Logo
< Liselileri devrim mücadelesine kazanalım!

Ekim Devrimi, ulusal sorun ve Kürt hareketi üzerine…


(Kürt sorununda “yeni süreç” üzerine verilen ve daha önce belirli bölümlerini yayınladığımız Şubat 2025 tarihli konferanstan…)

Ekim Devrimi’yle birlikte ulusa sorun temelden farklı bir çerçeveye oturdu. Öncelikle şu veya bu ülkenin kendi sınırları içerisindeki dar bir sorun olmaktan çıktı. Dünyanın sömürge ve yarı-sömürge ülkelerini de kapsayan (ki bu o zamanlar coğrafi olarak insanlığın dörtte üçü demekti) genel bir sorun haline geldi. Ekim Devrimi sömürge ve yarı-sömürgelerde büyük bir devrimci atılımın zeminini hazırladı.

Sovyetler Birliği ezilen insanlık için, özellikle ezilen uluslar için çok büyük imkanlar yarattı. Bir yandan kendi bünyesindeki çok kapsamlı ulusal sorunu başarıyla çözdü, örnek çözümlere kavuşturdu. Öte yandan da dünyanın dört bir yanında mazlum halklara, sömürge ve yarı-sömürge halkların kurtuluş mücadelelerine yardım etti. Ekim Devrimi sorunun teorik çerçevesine büyük açıklıklar getirdi. Pratik çözümünü de kendi ülkesi içinde ve dünya ölçüsünde gösterdi. Çarlık bir halklar hapishanesiydi, büyük devrim böyle bir miras devralmıştı. Ama ayrılmak isteyenin ayrılma hakkını tanıyarak, birlik yolunu seçen temel ulusları cumhuriyetler üzerinden örgütleyerek, daha küçük azınlıklara bölgesel özerklikler vererek, daha küçük kültürel topluluklara (Kızıl Kürdistan gibi) kendi kültürlerini yaşatacakları zeminler kazandırarak, bir yandan sorunun kendi içinde nasıl çözülebileceğini gösterdi. Sosyal devrimin ulusal programı hayata geçirildi.

Öte yandan dünyanın dört bir yanında sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin emperyalizme karşı kurtuluş mücadelelerini destekledi. Teorik olarak açıklık kazandırdı, pratik olarak da desteğini esirgemedi. Doğu’nun ve Güney’in ezilen halkları ile Batı’nın devrimci işçi sınıfı arasında köprü kurdu. Komünist Enternasyonal’in “21 Koşul”unun temel maddelerinden biri, tam da emperyalist ülkelerin sömürge politikası karşısında alınması gereken tutum üzerinedir. Özellikle bu konuda II. Enternasyonal döneminin köklü zaafları gözetilerek açık ve net bir tutum tanımlandı ve görevler saptandı.

(...)

***

20. yüzyılın yaklaşık olarak 1970’lerin ortasına, yani Vietnam kurtuluş mücadelesinin zaferine kadar olan tarihi döneminde, ulusal kurtuluş mücadeleleri bu çığır içinde gerçekleşti. Her yerde ulusal kurtuluş mücadelesi, emperyalizme ve feodalizme şu veya bu ölçüde darbeler vuran bir mücadele olarak ilerledi. Vietnam Ulusal Kurtuluş Devrimi’nin 1970’lerdeki büyük zaferi bunun zirvesi oldu.

Ekim Devrimi’nin açtığı çığır içinde ortaya çıkan bütün ulusal kurtuluş mücadeleleri, başarıya ulaşmayanlar da dahil, anti-emperyalist ve anti-feodaldi. 1970’li yılların PKK hareketi de anti-emperyalist ve anti-feodaldi. Daha bir de sosyalizm iddiası taşıyordu. Yani anti-emperyalist, anti-feodal, anti-sömürgeci mücadeleden geçerek sosyalizme ilerleyeceğiz diyordu. Bu devrimci tarihsel temel, Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasıyla birlikte kalktı. 1990’lardan itibaren, daha somut olarak da Yugoslavya’nın parçalanmasından itibaren, ulusal sorun artık emperyalizmin kendi hesapları uğruna kullanabildiği bir sorun haline geldi. Balkanlar’daki ulusal sorun, Yugoslavya’nın paramparça olmasıyla sonuçlandı. Sırbistan kendi içine ayrıca parçalandı, NATO’nun askeri müdahalesi sayesinde Kosova ayrı bir devlet biçimini aldı. Filistin davası çaresizce aldatıcı Oslo Barışı’na kurban edildi.

