Logo
< Greif işgali: Türkiye işçi sınıfı hareketinde bir kilometre taşı

Metal’de Grup TİS’lerinin ardından...


Metal işkolunda bir sözleşme sürecini daha geride bıraktık. Sınıf mücadelesi açısından metal işkolunun ve TİS süreçlerinin önemi tartışmasızdır. MESS ile yürütülen bu sözleşme sürecini değerlendirerek, hem sınıf hareketinin durumu hem de sınıf çalışmamız açısından dersler çıkarabilmek gerekiyor.

Ülke ekonomisinde tuttuğu yer, bir dizi farklı işkolunu etkilemesi, sınıf kimliğinin oluşmasında temel bir etken olan üretim araçlarının gelişmişlik düzeyi ve üretimin geldiği düzey nedeniyle metal işkolu sınıf mücadelesinde çok önemli bir konuma sahip. Başta MESS üyeleri olmak üzere metal sermayedarları üretim kapasitesi ve servet birikimi açısından ilk sıralarda yer alıyorlar. Böylesine yoğun bir üretimin ve servet birikiminin olduğu işkolunda emek sömürüsü ve çalışma koşulları da bir o kadar ağır. Bu büyük sermaye birikiminin gerisinde kölece çalışma koşulları yatıyor.

On yıllardır başını Koç sermayesinin çektiği MESS, metal sermayedarlarının örgütü olarak bu büyük emek sömürüsünde ve sermaye birikiminde önemli bir rol oynamaktadır. Metal sermayedarları MESS aracılığıyla bütün bir işkolunda söz sahibi olarak çalışma koşullarını ve ücret düzeyini belirlemek istemektedir. Sınıf mücadelesinin bugünkü düzeyi de bunu yapmasına büyük oranda olanak sağlamaktadır.

TİS süreçleri sınıf mücadelesinin yoğunlaştığı, işçilerin kendi sorunlarına ve geleceğine karşı ilgilerinin arttığı, emeğin korunması mücadelesinin önem kazandığı dönemleridir. Özellikle MESS ile yürütülen 163 bin işçiyi kapsayan Grup TİS süreçleri, farklı fabrikalardan işçilerin ortak hareket etmelerinin zeminini yaratması, birbirini tetikleyebilecek süreçlerin oluşturulması, sınıf mücadelesini gelişmesi açısından bir dizi imkân sunuyor. Ancak bu imkanlar başta MESS olmak üzere, sermaye devleti ve sendikal bürokrasinin elbirliğiyle boşa çıkarılarak, metal işçilerine köleliğin dayatıldığı, ağır çalışma koşullarının bütün bir işkoluna hâkim kılınmaya çalışıldığı süreçlere çevrilmek isteniyor.

MESS, sermaye devleti ve sendikal bürokrasi TİS süreçlerinin sınıf mücadelesi açısından barındırdığı imkanların, kendileri için ortaya çıkabilecek tehlikelerin farkındadır. Bu yüzdendir ki, sözleşme süreçlerine her daim hazırlıklı giriyorlar.

Sözleşme öncesinde algı operasyonlarına başvuruyor, kriz edebiyatı ile sermayenin ihtiyaçlarını öne çıkartıyor, işçilerin birliğini bozmaya ve umutsuzluk yaymaya çalışıyor, böylece sürecin istedikleri gibi yürümesini sağlamak istiyorlar.

MESS kölece koşulları dayatırken, işçilerin kendi ücretlerini asgari ücretle kıyaslamasını sağlamaya, kendilerinin kırdıkları kar rekorlarının görülmesini engellemeye çalışıyor. Diğer taraftan baskılar ve işten atma tehditleri işçi sınıfını mücadeleden alıkoymak için uğraşıyor.

Sermaye devleti de yasaklamalar ile işçi sınıfının en etkili silahı olan grev silahını elinden almaya çalışıyor. Sermayeye hizmette kusur etmeyen saray rejimi işçi düşmanı karakterini bütün sözleşme süreçlerinde ortaya koyuyor.

Sendikal bürokrasi de metal işçilerinin beklentilerini düşürmekten örgütlü bir güç olarak mücadele sahnesine çıkmasına engel olmaya ve mücadeleyi yasal sınırları içine hapsetmeye kadar, sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanları olarak kendine düşen görevleri yerine getiriyor.

