Sermaye sınıfının topyekûn saldırılarının yoğunlaştığı bir süreçten geçiyoruz. Giderek ağırlaşan yıkım tablosuna rağmen sınıf hareketinin genel görünümünde esaslı bir değişiklikten bahsetmek olanaklı değil. Daha önceki değerlendirmelerimizde de ifade edildiği gibi, sınıf hareketi uzun bir dönemdir parçalı ve dağınık yapısını sürdürmektedir.
Öte yandan, son yılların işçi direnişleri bu tabloyu esaslı olarak değiştirmese de, sınıfın içinde direnç noktalarının artması, mücadele dinamiklerinin çoğalması açısından elbette önem taşıyor.
Son yıllarda ardarda gerçekleşen irili ufaklı işçi eylemleri ve direnişleri 6 Şubat depremi ile bir kesinti yaşamış, bir süre sonra yeniden farklı kentlerde ve sektörlerde devam etmiştir. Artan enflasyon ve hayat pahalılığının sonucu olarak alım gücünün iyiden iyiye düşmesi karşısında ücret temelli eylemler ve sendikalaşma süreçlerini takip eden direnişler yaşanmıştır. Dokuz ay aralıkla gerçekleşen iki seçim süreci dahi lokal düzeyde gerçekleşen işçi eylemlerini etkilememiştir.
Ocak ayından bu yana yaşanan hareketliliğe baktığımızda, metal işkolundaki sözleşme süreci, Antep-Urfa hattındaki sendikal örgütlenme temelindeki direnişler, Seydişehir Alüminyum işçilerinin ve kamu işçilerinin ek zam talepli eylemleri ile bağımsız sendikaların yön verdiği tekil işçi eylemlerini görüyoruz.
Metal işkolundaki sözleşme süreci, metal işçilerinin örgütsüzlüğü ve sendikal bürokrasinin tahakkümü nedeniyle işçilerin taleplerinin gerisinde bir sözleşmenin imzalanması, işçilerin öfke ve tepkilerinin şimdilik sönümlenmesiyle sona erdi. Ülkenin batısından çok daha ağır koşulların hâkim olduğu, adeta kölelik düzeninin hüküm sürdüğü Antep-Urfa hattındaki direnişler ise kapitalistlerin ve sermaye devletinin elbirliğiyle ezilmekle karşı karşıya kaldı.
Geçtiğimiz yıllarda özelleştirmeye karşı militan bir mücadele veren Seydişehir Alüminyum işçilerinin beş günlük iş bırakma eylemi sendika bürokratları eliyle bastırıldı. Kamu işçileri Türkiye işçi sınıfının en geniş toplu sözleşmesi olan kamu çerçeve protokolüne rağmen ek zam talebinde bulundular ve farklı yerellerde sendikalardan bağımsız eylemler gerçekleştirdiler. Kamu işçilerinin tepkisi de sermaye iktidarı ve sendika bürokratları işbirliğiyle sönümlendirildi.
Kamu işçilerinin ek zam eylemleri, geçmiş mücadelelerle elde edilmiş belli kazanımlara sahip olan işçilerin nispeten “ayrıcalıklı” konumlarının ortadan kalktığını ortaya koydu.
Gerek Seydişehir işçilerinin gerekse de kamu işçilerinin eylemleri bastırılmış olsa da huzursuzluk devam etmekte, mücadele dinamikleri varlığını sürdürmektedir.
Sözkonusu eylem ve direnişler sınıf hareketinin hanesine artı olarak yazılmakla birlikte, ücret temelli parçalı ve dağınık bu eylemler henüz birleşik, kitlesel ve militan bir sınıf hareketi için yol açıcı olmaktan uzaktır.
Ancak önümüzdeki süreç, ağırlaşan ekonomik ve sosyal soruların etkisiyle işçi sınıfının daha geniş kesimlerinin iktisadi taleplere dayalı hareketliliklerine gebedir. Bu sorunlara karşı mücadelenin örgütlenmesi özel bir yoğunlaşmayı gerektirmektedir.
