde hızlanıyorsa, yeni bir devrimler dönemi yakınlaşıyorsa, o halde biz de hazırlığımızı çok daha sıkı tutmak, tüm cephelerde devrime en iyi biçimde hazırlanmak durumundayız.
Üçüncü bir temel noktaya geçiyorum. Dünden bugüne bir sol hareket gerçeğimiz var. Türkiye’nin sosyal mücadeleler tarihinde ve dolayısıyla sol hareketin gelişip serpilmesinde yeni bir dönemi başlatan 1960’lı yıllardan alırsak, yaklaşık kırk-elli yıllık geçmişe sahip bir sol hareket... Sol hareketin bu tarihi dönem içinde bir evrimi ve bugün gelip vardığı bir yer var. Geleneksel sol dediğimiz bu en değişik türden partiler ve gruplar tablosuna toplu olarak baktığımızda, önemli bir bölümünün devrimci kimlik yönünden artık tükendiğini, geriye kalanların ise halen büyük bir erozyon içinde olduğunu, tasfiyeci sürüklenmeler içinde aynı akibete doğru yol aldığını görüyoruz.
Ve öte yandan bu sol hareket tablosu karşısında bir TKİP gerçeği var. Büyük bir yenilgi döneminin ardından bu aynı sol hareketin bünyesinden doğan, yenilginin dersleri üzerinden geçmiş hareketle her alanda bir hesaplaşmaya girişen ve gelişimini işçi sınıfı devrimciliği çizgisinde sürdüren bir TKİP gerçeği... İdeolojik, politik, örgütsel, moral alanlarda başlangıç özelliklerini koruyan; korumakla kalmayan zaman içerisinde geliştirip güçlendiren; bir sosyal durgunluk ve siyasal gericilik döneminde, geleneksel sol üzerindeki etkisi genel bir tasfiyeci yıkım, bozulma ve dağılma olan böylesine bir tarihsel evrede, diriliğini, ciddiyetini, iddiasını koruyabilen; bütün gerici ve tasfiyeci cereyanlara bilinçli bir tutumla göğüs geren, bütün bu dönem içerisinde ayakta kalan ve bugüne gelen bir TKİP gerçeği... Son elli yılın sol hareketi içinden gelen, onun devrimci birikimine ve kazanımlarına dayanan, fakat bunu sınıf devrimciliği çizgisinde aşarak bugünlere ulaşan bir TKİP gerçeği... Geçmişin değerlerini savunmak ve korumakla kalmayıp onu yeni bir düzeye de çıkaran, bunu sınıf devrimciliği temeli üzerinde anlamlandırmaya çalışan, ve koca koca hareketlerin zaman içerisinde bozulup dağıldığı bir evrede, bütün bir ideolojik-moral gücünü koruyan ve geleceğe bakan, geleceğe hazırlanan bir TKİP gerçeği...
Bütün bunlar TKİP’nin omuzları üzerinde bugün büyük bir sorumluluk, bunun ifadesi ağır bir yük var anlamına gelmektedir ve benim sözümü bağlamak istediğim asıl nokta da budur. Bu özgün durumu ve bunun omuzlarımıza yüklediği büyük sorumluluğu en açık bir biçimde anlamak, en iyi biçimde kavrayıp sindirmek ve dolayısıyla hakkını her alanda vermekle yükümlüyüz.
Bu özgün durumu dedim; zira mevcut durum, solun somut tablosu pekala bugünkü gibi olmayabilirdi de. Bugünün Türkiye’sinde pekala bir dizi başka devrimci akım olabilirdi ve bunlar sınıf devrimciliği bakışaçısından eleştiriyi hak etseler bile, yine de az-çok iddialı bir devrimci konumu, kimliği ve pratiği buna rağmen temsil edebilirlerdi. Biz bu tablo içinde gene sınıf devrimciliği çizgisinde temelde farklı bir parti olur, ayrı bir yerde dururduk. Ama yine de bu, çeşitliliği içinde zengin bir devrimci hareket tablosu anlamına gelirdi. Oysa bugün somutta, bugünün Türkiye’sinde, yazık ki durum böyle değil. Devrimci olmak iddiasındaki parti, grup ve çevrelerin ezici bir bölümü devrimci kimlik yönünden genel bir erozyon içerisindedirler. Kimisi bu evrimi çoktan tamamladı, reformist bir çizgide düzenin icazet alanına kaydı. Kimisi ise halen bu doğrultuda pusulasız bir sürükleniş içinde aynı akıbete doğru yol alıyor.