Bu sözleşme sürecinde de ilk andan itibaren metal işçilerinin talepleri görmezden gelindi. İnisiyatif almalarının önüne geçmek için her türlü baskı ve ayak oyunu devreye sokuldu. 2023 yılının Ocak ve Temmuz aylarında metal işçilerinin ek zam talebi önemli bir dinamiğe dönüştü. Her zaman metal işçilerinin talepleri karşısında sözleşmeyi beklemeleri söylenirken, bu yıl metal işçilerinin ek zam talebini gözardı edemediler. Oluşan tepkiden ve ortaya çıkabilecek enerjiden korkan MESS, göstermelik de olsa adım atmak zorunda kaldı. Ocak’ta asgari ücret zammını ücretlere belli bir oranda yansıtmak zorunda kaldılar, enflasyon farkını iki ay öne çektiler. Ücretlerde hissedilir bir değişiklik olmasa da ek zam talebi yok sayılamadı. Temmuz sonrasında tekrar yükselen ek azam talebi Eylül’de sözleşme sürecinin başlamasıyla yaygınlaştı. Bu noktada MESS, sendikal bürokrasinin yardımına yetişmesiyle ek zam yerine avansın getirilmesiyle işçilerde oluşan mücadele dinamiğini dağıtmış oldu.

Taslakların oluşturulması sürecinde de metal işçilerinin talepleri gözardı edildi. Hazırlanan taslaklarda yoksulluk sınırının altında kalan metal işçileri, daha baştan kaybedecekleri bir sözleşme sürecinin içerisine sokuldular.

Metal işçileri MESS, sermaye devleti ve sendikal bürokrasi üçlüsünün karşısına örgütlü bir güç olarak çıkamadığı sürece, mevcut tablonun değişmesinin, işçi sınıfı hanesine kazanımların yazılmasının mümkün olmadığı bir kez daha görüldü.

Sözleşme süreci MESS’in pazarlığı düşük başlatmasıyla, algı operasyonlarıyla, asgari ücret kıyaslamalarıyla devam etti. Diğer taraftan işten atma ve grev yasağı tehditleri sürdü. Adım adım metal işçilerinin tepkileri sönümlendirildi. Belli bir düzeyde kabullenilecek rakamlar MESS’i zorlamayacak bir şekilde ortaya konuldu. Her görüşme öncesi ve sonrası fabrikalarda yoklama yapıldı, metal işçilerinin tepkisi ölçüldü. Bu yapılırken de, Mart enflasyon farkıyla ücretlerin asgari ücretin iki katına çıkacağı söylemine başvuruldu. Üstelik bunu, MESS ile masaya oturan sendikaların kendi verileriyle bile yoksulluk sınırının asgari ücretin üç katı olduğunu açıklarken yaptılar.

Bu algı operasyonunun sonuç ürettiğini, metal işçileri arasında hoşnutsuzluk olsa da bunun örgütlü bir tepkiye dönüşmediğini, özellikle Türk Metal’in yetkili olduğu fabrikalardaki işçiler için söylemek mümkün.

Türk Metal ve Birleşik Metal grev kararı alsa da, Türk Metal tarih bile açıklamayarak belirsiz bir süreç ile işçilerin tepkisini dindirmeye çalıştı. Özçelik-İş yönetimi ise başından itibaren tepkisiz kaldı.

Birleşik Metal yönetimi tabandan gelen grev basıncıyla grev tarihini ilan etmek durumunda kaldı. Ancak greve sayılı günler kala sözleşmeye imza atmaktan da geri durmadı.

Özellikle Birleşik Metal üyesi işçiler “ya taslak ya grev!” sloganıyla, yetersiz bulsalar bile taslaktan geri atmayan bir grev eğilimini yansıttılar. Metal işçilerini mevcut örgütsüzlük tablosunda bu kuşkusuz anlamlıydı. Birleşik Metal yönetimi sözleşmeye imza atsa da, Gebze’deki fabrikalardan ZF Sachs ve Sarkuysan’dan yansıyan grev eğilimi, geçtiğimiz sözleşme sürecinde Mersin Çimsataş’ta olduğu gibi, önemli bir dinamiği içinde barındırıyordu. Ancak sermaye de sendikal bürokrasi de bu dinamiği boşa düşürmek için elinden geleni yaptı.

Grev yasadışı ilan edilerek tazminatsız işten atma tehdidi savruldu. Sendika bürokratları ise işçilerin arkasında duracaklarını söyleseler de, greve çıkıldığında yalnız kalınacağını telkin ettiler. İki yıl önce Çimsataş’ın karşısına dikilen Birleşik Metal yönetimi, aynı şeylerin yaşanmaması için elinden geleni yaptı.