Zira, sermaye iktidarının Eylül ayında açıkladığı Orta Vadeli Program’a (OVP) göre emeğe dönük kapsamlı saldırılar yoğunlaşarak devam edecektir. Ücretlerin baskılanması, kamuda tasarruf adı altında kazanılmış hakların gaspedilmesi, iş kanunundaki değişikliklerle birlikte esnek ve güvencesiz çalışmanın daha da yaygınlaştırılması gündemdedir. Bu kapsamlı saldırılar karşısında emeğin korunması mücadelesi ayrı bir önem kazanmıştır.
Bir dönemdir yaşanan ücret ve sendikalaşma temelli eylemlerin gerisinde işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin çalışma ve yaşam koşullarının artık katlanılmaz boyutlara gelmesi yatmaktadır. Enflasyonu düşürmek adına ücretlerin baskılanması işçi ve emekçilerin ekonomik durumunu daha da ağırlaştıracaktır. Zira siyasi iktidar milyonlarca işçiyi doğrudan ilgilendiren asgari ücrete Temmuz ayında zam yapılmayacağını ve saldırı programının kararlılıkla uygulanacağını net bir tutumla açıklamıştır.
“İnsanca yaşamaya yetecek ücret!” mücadelesi önümüzdeki süreçte sınıf çalışmamızın gündemlerinden biri olarak öne çıkıyor. Temmuz ayı zam sürecini bu temelde değerlendirebilmek gerekiyor. Temmuz ayında asgari ücrete zam talebiyle birlikte işyerlerinde 6. ay zamlarını gündemleştirmek, “insanca yaşamaya yetecek ücret” için mücadeleyi örgütlenme hedefiyle birlikte ele almak gerekiyor.
TKİP VII. Kongresi Bildirgesi’nde de vurgulandığı gibi, uzun dönemdir bir kısır döngü yaşayan sınıf hareketinin bu tablodan çıkabilmesi, politik istemlere dayalı bir mücadelenin içine girebilmesinden geçmektedir. Bu çerçevede demokratik hak ve özgürlükler uğruna mücadelenin yükseltilmesi önemli bir yerde durmaktadır.
“Dinci-faşist rejimin yarattığı boğucu politik atmosfer, temel hak ve özgürlükler uğruna mücadeleye çok özel bir önem kazandırmıştır. Gerçekte bu alandaki sorunlar, işçi hareketinin kendine özgü ihtiyaçları yönünden de yakıcı bir hal almıştır. Örgütlenebilmek ve direnebilmek, sendikalaşabilmek ve grev hakkını etkin biçimde kullanabilmek için bile işçiler, bu mücadele alanına geçmek, temel siyasal özgürlükler uğruna mücadele etmek zorundadırlar. Aynı şekilde parti de içinden geçmekte olduğumuz dönemin özgün koşullarını göz önünde bulundurarak, sınıf hareketine politik müdahalesinde temel hak ve özgürlükler uğruna mücadeleyi özel bir biçimde öne çıkarmak durumundadır.”
Yakın zamanda gerçekleşen direnişler de bu ihtiyacın ne denli yakıcı olduğunu göstermektedir. Özak işçilerinin 6 ayı bulan direnişlerinde devletin tüm kurumları adeta Özak kapitalisti için seferberlik ilan ettiler. Sayısız gözaltı, polis-jandarma şiddeti, valilik-kaymakamlığın eylem yasakları, Çalışma Bakanlığı tarafından işçilere ve sendikaya yüklü idari para cezaları vb...
Sahte ek protokole karşı çıkan kamu işçilerinin sendika bürokratlarından bağımsız örgütlemek istedikleri Ankara eylemi de valilik tarafından yasaklanmıştır. Şehir dışından gelen işçiler Ankara'ya sokulmamış, eylem alanında toplanmayı başarabilen işçiler ise zorla dağıtılmıştır.
