Logo

Çatı Partisi ya da solun tablosu - H. Fırat


Çatı Partisi ya da solun tablosu

H. Fırat

(9-10 Eylül 2011 tarihinde verilmiş bir konferansın Çatı Partisi konulu kısmıdır.
Burada konunun yalnızca başlangıç bölümlerine yer verilmiştir...)

Reformist solun gündeminde bir kez daha Çatı Partisi projesi var. Tasfiyeci ortak paydada birleşen çok sayıda sol grubun Kürt hareketi eksenli bu projede bir araya gelmesi başlı başına önemli bir olaydır. Ama TKİP olarak biz, bu girişimi kendi konumumuz ve iddiamız üzerinden ayrıca önemsiyoruz. Çatı Partisi girişimini salt kendi sınırları içerisinde değil, fakat devrim iddiası taşıyan devrimci bir parti olarak, bizi ilgilendiren etki ve sonuçları üzerinden de ele alıyoruz.

Çatı Partisi projesi son yıllarda bizzat Abdullah Öcalan tarafından döne döne gündeme getirildi. Örneğin 2007 seçimleri öncesinde çokça tartışılan yine Öcalan kaynaklı “Zeytin Dalı” önerisi de bir Çatı Partisi projesiydi. Ardından bizzat Çatı Partisi projesi olarak bir ara yoğun tartışmalara konu oldu. Bu türden tartışmalar genellikle de seçimlerin hemen öncesinde ve hemen sonrasında alevlenir, buna alıştık artık. Öncesinde seçim bloku kurulur ama bu blokun seçimlerden sonra da devam edeceği, bunun birleşik bir parti ya da bir Çatı Partisi olabileceği söylenir. Eğer seçimlerde bir başarı varsa, seçimlerden sonra bu tartışma bir süre için belli bir güç de kazanır. Ama ardından kendiliğinden sönümlenir, ta ki bir sonraki seçime kadar. Bu kez de öyle mi olur, şu an bilemiyoruz, bekleyip göreceğiz. Ama uzun yılların davranış biçimi böyle. Bu, tartışma ve girişimlerin seçimlere endeksli bu seyri, sözkonusu olanın temelde parlamentarist bir proje olduğunun en dolaysız bir ifadesidir.

Gündemdeki yeni girişim üzerinden henüz birçok şey belirsizliğini koruyor (Bu konferans 9-10 Eylül 2011 tarihlidir-Red). Konuya ilişkin olarak henüz çok az tartışma ve açıklama var. Kamuoyuna yansıyan bazı toplantı haberleri ile birkaç röportaj dışında şu an fazlaca bir şey yok ortada. Henüz ne adı, ne program, ne de misyonu açık bir girişim bu. Yine de girişimin sözcülüğünü üstlenmiş olanların röportajlar üzerinden yaptıkları bazı açıklamalardan hareketle söyleyebileceklerimiz var. Örneğin adı Kongre Partisi, Çatı Partisi, Kongre Girişimi ya da Demokratik Cumhuriyet Kongresi olabilir deniliyor. Bu ad önerileri bile başlı başına önemlidir. Zira bunlar üzerinden girişimin esin kaynağı kadar programatik sınırları da kendini gösteriyor. Abdullah Öcalan damgası ve Demokratik Cumhuriyet Projesi'nin sola uyarlanışı var burada, bu açıkça görülüyor.

