(“ABD, Türkiye ve Kürt sorunu” başlıklı metnin son iki bölümüdür...
H. Fırat, Kürt sorunu, reform ve devrim, Eksen Yayıncılık, s.62-68)
Türk burjuvazisi tüm kesimleriyle blok halinde Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesinin karşında durmaktadır ve bunun tarihsel-sınıfsal mantığı burada hiçbir özel açıklama gerektirmemektedir. Emperyalizmin konumunun ve tutumunun ne olduğunu ise gelinen yerde olaylar (taşınan tüm ham hayalleri de yerle bir ederek) bütün açıklığı ile yeniden ortaya koymuştur.
Türkiye, dünya hegemonya mücadelesinin düğümünü oluşturan bir bölgede, Amerikan emperyalizminin en önemli dayanağı, saldırı ve savaş üssü ve elbette vurucu gücü olarak durmaktadır. Irak savaşı ile birlikte yaşanan geçici krizi izleyen tüm gelişmeler, kendileri yönünden gerçekte, Türk devleti ve burjuvazisinin Amerikan emperyalizmi için vazgeçilmezliğini yeniden kanıtlamıştır. Halen çıkarları Amerikan emperyalizmi ile uyumu gerektiren Avrupalı emperyalistler için de durum farklı değildir. Dolayısıyla yalnızca Türk burjuvazisi değil, fakat onun gerisindeki asıl güç olarak emperyalizm de, Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesinin önünde aşılması gereken temel önemde bir engel olarak durmaktadır.
Ne iyi ki gelişmeler Kürt burjuvazisi hakkında taşınan hayalleri de aynı katılıkla yıkmaktadır. Tüm gelişmeler, onun kaderinin ve çıkarının Türk burjuvazisinin kaderi ve çıkarı ile sağlam biçimde iç içe geçtiğini göstermektedir. AKP’nin Kürdistan’daki siyasal gücünü ve etkisini, Kürt burjuvazisinin, büyük toprak sahiplerinin, aşiret reislerinin, tarikat ağalarının bu partide birleşmesine borçlu olduğu bilinmektedir. Bu birleşik güç Kürt orta burjuva katmanlarının asıl ağırlığını da bu partiye kaydırmıştır. İmralı’yı izleyen dönem içinde Kürt sorunu kapsamında yaşanan temel önemde bir başka gelişme de işte budur. Bu, Kürdistan’daki güç dengelerini değiştirmiş, Kürt burjuvazisi halk hareketinin yarattığı ağırlığın etkisinde kurtularak sınıf çıkarlarına uygun biçimde mevziiye girmiş ve bölgede inisiyatifi yeniden etkin biçimde ele almaya başlamıştır.
AKP’nin kazandığı güç bunun yansımasıdır ve bu gerçekte Kürt burjuvazisinin gücüdür. AKP şu an Kürt kanadıyla Kürdistan’ın en büyük partisidir ve Kürt burjuvazisi şimdi ülkeyi yöneten bu partinin bünyesinde önemli bir ağırlığa, yönetici düzeyde (partide olduğu kadar hükümette de) önemli bir inisiyatife sahiptir. Dolayısıyla Kürt halkına karşı işlenen tüm suçlara o da aktif biçimde katılmaktadır. Kürt halkının özgürlük ve eşitlik umutlarının boğulması, demokratik Kürt hareketinin ezilmesi ve etkisizleştirilmesi için kurulan cephenin içinde tüm varlığı ve inisiyatifi ile o da yer almaktadır.
