Logo

Deneyimler ışığında siyasi poliste, mahkemede ve zindanda tutum


 

Deneyimler ışığında siyasi poliste, mahkemede ve zindanda tutum

 

Geçen yüzyılın başında olduğu gibi bugün de her yönüyle düzen dışı olmak, örgütsel bakımından onun denetimi ve icazeti dışında konumlanmak, böylece siyasal faaliyetini ve mücadelesini her durum ve koşulda güvence altına almak, ciddi devrim partilerinin temel ilkelerinden biri olmaya devam ediyor. Bu çerçevede gerici burjuva sınıf devleti karşısında illegal temel üzerinde konumlanma öznel bir tercih olmayıp nesnel koşulların dayattığı bir gereklilik ve zorunluluktur. O halde kapitalist sistemi ve onu ayakta tutan burjuva devlet aygıtını zora dayalı bir devrimle yıkmayı amaçladıklarını apaçık biçimde ilan eden komünistlerin, yıkmak istedikleri düzenin ve devletin sınırlarına hapsolmaları hiçbir biçimde söz konusu olamaz. Geleneksel olarak burjuva demokratik özgürlüklere ve bu çerçevede burjuva hukukunun meşruiyetine bir ölçüde katlanmak zorunda kalan batılı kapitalist metropoller de dahil olmak üzere burjuva devletlerin gitgide çıplak polis devletine dönüşme yönünde ilerlediği bir sürecin içindeyiz. Günümüzün bu uluslararası koşulları gözönüne alındığında, burjuva legalitesinin dar ve iğreti sınırlarına kendini hapsetmenin ölümcül tehlikeleri, dolayısıyla düzen dışı bir devrimci örgütsel konumlanmanın anlamı ve ilkesel önemi, dünya devrimci hareketinin geneli için olmak üzere, gitgide daha da artmaktadır.

Düzen karşısında illegal konumlanma, ondan ibaret olmamakla beraber gizlilik kurallarını da şart koşar. İlkin, kapitalist devletlerin, düzeni yıkmayı stratejik temel hedef kabul eden parti ya da örgütlere yaşam hakkı tanımamak için en aşağılık olanları dahil olmak üzere her yola başvurdukları gerçeği var. Öte yandan ücretli kölelik zincirlerini parçalayıp proletaryanın devrimci iktidarını kurmak için mücadele eden komünistlerin önünde de, devrimci bir işçi ve emekçi hareketi dalgası kabarana kadar örgütsel varlığını geliştirerek muhafaza etmek ve böylece siyasal faaliyetini kesintisiz ve kısıntısız olarak sürdürmek gibi hayati önem taşıyan sorun var. Bu ise, legal alanın etkin bir şekilde ve çok yönlü olarak devrimci istismarını hiçbir biçimde ihmal etmeksizin, örgütsel varlığını ve çalışmasını devrimci illegalite temelinde geliştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Bunu başarmanın en temel yollarından biri ise devletin siyasi polisine, cüppeli-üniformalı zorbalarına, ajan-provokatörlerine, işkencesine, kısacası bütün kirli savaş kurumlarına ve uygulamalarına, saldırılarına/oyunlarına karşı uyanık olmaktan ve sağlam durmaktan, bu alanda bilinçli bir tutum ve çabayla sürekli ustalaşarak, sömürü düzeni ve mülk sahibi sınıflar adına sergilenen bu kirli oyunları sistemli biçimde boşa çıkarmaktan, etkisiz kılmaktan geçiyor.

Narodniklerden öğrenen
Bolşeviklerden öğrenmek

Pek çok alanda olduğu gibi işkencede/sorguda alınacak tutum ile düzenin mahkemelerinde izlenecek yol/yöntem konusunda da Bolşevikler zengin deneyimlere sahiptiler. Çarlık despotizmi Bolşevikleri daha çok Sibirya’nın uzak köşelerine sürgün ederek cezalandırdığı için, zindan deneyimleri ise sınırlıdır.

Kuşkusuz ki, bugün partililer işkencede, mahkemede, zindanda takınacakları tutumlar konusunda bir açıklığa sahiptirler. Partimizin Kuruluş Kongresi belgelerinde de konuya dair vurgular son derece nettir. Ancak bu durum Sosyalist Ekim Devrimi’ne önderlik eden Bolşevik partisinin deneyimlerinin incelemenin önemini hiçbir şekilde ortadan kaldırmıyor. Bugün sınıf düşmanlarımızla çatışmanın göğüs göğüse yaşandığı tutsaklık alanlarında alacağımız tutumları netleştirmiş olmamız, diğer devrimci deneyimlerin yanı sıra Bolşevik partisinden, bu partinin “buzu kırıp yolu açan” pratiğinden bize kalan mirasın da önemli bir payı vardır. Bolşeviklerin illegal çalışmasını anlatan bir broşürden (Bolşeviklerin İllegal Çalışması/Solomon Isayevich Tchernomordik) yararlanarak bu alandaki deneyimlerin bir kısmına değineceğiz.

