Nm: Sendikalar ve sendikal bürokrasi üzerine hazırladığımız komisyon metni birbirini bütünleyen üç temel başlıktan oluşuyor. Metin tüm delegelere verildiği için, sunumda belli başlı noktalara değineceğim.
Bugün sendikal hareketin geneline icazetçi uzlaşmacı bir anlayış hâkim. Dahası bu çok köklü bir kültür haline gelmiş durumda. Türkiye’de sendikal hareketin yasal olarak mücadele sahnesine çıkması, devletin sendikal mücadeleyi kontrol altına almak için attığı bir dizi adımla birlikte gerçekleşmiştir. Uzun yıllar boyunca devletin icazeti altında gelişen bir sendikal hareket gerçekliğimiz var. Yer yer mevcut sendikal hareketin sınırlarını zorlayan girişimler olsa da, bunlar kurulu sendikal düzen tarafından ezilmiş ve sindirilmiştir.
‘60’lı yılların ikinci yarısında tabanda biriken mücadele dinamiklerinin bir sonucu olarak DİSK kurulmuş, bu çıkış mevcut sendikal düzende önemli bir kırılma yaratmış, bunun sınıf mücadelesine olumlu etkileri ‘70’li yılların ikinci yarısını kapsayan devrimci yükseliş dönemi boyunca görülmüştür. 1980 askeri faşist darbesi ve sonrasında hayata geçirilen uygulamalarla ise, sendikal hareketin mücadeleci birikimi ezilmiş ve yok edilmeye çalışılmıştır. Bu süreç ‘90’lara kadar sürmüştür. Reformist sendikal anlayışla saldırılar göğüslenememiş, Avrupa sendikal hareketinin uzlaşmacı işbirlikçi çizgisi Türkiye sendikal hareketine taşınmıştır. Türkiye sendikal hareketinin ilerici birikimi, deneyimi, mücadele anlayışı-kültürü böylece tümden silikleştirilmiştir.
Sendikal hareketin devlet tarafından ezilmesi, solda yaşanan kırılma ve bunların açığa çıkardığı arayışlar, sendikal hareketi de derinden etkilemiştir. Bunların yanı sıra başka bir dizi etkenle şekillenen sendikal anlayış ve yapılarla karşı karşıyayız.
Sendikal hareketin bugünkü tablosuna baktığımızda, aşılmayı bekleyen önemli sorun alanları olduğunu görüyoruz. Sendikaların önemli bir kısmı bürokratik kastlaşmış yapılarıyla işçi sınıfını kontrol altında tutmanın araçları olarak iş görüyor. Devlet ve sermaye sendikal alana, sınıfı kontrol altında tutmak, sınıf bilincini köreltmek ve gerici emellerini rahatça hayata geçirmek için doğrudan müdahalelerde bulunuyor. Bu müdahaleler AKP iktidarı döneminde daha da artmış durumda. İşçi ve emekçilere gerici ideolojileri, gerici düşünüş ve yaşam tarzını sistematik olarak taşıyorlar. Bugün işçi sınıfı bilinç çarpıklığının yanı sıra kültürel ve ahlaki olarak da ciddi bir kuşatma altında. Biz sınıfa sınıf bilinci kazandırma hedefiyle hareket ederken meselenin bu yanıyla da mücadele etmek zorundayız. Bu gerici kuşatmayı kıramadığımızda alacağımız sonuçlar sınırlı kalacaktır. Gerici ideolojiler, kültür vb.’nin sınıf üzerindeki etkilerine karşı mücadele etmek, sınıf mücadelesinde mesafe almada önemli bir yerde duruyor.
Meselenin diğer yanı sendikal bürokrasinin konumu ve misyonudur. Bürokratik anlayış yönetim kademeleriyle sınırlı değildir. Bunu bugün mücadeleci olduğunu iddia eden sendikalarda bile görebiliyoruz. Bu anlayış temsilcileri bir dizi öncü ilerici işçiyi de etkisi altına almıştır. Bu anlayışın ürünü olan işleyiş, bürokratik kastın yukardan aşağı doğru örgütlenmesi sonucunu karşımıza çıkarıyor.