İşte ben bundan hareketle diyorum ki, böylesine bir dönemde, TKİP, Türkiye devrimci hareketinin kazanımlarını koruyarak ve onları sınıf devrimciliği düzeyinde anlamlandırmaya çalışarak varolabilmişse eğer, bu durumda onun omuzlarında ayrıca büyük bir yük var demektir. Partimizin geride kalan kırk-elli yıllık birikime, emeğe ve fedakarlıklara karşı buradan gelen büyük bir sorumluluğu var. Devrime hazırlığımızın sorunlarını ele alırken, sorumluluklarımıza aynı zamanda buradan bakmak durumundayız.
Daha çok kendi gelişme süreçlerimizden gelen son bir noktaya geçiyorum. Parti olarak kuruluş kongresini izleyen on küsur yılın bir bölümünü gereğince değerlendiremedik, vesile doğdukça üzerinde durduğumuz nedenlerle. Ama şu son yılları, özellikle II. Kongre’yi izleyen son beş yıllık dönemi, en iyi biçimde değerlendirmek için elimizden geleni yaptık. Yine de gereğince değerlendiremediğimiz yılları telafi etmek gibi bir sorumluluğumuz var. Bu, önümüzdeki yılları en iyi bir şekilde değerlendirebilmek anlamına gelir. Önümüzdeki her bir yıla yılları sığdırmak olarak ifade edilen gelişme çizgisinin anlamı budur.
Bir de böyle, buradan gelen bir sorumluluğumuz var, geleceğe hazırlanmaya aynı zamanda buradan bakıyoruz. Süreci yoğunlaştırmak ve hızlandırmak istiyoruz. İşte birkaç ayın içine biri parti kongresi olmak üzere bir dizi merkezi parti toplantısı ya da etkinliği sığdırmak çabasının gerisinde aynı zamanda bu var. (...)
En kısa biçimiyle özetlersem: İlkin, devrimci olmak iddiasından gelen sorumluluklarımız var. İkinci olarak, girmekte olduğumuz tarihsel dönemden gelen sorumluluklarımız var. Üçüncü olarak, geleneksel sol hareketin bugünkü yıkım tablosunun omuzlarımıza yüklediği sorumluluklar var. Ve dördüncü olarak, geçmiş yıllardaki kayıplarımızı telafi etmek gibi bir sorumluluğumuz var. Hazırlığımıza bütün bunların ışığında bakıyoruz, hazırlığımızı bütün bunlar üzerinden ele alıyoruz.
Dünya görüşü ve ideolojik donanım
Hep de bir hazırlıktan sözediyoruz; bu herşeyden önce elbette düşünsel hazırlık demektir. Açık ve sağlam bir devrimci bilinciniz yoksa öteki hiçbir şeyi başarmak şansınız zaten yok demektir. Lenin’in “Ne yapmalı?”sının teori sorununa ayrılmış başlangıç bölümünde, ileri devrimci teori ile donanmış partiye yapılmış belirgin vurguyu hatırlayalım. Öncü savaşçı rolünü ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği devrimci bir parti yerine getirilebilir diyor Lenin. Bu, bizzat Lenin’in partisi şahsında tarihsel olarak doğrulanmış bir görüştür. Bolşevik Partisi’nin, devrimci teori ile donanmış devrimci bir parti olarak, tarihsel misyonunu başarıyla gerçekleştirdiğini, devrimi zafere ulaştırdığını biliyoruz.
Devrimci dünya görüşü herşeyin başıdır. Salt politik saikler ve duygularla, salt politik bağlanmalarla devrimcilik yapılamaz, yapılsa bile uzun süreli olmaz ve herhangi bir sonuç da yaratamaz. Türkiye sol hareketinin yakın tarihi üzerinden çok iyi bildiğimiz gibi.
