1- Yerel seçimlerin tüm önemi, düzen içi siyasi güç dengelerine etkisinden gelmekteydi. Bu açıdan sonuçlar ortaya ikili bir tablo çıkarmıştır. Bir yanda başta üç büyük kent olmak üzere önemli bazı kentleri kazanmış bir düzen muhalefeti, öte yanda ekonomik krizin yıkıcı etkilerine rağmen %51’lik oy oranını koruyabilen dinci-faşist bir iktidar bloku. Fakat bu korunan bir denge anlamına gelmemektedir. İktidar bloku, özellikle de onun AKP kanadı, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere önemli bazı büyük kentleri kaybederek politik ve moral bir darbe almıştır. Seçimi izleyen günlerin tüm havası buna ayrıca tanıklık etmektedir. Dinci-faşist iktidar aldığı oy oranı üzerinden uğradığı başarısızlığın etkisini dengelemeye çalışsa da etkili olamamaktadır. Zira bizzat taraflar seçim kampanyasının başarı kriterini büyük kentlere, özellikle de İstanbul ve Ankara’ya odaklamıştı.
Öte yandan düzen muhalefetinin başarısında belirleyici etken, HDP’nin izlediği seçim politikası olmuştur. Bir tek İzmir hariç tüm öteki kentlerin kazanılması, kesin olarak HDP seçmenlerinin desteği ile olanaklı olabilmiştir. Düzen muhalefetinin belli sınırlarda bir başarısı, ekonomik krizin yıkıcı ortamında oy oranlarındaki değişim üzerinden kendini gösterebilirdi. Bu açıdan ortada sözü edilebilir bir başarı yoktur. Bu halen dinci-faşist iktidar blokunun en önemli tesellisidir.
2- Yerel seçimlerin Kürdistan illeri açısından önemi, kayyumlarla gasp edilen belediyelerden gelmekteydi. Hile ve gaspla elde tutulabilen birkaçı hariç HDP tüm ötekilerini geri almayı başarmıştır. Bu arada düzen gericiliğinin tüm kanatları tarafından özel bir hassasiyetle karşılanan Kars ve Iğdır gibi kentleri de kazanmıştır. Kürt siyasal hareketinin yerel seçimlerdeki başarısının anlamını tam olarak değerlendirebilmek için Kürdistan’da Türkiye’nin geri kalanı ile hiçbir biçimde kıyaslanamaz olan çok özel baskı ve terör koşullarını göz önünde bulundurmak gerekir. Kürt hareketinin başarısı buna rağmendir.
3- Tam da seçimlerin yapıldığı gün, sermaye kodamanlarının örgütü TÜSİAD yaptığı açıklamada, yerel seçimi izleyecek seçimsiz dörtbuçuk yıla ve hemen seçimlerin ardından yapılması gerekenlere dikkati çekti. “Yapısal ekonomik reformlar”a odaklanma, acilen bir yeni ekonomik paket, serbest piyasa kurallarına tam sadakat vb. Aynı günün gecesinde yaptığı “balkon konuşması”nda Tayyip Erdoğan TÜSİAD’ın mesajını aldığını ve onayladığını açıklıkla ortaya koydu. Dörtbuçuk yıllık iktidardan, “serbest piyasa ekonomisi kurallarına tam bağlılık”tan, artık ekonomiye odaklanmaktan ve yeni ekonomik reformlardan özellikle söz etti. Bunu, ağır ekonomik krizin yıkıcı etkileriyle belirlenecek yeni dönem için, tekelci sermayenin tüm kanatları ile Tayyip Erdoğan iktidarı arasındaki uyum ve mutabakatın açık bir göstergesi olarak değerlendirmek gerekir.