Burada şu sorun açığa çıkıyor. Biz dönem dönem sendikalara işleyiş öneriyoruz, fabrika komitelerine dayalı bir işleyiş esas alınmalı diyoruz. İşçilerin enerjisi, dinamizmi ancak böyle açığa çıkarılabilir diyoruz. Fakat işçilerin eyleminde ve bilincinde ilerleme sağlamadan bu türden bir işleyişi hayata geçirmeye çalışmak sonuçsuz kalmakta, bir kısır döngüye dönüşebilmektedir. Oluşturulan komitelerdeki işçiler açık bir bilince sahip değilse, attığımız adımlar bir yerde tıkanıyor, komiteler bürokrasinin işçileri kontrol organına dönüşebiliyor. BMİS’in TİS komitelerinde olduğu gibi. TİS komiteleri kuruldu. Bürokratlar bunu işçilere ve kamuoyuna biz demokratik işleyişe sahibiz biçiminde sunabildiler. Fakat gerçekte işçilerin geri bilincinden de yararlanarak, bu komiteleri kendi tutum ve tercihlerini hayata geçirmenin zeminine dönüştürdüler. Dolayısıyla, anlayış ve işleyiş ilişkisini doğru kurmak gerekir. Ancak sağlam anlayışa dayalı bir bilinç açıklığı sağladığımızda bir işleyişin gerçek zeminini bulabileceğini akıldan çıkarmamalı ve sürekli işlemeliyiz.
Diğer bir mesele şu. Sendikal hareketin verili geriliği, gericiliğin saldırılarıyla da birleştiğinde, sınıfın kısa vadede çıkış yapmasının olanaklarını sınırlıyor. Bunu gözetmeli ve buna uygun adımlar atmalıyız. Temsil ettiğimiz değerleri, sınıf mücadelesini ileri taşıyacak mücadele anlayışını doğru pratikle bütünleştirerek, bunu geniş işçi kesimlerine, özellikle de öne çıkan işçilere taşıyabilmeliyiz. Öne çıkma potansiyeli olan işçileri bu zemine kazandığımızda, daha güçlü bir çıkışın adımlarını atabiliriz. Meselenin bu yanına yüklenmeliyiz.
Sınıf dönemsel çıkışlar yaşayabiliyor. Öne çıkan işçileri kuşatamadığımız durumda ya da önden temaslarımızın olmaması halinde, anlık patlamalar olarak yaşanıp kısa vadede sönümleniyorlar. Sınıf mücadelesinde kalıcı izler bırakamıyorlar. Kalıcı izler bırakması, deneyimlerin daha geniş işçi bölüklerine taşınması, ancak öncü işçilerin kazanılmasıyla mümkün. Sınıf çalışmamızın önemli sorun alanlarından birinin öne çıkan işçileri kazanamamak olduğunu hep vurguluyoruz. Bu sorun üzerinde önemle durmamız gerekiyor.
Sendikalarda “iş barışı” ya da “uzlaşmacılık” olarak ifade edilen anlayışlar sağlam köklere sahip. Bunda Türkiye sendikal hareketinin yapısal sorunları ve Avrupa’dan taşınan bozucu anlayışlar önemli bir yerde duruyor. Sendika bürokratlarının yanı sıra bu kastın bir parçası olarak sendikalarda çalışan uzman, aydın vb.’leri bu anlayışların yaygınlaşmasında önemli bir role sahipler. Sınıf hareketinin yükseldiği dönemlerde kısmen ilerici bir rol üstlenseler ya da bir takım anlamlı araştırmalar yapsalar da, pratikte genellikle sendikal bürokratik kastı meşrulaştıran, mevcut bürokratik anlayışların sınıfa nasıl taşınacağının teorisini yapan bir misyonla davranıyorlar. Bu aydın, uzman vb.’lerini de sendikal bürokrasiye karşı verdiğimiz mücadelede doğru yere oturtmalıyız. Bunların anlamlı katkılarından faydalanmak, sınıf hareketindeki bozucu etkilerinin üzerine ise güçlü biçimde gitmek gerekir. Sınıfın ileri kesimlerini bu konuda bilinçlendirmek ve eğitmek önemli. Zaten bürokratik kast sınıf kitlelerinde ciddi bir bozucu etki yaratıyor. Aydın ve uzmanlar da bu işin bir parçası olarak, icazetçi-uzlaşmacı anlayışların teorisini yaparak kitleler nezdinde meşrulaştırmaya hizmet ediyorlar. Bu da üzerinde durmamız gereken meselelerden biri.