PKK de içinde Kürt akımları da Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasından itibaren hızla devrimci söylemlerinden uzaklaşmaya, sembollerden kopmaya, bunun ürünü programlarında köklü değişimlere gitmeye başladılar. PKK bayrağındaki orak-çekici hızla attı. Abdullah Öcalan İmralı’daki savunmalarında, 1992 yılından itibaren (Sovyetler Birliği 1991 yılının sonunda dağılmıştı!) gerçeği gördüm, çizgiyi değiştirdim ama bunu ne Türk devletine ne de PKK’ya anlatabildim, diyordu. Bununla, Sovyetler Birliği’nin yıkılışıyla birlikte ulusal sorunda devrimci konum ve çizgiden koptum demek istiyordu. Kürt sorunu artık sistem içi bir sorun olarak görülüyor, emperyalist dünyanın hakemliği ve katkılarına başvuruluyor, siyasal çözüm adı altında kurulu düzenle uzlaşıp barışmanın yolları aranıyordu.

Ulusal akımlar söz konusu olduğunda, bu sadece Kürtlerle sınırlı bir köklü konum ve tutum değişimi de değildi. Tersine, yeni tarihi evrenin genel eğilimi idi. Ekim Devrimi’nin açtığı o tarihsel devrimci çığır geride kalınca, ulusal sorun giderek emperyalist nüfuz mücadelelerinin, hesapların, emperyalist odakların yerel bölgesel yönetimleri terbiye etmesinin bir imkanına, bir aracına dönüştü. Ve ulusal akımlar da o devrimci dayanaktan yoksun kalınca, o tarihsel zemini kaybedince, milli bir hareket olarak, dar anlamda burjuva demokratik bir hareket olarak, bunun el verdiği bir kimlik, bir karakter üzerinden rahatça emperyalizmle uzlaşma çizgisine kaydılar. PKK eksenli Kürt hareketi de bu çerçeve içinde davrandı.

Fakat Türkiye’deki Kürt hareketinin karşı karşıya bulunduğu derin bir tarihsel açmaz vardı. Türkiye bir NATO ülkesi, üstelik önemli bir NATO ülkesiydi. Bundan dolayıdır ki bütün bir tarihi boyunca NATO ve onu oluşturan emperyalist kamp, Türk devletinin Kürtlere karşı uyguladığı baskı ve zulüm politikalarının tam destekçisi oldu. Gerçekte işin özü bakımından durum halen de budur. Elbette Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında emperyalist dünyanın bu alanda manevra alanı genişlemiştir. Kürt sorunu da bölgesel düzeyde onlar için çok daha rahat istismar edilebilir bir sorun halini almıştır. Ama yine de kritik durumlarda tercih yapmak gerektiğinde, bu hep de Türkiye burjuvazisinin çıkar ve istemleri doğrultusunda olmuştur.

Şu an Batılı emperyalist kamp için en ideal çözüm, bölgesel düzeyde Türkler ile Kürtleri kendi çizgisinde uzlaştırmak, böylece birlikte kendi denetimi altında tutmaktır. Amerikancı Kürt politikası dediğimiz de budur zaten. AKP’nin zamanında uygulamaya çalışıp da 2015’te boşa çıkan politikadan söz ediyorum. ABD emperyalizmi, Kürtlere belirli tavizler üzerinden, Türkiye’deki Kürt sorununun yumuşatılması, uzlaştırılması, belli bir çözüme kavuşturulması ve böylece Türkiye ile ilişkilerin sürdürülmesi, bunun dışarıdan İsrail ile ilişkilerle tamamlanması hesabı içerisindeydi. Türk devleti adına bunun teorisini yapanlar da vardı. Ünlü provokatör, MİT mensubu Mahir Kaynak gibi. Ortadoğu’da Türkiye, Kürtler ve İsrail’in ittifakından söz ediyor, bunu gerekli ve zorunlu bir sacayağı olarak tanımlıyordu. Bugün Türkiye’nin solcu da geçinebilen gerici ulusalcıları, Ortadoğu’da, Türkiye’nin sınırlarının dibinde Akdeniz’e çıkışı olan ikinci bir İsrail yaratılıyor, Kürt sorunu artık emperyalizmin elinde Türkiye’yi bölmek için bir enstrüman, argümanını kullanıyorlar. Gerçekte ise ABD emperyalizminin çıkarları, Ortadoğu’da Türkler ve Kürtlere bir arada dayanmayı gerektiriyor. Türkiye’deki Kürt sorununun sınırlı reformlarla yatıştırılmasını bunun için istiyorlar. Zira bu bölgesel düzeyde ve elbette kendilerinin hizmetinde bir “Türk-Kürt ittifakı”nı olanaklı kılacaktır.