Yasal bir grevde mahkeme kararıyla da tescillenen grev kırıcılığını engellemeye çalışan Lezita işçilerine jandarmanın şiddet uygulaması, Adıyaman Besni'de direnen işçilerin patronun emrindeki mafya bozuntuları tarafından polislerin gözleri önünde saldırıya uğramaları, bağımsız sendikaların gerçekleştirdikleri eylemlerde baskı, zorbalık ve tutuklama terörü ile karşı karşıya kalmaları yakın dönemin öne çıkan örnekleridir.
Bu tablo, işçi sınıfının mevcut mücadelesinde mesafe alabilmesi için bile demokratik hak ve özgürlükler için mücadeleyi yükseltmesini zorunlu kılmaktadır.
Temel siyasal hak ve özgürlüklerin mücadelesinin büyütülebilmesi için mevcut sendikal güçlere ve devrimci-ilerici odaklara baktığımızda, ortak bir mücadelenin örgütlenmesi açısından ciddi bir zayıflık içinde oldukları görülmektedir.
İktidarın güdümündeki Türk-İş ve Hak-İş bünyesindeki sendikalar zaten bu gündem kapsamında tartışma konusu bile değil. Zira sermayenin ve siyasal iktidarın işçi sınıfı içindeki ajanları rolünü üstlenen bu sendikal yapıların asli misyonları işçi sınıfının haklarını savunmak değil, onları denetim altında tutmaktan ibarettir.
Söylem planında daha “ileri” bir noktada olan DİSK ile reformist anlayışların hakimiyetindeki KESK’in işçi sınıfının ve kamu emekçilerin temel hakları ve özgürlükleri için mücadelesinin ne kadar uzağında olduklarının en çarpıcı örneğine ise yakın dönemde Taksim 1 Mayıs'ının örgütlenmesinde tanık olduk.
“Sosyal diyalog” adı altında sınıf uzlaşmacı bir çizgi izleyen DİSK yönetimi, yasal icazetçi zeminde düzen muhalefetiyle kol kola hareket etmektedir. İşçi sınıfının sorunları konusunda hamasi nutukların ötesine geçemeyen DİSK bürokratları, AYM kararlarına sığınarak atmak zorunda kaldıkları Taksim adımını da düzen muhalefetiyle birlikte boşa düşürmüşlerdir. Eylem alanını terk ederek kitleleri devlet terörü ile baş başa bırakmışlardır.
Bir süredir sınıfa dönük saldırılarda yan yana gelen, son olarak Taksim 1 Mayıs'ının örgütlenmesinde birlikte hareket eden, bir kısmı bağımsız olan ilerici-devrimci güçlerin inisiyatifindeki mücadeleci sendikalar, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde önemli odaklardan biridir. Ancak bu bileşenin (ve siyasal anlayışlarının) zaaflı yanlarını da son 1 Mayıs Taksim süreci tüm açıklığıyla ortaya koymuştur.
1 Mayıs süreci bu güçlerin, sendikal bürokrasiye eleştirel davransalar bile ondan politik-pratik olarak bağımsız hareket edebilmelerinin sınırlarını göstermiştir. Geçmiş dönem pratiklerinde de, fiili meşru mücadeleyi savunmakla birlikte düzen solu ile sorunları çözme eğilimi karşımıza çıkabilmektedir. Bu tablo, “direngen” bir hat izlense de işçilerin ufuklarını düzen sınırlarına hapsetme sonucu üretebilmektedir. Ya da yönelinen işçi kitlesinin geri bilinçlerinin baskılamasıyla ekonomist çizgi öne çıkabilmektedir.
Bununla birlikte, bu güçlerin bürokratik sendikal kastın dışında direnç noktası olmaları, ortak mücadelede yer almaları, sadece iktisadi sorunlar değil politik sorunlar için de birlikte hareket edebilme eğilimleri önemlidir.