Vurgulamak istediğim diğer bir nokta, öncü potansiyeli siyasal olarak kazanmak ve sınıf içinde öncü bir birikim oluşturmaktır. Bunu başardığımızda sınıf mücadelesinde daha güçlü adımlar atabiliriz. Bu vurgu bir önceki sunumun da temel vurgularından biriydi. Ancak burada şöyle bir sorun alanı var. Biz bunu yaparken, öncelikle kendi dünya görüşümüzü, sınıf mücadelesine ve sendikalara bakışımızı güçlü biçimde partinin toplamına ve çeperine maletmeyi başarabilmeliyiz. Mevcut birikimimiz çalışma içindeki yoldaşlar tarafından yeterince kavranamadığında hatalar yapılabiliyor, basit sorunlar karşısında mekanik tutumlar alınabiliyor. Partinin sendikalara bakışını ve deneyimlerini toplama maletmek zorundayız. Bunu başardığımızda, partinin çizgisini, birikimini geniş işçi ve emekçilere taşımakta daha hızlı mesafe alabiliriz. Bunu başarmak demek, devrimci sınıf hareketi yaratma iddiasının bir alanı olarak sendikal alanda devrimci sınıf sendikacılığı çizgisini hâkim kılma çabasını güçlendirmek demektir.
Devrimci sınıf sendikacılığı konusunda bizim önemli bir birikimimiz var. Bunun en somut ifadesi “Greif kriterleri”dir. Bu kriterler bizim sendikal mücadeleye yaklaşımımızın esası ve bütünlüklü ifadesidir. Biz bu bütünlüğü içselleştirip derinleştirebilirsek, sendikal alanda önemli bir mesafe alabilir, bu alana güçlü müdahalelerde bulunabiliriz.
Üzerinde durmamız gereken konulardan biri de sendikal alandaki tıkanıklığa müdahale sorunudur. Bu alandaki darlığımızı aşmak için ideolojik, politik ve pratik mücadeleyi bütünlüklü olarak vermeliyiz. Politik ve pratik mücadele konusunda çok zorlanmıyoruz. Fakat ideolojik mücadele alanında yeterli değiliz. Bu alanda yaşayacağımız gelişimle, partinin toplamında açıklıklar sağlayabiliriz. Bu gelişim aynı zamanda politik ve pratik alanda yapacağımız hataları azaltacaktır. Sınıf mücadelesinin temel ilke ve kriterlerini işçi ve emekçilere taşımamızı kolaylaştıracaktır.
Nk: Bence partinin sendikalar ve sendikal bürokrasiyle, onun farklı kesim ve katmanlarıyla ilgili daha somut değerlendirmeler yapması bir ihtiyaç. Sendikalarla ilişkiye girerken ve sendikal bürokrasiye karşı mücadele ederken zaman zaman zaman sekter tutumlara düşebiliyoruz. Konunun önemi buradan gelmektedir. Bu açıdan daha yerli yerine oturan tanımlara ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Elbette sendikal bürokrasiye söylenecek çok şey var. Karşı karşıya kaldığımız pek çok örnek var. Sınıfı kötürümleştiren, mücadele dinamiklerini boğan bir tablo olduğu açık. Bürokrasiye karşı mücadelenin hatlarını iyi belirlemek zorundayız.
Alanımızda sınıfın karşı karşıya kaldığı saldırılara karşı anlamlı örnekler de var. PETKİM-Star rafinerisinde yer değiştirme saldırısı vardı. İşçiler PETKİM’de üretimi yavaşlatarak direnişe başladılar. Üç gün sürdü ama uzlaşma sağlanamadı. Petrol İş Genel Başkanı geldi, tescillenmiş bir AKP’li. Sakinleştirmeye çalışıyordu, aslında satmaya gelmişti. İşçiler bunu anladılar ve adamın üzerine yürüdüler. Bu adam çok hükümran biri ama işçilerin bu tutumu karşısında ne yapacağını bilemedi. İşçide bu potansiyel var, kendisini koruma mücadelesi sağlıyor bunu. Bu dinamizmi söndüren ne oldu? Alt kademe sendikacılar, içerdeki sosyal demokrat işçiler, gerilim olmasın, çözmeye çalışalım derken, o süreç heba oldu.