ABD emperyalizmi Türkiye’den, bölgedeki tüm Kürtlerin hamiliğini üstlenmesini istiyor. Ama NATO çıkarlarına bekçilik yapacak, İsrail’in güvenliğinin tüm gereklerini yerine getirecek bir Türkiye’den... Türkiye bunu yapmaz da İsrail ile karşı karşıya gelirse, Rusya ve Çin ile ilişkilerden giderek Amerika-NATO ile ilişkilerinde problemler yaratırsa, bu sefer Kürtleri Türk devletine karşı kullanmak bir politika olarak elbette gündeme gelecektir. Fakat halen Batı emperyalizminin tercihi, Kürtleri Türk devletine karşı kullanmak değil onunla uzlaştırmak, bunu da İsrail ile ittifakla tamamlamaktır. Hiç değilse bugün için emperyalist-siyonist proje gerçekte budur.

Türk devletinin politikasının gerici karakteri yeterince açık. Kürtler ise, Sovyetler Birliği etkeni, Ekim Devrimi’nin açtığı çığır, yani dünya devrimci hareketi ortadan kalktığından beri, artık emperyalist gerici güç dengeleri içerisinde kendilerine bir yaşam alanı bulmaya çalışıyorlar. Devrim vb. üzerine edile onca söz sadece bir söylemden ibaret. Kaldı ki Abdullah Öcalan’ın İmralı savunmaları baştan aşağı, devrimler döneminin geride kaldığı tezine dayanıyordu. Bununla kastedilen hiç de silahlı mücadele değil, fakat köklü bir toplumsal alt üst oluş anlamında gerçek devrimdi.

Bunu daha önce de Talabani dile getirmişti. Öcalan’a yazdığı 1992 tarihli mektubunda, devrimler dönemi bitmiştir, sizin de, burjuva demokrasisine ve serbest piyasa ekonomisine dayanan Amerikan düzenini kabul etmekten başka çareniz yok demişti. Ama tam da bunu söylediği zaman, Talabani’nin kendisi tepeden tırnağa silahlı bir örgütün lideriydi. Karşı olduğu şey silahlı mücadele değil ama devrimdi.

(...)

***

Ulusal sorun temel önemde bir toplumsal-siyasal sorundur. Yapıcı ve kalıcı çözümü sosyal devrimden geçiyor. Tarih bize başka bir şey göstermiş değil. Tarih bize bu sorunun sosyal devrimlerle nasıl kalıcı bir şekilde çözüldüğünü, halkların nasıl kardeşçe kaynaşabildiğini somut olarak gösterdi. Balkanlar geçmişte de halkların birbirini boğazladığı bir yerdi. Birinci Balkan Savaşı’nda Balkan halkları; Yunanlılar, Sırplar, Karadağlılar, Bulgarlar birleştiler, Osmanlı’ya karşı birlikte savaştılar. Altı ay sonra, ikinci Balkan Savaşı’nda bu kez birbirlerine karşı savaştılar. Ele geçirdikleri yerler kendi aralarındaki paylaşıma konu oldu, birbirlerini boğazladılar. Boğazlaşma Balkanlar’da vardı tarihsel olarak. Bunu Yugoslav devrim çözdü. Yugoslavya’da devrimin hemen ardından Ekim Devrimi’nin ulusal sorun çözümü hayata geçirildi. Altı cumhuriyet ve iki özerk bölgeden oluşuyordu, her bölgede her ulus kendi egemenlik gücüne sahipti. Ayrı bayrağı, ayrı dili vardı. Kendi kültürünü koruyordu. Azınlıklar vardı, Türk azınlığı gibi. Türkçe hala orada kullanılıyor.

Devrim sorunu böyle çözüyor. Geçmişte birbirini boğazlayan halklar birlikte Nazi işgaline karşı direndiler, kurtuluş mücadelesi verdiler. Yugoslav Devrimi tartışmalı yönleri olan bir devrim. Ama hiç değilse ulusal sorunu bir çözüme bağladı. Tam da Ekim Devrimi modelini aldı. Ulusal bölgeleri cumhuriyet olarak oluşturdu. Daha küçük azınlıklara Kosova gibi bölgesel özerklikler verdi. Bu çözüm tarihte çıktı ortaya, bu yaşandı. Başka da bir çözüm görmüş değil insanlık. İrlanda sorunu, Bask sorunu, Katalonya sorunu hala sürüyor. Kölelik yüz elli yıl önce kaldırıldı Amerika’da. Siyahlara karşı ırkçı yaklaşımlar hala sürüyor.