Hedef demokratik bir toplum, yani mevcut cumhuriyeti demokratikleştirmek deniliyor. Bu arada hedefler arasında toplumsal hareketi siyasallaştırmak, siyaseti toplumsallaştırmaktan sözediliyor. Bazı sözcüler daha açık, daha sade ve daha pratik koyuyorlar sorunu. Son seçim bloku oluşumu insanlar için bir umuda dönüştü, bu umudu büyütmek gerekir, Çatı Parti bu umudun büyütülmesi projesi anlamına geliyor, diyorlar. Bir muhalefet boşluğu, zayıflığı var, bunun yarattığı bir ihtiyaç var, Çatı Partisi bu ihtiyacı karşılayacaktır deniyor. Yeni katılımlarla büyüdüğü iddia ediliyor, ki doğrudur, son seçim başarısının ardından buna heveslenenlerin çoğalmış olması şaşırtıcı değil. İki kutuplu bir siyasal rejim var, buna karşı üçüncü bir seçenek yaratmak gerek deniliyor ve bu “üçüncü cephe” olarak tanımlanıyor. Bu yılların söylemi, yıllardır birçok grubun dilinde, bilindiği gibi. Bu durumda “üçüncü cephe” Çatı Partisi girişimi üzerinden örülmek isteniyor.

Girişimcilerin girişim hakkında halen kamuoyuna yansıyan başlıca görüşleri bunlar.

Bir de içinde yer almayıp da gözlemci olarak katılanların söyledikleri var. Reformist solun bir kesimi halen bu çalışmaya gözlemci olarak katılıyorlar. Bunlardan ÖDP başkanı, Çatı Partisi önerisinin ufku Kürt sorununun çözümünde oynayacağı rol ile sınırlıdır, dolayısıyla bu, solun birleşik mücadele ihtiyacına yanıt veren bir proje değildir, diyor. Kürt hareketinin Kürt sorununa ilişkin bir çözüm projesi var, bunun için olanaklı olan her türlü güç ve desteği örgütlemeye çalışıyor, Çatı Partisi de bunun sol güçleri örgütleme aracıdır, demek istiyor. Doğru da söylüyor. Doğru söylemesine doğru söylüyor ama eğrisi şurada: Bu çevreler bu türden projeler içinde bizzat kendileri yer aldıklarında, bugünkü projeye destek verenlerle aşağı yukarı aynı ya da benzer argümanları kullanıyorlar, bu tür girişimlere benzer türden anlamlar ve misyonlar atfediyorlar. Ama şu veya bu nedenle dışında durmak yoluna gittiklerinde ise, projenin gerçek sınırları ve işlevi konusunda bazı doğruları söylemek zorunda kalıyorlar.

Bu bir kez olsa, sözkonusu akım ya da çevre yanılgısını gördü, sorun bu dersiniz. Ama yazık ki böyle değil. Örneğin 2008 yılında, Ertuğrul Kürkçü'nün de içinde yer aldığı Sosyalist Emek Hareketi'nin sözcülerinden biri, mealen, Türkiye'nin muhalefet gündemi Kürt sorunu eksenli projeler olamaz, bunu sosyal bir eksene oturtamadığınız sürece, işçi sınıfını harekete geçiremediğiniz sürece, bu türden projelerin bir başarı şansı yoktur, diyebiliyordu. Doğru da söylüyordu. Ama 2008'de bu doğruyu söyleyenler, şimdi bu projenin mimarları arasında yer alıyorlar. Aynı SEH hareketinin lideri, bugünkü projesinin baş sözcülerinden ve en hararetle savunucularından biri. Dışına çıkınca ya da dışında durunca bir türlü, içine girince başka türlü konuşmalara bir örnek bu.

Gündemdeki projenin ana eksenlerinden biri olan EMEP açısından da durum farklı değil. Bu türden projelerin içinde hararetle yer aldığı dönemler olduğu gibi, dışında durduğu ve onları ihtiyacı karşılayamaz saydığı dönemler de oldu. Nitekim 2009'daki yerel seçimler sonrasında bu projeden koptu, blok girişimlerinden uzaklaştı. Parti adına yayınlanan resmi açıklamalarda, bu girişimden, “Çatı Partisi girişiminin amaç, içerik ve biçim olarak halkın ihtiyaç duyduğu birlik örgütlenmesini ifade etmediği” için ayrıldığını söyledi. Ama ne zaman ki 12 Haziran seçimlerinin öncesinde genel başkanı parlamentoya göndermek şansı yeniden doğdu, tutum ve değerlendirmeler de bir anda tümüyle değişti. EMEP yeniden Blok'a döndü, tam da milletvekili aday listelerinin kesinleşmesinden birkaç gün öncesinde! Bu arada Çatı Partisi projesi de yeniden toplumsal muhalefetin dört gözle beklediği bir umut olarak sunulmaya başlandı, bu aynı çevre tarafından. Oysa dün amaca uygun değildir gerekçesi ile terkettikleri o aynı projeydi.