4- TÜSİAD açıklamasının zamanlaması özellikle manidardır. Açıklama seçim günü ama sonuçlar açığa çıkmadan önce yapılmıştır. Bu sözünü ettiğimiz uyum ve mutabakatın seçim sonuçlarından bağımsız ele alındığı anlamına gelir. Açıklama dörtbuçuk yıllık seçimsiz döneme özel vurgu yaparak Tayyip Erdoğan iktidarına açık desteğini ifade etmiştir. Bu davranışın açıklaması için yakın zamanda yayınlanan TKİP VI. Kongresi Bildirgesi’ne başvuracağız:
“- Batılı emperyalistlerle uyum içinde büyük burjuvazinin tüm kesimleri AKP’nin önünü bizzat açmışlar ve uzun yıllar boyunca onu blok halinde desteklemişlerdi. Ardından AKP kendi özel hedeflerine yönelip sorunlar yarattıkça, burjuvazinin bir kesimi batılı emperyalistlerle uyumlu biçimde onu sınırlayacak başarısız arayışlara girmişti. Şimdi yeni bir durum var. Artık tüm kesimleriyle büyük burjuvazi yeniden blok halinde dinci-faşist iktidarı desteklemektedir. Ekonomik ve sosyal krizin alabildiğine ağırlaştığı günümüz koşullarında bu onlar payına bir tür zorunluluktur. Zira krizin etki ve sonuçlarına karşı işçi sınıfını ve emekçileri dizginlemekte bugün için daha uygun, işlevli ve olanaklı bir alternatiften yoksundurlar.
- Mevcut iktidar emekçi kitlelerin bir kesimini dinci-şoven ideolojiyle denetim altında tutmakta, mücadeleye açık öteki kesimlerini ise baskı, yasaklar ve kaba zorla dizginlemektedir. Bu, kriz koşullarında sermaye sınıfının bütünü için vazgeçilemez bir imkandır. Nitekim Tayyip Erdoğan da iktidarının bu yönünü gitgide daha çok öne çıkarmakta, büyük burjuvazinin ve emperyalist odakların desteğini buradan hareketle korumaya ve güçlendirmeye çalışmaktadır.” (TKİP VI. Kongresi Bildirgesi, Aralık 2018)
5- AKP-MHP iktidarıyla belirli sınırlar içinde sorunlu ama büyük burjuvaziyle tam uyumlu düzen muhalefeti de sözü edilen mutabakatla uyumlu hareket edecektir. Yerel seçimdeki başarısını yeni politik hamlelere yöneltmek bir yana, seçmen kitlesini yeni başarılar (yeni “bahar”lar!) için yeni bir seçime kadar sabırla beklemeye ikna etmek için kullanacaktır. Bu arada bir yandan büyük belediyelerin büyük rant kaynaklarıyla dayandığı güçleri tatmin etmeye, öte yandan gündelik kent yaşamındaki bazı rahatlatıcı düzenlemelerle yıllardır tedirgin liberal ara katmanları yatıştırmaya çalışacaktır. 2023’e yönelik bu politik tutumda zamansız bir değişimin tek gerçek nedeni, ağır ekonomik kriz koşullarında ve tümüyle muhalefetin katkısı dışında patlak verebilecek gelişmeler olabilir ancak. Böyle bir durumda, elbette ki itfaiyeci ve saptırıcı bir sahte alternatif güç misyonuyla, değişik bir tutuma yönelebilecektir.
6- Seçim sonuçları üzerine emperyalist merkezlerden yansıyan açık bir tepki ya da tutum yok henüz. Fakat emperyalist basının ilk tepkileri bu konuda yeterli bir fikir vermektedir. Hemen tümü de, önemini abartmaktan özenle kaçınarak, ortaya çıkan sonucu kısmi bir yenilgi saymakta ve memnuniyetle karşılamaktadır. İçlerinden biri, Tayyip Erdoğan ‘gücünün sınırlarını kabul etmek zorunda kaldı’ diye yazdı. Bunu bir durum değerlendirmesi kadar, hatta ondan da çok, bir telkin saymak gerekir. Görünürdeki tüm gürültüye rağmen, gerçekte emperyalist dünyanın Tayyip Erdoğan iktidarıyla sorunları esasa ilişkin değildir. Tüm sorun onun belli sınırları aşmaması gerektiği, oysa zaman zaman bu sınırları zorlamaya yeltendiğidir. “Gücünün sınırları” hatırlatması aynı zamanda buna yöneliktir. Emperyalist basının öteki hatırlatmaları, esası yönünden neredeyse TÜSİAD açıklamasının bir tekrarıdır. Bu, işbirlikçi büyük burjuvaziyle batılı emperyalistler arasındaki uyumun da bir göstergesidir.
7- Türkiye’nin gündeminde halen ağır bir ekonomik kriz var ve bunun giderek ağırlaşacağı iktidar çevreleri dışında herkesin ortak kanısıdır. Batılı emperyalistler tam da bunu, Tayyip Erdoğan iktidarını terbiye etmenin ve yeniden tam uyuma çekmenin bir olanağı olarak değerlendireceklerini bir dizi davranışla şimdiden belli etmiş durumdalar. İktidar payına sınırlı bir başarısızlık anlamına gelen seçim sonuçlarını gizlenemeyen bir memnuniyetle karşılamaları da bundandır. Bunun getirdiği politik ve moral zayıflamanın işlerini kolaylaştıracağını düşünmektedirler. Bunda haksız da değiller.
