Logo

Militanlık üzerine - K. Irmak


“Zor dönemde” siyasal sınıf çalışması yürütüyoruz. Gündelik mücadelede çoğu kez devletle ve polis terörüyle karşı karşıya geliyoruz.

Kimi durumlarda bazı yoldaşlarımız şahsında militanlığı polis/devlet şiddeti karşısındaki tutuma indirgeme sorunuyla karşılaşıyoruz. Veya tersinden polis/devlet şiddeti karşısındaki pratik direnişi küçümseyen bir bakış karşımıza çıkabiliyor. Bu iki karşıt gibi görünen bakış açısı aslında aynı kökten besleniyor. Değerlendirmelerimizi kişisel ölçütler üzerinden yapıyoruz. Bu kişisel ölçütlerin ötesinde partimizin bu konuya dair bakışı ve pratik tutumu çok net ortada durmaktadır.

İlk olarak, militanlık dar anlamıyla şiddet karşısında aldığımız tutuma indirgenemez. “Militan”ın sözlük olarak iki karşılığı var. Birincisi sıfat karşılığı: Bir düşünceye, bir görüşe, bir öğretiye bağlı olan ve onun başarı kazanmasına uğraşan, bu yolda savaşan (kimse). İkincisi ad karşılığı: Bir siyasal örgütün etkin üyesi. Bu tanımlar bile militanlığı kaba anlamıyla direniş tutumuna indirgenmeyeceğini anlatmaktadır.

Komünist partinin militanı için kişisel çıkar yoktur. Yapılan işte büyük-küçük, önemli- önemsiz ayrımı yoktur. Yapılan her şeyin devrim ve sosyalizm için yapıldığı ve kişinin burjuva anlamıyla yok olduğu, yerine kolektifin var olduğu bir durum vardır. Sınıflar mücadelesinin bir parçası olan militanlık bir disiplin işidir. Devrimci disiplin ise yaşamı devrim mücadelesinin ihtiyaçlarına göre şekillendirmekle sağlamlaşır.

Yaşamımızdaki her şeyi mücadelenin ihtiyaçlarına göre şekillendiriyor muyuz? Temel soru bu olmalıdır. Bir kadro, militan, sempatizan polis karşısında çok iyi direnebiliyor ancak gündelik yaşamda düzenin alışkanlıkları konusunda tam bir teslimiyet yaşıyorsa, burada militanlık açısından tartışmalı bir durum vardır. Bir devrimci gündelik yaşamın sıradan akışı içinde sürükleniyorsa, devletin onu şiddetle çözmesine gerek kalmaz. Kültürü, yaşam alışkanlıkları, düşünce biçimi, kadına bakış açısı, insan ilişkilerindeki tutumu, sohbet ettiği gündemler ile “sıradan”sa, infaz için düzenin mahkemelerine gerek kalmaz. Zaten bir süre sonra davasını bilince çıkaramadığı için çürür.

Gündelik yaşamda ezen ve ezilen sınıflar sürekli karşı karşıya gelir ve mücadele halindedir. Sınıf savaşımının devrimcilerdeki karşılığı ise an be an savaş pratiğidir. Gündelik hayat, bu savaşımın pratik bir alanıdır. Polis ve devlet şiddeti üzerinden bize yönelen düşman somuttur ancak gündelik yaşamda somut bir düşman yokmuş gibi gelir. Ve bu sınanma alanı daha yakıcı bir biçimde karşımıza çıkar. Kimi zaman bırakılamayan alışkanlıklar, konformist eğilimler, yapılamayan veya benmerkezci yapılan tercihler, kimi zaman aile, eş, sevgisi olur. Ancak düşman her halükarda içimizdedir. Bu düşmana karşı bilinçli bir mücadele gerekir. Devletin baskı ve zorbalığı karşısında alınan direniş tutumu, bütünsel bir devrimci kimlik içerisinde ancak yerli yerine oturur, anlamını bulur.

İkinci bakış açısı dar pratik anlamıyla bu direnme iradesini küçümseyen tavırdır. Elbette bilinç öğesi tamamlanmayan bir direnişin soluğu bir yere kadardır. Bunu değiştirmek önemli bir yerde durmaktadır. Ancak bu direniş tutumunu kırmadan, esnetmeden, koşullara göre değiştirmeden yapmak gerekir.

Parti tüzüğümüz zindanda, mahkemede, işkencede tutumu devrimci kimliğin olmazsa olmazlarından sayar. Parti üyesinin görevleri bölümünde şöyle ifade edilir: “Siyasi poliste, mahkemede ve zindanda, parti üyesi olmanın onuru ve sorumluluğu ile hareket etmek. Düşmanın zulmünü yiğitçe göğüslemek, örgütsel sırları canı pahasına korumak.” Bizler yaşamımızı tüzüğe göre düzenlemek ve bunun en ileri taşıyıcıları olmak durumundayız. En sıradan bir mahalle karakolunda da, devletin işkencehanelerinde de, ama aynı zamanda gündelik yaşamın “sıradan” işlerinde de... İlkesel olanı esnetmeden, “biçimsel olarak” görünenin de altını doldurarak… Bir anlamıyla sorunun iki yansıma biçimi de üzerine gidilmesi gereken konular/tutumlardır. Saflarımızda savaşçı militan kimliği geliştirmek çok önemli. Bu salt kadrosal anlamda değil çözümün yakıcılığı, örgüt sorunu, kadro sorunu, örgütsel güvenlik sorunu, duruş ve tutum sorunu açısından da böyledir. 

“Öte yandan, devrimci kararlılık, direngenlik, militanlık, dava insanı olmak vb. özelliklerin somutlandığı devrimci kimlik sorunu ile devrimci bilinç sorunu arasında da çok sıkı bir ilişki vardır. Yitirdiğimiz yoldaşlarımızın, ‘bükülmektense kırılmaya yeğleriz’ tutumunun, yoldaşlarına yönelen kurşunları ‘paylaşma’ özverisinin, ‘milyonlarca işçi ve emekçinin davası için’ ölümün üzerine yürüyebilme kararlılığının gerisinde de uğruna savaştıkları dava konusundaki bilinç açıklığı, devrimci mücadeleyi ‘bilinçli savaşçılar’ olarak yürütebilmeleri gerçeği vardır. ‘Bilinç’ten güç almayan bir ‘inanç’ın ömrü çok kısa olacaktır. Hele de içinden geçmekte olduğumuz ‘zor dönem’de bunun önemi yeterince açık olmalıdır.” (Partide teorik-ideolojik eğitim sorunu, Ekim, Sayı: 237, Haziran 2004)


Üste