Kapitalist düzen ulusal sorunları köklü ve kalıcı biçimde çözemiyor. (...)

***

“Alman İdeolojisi”nde Marx ve Engels, devrimler yalnızca egemen kurulu düzen başka türlü devrilemediği için değil, aynı zamanda yüzyıllar boyunca bu düzenin bilinci, kültürü, alışkanlıkları, pisliği içinde yetişmiş emekçi sınıfların bütün bu kir ve pastan arınması için de gereklidir, derler. Devrimi yapan sınıf, devrimi yapma süreci içinde kendini devrimci bir dönüşümden geçiriyor. Bilincini, ahlakını, yaklaşımlarını... Başka bir ulusa da o gözle bakıyor. Kardeşliği bu yaratıyor.

Toplumsal mücadelenin olduğu dönemde şovenizm büyük bir darbe yiyor. Fabrika mücadeleleri Türk işçisinin Kürt işçisine, Kürt işçisinin Türk işçisine bakışını değiştiriyor. Kadın işçinin erkek işçiye, erkek işçinin kadın işçiye bakışını değiştiriyor. Kitlelerin bilinci ancak büyük sosyal-siyasal mücadeleler içinde değişebiliyor.

Bugün Türk ve Kürt halkları sosyal-siyasal mücadelelerin bu eğitici, bu değiştirici, bu zehirden arındırıcı süreçlerinden geçmeden neye göre kardeşleşecekler? En fazla bin yıllık din kardeşliği olacak. Hiçbir din kardeşliği de ulusal önyargıları yıkmıyor, yıkamıyor. Bunu görmek için bugünün dünyasına ve Ortadoğu’suna bakmak bile yeterli.

(...)

***

Sovyetler Birliği’nin ulusal sorun alanındaki muazzam mirasından bugünün kapitalist Rusya’sı bile hala da kendince yararlanıyor. Bugünkü Rusya’nın bütünlüğü içerisinde 21 federal cumhuriyet var. Bunların tanımlanmış sınırları, kendi federal hükümetleri, parlamentoları var, kendi dillerini, bayraklarını, sembollerini kullanıyor, kendi kültürlerini yaşıyorlar. 21 sayısı yalnızca federal cumhuriyet olanlar içindir, özerk bölgeler ve daha alt birimlerle bu sayı 80’ni aşıyor. Kapitalizmin olduğu yerde ulusal baskı bir biçimde ortaya çıkar ama Rusya o kadar hassas bir bünye ve Batı emperyalizmi de bu bünye üzerine öyle hesaplar yapıyor, öyle müdahalelerde bulunuyor ki; bundan dolayı, özellikle de Çeçenistan deneyiminden sonra, Rus egemen sınıfları, onların politik temsilcileri bu konuda son derece dikkatli davranıyorlar. Putin, Rusya’nın ulusal çeşitliliği zenginliğimizdir diyor, bunu övünç konusu yapıyor. Ama örneğin Mustafa Kemal’in bıraktığı Türkiye’de bu denilmiyor, denilemiyor. Kürt ulusunu zenginlik kabul etmek bir yana, varlığı bile yok sayıldı şu son Kürt isyanına, ‘90’lı yıllara kadar.

(...)

Kemalistler önderliğindeki milli mücadele de başarısını büyük ölçüde Ekim Devrimi’nin yarattığı uluslararası koşullara, Sovyet iktidarının açık politik desteğine ve dahası büyük önem taşıyan maddi-askeri yardımlarına borçludur. Ekim Devrimi ülkesi, Bolşevik iktidar, sisteme vurduğu büyük darbeyle sömürge ve bağımlı ülkeler için, bu arada işgale uğramış Türkiye için tutulacak yolu göstermekle kalmadı, milli direnişe büyük önem taşıyan maddi-askeri destekler de sundu. Elbette Sovyet ülkesi bunu bir bakış açısıyla yaptı. İşgale uğrayan, sömürgeleştirilmek istenen bir ulusun direnişini desteklemek Ekim Devrimi’nin ülkesi için devrimci bir yükümlüktü, bunun gereğini yaptı.


Üste