Genel ideolojik birikim ya da donanımdan değil fakat daha temelli bir konudan, dünya görüşünden, devrimci bir dünya görüşüyle donanmaktan sözediyorum. Mesele hiçbir biçimde Marksizmin genel teorik içeriğini bilmek değildir. Bu geleneksel Türkiye solunda iyi-kötü vardır, geçmişten bugüne teorik sorunlar üzerine çokça konuşulup yazılmıştır ve genel olarak marksist teori burada referans olarak kullanılmıştır. Dünya görüşü, dünyaya, doğaya ve topluma bakışaçınızdır. Bu bir düşünüş tarzıdır, bir algılama ve yorumla tarzıdır, bir yaşayış ve daha da önemlisi bir davranış tarzıdır. Sonuçta düşünsel ve pratik kimliğinizin belirleyici harcıdır.
Marksizm üzerinden sağlam bir dünya görüşüyle donanmak bugün saflarımızda, kadrolarımızın önemli bir kısmı şahsında, hala da bir sorun alanıdır. Küçük-burjuva düşünüş ve davranış tarzının saflarımızda önemli bir etki alanı var, bunu hepimiz biliyoruz. Politik çalışma ve mücadelede gece-gündüz kendini paralayan, devrimci çalışmanın yüklerinden hiçbir biçime geri durmayan, yeri geldiğinde düşman karşısında bir devrimci gibi davranabilen, ama tüm bunlara rağmen yine de düşünüş ve davranış tarzı yönünden marksist dünya görüşüne uzak olabilen insanlar var saflarımızda. Bunu yüreklilikle kabul etmek, üzerine gitmek ve değiştirmek zorundayız. Partinin tümüne sağlam bir dünya görüşü kazandırmak, bunu her bir militanın bilincinde ve davranışında somutlamak zorundayız.
Bu aynı sorunun bir alt boyutu ise, bilinen biçimiyle ideolojik birikim ve donanımdır. Yani Marksizmin bilimsel yöntemini ve teorik içeriğini bilmek, bununla donanmak, tüm partiyi bununla donatmaktır. Bu açıdan da halen fazlasıyla zayıf bir durumdayız. Bunu en başından beri ve partinin kollektif kimliği üzerinden önemsedik. Devrimci, toplumun bilinçli, önder, öncü unsuru demektir; devrimcinin kendisi bilinçli ve bilgi birikimine sahip olmak durumundadır, dedik. Kişi olarak devrimciden öte, partinin kendisi bilinçli ve birikimli olmak durumundadır. Kaldı ki felsefi ölçülerle bakıldığında, parti bir bilinç öğesidir, öznel bir öğedir. Parti tepeden tırnağa bilinçli olmak, sağlam bir ideolojik donanıma sahip olmak durumundadır.
Başından beri bunu önemsediğimiz, belli evrelerde buna özel bir biçimde çubuk da büktüğümüz halde, konu hala da önümüzde bir sorun alanı olarak durmaktadır. Bu konuyu hep önemsedik ama az başarı sağladık demek istiyorum. Şu son zamanlarda parti okullarını bu sorunu aşmanın bir manivelası yapmaya çalışıyoruz. Kuşkusuz buradaki birkaç haftalık çalışma kimseyi kendi başına marksist donanıma kavuşturmaz. Ama sonuçta bu sorunların önemini anlatabilirsek, bu bizim için önemli bir başarı olur. Ve bununla belli süreçleri tetikleyebilirsek, asıl kazanımımız da bu olur.
Bu, temelde devrime hazırlık, yaklaşmakta olan tarihi evreye hazırlık dediğimiz sorumluluğun en temel gereklerinden biridir. Parti devrimci dünya görüşüyle sağlam bir biçimde donanmak ve dolayısıyla siyasal mücadelenin ortaya çıkardığı ve çıkaracağı tüm sorunlara doğru bakmasını bilebilmek durumundadır. Gelecekte öylesine karmaşık olaylar ve sorunlarla karşı karşıya kalacağız ki, bakışaçımız sağlam ve donanımımız yeterli değilse eğer, bunların içinden çıkamaz, doğru davranmasını başaramaz, sonuçta olup bitenlerin altında ezilir gideriz.