“Bugün hakimiyetimiz altında olan Çarlık Gizli Servisi (Okhrana) ve polis idaresinin tanıklıkları, yeraltı mücadelesine bulaşıp da Okhrana ajanları tarafından sistematik olarak takip edilmeyen neredeyse bir tek Bolşevik dahi olmadığını gösteriyor...” Devrimin ele geçirdği Çarlık arşivleri sayesinde açığa çıkan bilgiler, Okhrana adına çalışan ajan-provokatörlerin bu yaygın takipte özel bir rolleri olduğunu göstermiştir. “Çarlık Okhrana arşivleri; takma isimlerle kayıtlara geçmiş olan bu ajan provokatörlerin, (çoğu, dikkatli araştırmalardan sonra açığa çıkarıldı) örgütün faaliyetleri hakkında kapsamlı bilgi verdiklerini, üstelik, Okhrana’nın faaliyetlerini gizlemek için, parti içindeki takma isimleri ile kendi çalışmaları hakkında rapor da verdiklerini gösteriyor...”

Çarlık rejiminin zorbalığı Bolşeviklere geri adım attırmak bir yana, kavgada daha da ustalaşmalarını, yeni örgütsel biçimler geliştirmelerini sağlamıştır. Nitekim, “ne Okhrana’nın örgüt dışındaki ajanlarının ne de ajan provokatörlerinin (örgüt içi ajanlar) topladığı bilgiler, örgütün tamamen açığa çıkmasına yetmedi. Bu bilgiler, barbar ve kanlı Çarlık rejimi altında bile en fazla, gizli polisin Bolşevikler üzerinde baskı kurabilmesine, hapis ve sürgün cezalarına gerekçe olabildi...”

Bolşevik partinin illegal faaliyetlerini örgütleme sistemi öylesine sağlamdı ki, dedektif ve ajan-provokatörlerin en fazla tek tek işleri ya da çalışmanın dış görünüşlerini öğrenebiliyordu. Sınıf savaşını Ekim Devrimi ile taçlandıran Bolşevikler, hiçbir takibatın partinin misyonunu yerine getirmesine engel olmayacağını dosta düşmana göstermişlerdir.

“Rus Bolşevikleri kendilerinden önceki devrimci kuşağın Çarlıkla mücadelede kazandığı zengin deneyimlerden çok şey öğrendiler. Bolşevikler, teori, program ve taktik alanlarında 1870’lerdeki Narodnik (popülistler) ve Narodnaya Volya (Halkın İradesi) hareketlerinden kalan ideolojik mirası reddedip, kendilerini tümüyle Marks ve Engels’in öğretileri üzerine kurulmuş devrimci proleter sosyalizm temelinde konumlandırmakla birlikte, seleflerinin; özellikle de Halkın İradesi üyelerinin yer altı faaliyeti ve mahkemedeki kendilerini kontrol etme konularındaki deneyimlerinden yararlanmışlardır…”

Çarlık rejimi, devrimci mücadeleye katılan militanları önceleri toplu şekilde yargılıyordu. Duruşmalar genelde yargılanan devrimcilerin sayısı ile ifade ediliyordu; “193’ler Duruşması”, “50’ler Duruşması” gibi. Başta sıradan yargıçlar tarafından (bir dönem sonra siyasi davalar askeri mahkemelere veya “mülk sahiplerinin temsilcilerinden”, yani emekçilerin can düşmanlarından oluşan mahkemelere aktarılmaya başlandı) yürütülen davalar genelde kalabalık oluyordu. Hatta bu tür duruşmalarda kimi zaman yargıçları etkilemek de mümkün olabiliyordu. Örneğin, General Trepov’u öldürme girişiminde bulunan Vera Zasuliç’in yargılandığı davada, jüri tarafından verilen karar, Zasuliç’in suçlu olmadığı yolunda idi. Dolayısıyla devrimcilerin bu tür duruşmalarda yaptıkları siyasi savunmalar büyük bir politik etki yaratıyordu. Kuşkusuz ki, savunması jandarma şiddetiyle engellenen pek çok devrimci vardı, ama bu saldırganlık yaratılan politik etkiyi ortadan kaldıramıyordu. Devrimci Narodnikler mahkemelerde genelde kişisel yönden kendilerini savunma ihtiyacı duymuyorlardı. Bunun yerine mahkemeleri, Çarlık despotizmini, sömürüyü, zulmü teşhir edip kitleleri mücadeleye çağırmak için bir kürsü olarak kullanma yoluna gidiyorlardı. (Öte yandan Narodnikler, örgüt üyesi olduklarını ifade ederek savunmaya başlamayı tercih ediyorlardı, bunu politik yönden önemli görüyorlardı.)