Bizim bu alanlara müdahale imkânlarımız kısmen de olsa var. Ama nereden nasıl yürüyeceğimizi iyi bilmek zorundayız. Öncülerle birleşebilmenin imkânlarına bakmalı ve bu anlayışı işçiler nezdinde deşifre eden bir çalışma örgütlemeliyiz. Bunu dengesinin nasıl kuracağımızı tartışmalıyız.
An: Sendikal bürokrasisi çok önemli bir sorun. Bu yeni de değil. Türkiye’de 1946 sonrası dönemde sosyalistlerinin kurduğu ve kısa süre sonra kapatılan sendikalar dışta tutulursa, Türkiye’de sendikacılık Amerikan eksenli geliştirildi. 1952 yılında kurulan Türk-İş’in yöneticileri uzun yıllar CIA ile çalıştılar. Sürekli mektuplaşıyorlar, arada karşılıklı ziyaretler var. “İşçi Sınıfı, Sendikalar ve Siyaset” adlı kitapta bu ilişkilerin belgeleri var. O dönemden başlayan böyle bir uğursuz işbirliği var.
Ancak ‘60’lı yıllarda sınıf hareketinin gelişimi ve Türk-İş barikatını parçalamasıyla son derece önemli bir adım olarak DİSK’in doğuşunu görüyoruz. Devlet ve sermaye güdümlü sarı sendikacılığa karşı mücadele ‘70’li yıllarda yeni boyutlar kazandı.
12 Eylül sonrasında ‘89 bahar eylemlerini başlatanlar Türk-İş üyesi işçilerdi. DİSK henüz yeniden açılmış değildi. Bu işçiler ‘70’li yılların öncü işçi kuşağıydı. ‘90’lı yıllarda dinci gericiliğin bu alana el atmasıyla, sınıfın yapısındaki değişim hız kazandı. Hak-İş geçmişte de vardı ama güçsüz ve marjinaldi.
Yerel yönetimleri ele geçirdikten sonra sendikalara el atan AKP, ilk etkili hamleyi İstanbul’da Belediye-İş üzerinden yaptı. Hizmet-İş’i kullanarak İETT işçilerinin yıllarca toplu iş sözleşmesi yapmasını engelledi. Sanırım 2000 yılıydı. O dönemde başlayan, günümüzde yeni boyutlar kazanan dinci-faşist iktidarın sendikalara müdahalesi daha da yoğunlaşacaktır. İktidar yıldan yıla müdahaleyi daha ileri boyutlara taşıyor. Bunu farklı kurumlar üzerinde de denediler (Tabipler Odası, Baro, TMMOB) ancak başaramadılar. Çünkü odalarda eğitimli, laiklik konusunda duyarlı bir kesim var.
Kamu alanında kendi sendikalarını kurdular. Baskı, tehdit ve rüşvetle yığınla üye yaptılar. İnsanları çaresizliğe sürükleyip üye olmaya zorladılar. Şimdi sırada işçi sendikaları var. Sendikalara 600 bin yeni işçi üye olmuş ve bunların çoğu Hak-İş’i “tercih” etmiş.
Buradan şuraya geleceğim. Diktatörlüklerin şöyle bir özelliği var. Devletin zor aygıtını ele geçirmekle yetinmiyorlar, sendikaları, meslek odalarını vb. ele geçirmeye ya da kendi güdümlerinde yeniden kurmaya çalışıyorlar. AKP artık fabrikalara dönük özel politikalar geliştiriyor.
Bu yeni durum, sendikal bürokrasinin oynayacağı uğursuz rolün önümüzdeki süreçte daha etkin bir boyut kazanacağına işaret ediyor. Halihazırda bürokratik kast uzlaşıyor, satıyor, ihanet ediyor vb. Dinci faşist dikta ise bu kastı sınıfı doğrudan kontrol altında tutmanın aracına dönüştürmeye çalışıyor. Bu olgu, bürokratik kasta karşı mücadeleyi bu yeni durumu gözeterek ele almayı zorunlu kılıyor.