Ortak zeminlerde yürütülen/yürütebilecek çalışmalardan bağımsız olarak sınıf devrimcileri, kendi bağımsız siyasal sınıf çalışmalarını TKİP VII. Kongresi'nin işaret ettiği çerçevede yürütmek konusunda ısrar göstermelidir:
“Kendisinin ve tüm toplumun temel demokratik hak ve özgürlükleri için dövüşmeyen bir sınıfın, kendi ekonomik hakları için de gerekli bir mücadeleyi örgütleyemeyeceği fikri, sınıfa dönük müdahalemizin temel argümanlarından biri haline getirilmelidir.
“Demokratik hak ve özgürlüklere dönük her türlü saldırıyı sınıf kitlelerine kesintisiz bir biçimde taşımak, değişik araç ve yöntemlerle sınıf kitlelerini bu saldırılara karşı örgütlemek, mevcut iktisadi hareketi ilerletmek kadar önemli bir gündem başlığı olarak önümüzde durmaktadır. Bu aynı zamanda iktisadi hareketi devrimci bir hatta doğru ilerletmenin hayati bir koşuludur.” (TKİP VII. Kongresi Bildirgesi)
Emperyalist saldırganlık ve savaşlara karşı mücadele ile Filistin ve Kürt sorunu da sınıfa politik müdahalenin temel gündemleri olarak karşımızda durmaktadır.
Emperyalist savaş ve saldırganlık politikalarının Ukrayna'daki savaştan Ortadoğu'daki gelişmelere ve NATO'ya karşı mücadeleyi örgütlemeye kadar geniş bir alanı var. Ve bugün güncel planda Filistin sorunu ve Filistin'de yaşanan soykırıma karşı mücadele ayrı bir önem kazanmıştır. İşçi sınıfı ve emekçilerin emperyalistlerin savaş ve saldırı politikalarını kendi dışlarında gören ve ilgisiz yaklaşan tablosuna rağmen, gerek “din kardeşliği” olgusu, gerekse de mazlum Filistin halkının on yıllardır süren saldırganlığa karşı sergilediği direniş, işçi ve emekçilerin de gündemindedir.
Nitekim siyonist İsrail'in aylardır sürdürdüğü vahşet karşısında Türk sermaye devletinin ikiyüzlü politikaları deşifre olmuş, geniş kesimlerin AKP iktidarına karşı tepkisini doğurmuştur. Bu tablo, 31 Mart yerel seçimlerinde AKP iktidarına karşı edilgen de olsa bir tutuma yol açmıştır.
Geniş işçi ve emekçi kesimleri Filistin sorunu konusunda aydınlatmak, “İsrail’le siyasi-ticari-diplomatik her türlü ilişkinin kesilmesi” başta olmak üzere Filistin'deki işgale karşı tepkiyi örgütlemek, sınıf ve emekçi kitleleri harekete geçirmek güncel görevlerimizden biridir.
Sınıfa siyasal müdahalede bir diğer önemli gündem ise Kürt sorunudur. Yıllardır işçi ve emekçi kitleler Kürt sorunu üzerinden şovenizmle zehirlenmekte, etnik ayrımcılık sınıfın birliğinin sağlanmasında en temel engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Son yerel seçimlerin ardından Van'a kayyım atanması girişimi ve buna karşı başta Van halkı olmak üzere Kürt halkının direnişi ve geniş kesimlerin toplumsal desteği ile saldırının püskürtülmesi, iki halk arasında dayanışma köprülerinin kurulmasının imkanlarını ortaya koymuştur. Güncel gelişmeler ışığında Kürt sorunu siyasal sınıf çalışmamızın temel bir başlığı olarak ele alınmalı, etkin bir faaliyetin konusu olabilmelidir.
Önümüzdeki süreç sert sınıf çatışmalarına gebedir. VII. Parti Kongresi'nin işaret ettiği temelde devrimci bir sınıf hareketinin yaratılması hedefiyle siyasal sınıf çalışmamızı güçlü bir şekilde örgütlemek sorumluluğu omuzlarımızdadır.