Bütün bunlar reformist sol çevrelerin perişan tablosunu gösteriyor işin aslında. Bu çevreler son 20 senedir, 12 Eylül yenilgisinin yarattığı tasfiyeci yıkımı yeni bir düzeyde tamamlayan '89 çöküşünden beri, hep böyle bir takım projelerle vakit geçiriyorlar, enerji tüketiyorlar. Tümü de döne döne başarısızlığa uğradığı halde bu projelerin bir türlü sonu gelmiyor. Bu türden arayışlar kötü ünlü Kuruçeşme tartışmaları ile başlamıştı, yıl 1989. Şimdi 2011 yılı sonundayız; aradan geçen yirmi küsur yıl içinde gündeme gelen sayısız birlik projesine rağmen bu türden hayat kurtarma projeleri ile alınabilen bir arpa boyu yol yok ortada.

Siyasal mücadelenin bir mantığı var; siyasal mücadele sınıflar mücadelesidir, sınıflar arasında cereyan eder. Siyasal ilişkiler son tahlilde sınıflar arası ilişkilerdir. Etkili bir siyasal mücadele yürütmek, toplumda bir taraf haline gelmek, ciddi bir alternatif mi olmak istiyorsunuz, bunu sınıf eksenli bir toplumsal hareket geliştirerek yapabilirsiniz ancak. Bunun dışında kesinlikle başka bir şansınız, herhangi bir olanağınız yoktur. Ciddi bir sınıf yönelimine girmek, oradan bir güç yaratmak zorundasınız. Sizi siyasal alanda bir güç ve giderek bir alternatif haline getirebilecek tek yol, tek çıkış budur. Kuşkusuz bu kolay değildir; ama bunun dışında bir yol, kolay bir formül, sihirli bir çözüm de yoktur.

Tasfiyeci solun kendi iki on yıllık olumsuz deneyimi kadar kuyruğunda sürüklenmeyi marifet saydığı Kürt hareketinin kendi olumlu deneyimi de bunu gösteriyor. Kürt hareketi bugünün Türkiye’sinde resmi düzen siyaseti karşısında etkili bir siyasal güç odağıdır. Bunu neye borçlu peki? Kürt halk kitlelerini ulusal duygu, özlem ve istemler üzerinden harekete geçirmeye, ulusal hareket sınırlarında ve bu siyasal eksen üzerinde bir toplumsal hareket yaratıp büyütmeye. Kürt ulusal hareketi tam da buna dayanıyor, siyasal sahnede bunun üzerinden bir güç olarak duruyor. İç ve uluslararası siyasette ciddiye alınmasını, hesaba katılmasını tümüyle buna borçlu. Bu arada tüm tasfiyeci solu baştan çıkaran o seçim başarılarını da tümüyle buna borçlu. Bu işin sırrı budur, açıklaması buradadır.