Bu mücadele iki boyutta yürütülebilir. Birincisi sendikalarda konumlanan bu kastın sermayenin Truva atlarından oluştuğunu, sermaye sınıfının organik parçası olduklarını anlatarak sınıfsal konumlarını işçiler nezdinde görünür kılmak. İkincisi, bürokratik kastın sınıfa, sınıf hareketine dönük saldırılarda kolaylaştırıcı rolünü, sermaye ile suç ortaklığını ortaya koymak. Örneğin grev yasaklanıyor, tek bir bürokrat buna karşı çıkıp bir şey söylemiyor. Oysa grev hakkı olmayan bir işçi, “savaşa tüfeksiz sürülmüş asker” gibidir. Buna rağmen bürokratik kast kılını kıpırdatmıyor.
Hak-İş zaten iktidarın paravanlarından biridir. Türk-İş yönetimi de iktidarın payandalarından oluşuyor ve bunu da alta doğru yaymaya çalışıyor. Petrol-İş’e yönelik çaba bunun örneğidir. Petrol-İş kendi içinde dinamik, hatta üyeleri bakımından denebilir ki Türkiye’nin en ileri sendikası. PETKİM, TÜPRAŞ gibi işletmelerdeki işçiler meslek yüksek okulu ya da meslek lisesi mezunlarından oluşuyordu. Genelde daha eğitimli, daha politik bir işçi profili vardı. Buna rağmen AKP bu sendikanın yönetimini sonunda ele geçirdi. Bunu mümkün mertebe Türk-İş’e bağlı diğer sendikalar için de uygulamaya çalışacaklar.
DİSK’te belki bunu yapamazlar. Bundan dolayı DİSK’i kötürümleştirme politikası izliyorlar. Onlar da sınıf mücadelesinden kaçıp burjuvaziyle uzlaşmayı esas alalım diyorlar.
Tüm bu olgular sendikal bürokrasiye karşı mücadelenin kapsamını genişletiyor.
Sunumda sözü edilen ilerici sendika uzmanlarına yaklaşımda daha dikkatli bir tutum izleyebiliriz. İddiaları ile davranışları arasındaki kaba tutarsızlıkların üzerine gidebiliriz. Onlara, “Madem ilerici olduğunuzu iddia ediyorsunuz, madem işçi sınıfından ve emekçilerden yanasınız, o halde buna uygun davranmakla yükümlüsünüz; bunu yapmadığınız yerde, savunduğunuzu söylediğiniz değerleri çiğnemiş ve sermayeye hizmet etmiş olursunuz” diyebiliriz. Bu sorunu duruma göre daha genel bir çerçevede ele alabileceğimiz gibi, somut olarak karşımıza çıktığı alanlarda özgünlüğü hesaba katan somut yöntemler de geliştirilebilir. Yine de bu tür sorunları her durumda sendikal kasta ve onun uzantılarına karşı mücadele kapsamında ele almak gerekir. Dolayısıyla önümüzde sendikal bürokrasiye karşı mücadelede giderek genişleyen bir alan bulunuyor.
Ym: Yoldaşın vurguladığı noktanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Biz bunu, sendikaların ve diğer kitle örgütlerinin ele geçirilip bunların düzenin dayanağı haline getirilmesini, tarihsel olarak faşist rejimlerde görüyoruz. AKP’nin çıkarttığı genelge bu açıdan çok önemli.
Ama sendikalara dönük müdahale bununla sınırlı değil. Bundan önemlisi, daha genel planda sendikalar eliyle sınıf kitlelerinin gerici politikalara alet edilmesi. Bu durum derinleştikçe, sorun sendikal bürokrasi sorunu olmaktan çıkıyor. İşçi örgütleri doğrudan militarist örgütlere çevrilmeye çalışıyor. Birinci sorun bu. Buna sendikal bürokrasinin aldığı yeni bir biçim mi diyeceğiz, evrimin doğal bir sonucu mu diyeceğiz, her ikisini mi diyeceğiz? Sonuçta bu, önemli bir olgu. Türkiye’de sendikal bürokrasi çok uzun zamandır var. Bürokrasiyi aşabilecek dinamikler değişik dönemlerde ortaya çıktı. Bürokrasi bu dinamikleri boğdu, bunları yaparken de kurulu düzenden destek aldı. Ama bu olguların hiçbirisi kendi başına sendikaları bir işçi örgütü olmaktan çıkarmadı. Bürokrasi tartışmalarında ilk işaret etmek istediğim olgu budur.