Partide devrimcileşme sorunu
Ama teorik bilinç, çarpık ve tartışmalı, eksikli ve güdük olmakla birlikte, Türkiye solunda gene de çok eksik olan bir şey değil. Bugün bile orta yerde yığınla geveze var. Türkiye solunda halen de marksologdan geçilmiyor. Her mesele üzerine kalem oynatabilen, iri iri laflar edebilen bir sürü insan var bugünün Türkiye’sinde. Ama yazık ki bunlar içinde çok az devrimci var, neredeyse yok denecek kadar az. Dünya görüşü, ideolojik donanım, evet, olmazsa olmaz koşuldur. Ama bu her bakımdan ve her alanda devrimci bir kimlikle birleşmek, buna dayanmak durumundadır.
Partide safları devrimcileştirmek diye bir sorun tartışıyoruz, şu son birkaç yıldır. III. Parti Kongresi’nin gündemi kapsamında bu sorun bir dizi başlık üzerinden ortaya konuldu. Sosyal durgunluk ve siyasal gericilikle belirlenen bir tarihsel dönemden, bundan ayrı düşünülemeyecek olan soldaki tasfiyeci cereyanlara kadar bir dizi etkenle ilişkilendirildi. Eğer bunlar gerçekse, ki bundan kuşku duymamak gerekir, bu durumda bunun etki ve sonuçlarının bizde de, saflarımızda da yansımaması mümkün değildir. Biz de bu aynı tarihi dönemin içinden geliyoruz, bu aynı toplumun içinde yaşıyoruz ve herşeye rağmen bu aynı sol hareketin bir parçasıyız. Elverişsiz koşullar ve bunun erozyon yaratan etkilerinin muhakkak ki bizim saflarımızı da etki, yankı ve sonuçları olmuştur. Partinin yeni bir düzeyde devrimcileştirilmesi sorunu ve ihtiyacı tam da buradan kaynaklanmaktadır.
Önemli olan bu ihtiyacın farkında olmaktır, gerekleri doğrultusunda sistemli bir mücadele yürütmektir. Biz zaten farkında olup da bilinçli bir şekilde direnmeyle şu son yirmi küsur yılda ayakta kalmayı ve sağlam durmayı başarabildik. Yoksa bu dönemde biz de bir yerelere savrulur giderdik. Nitekim bu aynı dönem içinde kimler savrulmadı ki! Dönem gerçekten zor bir dönem idi; sendelemeye, yanlış yapmaya, sağa sola kaymaya fazlası ile müsait bir dönemdi. Biz, gerçeğe dosdoğru bakarak, onu nesnelliği içerisinde algılayarak, gerekli sonuçları çıkararak ve buradan gelen güçlükleri bilinçle dengelemeye çalışarak, sonuçta ayakta kalmayı, sağlam durmayı başardık.
Yine de biz, parti olarak, bu sürecin devrimciliğimizde bir dizi şeyi eksik bıraktığını ya da zedelediğini bilmek, bu konuda gerçekçi ve yürekli olmak zorundayız. Bu zor ve aynı ölçüde sığ bir dönemdi; bu dönemin militanı istese de sağlam yetişemezdi. Kaldı ki sorun tek tek militanlardan öteye partinin geneli için de bir mana taşımaktadır. Devrimcileşme sorunu partinin toplamında bir ihtiyaçtır.
Sonuç olarak, eğer bir devrimler dönemine yakınlaşıyorsak, devrimci kimliği sağlam tutmak zorundayız. Devrimi devrimciler karşılar, devrim dönemi onların dönemidir. Bu dönem gelip çattığında her biçimiyle oportünizm dökülür, utançların en büyüğü içinde çöker. II. Enternasyonal bunun klasik örneğidir. Dönemin marksist olmak iddiasındaki sosyal-demokrat partilerinin bu keskin tarihi dönemeçte bir anda birer sosyal ihanet partilerine dönüştükleri görüldü. Düne kadar sosyal devrim partileriydi, programlarında bu yazıyordu, söylemlerinde bu vardı. Ama bunlar düzenin icazeti içerisinde, legalizm ve parlamentarizm batağında zamanla çürüyüp devrimci kimlik yönünden tükenmiş partilerdi. Rosa Luxemburg’un çok bilinen ifadesiyle, birer “kokmuş ceset”ten ibaret idiler. Oportünist olanının çürüyüp döküldüğü bir dönemde, güçlüklerin gerçek devrimciler tarafından göğüslendiğini, savaşı izleyen devrimler dönemini onların kucakladığını biliyoruz.