Gücü böyle yaratabilirsiniz ve ancak böyle ciddi bir güç olabilirsiniz. Masabaşı projeleriyle, aynı sınırlı ve yorulmuş güçleri kendi içinde yeniden yeniden harmanlayarak, katıp karıştırarak sonuçta ortaya bir şey çıkaramazsınız. Büyük birlik projelerinin döne döne iflası ve bunlara eşlik eden sonu gelmez hayal kırıklıkları dışında. Bunlar da yalnızca tasfiyeciliği derinleştiren sonuçlar yaratır. Kuruçeşme süreçlerinden çıkan (ve mimarlarından birinin samimi ifadesiyle, “görkemli” birer “iflas”la sonuçlanan) SBP ve ÖDP örnekleri, bunu bütün açıklığı ile ayrıca gösteriyor. Bu tür sözde birleşmelerden, beş benzemezlerden oluşan geçici bir kargaşa ve ardından da kaçınılmaz dağılma çıkar yalnızca. 5-10 grubu sözde birleştirirsiniz, birleşik bir parti yarattık sanırsınız, üç sene sonra bu beş benzemezler topluluğu bölünüp dağılır, ortaya birleştirdiğinizden daha fazla grup çıkar. ÖDP deneyimi tamı tamına budur. Bu oluşuma bir grup olarak katılan bazıları daha sonra kendi aralarında birkaç gruba bölünmüş olarak ayrıldılar. Devrimci Yol'dan Kurtuluş'a kadar bu böyle.

Sosyal mücadelenin dışında, kitlelerin dışında hiçbir ciddi ve kalıcı birlik projesi hayata geçiremezsiniz. Hiçbir güç olamaz, hiçbir umut da yaratamazsınız. Blok umut olmuşmuş! Bir kere ortada gerçek bir güçbirliğinin ifadesi sayılabilecek bir blok yok. Bunu görmek için bazı blok küskünlerinin blok bünyesinde işlerin nasıl yürüdüğüne ilişkin resmi açıklamalarına bakmak bile yeterlidir. Sözkonusu olan, Kürt hareketi ekseni ve bu eksende sürüklenenlerden oluşan bir ilişkiler tablosudur. Bundan dolayı da Kürt hareketinin kendi başarısını alıp bloklaşma başarısı olarak sunmanın bir ciddiyeti ve inandırıcılığı yoktur.

Ulusal bir hareketin yedeğine girerek, onun olanaklarına dayanarak Türkiye toplumuna alternatif yaratamazsınız. Bunun tersi olabilir; sosyal bir eksene dayanarak büyük bir hareket yaratırsınız, bunun etkisi altında ulusal hareket, feminist hareket, çevreci hareket, Alevi hareketi pekala gelişebilir. Sınıf eksenli bir sosyal mücadele tüm bu hareketlerin gelişip serpilmesini kolaylaştırabilir. Ama bunun tersi olmaz. Ulusal bir hareket sosyal mücadelenin harekete geçirici dinamiği olamaz. Olamadığını bize son 25 yılın deneyimleri ayrıca göstermektedir. Ulusal eksene daralmış bu mücadele, kendi iradesi ve tercihinin ötesinde, Türkiye'de sosyal dinamiklerin dizginlenmesinde önemli bir rol oynadı. Oysa '60’lı yılların büyük sosyal uyanışı, ardından '70’li yılların büyük sosyal mücadeleleri, Kürt hareketinin gelişip serpilmesini de alabildiğine kolaylaştırmıştı.

Bu da anlaşılabilir bir durumdur; zira sosyal mücadele ezilen ve sömürülen bütün kesimler üzerinde uyarıcı, harekete geçirici bir etkide bulunur. İşçi sınıfı, emekçiler harekete geçtikleri zaman, tüm öteki ezilen kesim ya da katmanlar da bunun doğrudan ya da dolaysız etkisi altında hareketlenirler. Sınıf eksenli sosyal mücadele bunu alabildiğine kolaylaştırır, buna uygun koşullar oluşturur, alanlar yaratır. '60’lardaki büyük sosyal uyanış üzerinden görüyoruz bunu, ki ekseninde yıllar boyunca kesin olarak işçi sınıfı, ardından yansıra gençlik vardır. '70’li yılların büyük sosyal hareketliği üzerinden görüyoruz bunu, başlangıcında kendini öncelikle gösteren bir kez daha işçi sınıfı hareketi ve yanısıra gençlik hareketidir. Öteki katmanlara yayılması bunun ardından gelmiştir.