O dönemler pek çok devrimcinin yaptığı etkili savunma uzun yıllar konuşulmuş, devrimci kuşakların yetişmesine katkıda bulunmuştur. Etkisi yıllar boyu süren konuşmalardan biri, dokumacı Piyotr Alekseyev tarafından “50’ler Duruşması”nda yapılan sınıf bilinci yüklü konuşmadır.

“Sophie Bardin tarafından örgütlenen bir çevrede özümsediği Narodnik öğretilere rağmen, sınıf içgüdüsü, bütün Narodnik dogmaların üstesinden gelmişti. Devrimci hareketin tarihinde ilk kez Rus kapitalizminin korkunç sömürüsünün ve çarlığın siyasi baskılarının izlerini taşıyan, sınıf bilincine sahip bir işçi mahkemede konuşmuş oldu. Alekseyev Çarlık yargıçlarının karşısına sömürü nedeniyle yıkılmış zavallı bir işçi olarak değil, işçi sınıfının düşmanlarına yaşadıklarının faturasını çıkartan devrimci bir işçi olarak çıktı.”

Duruşmayı izleyen avukatlardan birine göre, Alekseyev’in konuşması kamuoyu ve gardiyanlar üzerinde öyle bir etki yaratmıştı ki hepsi aptallaşmıştı. “Eğer Alekseyev arkasına dönüp, sanık kürsüsünü terk etseydi, hiç kimse onu durduramazdı. Herkes öylesine şaşkındı...”

Bu konuşmanın en dikkate değer yanı, o zamanlar baskın olan ve siyasi özgürlükler için mücadeleyi küçümseyen Bakuninci fikirleri aşan bir içeriğe sahip olmasıdır. Zira Alekseyev, çıkış yolu için yapılacak ilk şeyin, kapitalistlerin yanında olan otokrasinin yıkılması olduğunu söylemiştir. Tchernomordik’e göre, “ifade edilen fikir cesur bir yenilikti.” Kapitalist sömürünün vahşi boyutunu gözler önüne seren, çarlık despotizmini teşhir eden ve buna karşın çarlığın yıkılmasın “çıkış yolu”nun ilk adımı olarak gösteren Alekseyev’in konuşmasının binlerce kopyası, esaslı bir ajitasyon broşürü olarak onyıllar boyunca elden ele dolaşmıştı.

Bolşeviklerin Narodniklerden devraldıkları bir diğer önemli miras, uzun yılların zorlu mücadelesinden süzülen, siyasi polis karşısında takınılacak tutuma dair deneyimlerdir. Bu deneyimin en özlü ifadesi, 1870’lerin sonlarının olağanüstü devrimci örgütçüsü, illegal Halkın İradesi Partisinin üyesi Aleksander Mikhailov’un vasiyetnamesinde görülür:

“Kardeşlerim; sizlere duruşma öncesi delil vermemede değişmez bir yöntem kullanmayı vasiyet ediyorum. Dahası, sorgu altındayken suçlama ne kadar açık olursa olsun, gizli servisin raporları ne kadar açık görünürse görünsün herhangi bir beyanda bulunmayı reddetmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Bu sizi pek çok hatadan koruyacaktır.”

Bu vasiyet Bolşevikler için de yol gösterici olmuştur. Örneğin Çarlık zulmüne karşı verilen mücadelede uzun yıllar içinde edinilen tecrübeler, Bolşevikleri, “en iyi politikanın sorulan soru ne olursa olsun, cevap vermeyi reddetmek olduğu sonucuna ulaştırmıştır.”

Politika net olduğu halde bazen
ciddi hatalara düşülebiliyor

“Bolşevik Parti, Çarlık rejimi boyunca üyelerine sorgu esnasında ne türden olursa olsun delil vermemeyi öğütledi.

“Delil vermeyi reddetme taktikleri Bolşevikler için ölçülmesi mümkün olmayan ızdırapları içeriyordu. Ama bu sadece vücudun ızdırabıydı. İşkencecinin, işkence ve azapları Bolşeviklerin devrimci onuruna hiçbir leke süremedi. Tersine işkence altındayken delil vermeyi reddetmek, devrimcinin yürekliliğinin ve düşmana karşı takındığı küçümseyici tavrının bir ifadesi idi.”

Partinin verdiği öğütlere rağmen Bolşevik militanların kimi zaman yanlış tutumlar içine girmesine, bunun sonucunda parti örgütü ve faaliyetinin zarar görmesine tanık olunmuştur. Aslında bu yanlışların önemli bir kısmı, düşman karşısındaki zaaftan çok, partiyi ya da yoldaşları koruma kaygısından kaynaklanıyordu. Bu hataya daha çok genç ve deneyimsiz militanlar düşebiliyordu.