Kürt hareketi bugünkü kuşatılmışlıktan başarıyla kurtulmak ve özgürlük mücadelesini halk hareketinin gücüyle gerçekten ileriye taşımak istiyorsa, tüm bu gerçekleri hesaba katmak, gerçek dostlarını ve düşmanlarını sınıfsal ve siyasal olarak yeniden tanımlamak ve buna dayalı bir yeni devrimci strateji ile ortaya çıkmak zorundadır. İmralı ile birlikte seçilen strateji olayların ağırlığı altında çoktan çökmüş bulunmaktadır. Bu strateji, Cumhuriyetin demokratikleşmesi temelinde Türk burjuvazisi ile bütünleşmeyi hedefliyordu ve bu arada emperyalizmin egemenliğini hiçbir biçimde sorun etmiyordu. Bu strateji içinde emperyalizm engel ya da düşman olmak bir yana, çözümü kolaylaştıracak etkili bir güç odağı idi. Tüm bunların gelinen yerde iler tutar yanı kalmamıştır. Türk burjuvazisi ile barışıp bütünleşerek, emperyalizmi kabullenerek Türkiye ve Kürdistan’ı demokratikleştirmeyi ummak, bilimin ve tarihin gerçeklerini bir yana bırakmaktır. Çünkü gerçek bir demokrasi, onun ürünü olabilecek gerçek bir özgürlük ve eşitlik, ancak bu güçlere karşı mücadele içinde, onlar aşılarak elde edilebilir. Bütün bunlar daha en baştan belli idi; olaylar bunu yalnızca bir kez daha doğrulamaktan başka bir şey yapmadı.
Dün olduğu gibi bugün de Kürt özgürlük mücadelesinin tüm yükünü Kürt emekçileri taşımaktadır. Fakat dünden farklı olarak bugün onlara bu mücadelede kılavuzluk edecek bir devrimci strateji ve onun taşıyıcısı olan bir önderlik yok ortada. PKK’nin mevcut stratejisi, objektif içeriği ve mantığı yönünden, tümüyle burjuva bir karakterdedir. Oysa sınıf olarak Kürt burjuvazisi, özgürlük mücadelesinin karşısındadır ve açık bir sınıfsal tutumla, Türk burjuvazisinin yanındadır. Kürt hareketinin halen en büyük açmazı budur; mevcut tablo içinde Kürt sorununda yaşanan en büyük anormallik buradadır. Olayların netleştirdiği mevcut sınıfsal-siyasal tablonun ardından, bu daha da göze batan bir çelişki olarak durmaktadır orta yerde.
Devrimci strateji, özgürlük mücadelesinin gerçek yükünü çeken sınıf ve katmaların sınıfsal çıkar ve ihtiyaçlarına da uygun düşen strateji demektir. Ulusal davanın sınıfsal mantığını zaman içinde adım adım unutmak ve giderek terk etmek, Kürt hareketinin tarihsel nitelikte bir büyük hatası oldu ve bu onu bugünkü çıkmaza getirip sapladı. Bundan ancak son otuz yıllık mücadelenin bu en temel dersini hesaba katan yeni bir değerlendirme ve strateji ile çıkılabilir. Ortada başka hiçbir gerçek çıkış yolu görünmemektedir.
Doğal olarak bu halen burjuva öğelerle bulaşık olan mevcut hareket içinde bir iç ayrışmayı göze almayı da gerektirir. Bu elbette kısa vadede belki geçici bir güç kaybı anlamına da gelir. Fakat orta ve uzun vadede bu, benimsenecek yeni strateji sayesinde fazlasıyla telafi edilebilecektir. Önce, Kürt emekçilerinin açığa çıkarıldığında muazzam bir kuvvet olduğu görülebilecek olan sosyal enerjisiyle; ve ikinci olarak da, tam da bu böylece Türk işçi ve emekçileri ile yaşanacak yakınlaşma ve bütünleşme sayesinde... Bu yakınlaşma ve bütünleşme, devrimci stratejinin öteki yönüdür. Aynı zamanda, yalnızca Türkiye’de değil, bütün bir Ortadoğu’da, Kürt düğümünü çözebilecek biricik gerçek olanaktır. Türkiye’deki sorunun, çözüm yönünden tüm bölgeyi kilitlediğinin de bu vesileyle yeniden altını çizmek istiyoruz.