Bu ülkede bugün başkaları bizim devrimciliğimizi tartışmasa bile biz tartışmak, zaaf ve boşluklarımızı saptamak ve üzerine kararlılıkla giderek aşmak zorundayız. Biz bu alandaki yetersizliklerimizin ve sınırlılıklarımızın farkında olmak; devrime hazırlığın devrimci kimliği sürekli geliştirmek, yenilemek, pekiştirmek olduğunu bilmek durumundayız.
Söz ve eylem birliği
Sözü bir başka soruna getiriyorum: Tutarlılık! Tutarlılık, devrimci bir partinin en temel niteliklerinden biridir, öyle olmak durumundadır. Oysa tutarsızlık, Türkiye solunun denebilir ki en temel, en yapısal zaafıdır. Örneğin teoride işçi sınıfı hep başköşededir; herkes için işçi sınıfı devrimin öncüsü, kimileri için de temel gücüdür. Ama gerçek pratikte kimsenin dönüp sınıfa baktığı yoktur. Söz, yani teori bir türlü, gerçek pratik yönelim ise bir başka türlü durur.
Oportünizm temelde düşünce ile davranış, teori ile pratik, söz ile eylem arasındaki uyumsuzluk demektir. Kautsky bunun tipik ve klasik bir örneğidir. Teoride güya marksisttir, politikada ise dört dörtlük bir oportünist. Zira teorik belirlemeleri ile izlediği politikalar arasında kategorik bir kopukluk vardır. İş politikaya geldiği zaman, binbir dereden su getirerek, bir sürü oportünist taktiği rasyonalize etmek yoluna gitmiştir.
Parti olarak bugüne kadar tutarlılığa çok özel bir önem verdik. Ne dediysek, hep de onu yapmaya çalıştık. Sınıf dedik, sistemli bir biçimde sınıfa yöneldik. Devrimci örgüt dedik, bu cephede işi başından itibaren hep sıkı tuttuk ve devrimci örgüt çizgisinden hiçbir zaman kopmadık. Devrimcilik dedik, tasfiyeciliğe karşı direniş dedik, bu alanda sağlam durduk ve mücadelesini kesintisiz biçimde sürdürdük. Kürt sorununda proletaryanın bağımsız devrimci sınıf tutumu dedik ve bunun gerekleri konusunda titiz davrandık. İyi kötü devrimci bir çizgide hareket ettiği sürece Kürt hareketini destekledik, devrimden koptuğu andan itibaren de ilkeli bir tutumla eleştirdik. Hep bir tutarlılık içerisinde olduk demek istiyorum; desteklerken de, eleştirirken de... Parlamento seçimlerindeki tutumumuz bunun bir başka dikkate değer örneğidir. Bu konuda ve öteki her konuda taktiğimizin bir teorik ve ilkesel çerçevesi vardı.
Teori ile politika, strateji ile taktik arasında uyum varsa, devrimci tutarlılık var demektir. Siyasal yaşamda ilkelere dayalı devrimci politika ve tutum budur. Teori politikanın belirleyici genel çerçevesidir, öyle olmak zorundadır. Aynı uyumluluk strateji ile taktik arasında olmalıdır. Sol hareketin hemen tüm grupları bugün açık bir stratejiden yoksundurlar ama pekala bir stratejileri de olabilirdi. Ama stratejik belirlemeleri eğer taktik tutum ve davranışlarına ışık tutmuyorsa, onun somut çerçevesini belirlemiyorsa, burada oportünizm var demektir. Zira strateji ve taktik diyalektik bir bütünlük oluşturur. İlki esastır, belirleyendir, ikincisi talidir ve esas olana tabîdir. Taktiğiniz stratejiye hizmet ediyorsa doğru bir taktiktir. Taktiğin doğruluğunun ölçüsü genel planda teori ve ilkelerdir, bunun öte yanı stratejidir. Taktik stratejiye hizmet ediyorsa, ona yakınlaşmayı kolaylaştırıyorsa, devrimci ve doğru bir taktiktir.