Tutuklu Bolşevik militan genelde Okhrana ajanının şu türden söylemleriyle karşılaşırdı: “Şu tarihte, şu saatte, şu yerdeydin. Gazete kâğıdına sarılı, şöyle şöyle bir paket taşıyordun. Orada şu saatten şu saate kadar oturdun, falanca saatte oradan ayrılıp, falanca yere gittin...” Ajanın iddialarının bir kısmı, eğer izlenen bir devrimci tutukluyla ilgiliyse, genelde doğru bilgileri içerirdi. Bu ise kimi zayıf unsurların çözülmesine yol açardı. Bazı militanlar ise, ajanın delillerini çürütecek deliller öne sürmeye çalışırken çelişkilere düşer ve Okhrana’nın delillerinin doğruluğunu pekiştirirlerdi.

Benzer durumlar, zayıf unsurların verdiği ifadelerin (nasıl olsa biliniyor diye) “samimi itirafı” ile bir kısmını kabul edip diğerlerini çürütme çabası sırasında da ortaya çıkabiliyordu. “Samimi beyanlar ve ajanların ‘delillerini’ çürütme girişimleri talihsiz sonuçlar yaratmıştır. Bunlar Okhrana’nın durumun karışıklığını çözmesine, yeni tutuklamalar için ipucu elde etmesine ve örgütün tamamen yok edilmesi amacına hizmet etmiştir... Bir devrimcinin samimi beyanatta bulunması genellikle onun politik ölümünün başlangıcıydı. Okhrana, bu samimi itirafı tutukluyu örgütü karşısında küçük düşürmek ya da Okhrana ajanı olmaya davet etmek için kullanırdı.”

Yani sonuç, genelde umulanın tersi yönde oluyordu.

Bolşevik militanların düştüğü bir diğer hata, ajanların topladığı bilginin, bir itirafçının ya da zayıf düşmüş bir unsurun verdiği delilleri üstlenerek yoldaşlarını koruma girişimidir. Tamamen iyi niyetli bir yaklaşım olmakla birlikte, sonucu genelde yıkım oluyordu. İthamları kabul etmeyi zaaf ve çözülme sayan Okhrana ajanları, tutukluya daha bir yüklenirlerdi. Artık amaç, tutuklunun verdiği ifadeyi dayanak yapıp, onu itirafçı olmaya zorlamaktı.

Okhrana ajanları, zor duruma düşürebildikleri tutukluların karşısına genelde şuna benzer bir vaazla çıkarlardı: “İfaden samimi olsa da, hatta mahkeme hafifletici sebepler bulsa da, lehinde karar veremez. Seni çeşitli cezalar bekliyor. Öte yandan yoldaşların senin itiraf ettiğini duyduklarında devrimcilerin gözünde alçalacaksın, belki de seni öldürecekler. Evet, kötü durumdasın. Fakat seni kurtaracak bir yol var: Gel bizimle çalış. Senden çok fazla şey beklemiyoruz. Örgütte kalıp çalışmalarına devam edebilir ve bu arada bizi bilgilendirebilirsin. Eğer kabul edersen, ifadeni sır olarak saklamaya, seni özgür bırakmaya ve korkunç akıbetinden korumaya hazırız.”

“Daha zayıf bir yoldaşın ‘samimi itiraf’ı esnasında verdiği deliller yüzünden zorlanan tutuklunun, delillerin doğruluğunu kabul etmek zorunda kaldığı veya karşı delil öne sürerek daha güç duruma düştüğü de olmuştur. Genellikle, tutuklu niyetlerin en iyisiyle bütün suçu yüklenerek yoldaşlarını bu işten uzak tutmaya çalışmıştır. Ama bundan iyi bir sonuç çıkmamıştır… Yoldaş bu tutumuyla hiç kimseyi koruyamamış, tersine kendini itirafçıların delillerini doğrulayacak çelişkiler içinde güç duruma sokmuş, kendisinin itirafçı olma riskini arttırmış, ya da en azından kendini Partinin gözünde küçük düşürmüştür.”

Bazı samimi Bolşevik militanlar bu türden hatalara düştükleri için, haklı olarak haklarında oluşan şaibeyi ortadan kaldırabilmek uğruna büyük emekler harcamak zorunda kalmışlardır.

İşkencecilerle diyaloga girmek, tuzakların en büyüklerindendir; “Bir devrimcinin moral olarak çöküşünün ilk adımı, düşmana duyulan tiksinti ve nefret ateşinin bir an için de olsa sönmesidir.” Günümüzde olduğu gibi Okhrana ajanları da sadece kaba işkence yöntemleriyle iş görmüyorlardı. Bilinen papaz/cellat ikilemini de yaygın şekilde kullanıyorlardı. Hatta Moskova Okhrana’nın şefi Zubatov, tam teşekküllü bir ‘eğitilmiş Okhrana ajanları’ birimi kurmakla ünlüdür.