Kürt sorunundaki tarihi düğümlenmeyi açacak yol budur, tercih buradan yapılmak zorundadır. Bunun dışında ortada şimdiki kısır döngüyü sürdürmekten başka bir alternatif görünmüyor. Bu ise hem Kürt halkının enerjisini anlamlı hiçbir sonuca yol açmadan tüketip duruyor ve hem de işbirlikçi burjuvazinin elinde bir bütün olarak Türkiye toplumunu gericilikle zehirlenmenin etkili bir aracı işlevi görüyor. Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak, iki halk arasındaki ilişkiler de sürekli olarak zehirleniyor.
Burjuva milliyetçi bir dar görüşlülük, bu zehirlenmeden yarının kolay kopuşu için belki bir yarar umabilir. Ama ilkin, bu tür bir kopmadan Kürt halkının gerçek bir çıkarı olamaz. İkinci olaraksa, işin aslında Kürt halkının bu türden bir kopuş olanağı da yoktur. Türkiye’nin Yugoslavya ve Kürdistan’ın da Kosova olmadığını ve olamayacağını, son olaylar daha açık ve anlaşılır hale getirmiş olmalıdır. Kosovalar ancak emperyalizmin çıkarları gerektirdiğinde ve onun özel çabaları ile yaratılabilir. Oysa bu coğrafyada emperyalizmin kimin yanında olduğu ve yüzyıldan beridir bu bölgede Kürtlere nasıl yaklaştığı iyi bilinmektedir. Sadece Türkiye’nin değil tüm bölgenin tarihsel deneyimi, Kürt halkının acılarından ve köleliğinden emperyalizmin dolaysız olarak sorumlu olduğunu ortaya koymaktadır. Güney Kürdistan’daki gelişmeler, bu yüzyıllık dersi bir süreliğine unutturdu dar görüşlü Kürt milliyetçisine. Ama aynı Güney Kürdistan’daki yeni gelişmeler de, gerisin geri en dumura uğramış bilinçlere yeniden kazıyor bunu.
Kürt ve Türk emekçilerinin birleşik devrimci mücadelesi için!
TKİP tüm milliyetlerden işçi sınıfının devrimci partisidir. Onun saflarında kadın-erkek, Kürt-Türk ve öteki milliyetlerden komünistler omuz omuza mücadele ediyorlar. Onun ulusal sorunda kendi teorisi, programı ve taktiği vardır. O başta Kürtler ve Türkler olmak üzere tüm milliyetlerden işçilerin ve emekçilerin omuz omuza mücadelesinden yanadır. Türkiye’deki Kürt sorununun gerçek ve kalıcı bir çözümünün de ancak bununla olanaklı olduğuna inanmaktadır. Bu soyut bir inanç değildir; tarihin ve bilimin temel dersleri ışığında ve elbette işçi sınıfının çıkarları ekseninde sorunu ortaya koymanın bir ürünüdür.
TKİP, gündelik faaliyetinin her alanında Kürt halkının meşru ulusal haklarını tüm açıklığı ile tam bir kararlılıkla savunmaktadır. Şovenist zehirlenmenin Türk işçi ve emekçilerinin bilincinde yarattığı kirlenmeyi gidermeye, her vesile ile onları Türk burjuvazisine karşı mazlum Kürt halkının yanında yer almaya, onun haklı ve meşru istemlerini, bu istemlere dayalı mücadelesin desteklemeye, bunun için de bizzat mücadele etmeye çağırmakta, bu mücadeleyi pratik olarak da örgütlemeye çabalamaktadır. Kuşkusuz Türkiye’nin her şeye rağmen devrimci çizgide ısrarlı tüm öteki devrimci parti ve grupları da benzer bir çaba içinde bulunmaktadır.