Burada asıl sorun metal işçilerinin yeterli bilinç ve örgütlülük düzeyinden uzak olmasıydı. Metal işçileri sözleşmeden hoşnutsuz olsalar da, sendikal bürokrasiyi ve yasal cendereyi aşacak, fiili meşru mücadele hattını sonuna kadar savunacak bir düzeye sahip değillerdi. Bu yüzden suçu sendikal bürokrasiye atmak, metal işçileri adına kolaycılık olarak tanımlanmalıdır. Zira sendikal bürokrasinin rolü tam da budur. Yaptıkları kendi misyonları gereğidir. Metal işçileri kendi zayıflıklarını, hatalarını, süreci nasıl daha da ileriye götürebileceğini tartışma konusu yapabilmelidir.

Sol hareket neredeyse bir bütün olarak Birleşik Metal yönetimine bu sözleşme sürecinde önemli bir rol biçmektedir. Onlara göre sürecin bu aşamaya gelmesinde Birleşik Metal yönetimi etkili olmuş. Türk Metal ve MESS’e kalsa, çok daha öncesinde daha düşük rakamlara imza atılmış olacakmış. Hatta daha abartılı değerlendirmeler yapılıyor. Grev yasakları tanınmayarak grev kararı alınma ihtimalinin MESS’i korkuttuğundan, imzalanan sözleşme ile MESS’in sarsıldığından bahsediliyor.

Sendika yönetimine ve sözleşmeye dair bu sözleri sarf edenler ZF Sachs ve Sarkuysan işçilerinin grev eğilimini görmezden geldiler. Bunun iki temel nedeni vardı. İlki metal işçilerinin düzen sınırlarını aşacak fiili meşru bir mücadeleye girmesinin kendi siyasal yaklaşımlarını ve sınırlarını aşacak olmasından korkmalarıdır. Reformist hareket, sınıf mücadelesini düzen sınırları içinde tutmak için elinden geleni yapmaktadır. Zira kendi ufukları neyse, işçi sınıfına biçtikleri rol de o sınırlardadır. İkinci olarak, sendikal bürokrasiyle, özellikle Birleşik Metal merkez ve şube yönetimleriyle kurdukları bağ, elde ettikleri konumlar gereği böyle davranmaktadırlar. Sınıf mücadelesini ve mücadele içinde mevziler yaratmayı sendikalarda koltuk kapma sınırında ele alanların, metal işçilerinin bu sınırları aşma eğiliminde olduğu her yerde takındığı tavır bu olmaktadır.

Bu dönemde bizim temel hedefimiz, süreci ileriye taşımak, metal işçilerinin bilinç ve örgütlülük düzeyini geliştirmek, sınıfa siyasal müdahalenin imkanlarını oluşturmak, fabrikalarda kalıcı mevziler yaratmaya çalışmak oldu. Sözleşme sürecini kendinden menkul bir süreç olarak değil, toplam sınıf mücadelesinin bir kesiti olarak ele almaya özen gösterdik. Sınıf mücadelesini sözleşme süreçleri, sözleşme süreçlerini de ekonomik talepler sınırında ele almaktan uzak durduk. Zira bizler için sınıf çalışmamızın temelini sınıfa siyasal müdahale oluşturuyor. Sözleşme süreçlerinin sunduğu imkanları bu temel hedef üzerinden değerlendirmeye çalışıyoruz.

Sözleşme öncesinde sürecin barındırdığı imkanları ve dinamikleri değerlendiren partimiz bir plan, program ve politik hat ile sürece müdahale etmeye çalışmıştır. Bu müdahalenin düzeyini ve sonuçlarını bir yanıyla bizim tablomuz, diğer taraftan da sınıfın mevcut durumu belirlemiştir.

Sözleşme süreci boyunca içeriden konumlanmaya, politikalarımızı fabrikalara taşımaya, bir dizi yerelde metal işçilerini bir araya getirmeye, merkezi ve yerel tartışma zeminlerini canlı tutmaya, bütün örgütlerimizin sürecin parçası haline getirmeye çalıştık. Bu çabalarımızın belli imkanlar yarattığını söyleyebiliriz.

Son olarak şu noktanın altını bir kez daha çizmeliyiz. Süreci daha ileriye taşıyacak bir müdahaleyi gerçekleştirememiş olmamız, temelde metal işçilerinin bilinç ve örgütlülük düzeyi ile bağlantılıdır. Bugünkü tabloda daha farklı bir sonuç beklemek zordur.

Önümüzdeki dönemde, mücadeleyi sürekliliği olan bir süreç olarak ele aldığımızda, bu sözleşme sürecindeki müdahalemizin yarattığı etki ve sonuçları toparlayacak ve örgütsel olanaklara dönüştürecek bir bakışla hareket ettiğimizde, sınıfa müdahalemizi güçlendirecek imkanları da yaratabileceğiz.


Üste