8- TÜSİAD kodamanları ve tüm öteki büyük sermaye çevreleri, neredeyse ağız birliği halinde, “yapısal ekonomik reformlar” talebini bir an önce açıklanacak bir acil “ekonomik önlemler paketi” ile birlikte dile getirmektedirler. Tayyip Erdoğan iktidarının bu istemin gereklerini yerine getirmekten başka bir seçeneği yok. Nitekim bunun için seçimlerin geride bırakılması bekleniyordu.
9- Artık seçimler sonrasındayız ve bu saldırının ilk adımı her an gündeme gelebilir (ilk büyük zam saldırılarına geçildi bile). Bu, gürültülü ve aldatıcı seçim atmosferinin, yerini toplumun gerçek gündemine, işçi sınıfı ve emekçilerin gerçek sorun alanlarına bırakması demektir. Henüz eylemli biçimler kazanmamış olsa da, ağırlaşan hayat koşullarına, özellikle de işsizliğe ve pahalılığa karşı büyüyen memnuniyetsizlik, ekonomik krizin daha şimdiden sosyal krizi de yeni bir düzeyde ağırlaştırmaya başladığını göstermektedir. Devrimci siyasal mücadele adına yapılabileceklerin gerçek alanı da işte burasıdır. Devrimci hareketin ve toplumsal muhalefetin sınav ve dolayısıyla başarı alanı seçim sandıkları değil, fakat işçi sınıfı ve emekçilerin sermayenin acımasız saldırılarına karşı savunulabilmesidir. Bu çaba içinde işçilerin ve emekçilerin birliğinin, örgütlenmesinin ve eylemli mücadele kapasitesinin yükseltilebilmesidir. (Partimiz buna ilişkin sorunların kapsamı, anlamı ve gerekleri üzerine değerlendirmelerini, TKİP VI. Kongresi Bildirgesi üzerinden ortaya koymuş bulunmaktadır).
10- Son bir nokta, son yerel seçimler üzerinden kendini bir kez daha gösteren “belediye sosyalizmi” eğilimleri üzerine: Partimiz yüzyıllık geçmişi olan bu kötü ünlü oportünist eğilimin eleştirisini yıllardır yapmakta, reformistleri teşhir etmekte ve samimi devrimcileri uyarmaktadır. Seçimlerden devrimci politik amaçlarla yararlanmak ile kapitalist düzenin temel gerçeklerini unutarak reformist boş hayaller yaymak temelden farklı şeylerdir. Devrimciler yerel seçimlere, kurulu düzen tabanı üzerinde tümüyle farklı bir yerel yönetim deneyimi ile sorunları çözebileceklerini iddia etmek için değil, fakat tam da bunun bu düzenin temelleri korundukça neden yapılamayacağını anlatmak üzere katılırlar. Merkezi siyasal iktidar (ve başlıca kamu gelirleri) burjuvazinin elinde ve birikmiş zenginlikler sermayenin tekelinde kaldığı sürece, yapılabileceklerin ancak çok sınırlı, çok iğreti ve tümüyle geçici olabileceğini yüreklilikle söylerler. Son derece küçük bir yerleşim alanın sınırlı bazı başarılarını alıp “komünist belediyecilik modeli” olarak sunmak, kitleleri boş hayallerle aldatmak ve reformizmin değirmenine su taşımaktır.
Bunlar yüzyıllık tartışmalardır. Dünya komünist ve işçi hareketinin bu konuda yüzyılı aşan bir deneyimi vardır. Genel sonuç şudur: Parlamentarizme, onun özel bir uzantısı olarak millendarizme (bakanlıkçılık) ve nihayet belediye sosyalizmine eğilim, devrimci olmak iddiasındaki akımlar için zamanla ve kaçınılmaz bir biçimde bozulmanın ve çürümenin en kestirme yoludur. Salt klasik bir örnek oluşturan İkinci Enternasyonal değil, fakat Komünist Enternasyonal ürünü devrimci sınıf partilerinin İkinci Dünya Savaşı sonrası deneyimleri de bu gerçeğin en tam, en kesin, en tartışmasız bir doğrulanması olmuştur.
2 Nisan 2019