İkincisi, bürokratik anlayış ve teamüllerin olağan sınırlarını aşarak mafyatik biçimler kazandığı durumlar, artık ileri diye bilinen sendikalarda dahi çok rastlanır bir hal aldı. Örneğin BMİS artık sadece bürokratik çark içerisinde teslim durumda değildir. Onu mafyatik biçimlerde yeniden üretmektedir. Ve durum gayet olağanlaşmıştır. Bugün BMİS’te yönetim her istediğini yapabilmekte, beğenmediği temsilciyi görevden almakta, muhalif işçileri patronla anlaşıp işten atmaktadır. Tüm bunlar alenen yapılmaktadır.
Üçüncü olarak gedik açma meselesine değinmek istiyorum. Sendikal bürokrasiyi belli mevziler üzerinden zorlamak, bu mevziler ele geçirerek buradan ciddi gedikler açmak dün daha mümkündü. Bugün bu çarkın içerisinde bu tür gedikler açmanın, bir yerlerde sendika yönetimlerine gelerek, bir yerlerde ilerici işçileri destekleyerek ya da kendi bağımsız gücümüze dayanarak bunu yapabilmenin daha zor hale geldiğini düşünüyorum. İçerden biriktirme ve içeriden müdahalenin imkanları daha da daralıyor. Ya sizi hemen dışarı atıyorlar ya da mevcut çark içinde eritmeye çalışıyorlar.
Dün sendikal muhalefet platformları, alt kademe bürokrasinin muhalefet anlayışına dayansa da, sonuçta bir anlam ifade ediyorlardı. Biz onların sınırlarına her zaman işaret ediyorduk. Siz sendikal bürokrasiye karşı açık bir programa sahip değilsiniz, alt kademe bürokrasi olarak sendikal bürokrasiye tepkiden ibaretsiniz diyorduk. Ama sınırlı da olsa bunun bir anlamı vardı. Şimdi bunlar da etkisini kaybetmiş durumda. Çarkın içine giren hemen herkes ya gözü dönmüş bir bürokrata dönüyor ya da reformist pasifizmin savunucu solcu bir sendikacıya. Bizim her ikisine karşı daha sistematik bir mücadele yürütmemiz gerekiyor.
Varacağım nokta şu. Dün bazı mevzileri ele geçirememek bizim zaafiyet alanımızdı, ama bugün çok güçlü dayanaklar yaratmadan bu çarkın içinde nefes almamız bile zor. Biz sendikal hareketin yeniden inşa edilmesi gerektiğini daha güçlü savunmalı, ara yollara sapmamalı, gündelik bakmamalı, yeterince güçlü dayanaklar yaratmadan çarkın içine girmenin yaratacağı sorunlara daha fazla kafa yormalıyız. Greif Direnişi deneyimi bu konuda tutacağımız yol konusunda çok önemli dersler barındırmaktadır.
Sendikalar hala sınıfın en önemli mücadele ve örgütleme aracıdırlar. Ama biz dünkü bakışla, girelim sendikalarda örgütlenelim, belli mevzileri ele geçirelim, bu mevzilere belli insanları koyalım, hatta yer yer esnek ittifaklar yapalım gibi noktalarda daha dikkatli olmalı, bunun tehlikeleri konusunda açık bir bilince sahip olmalıyız.,
Bunu böyle bırakarak ikinci bir konuya geçmek istiyorum. Sendikal örgütlenme çalışmaları fabrika çalışmalarımız için önemli bir araç. Ama bazen bu alana çok sıkışıyoruz. Sendikal çalışmayı biraz ekonomist ölçüler üzerinden değerlendirme yolunu tutabiliyoruz. Örneğin bir fabrikanın toplu sözleşme sürecinin düşük bir zamla sonuçlanmış olması her şeyin başı sonu olabiliyor bizim için. Bazen işçi razı oluyor, biz geri sözleşme diye ortalığı birbirine katıyoruz. İşçinin bilinci bu, o kadarına rıza gösteriyor. Biz bunu ortaya koyalım ama daha ötesi için daha güçlü bir bilince ve örgütlenmeye gerek olduğunu gözetmeden, bu gerçekliğe yoğunlaşmadan, hareket planları önermeyi genel bir davranış biçimi haline getirmeyelim. Biz, gerekçemiz ne kadar doğru olursa olsun, işçileri kafasına yeterince oturmayan bir mücadeleye soktuğumuz zaman, onları sadece kırmış oluyoruz. İşçileri başka açılardan geliştirmeden, yeterince hazırlamadan kaldıramayacağı durumlara sokmuş oluyoruz.