“Eğitilmiş ajanlar” papaz kılığına girip sahte bir “içtenlik”le Bolşeviklerin karşısına çıkıyorlardı. Bu tuzağa kapılan bir çok devrimci hiç ummadığı durumlara düşebilmiştir. (Belirtmek gerekir ki, günümüzde siyasi polis kaba işkencenin yanı sıra, gitgide papazlık yöntemlerine daha çok ağırlık vermeye başlamıştır. Gözaltı yaşayan yoldaşların son yıllarda aktardıkları deneyimler, işkencecilerin bu alanda da ciddi bir uzmanlaşma içine girdiğini gösteriyor.)

“Okhrana ajanları tutuklu devrimcilerle yaptıkları bu ‘tartışmalar’dan devrimci örgüt elemanları hakkında çalışabilmelerini sağlayacak değerli malzeme topladılar. Bu ‘özgür ve kolay’ konuşmalardan sonra, Okhrana ajanı ‘asıl işe’ geçer. Sorgu başlar. Eğer tutuklu sorgu başlamadan önce ajanın kendisini ‘konuşmanın’ içine çekmesine izin vermişse işin yarısı tamam demektir.”

Devrimci tutuklu deneyimsizse, işkencecinin yarattığı “yapay atmosfere” aldanabilmektedir. Sanki karşısında bir işkenceci değil de bir insan varmış yanılsamasına düşebilmektedir. Oysa bu tür hatalara düşerek onurunu kaybeden devimciler, diğer deneyimler bir yana, daha 19. yüzyılın sonlarında Aleksander Mikhailov’un “... herhangi bir beyanda bulunmayı reddetmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Bu sizi pek çok hatadan koruyacaktır...” vasiyetine uyabilselerdi, böylesi bir akıbete uğramaktan kurtulabilirlerdi.

Gizlilik kurallarına dışarıda olduğu
gibi içerde de uymak gerek

“Okhrana, Bolşeviğin hapisteki hayatını ve davranışlarını keşfetmeye çalışırdı. Bu amaçla ajanını, eğer ortak hücreye konmuşsa Bolşevik’le aynı hücreye ya da Bolşevik tek başına hücreye konduysa yan hücreye yerleştirirdi. Tutuklunun acemiliğine, boş boğazlık edebileceğine veya hapiste gizlilik kurallarını ihlal edeceğine güveniyorlardı.”

Rejimin bekçi köpeği ajanlar, işkencede direnen Bolşevik militanın peşini zindan da bırakmazlardı. “Dost” görünerek onunla arkadaş olmaya, faaliyetin detaylarını öğrenmeye çalışırlardı. Bolşevik’le aynı hücrede uzun süre kalan deneyimli bir ajan, şüphe çekici davranışlardan uzak durabilmişse, bazen bu girişimden sonuç alabiliyordu. Örneğin kimi zaman Bolşeviği “dışarı” mektup yollamaya ikna edip sonra da bu mektupları alıkoyarak duruşmalarda delil olarak kullandılar.

Özellikle deneyimsiz genç devrimciler cezaevinde gizlilik kurallarının gerekli olmadığı yanılgısına düşebiliyordu ki, Okhrana ajanları da bu zaaf üzerine oynayabiliyorlardı. “Daha çok Bolşevik tek başına hücre hapsindeyken ajan yandaki hücreye yerleşirdi. Bolşevik hücreye konur konmaz, yan hücreden siyasi tutukluların tarzında parmak uçlarıyla sinyal göndermeye başlardı: ‘Adın ne, hangi davadansın, nasıl tutuklandın, seninle başka kimler tutuklandı’. Gizli örgüt çalışmasında yeterince deneyimi olmayan acemi, kendisiyle ‘muharebe’ içinde bulunan kişinin bir yoldaş olduğunu düşünüp, zokayı yutardı.”

Bolşevikleri izleyenler sadece tutuklularla aynı hücrelere yerleştirilen ajanlardan ibaret değildi. Bunlarla birlikte gardiyanlar, hapishane müdürü ve yardımcıları da Bolşevikleri yakından izler, ulaşabildikleri bilgileri Okhrana’ya rapor ederlerdi. “ ‘Bir Bolşevik, gizlilik kurallarına içerde de ‘dışarıda’ olduğu kadar sıkı sıkıya bağlı kalmalıdır’ genel kuralı işte bu nedenler yüzünden oluşturulmuştur.”