Tutarlılık sorununu burada genel bir çerçevede ortaya koymuş oldum. Partinin tutarlılığı ve tersinden Türkiye solunun tutarsızlığı üzerinden... Ama sorunun, partiler düzeyindeki bu genel çerçevesinin ötesinde de, özel bir anlamı var bizim için. Parti genel planda tutarlı olabilir; ama bu tutum onun tüm saflarını, tek tek örgütlerini ve kadrolarını da belirlemek durumundadır. Üstelik salt genel sorunlarda da değil. Bunun kadar önemli olan, gündelik çalışmaya ve örgüt yaşamına ilişkin olan sorunlardır. Bu alanda da tam bir tutarlılığa ihtiyacımız var. Bugün saflarımızda, başta güvenlik sorunları olmak üzere bir dizi konu gelip gelip tutarlılık sorununa dayanıyor. Parti, örgütsel birimlerinden ve tek tek kadrolarından, her alanda tam bir tutarlılık bekliyor. Belirlenmiş davranış çizgisi neyse, bunun ilke ve kuralları nelerse, her militanın bunu özümsemesini ve kendi gündelik davranışına yedirmesini bekliyor. (...)
Partinin tepeden tırnağa tutarlılığa ihtiyacı var. Parti, yalnızca genel planda değil, fakat her militanı şahsında da tutarlı olmak zorundadır. Zira son tahlilde insan öğesi belirleyicidir. Bir tek parti üyesinin önemli bir kural hatası bile pekala devrimci bir parti için ciddi sonuçlar yaratabilir. Az önceki somut örneği bunun için vermiş oldum. Eğer tutarlılığı bu partide temel bir davranış ilkesi ve ölçüsü haline getirirsek, kendimize bu gözle bakar, davranışımızı buna göre düzenler ve birbirimizi de buna göre denetlersek, bunu zaman içinde sağlam biçimde yerleştiririz de. Kolay olmaz ama sonuçta başarabiliriz bunu.
Kolay olmaz dedim; zira alışkanlıklar, alışkanlıkların gücü denilen şey nedir, bunu iyi biliyoruz. Alışkanlıklarla uğraşmak zor bir iştir. Ama parti sonuçta devrimci bir kültür demektir aynı zamanda. Her konuda olduğu gibi bu konuda da sağlam bir kültürü yerleştirebilirsek işimiz her bakımdan kolaylaşır. Bir partinin yerleşmiş normlarına göre kabul edilmez olanı yapmak zorlaşır. Hani kişinin zaaf ve eğilimleri onu yapmaya iter de ama yine de yaratacağı etki ve sonuçları bildiği için, kendini dizginler ve sonuçta yapamaz. Parti saflarında bir davranış açık bir biçimde yadırganıyorsa, dahası cezai yaptırımlara konu oluyorsa, kişi onu kolay kolay yapamaz. (...)
Cromwell’in Yeni Model Ordu olarak bilinen devrim ordusu örneğini verdim daha önce, nöbette uyuyanların başı kesiliyor diye. Ama bu, Yeni Model Ordu’nun geride durmadan kesik başlar bıraktığı anlamına gelmiyor. Böyle bir zaafiyetin anlamı ve sonuçları çok bilindiği için, bu saflara köklü bir biçimde yerleştiği için, sonuçta kimse nöbette kolay kolay uyuma yoluna gitmiyor. Bu kadar basit! Davaya verebileceği zararın bilincine olan ve bu arada kellesini kaybetmek istemeyen nöbette uyumuyor. Cromwell’in Yeni Model Ordusu, tarihin gördüğü en disiplinli ordulardan biridir, bilince dayalı bir disiplinden sözediyorum. Bu konuda belki Sovyet Kızıl Ordusu ile kıyaslanabilir; ama Kızıl Ordu’yu neredeyse üçyüz yıl öncelediği düşünülürse, bu büyük çağ farkından dolayı, Kızıl Ordu’dan da üstün kabul edilebilir. Daha o zamanda saflarında güçlü ve etkin komünizan öğeler bulunduğuna göre, bu anlaşılabilir bir şeydir de.