Fakat bu çabanın başarısı, halen Kürt emekçilerinin önemli bir bölümünü etki ve denetim altında tutan Kürt hareketinin izleyeceği çizgiye de sıkı sıkıya bağlıdır. Bugüne kadar bu çizgi Türkiyeli devrimcilerin işini kolaylaştırmadığı gibi, esası yönünden zora da soktu. Sosyal mücadeleye etkili bir biçimde katılmak ve bu mücadele içinde Türk işçi ve emekçileri ile kaynaşmak gibi temel önemde bir boyutu içermedikçe, sonuç başka türlü de olamazdı. Umut edelim ki, bu son gelişmeler, Türkiye’den öteye bölgesel düzeydeki gerici ve emperyalist kuşatma Kürt hareketinin kendi gerçek dostlarına yönelmesini kolaylaştırmaya bir vesile olsun.
Sosyal mücadelede reformistler ve ulusal mücadelede milliyetçiler, devrimcilerin karşısına, devrimini uzun ve zor bir iş olduğu, oysa sorunlara hızlı ve kolay çözümler gerektiği türünden çoğu kere açıkça dillendirilmeyen bir mantıkla çıkarlar. Biz komünist devrimciler de diyoruz ki, gerçekte devrim işin özünde en kısa ve kolay yoldur. Reformist çizginin ya da uzlaşmanın kısa ve kolay yol olduğunu sananlar tarihe ve bugünün gerçeklerine baksınlar. Reformizm ya da uzlaşma nerede hangi sorunu nasıl çözmüştür? Örneğin Filistin’de olup bitenin anlamı nedir? Ya Güney Kürdistan’da? Güney Kürdistan’da sorun (kaldı ki gerisinde yüzyıla yaklaşan bir mücadele var!), tam da ‘90’lı yılların başında Talabani’nin Kürt devrimcilerine önerdiği gibi, “piyasa ekonomisi ve burjuva demokrasisi” yolu ile çözülebildiyse, halen Kürtlerin üçüncü kez satılışı anlamına gelen olaylar neyin nesidir?
Reformizm sorunları çözmez sadece süründürür. Bu, ulusal sorun da içinde tüm siyasal sorunlar için olduğu kadar sosyal sorunlar için de geçerlidir. “Sosyal refah” Avrupası adım adım tarihe karışıyor demek yeterlidir, buna kanıt göstermek için.
Öte yandan, devrim yolu reformları dışlamadığı gibi gerçek reformlar da ancak devrim mücadelesinin yan ürünleri olarak elde edilebilirler. Buna ister aynı “sosyal refah” Avrupası üzerinden bakın, ister örneğin son yirmi küsur yıllık Kürt özgürlük mücadelesi üzerinden. Sonuç aynıdır; reformlar devrim mücadelesinin basıncı altında elde edilmişlerdir. Devrim mücadelesinin güç kaybettiği yerde de, çok geçmeden burjuva gericiliği tarafından adım adım ortadan kaldırılmışlardır.
Kürt hareketi ve halkı halen bugünün Türkiye’sindeki tüm gücünü, kazanımlarını, mevzilerini devrimci dönemine borçludur. İmralı sonrası çizgi buna hiçbir şey eklemediği gibi kazanımların bir kısmının yitirilmesine de yol açmıştır. Buna Türk burjuva gericiliği saflarında yaratılan ve zamanında mücadeleye hizmet eden çatlaklar da dahil. Aynı şekilde, Kürt burjuvazisinin ara katmanlarının bir kısmını yanına ve yedeğine çekme de dahil.
Reformizm sosyal mücadelede olduğu gibi ulusal mücadelede de bir çıkmaz yoldur. Hele de Ortadoğu gibi bir coğrafyada ve hele de Türkiye gibi bir ülkede. Çıkış devrimci mücadelede, bunu esas alan devrimci bir stratejide, bunun gereği olarak da Kürt, Türk ve öteki milliyetlerden tüm Türkiyeli emekçilerin birleşik devrimci mücadelesindedir.
5 Kasım anlaşması ile başlayan yeni dönemin olayları bunu günden güne herkese daha açık bir biçimde ve daha katı bir gerçeklik olarak gösterecektir.
(Ekim, Sayı: 250, Şubat 2008, Başyazı)