Siyasi savunma ve Lenin’in öğütleri

Maksim Gorki’nin “Ana” romanının sonuna yakın etkili sahnelerinden biri hep hatırlanır. Bolşevik partinin ileri kadrolarından işçi Pavel’in annesi, oğlunun mahkemede yaptığı konuşmanın illegal basılan metinini bir bölgeye götürürken trende tutuklanır. Saldırıyı yiğitçe karşılayan ana, jandarmaya rağmen olayı merakla izleyen yolculara hitap ederek çarlık zulmünü teşhir eder. Bu sahne, Bolşevik militanların siyasi savunmalarını nasıl etkili bir şekilde kullandıklarını gösterir.

Bolşeviklerin Narodniklerden devraldığı bir diğer miras ise mahkemelerde yapılan siyasi savunmaları broşür/bildiri şeklinde basıp yaygın bir şekilde dağıtmaktır. “Konuşmalar illegal basında çıkıyor ve dolayısıyla geniş kitleler arasında elden ele dolaşıyordu. Bu konuşmalar mükemmel ajitasyon malzemesi olarak kullanılıyordu. Ve tüm bir devrimci kuşak onlarla eğitilmişti.”

Bolşevik militanların çoğu siyasi savunma yapıyordu. Dolayısıyla mahkeme konuşma metinleri, bir dönem için partinin en etkili propaganda materyalleri olmuştur. “Tutuklu bulunan Bolşeviğin tüm davranışlarını devrimin, işçi sınıfının ve sınıfın partisinin çıkarları belirliyordu. Bolşevik sorgu sırasında Partinin çıkarı için delil vermeyi reddediyordu. Duruşmada tutukluluk kürsüsünü sınıfın düşmanlarını ele vereceği ve geniş kitlelere Partisinin program ve taktiklerini ilan edeceği kürsü olarak kullanıyordu.”

O dönemin Rusya’sına özgü bir durumdan kaynaklı olarak tutuklular, duruşmalarda Bolşeviklerin program ve taktiklerini açmak ve bunu diğer illegal devrimci partilerin program ve taktiklerinden özenle ayırma gereği duyuyorlardı. Bu ihtiyaç, özellikle 1905 devrimi öncesinde Çarlık mahkemelerinin devrimci partileri aynı kefeye koyma eğiliminde olmalarından da kaynaklanıyordu.

Siyasi savunmalarda Narodnikler parti üyesi olduklarını kabul ediyorlardı. Bu eğilim Bolşeviklerde de bir dönem devam etti. Ancak bazı kadrolar bu tutumun her zaman uygun olmadığını düşünmektedirler. Bu sorunu gündeme getiren Moskova Bolşevikleri, Lenin’e mektup yazarak fikrini sorarlar. Lenin 19 Haziran 1905’te, Y. D. Stasova’ya ve Moskova hapishanesindeki diğer yoldaşlara başlıklı bir mektupla karşılık verir. Moskova Bolşeviklerinin, siyasi savunma yaparken sadece marksist sosyalist inanca sahip biri olduğumuzu mu söyleyelim, yoksa RSDİP üyesi olduğumuzu kabul mü edelim? sorularını Lenin şöyle yanıtlar: “Kişisel olarak henüz bir fikir oluşturmuş değilim ve kendimi geri dönülmez bir noktaya getirmeden önce konuyu hapiste olan veya duruşmaya çıkmış yoldaşlarla detaylı bir şekilde konuşmayı tercih etmek durumundayım...” Ayrıca Lenin, “Her halükarda sosyal demokrat partinin taktik, program ve ilkeleri, işçi sınıfı hareketi, sosyalist amaçlar ve ihtilal üzerine yapılacak olan konuşma en önemli şeydir. Bunun çok faydalı ve çoğu yerde ajitasyonel bir etkiye sahip olacağını düşünüyorum...” diye de ekler.

Parti üyeliğinin kabulü ile ilgili kesin ifadelerden kaçınmakla birlikte Lenin, bununla ilgili görüşünü şöyle ortaya koyar: “... Bazıları kendini parti üyesi, bilhassa belirli herhangi bir örgütün üyesi olarak açıklamanın, kendini sosyal-demokrat inanca sahip olarak açıklamanın ve açıklamayı bununla sınırlamanın daha doğru olduğuna inanıyor. Ben, bağların tümüyle konuşma dışı bırakılması gerektiğini düşünüyorum.”

Partimizin kuruluş kongresinde de bu konu tartışılmış, özel durumlar dışında parti üyeliğinin kabul edilmesinin gerekli olmadığı sonucuna varılmıştır.

Tarihsel deneyimlerden süzülen mirasın katkısıyla
Partinin netleştirdiği ilkeler

Tarihsel deneyimler, Türkiye devrimci hareketinin geliştirdiği direnişçi gelenek ve partiyle taçlandırılan 10 yıllık illegal-ihtilalci komünist örgütsel sürecin sağladığı açıklıkların katkısıyla, parti kuruluş kongresinde; siyasi poliste, mahkemede ve zindanda tutum üzerinde bağlayıcı ilkeler saptanmıştır.