Parti yaptırımlar konusunda artık çok daha kesin ve kararlı bir çizgidedir. Bunu, bizzat somut örnekler üzerinden parti önünde ortaya da koyuyor, bu örnekler son dönemin Partiye Raporlar’ına da yansıyor. Bu, ilk bakışta çok katı bir tutum gibi görünüyor, ama kesinlikle değil. Unutmayınız, parti beş yılı bulan kapsamlı ve sabırlı bir eğitici çabanın ardından şimdiki katılığı sergiliyor. Parti şu son yıllarda saflarına çok şey verdiğine göre, karşılığında da çok şey beklemek hakkına kesin olarak sahiptir
Kitlelerle birleşmek...
Bir başka konuya geçiyorum. Mevcut darlığı kırarak kitlelerle birleşmek, IV. Parti Kongresi’nde üzerinde özellikle durulan bir gündem oldu. Kitlelere gitmesini, kitlelerle birleşmesini, kitlelere eylemli önderlik yapmasını başarmak durumundayız. Çok bilinen ifadeyle, devrim kitlelerin eseridir. Devrim kitlelerle birleşmeyi, bütünleşmeyi başarabilen partiler tarafından zafere taşınır. Çok iyi bir teoriniz olabilir, ideolojik açıdan en iyi biçimde donanmış olabilirsiniz, sağlam bir devrimci örgütünüz olabilir, parti olarak devrimci kimliğinizde de kusur olmayabilir. Ama kitlelerle birleşmesini başaramıyorsanız, devrimi zafere taşımak bir yana, olaylar içinde etkin bir rol bile oynayamazsınız. Daha da önemlisi; kitlelerle buluşmasını ve birleşmesini başaramıyorsanız eğer, devrimi zafere ulaştırmak ya da devrimde etkin bir rol oynamak bir yana, parti bile olamazsınız. Bunu yapamayan, bunu başaramayan devrimci bir örgüt, gerçekte henüz gerçek manada parti düzeyine ulaşamamış demektir. Partinin içinde bulunduğu darlığı kırmak zorundayız. Bu, IV. Parti Kongresi’nin en temel belirlemesidir.
Parti bugünkü darlığı kıracaktır. Zira parti gelinen yerde öylesine üstünlükler biriktirmiştir ki, bunları doğru bir biçimde değerlendirebildiği taktirde, devrime akan güçleri kitlesel olarak kendi saflarına çekmesi sanıldığından da kolay olabilir. Partimizin çok sağlam bir ideolojik kimliği var, buradan gelen temel önemde bir üstünlüğü var. Devrimci örgütte bir ısrarı ve buna dayalı bir pratiği var, bu onun bir başka temel önemde üstünlüğüdür. Devrimci sınıf yöneliminde bir kararlılığı var, varıyla yoğuyla bu alandadır. Sağlam moral değerleri var, tüm tarihinin de açıklıkla tanıklık ettiği gibi. Taktik politikanın tüm sorunlarında sağlamlığı var, Kürt sorunundan seçim politikasına kadar her konuda görülebileceği gibi. Bütün bu üstünlükler, bütün bu avantajlar bir de bu darlığı kırmak, kitlelerle birleşmek, kitlelere eylemli önderlik etmek yeteneği ile birleşirse, bu durumda devrime akan güçler ile partinin kucaklaşması alabildiğine kolaylaşır. Bugün partinin gücünü ve üstünlüklerini hissetmedikleri için reformist saflara akan ama gerçekte devrime ait olan genç ve dinamik güçler, partimizin saflarını hızla genişleten büyük bir insan rezervine dönüşür.
Parti için öncelikli olarak önden saydığım üç etkene göre, bu dördüncüsü aslında en temel sorundur. Diğerlerinde şu ya da bu biçimde mesafe alabiliriz. Ama darlığı kırmak, kitlelerle bütünleşmek, kitlelere eylemli önderlik, bugün en acil sorun partimiz için.
(...)