Türkiye'nin her iki büyük sosyal hareketliliği döneminde, gerek '60’lı ve gerekse '70’li yıllarda ilk hareketlenen işçi sınıfıdır. Bunun verileri apaçık ortadadır. Türkiye'nin ‘60’lı yıllarında gençliğin kitlesel hareketlenmesi 1968’i bulmuştur. Oysa büyük Saraçhane mitingi 1961 yılı sonundadır. Aynı yıllarda kurulan TİP’in kurucuları sendikacılardır ve bunların bir kısmı sonradan DİSK’in de kuruluşuna önderlik etmişlerdir. Türkiye'yi sarsan Kavel grevi, ki grev hakkının önünü açmıştır, 1963'tedir. Zonguldak kömür işçilerinin iki işçinin hayatına malolan ve sıkıyönetim ilanına yolaçan büyük direnişi 1965’tedir. Sendikal harekette bir ayrışmaya yolaçan ve DİSK’in kuruluşunu hızlandıran ünlü Paşabahçe grevi 1966’dadır. Türkiye işçi sınıfı hareketinde son derece önemli bir gelişme olan DİSK'in kuruluşu 1967'dedir, vb. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir, bu liste uzatılabilir. Oysa öğrenci gençlik hareketliliği için '60’lı yılların ikinci yarısını, daha somut olarak da 1968’leri beklemek gerekti.

Sosyal mücadele, hele de işçi sınıfı eksenli sosyal mücadele, tüm öteki ezilen, sömürülen, baskı gören, ayrımcılığa tabi tutulan kesimleri de harekete geçirir, bunu yinelemiş ve 1960’lar Türkiyesi’ni de bunun için örneklemiş oluyorum. Oysa doğası ve bundan kaynaklanan sınırları nedeniyle, salt ulusal istemlere dayalı bir ulusal hareket böyle bir rol oynayamaz. Dahası, kimi durumlarda da tersine dizginleyici bir rol oynar. Bizdeki son yirmi yıllık deneyimin somut olarak gösterdiği gibi.

Siz devrim hedefini kategorik olarak bir yana bırakmış ve düzen içi çözümü strateji haline getirmiş bir ulusal hareketin yedeğine girerseniz, anayasal barışçı çözüm eksenli projelerin bir parçası olursanız, sol ya da devrimcilik adına geriye kalan neyiniz varsa artık, onu da böylece bitiririp tüketirsiniz. Haklı istemlere dayalı bir ezilen ulus hareketi elbette ki sizin doğal müttefikiniz olabilmelidir. Ama kendi konumunuz, kendi sınıf ekseniniz üzerinden gelişen bir hareket olarak bunu yapmak başkadır, tam da bundan yoksun olduğunuz için gidip ulusal bir hareketin yedeğine girmek, onun olanaklarına sığınmak başka. Bu ikincisi kuyrukçu bir sürüklenme içinde kendi iddiasını bir yana bırakmak, kendi kimliğini yitirmekten başka bir şey değildir. Sınıf kimliğiniz temelinde ve sosyal mücadele üzerinden kendi rolünüzü oynayınız, kendi gücünüzü geliştiriniz, bu temelde elbette Kürt hareketi ile de ittifak arayınız. Ama kendi misyonunuzu bir yana bırakıp Kürt hareketinin projeleri, imkanları, zeminleri üzerinden hareket ettiniz mi, yalnızca kendinizi anlamsızlaştırır ve böylece de tüketirsiniz.