Bilindiği üzere komünistler, bağımsız bir hareket olarak devrimci mücadeleye adım attıkları günden beri “sınıf devrimciliği” çizgisini temsil etme iddiasını taşımışlardır. Parti programının teorik bölümünün temel maddelerinden biri, proletaryayı, Komünist Manifesto’daki ifadeyle, “modern toplumun tek tutarlı devrimci sınıfı” olarak tanımlar. Bu ise ileri sınıfın tutarlı devrimciliğinin partimizin her tutumunda ifadesini bulması gerektiği anlamına geliyor. Bu tutarlılığın, partililerin siyasi poliste, mahkemede ve zindandaki tutumu üzerinden de yansıması gerektiği açıktır. Nitekim parti kuruluş kongresinde bu sorunlar enine boyuna tartışılmış, parti üye ve aday üyelerini bağlayan temel esaslar saptanmış, net ifadelerle tam ve pürüzsüz direnmenin zorunlu olduğu vurgulanmıştır. Kadroların yanı sıra parti faaliyetlerine katılan militanların da direnişçi bir tutum almaları gerektiğinin altı çizilmiştir.

Kongre tutanaklarında, düşman karşısında zayıf düşenlerin, partiden de ona göre muamele göreceği açık bir şekilde ifade edilmiştir: “Poliste şu veya bu şekilde çözülen… Partiye verdiği sözü çiğnemiş, parti üyeliği onurunu sınıf düşmanına çiğnetmiş, kendi komünist onur ve şerefini ayaklar altına almış olur ve partiden de buna göre bir muamele görür. Böylelerinin parti üyeliği veya aday üyeliği herhangi bir savunma hakkı gerektirmeksizin düşer.”

Dolayısıyla partili komünistler, düşmanın zulmü karşısında tam direniş göstermek zorundadırlar. Bu direnişin mahiyeti ise bellidir: “Polisin talep ettiği hiçbir bilgi verilemez, hiçbir iddia ve itham kabul edilemez. Partili komünist düşmanın zulmünü yüreklice ve cepheden karşılamak, davanın ve partinin çıkarlarını ölümü pahasına savunmak, parti üyeliği onurunu yükseklerde tutmak zorundadır. Bu açıdan partili militanlarımızdan tam bir direniş bekliyoruz...” (Örgütsel Güvenlik Sorunları, s.109-110, Eksen Yayıncılık)

Kongre belgelerinde tam direniş konusunda ayrıntılı bir çerçeve de çizilmiştir: “... Tam direniş, salt örgütsel bilgilerin polise verilmemesi, hiçbir belgeye imza konulmamasıyla sınırlı değildir. Siyasi polise karşı cepheden bir tutum alabilmek, ezme ve aşağılama tutumlarına karşı aktif bir karşı tavır geliştirmek de gerekiyor. Örneğin, şu veya bu nedenle polisle diyalog ya da tartışmaya girişmek hiçbir biçimde bizim tutumumuz olamaz. İşkencede aldığımız boyun eğmeme tutumunu ‘papazlık‘ gösterileri karşısında da almayı başarabilmeliyiz. Buna aykırı davranışları zaafiyet göstergesi ve kuşku nedeni saymalıyız...” (age, s.126)

Kongre belgelerinde, burjuva mahkemelerinde alınacak tutum konusunda da net vurgular mevcuttur. Siyasi savunma için ise, belli koşulların oluşması gerekli kılınmıştır. Buna karşın, mahkemelerin halka açık olması durumunda, siyasi savunmanın çok daha işlevsel olabileceği ve bu yola daha çok başvurulabileceği de dile getirilmiştir:

“... Devrimciler... bir örgüt davasının, bir örgüt operasyonunun parçası olarak yakalanıyorlar. Bu durumda, devrimci kimliği net bir tutumla sahiplenmek, asgari bir tutumdur. Bunu gizlemenin hiçbir mantığı olabileceğini zannetmiyorum, bu başını kuma gömmek olur.

“İstisnai örnekler dışında mahkemede bir devrimcinin apolitik bir tavır takınmasını hiçbir biçimde kabul edemeyiz... Siyasi çalışma içinde ya da örgütsel bir operasyon içinde yakalanmış bir insanın mahkemede apolitik bir tutum sergilemesini kabul edemeyiz... Partililer, devrimci olduklarını, bu düzene karşı olduklarını, emekçi halktan yana olduklarını mutlaka belirtmek, bunu ortaya koymak ve savunmak zorundadırlar.” (age, s.117)

“... Ceza almamak, dışarıya rahat çıkmak adı altında boş hayallerle siyasi fırsatları harcamak gibi bir tutuma hiçbir parti üyemiz ya da militanımız girmemelidir.” (age, s.118)

Gördüğümüz gibi kongre belgeleri, devimci kimlik ile sosyalist dünya görüşünün savunulmasını, burjuva mahkemelerinde alınacak asgari siyasal tutum olarak saptamaktadır. Mahkemelerde parti üyeliğinin kabulü konusunda da genel anlamda bir netlik sağlanmıştır. İstisnalar dışında kadroların parti üyesi olduklarını ifade etmelerine gerek olmadığı vurgulanmıştır.