Diyeceksiniz ki, bizim bu açıdan çok az örneğimiz var. Evet çok az örneğimiz var. Ama bizim dışımızda çıkmış örneklere de böyle yaklaşıyoruz. Oysa sınıf hareketinin durumu belli, sendikal hareketin durumu belli, bizim sınıf içindeki maddi gücümüz belli. Tercihler iyi yapılmalı. Bizim sendikalara dönük müdahalemizin esas yönlerinden biri kendi maddi dayanaklarımızı güçlendirmektedir. Elbette işçinin geri bilincine takılamayız. Ama işçiyi zorlayacağımız alan, onunla politik ilişkimizin geliştirilmesi alanıdır. Yoldaş ifade etti; biz bazı noktalarda tavizkar da olabiliriz, bunlar ilkesel olmayan, iktisadi mücadeleye ilişkin alanlardır dedi. Ben de buna katılıyorum.
Ms: Sendika bürokrasisinin kendi tabanında yarattığı etki üzerinde durmak istiyorum. Metal Fırtınası döneminde teşhir olmuş Türk Metal çetesine duyulan taban tepkisi çok açık gözüküyordu. Ama bu her zaman böyle olmuyor. Bunu petro-kimya sektöründe çok açık görüyoruz. Sendika bürokrasisi tabanda kendi taraftarlarını yaratmış durumda.
Örneğin Petrol-İş İstanbul 1 No’lu şube seçimlerinde bu çok açık görüldü. AKP’li bir şube başkanı var. Tabanda öylesine bir ağ yaratmış ki, bu sayede işçiler neyi savunduklarını bilmeden onu destekliyorlar. Ne söylersen söyle, savunma mekanizmasıyla yaklaşıyorlar. Söylenenleri doğru bulanlardan da bir tepki alamıyorsunuz. Kocaeli hattında Lastik-İş’in örgütlü olduğu fabrikalarda yaşananlar da benzer. TİS süreçleri doğru işletilmiyor, nitelikli sözleşme imzalanmıyor. Buna dair bir şeyler söylemeye çalıştığımızda hiçbir tepki alamıyoruz. Ya da coşkuyla başkanı alkışladıkları, sözleşmeyi olumladıkları bir tablo yansıyor. Bunlar gösteriyor ki sendikal bürokrasi gerçekten tabana da nüfuz etmiş durumda. Bu, işçilerin geri bilinci, kültürel olarak gelişkin olmamaları gibi bir dizi etkenle bağlantılı kuşkusuz. Türk Metal örneği ise olumlu bir durumu, tabanın bürokrasiye tepkisinin açığa çıktığını gösteriyor.
Petro-kimya önemli bir sektör. Özellikle büyük lastik fabrikalarında nitelikli işçilerin çalıştığı ve sirkülasyonun yoğun olmadığı fabrikalarda tablo böyle. Tabii bürokrasinin tabana etkilerini de kategorize etmek gerekiyor. Bazıları hiç sorgulamadan bunu yapıyorlar. Solcu, demokrat olarak kendini ifade edenlerin sözde alternatif çabaları ise kendilerine çark içinde bir yer bulmak üzerinden oluyor.
Sendikal bürokrasiye karşı mücadele ederken, onun tabandaki etkisini dikkate almak gerekiyor. Sadece bürokratlara söz söylemek değil, taraftarlıklarını yapan işçilere de net biçimde seslenebilmek, onların geri tutumlarını da mahkûm edebilmek gerekiyor. Çünkü bazen “onlar işçi, onlara söz söylemeyelim” kaygısıyla hareket edebiliyoruz. Biz bunu zaman zaman tartışıyoruz. Bu gibi konularda net olmamız gerekiyor. Burada önemli noktalardan biri, dışardan seslenmemizin yarattığı sıkıntıdır. Dışardan kişiler olarak çok ciddiye alınmayabiliyoruz. Bu da içerde olmanın önemini gösteriyor.