***

Bu girişim bizi politik konum ve iddiamız üzerinden ayrıca ilgilendiriyor, biz burada bir tarafız, bunu sözlerime başlarken de ifade etmiştim. Herşeyden önce bu yeni bir tasfiyeci cereyandır. Bu cereyanın Kürt hareketinden kaynaklanan özel bir gücü ve ağırlığı da var. Türkiye sol hareketinin bugünkü tablosu düşünülünce daha bir önem kazanıyor bu olgu. Devrimci kimliğini ve iddiasını büyük ölçüde yitirmiş, devrime olan inancı zaafa uğramış, devrimci teoriden uzaklaşmış, devrimci stratejiden ve politikadan yoksun, devrimci örgütü fiilen bir yana bırakmış, devrimi gerçek kılabilecek yegane sınıfa sırtını dönmüş bir sol hareket gerçeğimiz var orta yerde. Yeni tasfiyeci cereyanın etki ve sonuçlarına bu gerçeğin ışığında yaklaşmak durumundayız.

Partinin alternatif adlarından birisi de Demokratik Cumhuriyet Partisi, demiştim. Evet proje bu, cumhuriyeti demokratikleştirme projesi! Kurulu düzene reformist bir iç alternatif yani. Bu gerçek, Abdullah Öcalan’ın bu projenin yalnızca manevi esin kaynağı değil fakat dosdoğru ideolojik önderi olduğunun da bir kanıtıdır. Öcalan’ın İmralı sonrası ideolojik platformunun en temel öğesidir, cumhuriyeti demokratikleştirmek. Şimdi Çatı Partisi üzerinden bu, kuyrukçu solun ortak platformu haline geliyor. Demokrasi mücadelesini kurulu düzeni kendi temelleri üzerinde demokratikleştirmek ufku içinde ele almak tipik bir revizyonist düşünce tarzıdır. Bu ‘70’li yılların revizyonist partilerinin ortak platformu idi. Şimdi de devrimden kopmuş ve Kürt hareketi ekseninde kümelenmiş her türden reformist, halkçı, troçkist çevrenin ortak platformudur.

Düne kadar bu “toplumu demokratikleştirme” formülüyle dile getirilirdi. Öcalan’ın İmralı açılımlarından beri artık “cumhuriyeti demokratikleştirmek” olarak formüle ediliyor. Öcalan; Mustafa Kemal önderliğindeki Kurtuluş Savaşı, temel önemde bir kazanım olarak cumhuriyeti yarattı, şimdi ihtiyaç onu demokratikleştirmektir, diyor ve Kürt sorununun çözümünü de bunun içine oturtuyor. "Demokratik cumhuriyet" projesi budur ve bu bir devrimden kopuş projesidir. Bu, bugünkü açık gerici anlamıyla değil ama, tam da II. Enternasyonal geleneğindeki o reformist sol anlamıyla gerçekte bir sosyal-demokrat projedir. Abdullah Öcalan’ın kitaplarında, özellikle de Bir Halkı Savunmak kitabında, bunun ideolojik temelleri genişçe var. Demokrasi mücadelesinin kautskist ele alınışının yeni bir versiyonu olarak. Devletin alanını daraltmak, sivil toplumun alanını genişletmek olarak dile getirilen tam da budur. Bu, kurulu düzen zemininde demokratik hak ve özgürlüklerin çoğaltılması, demokrasinin sınırlarının genişletilmesi düşüncesinin değişik bir formülasyonundan başka bir şey değildir. Bunları zamanında ayrıntılarıyla ele alıp eleştirdik, burada uzatmak gerekli değil.

Tasfiyeciliğe kararlılıkla direnmek, devrimin bayrağını yükseklerde tutmak bizim temel bir özelliğimiz olageldi. Şimdi de bunu Çatı Partisi biçimine bürünen birleşik tasfiyeci cereyan karşısında yapmak durumundayız. Bugün TKİP'nin görevi, bu türden tasfiyeci girişimlerin karşısında devrim odağı olarak öne çıkmak, bu tasfiyeci cereyana ideolojik, politik, pratik cephede direnmek ve kendini bir güç odağı olarak geliştirmektir.

(...)


Üste