Kuruluş Kongresi Belgeleri, parti kadro ve militanlarının zindanda alacakları tutuma ilişkin de net bir çerçeve çizmiştir. “... Bizim parti olarak zindanlara ilişkin olarak savunacağımız çizgi; devletin boyun eğdirme, teslim alma, onur kırma, kişiliksizleştirme, kimliksizleştirme saldırısını cepheden göğüsleme çizgisi olabilir. Zindanlarda direnme çizgimiz budur, bundan taviz veremeyiz, bu konuda esneklik kabul edemeyiz.” (age, s.111)

Elbette zindanlardaki koşullar sınıf mücadelesinin seyrine bağlı olarak değişmektedir. Bu da zindandaki direniş biçimlerini, bizzat pratikten öğrenerek zenginleştirmeyi zorunlu kılıyor. Özellikle F tipi hücrelerin devreye girmesi soruna farklı boyutlar da katmıştır. Buna karşın kongrede çizilen çerçeve öneminden bir şey yitirmemiştir. Ancak çizgiyi hayata geçirme noktasında kadro ve militanların geniş bir inisiyatif alanı vardır. Dahası, parti çizgisinin hayata geçirilebilmesi, ancak zindan alanında inisiyatifin yaratıcı şekilde kullanması ile mümkün olacaktır.

Kongre belgelerindeki net ifadelerden de anlaşılacağı üzere, sınıf savaşı zindanda da devam ediyor. Üstelik en katı ve zorlu bir şekilde. Bolşevikler, sınıf mücadelesinin zindanda da devam ettiğini, “Bir Bolşevik dışarıda ne yapıyorsa, içeride de aynısını yapmalıdır” şeklinde ifade ediyorlardı. Göğüs göğüse yaşanan bu çatışmanın deneyimlerinden öğrenen Bolşevikler, gizlilik kurallarının içeride de uygulanmasının şart olduğu sonucuna varmışlardı. Partimizin kongre belgeleri de iç illegalitenin korunması gerektiğini vurguluyor. “Bir devrimci için görev ve sorumluluklar içeride de devam eder... Bir partili, zindanda da örgütsel durumuyla ilgili açıklama yapmak zorunda değildir... Zindanda da iç illegalitenin kuralları, bu kuralların gerekleri geçerlidir.”

Bir devrimci için işkence, mahkeme, zindan üçgeni, bir sınanma alanıdır. Buradan partili onuru yükseklerde tutarak başı dik çıkmanın, tüm partili kadro ve militanlar için taşıdığı önem gayet açıktır. Bunu pürüzsüz olarak başarabilmek için Bolşeviklerin zengin deneyimlerinin yanı sıra, diğer ülkelerdeki devrimci/komünist partilerin deneyimleri ile Türkiye devrimci hareketinin ve partimizin yaratmış olduğu direnişçi geleneği inceleyip özümsemek durumundayız.

* Kaynak belirtilmeyen aktarmalar, “Bolşeviklerin İllegal Çalışması/Solomon Isayevich Tchernomordik” adlı broşürden yapılmıştır.

Broşürün yazarı hakkında:

Solomun Isayevich Tchernomordik (1880-1943) Bolşevik Partinin kurucu üyelerinden biriydi. 1902’den itibaren devrimci hareket içerisinde aktif yer aldı. Smolensk’te bir memurun oğlu olarak doğdu. Moskova Üniversitesi’nde Doğa Bilim ve Tıp okudu. Öğrenimi Çarlık makamlarının işkence ve tutuklamaları yüzünden sürekli kesintiye uğratıldı. 1905 Devrimi’nde yer aldı. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında İran cephesinde ordu doktoru idi. 1917 devriminden sonra Halk Sağlığı ve Çalışma Komiserliği hizmetinde çalıştı. 1919’daki iç savaş sırasında Kızıl Ordu’nun Tıp servisinde çalıştı. Güney cephesinde Tifüs hastalığı ile mücadele etti. 1922-1924 arasında Moskova’daki Devrim Müzesinin yöneticisiydi. Daha sonra, SSCB Kızıl Haç ve Kızıl Hilal’de çalıştı. 1938’den, 1943’deki ölümüne kadar Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsünde kıdemli üyeydi.

(Ekim, Sayı: 244, Ocak 2006)


Üste