Cn: Sendikalar ve sendikal mücadele konusunda geçmişten bugüne partinin hayli kapsamlı değerlendirmeleri var. En önemli metinler dönem dönem parti yayınlarında yayınlanıyor da. Hatırladığım kadarıyla en derli toplu ve genel esasları içeren değerlendirmeler Parti Kuruluş Kongresi’nde yapıldı.
Sınıf örgütlenmesinin bir biçimi ve mücadelenin bir aracı olarak sendika, tarihsel planda bakıldığında da, günümüz Türkiye’sinin kısır süreçleri üzerinden bakıldığında da, vazgeçilmez bir mücadele aracıdır. İşçi sınıfının iktisadi ve sosyal mücadelesinin en temel aracıdır. En geri bilince sahip işçiler arasında meşruiyetini koruyan bir örgütlenmedir. Şu ana kadar yerine başkası da konulabilmiş değil. Zamanında söz konusu değerlendirmelerde de ifade edildiği gibi, Türkiye’de sendika aygıtı bir ağ olarak sınıfı denetlemenin aracı haline getirilmiş bulunuyor. Aracın kendisi değil ama aracı ele geçiren yapı aslında sermayenin uzantısı bir yapı. Bunu böyle görmek durumundayız, ki zaten vurgulanan bu.
Bizim mücadelemiz, sınıf mücadelesini geliştirme çabamız her aşamada bu ağalarla hesaplaşma, bu şebekeyi parçalama boyutunu da içermek zorunda. Bunun en ileri örneği bence Greif’tı. Greif, ne yapılabileceğinin, işçilerin sendikal bürokrasiye karşı mücadeleye kazanılıp kazanılamayacağının, bunda başarılı olup olamayacağımızın turnusol kâğıdı oldu. O yapıyı toplamda anlamak bakımında da, o yapıyla nasıl mücadele edileceğini göstermesi açısından da böyle bu.
Tartışmalarda da geçtiği üzere, en çok zorlandığımız, geçmiş süreçlerde de en çok karşımıza çıkan sorun alanlarından biri şudur: Biz sendikal alanı tutmuş bu yapıyla nasıl mücadele edeceğiz veya bu yapı en solcusu da içinde bir şebeke olarak karşımıza çıktığında nasıl tutumlar alacağız? Bazen bu konuda çok sekter tutumlar alabiliyoruz, bazen de çok temelsiz beklentilerle hareket edebiliyoruz.
Şunu sıklıkla gözden kaçırabiliyoruz: İşçiyi sendikal bürokrasi konusunda daha en baştan kazanamadığımız zaman, işçileri ilk harekete geçirebildiğimiz süreçlerde onlara sendikal bürokrasiyle ilgili bilinci aşılayamadığımız zaman, neredeyse bütün sendikal örgütlenme deneyimlerimiz kırılmayla sonuçlanıyor. Geçmişte Beybi Çuval, son olarak Greif bunun az sayıdaki istisnalarındandır. Bu deneyimlerde şubedeki, işyerindeki, hatta en soldaki de dahil tüm uzantılarıyla bu şebeke bir bütün olarak ele alınmış, daha en baştan bu şebekeye karşı bir mesafe ortaya konulmuş ve bu bilinç açıklığı üzerinden bir örgütlenme süreci inşa edilmiştir. Sonuçları gerçekten farklı olmuştur. O deneyimler bugün incelense, bir dizi özgün yan taşıdıkları görülecektir.
Örneğin Greif bize ne gösterdi? En solda görünen sendikacılar (örneğin Belediye-İş yönetimi ya da orayı tutan siyasal anlayış) bile son kertede utanç verici tutumlar alabildiler. Bu anlayışın DİSK-Tekstil’deki “uzman” insanı, bizim uluslararası alanda etkili bir kampanya örgütlediğimiz bir dönemde, bu kampanyayı baltalayacak bir sürecin öncülüğüne soyunabildi.
Sendika bürokrasisinin temsilcileriyle gündelik pratik ilişkilerde bunları muhakkak göz önünde bulundurmalıyız fakat baştan sekter bir tutum almamalıyız. Bu zaten en baştan kaybettirir. Yani bürokrasi ve uzantılarıyla mücadelemizi işçinin bilincini geliştirme düzeyine bağlı olarak belirlememiz gerekiyor. Yeri geldiğinde en sert ithamları yönelteceğiz; yeri geldiğinde, onlarla aramıza gerekli mesafeyi koyup, temelsiz beklentiler taşımadan ilişkilenmeyi bileceğiz.
Sendikal mücadele alanının önemine dair de bir şeyler söylemek istiyorum. Sınıf mücadelesi bugün farklı bir düzeye gelmiş olabilir, örneğin korporasyon aşamasına ilerleniyor olabilir ama henüz o noktada değiliz, o nitel değişim yaşanmış değil. Bu yüzden bugün en geri sendikalar bile önemini koruyor diye düşünüyorum. Bugün Türkiye’de, ‘87-’91 yükselişi sonrasında, özellikle kitlesel işçi tensikatları sonrasında yaygın bir eğilim haline gelen sendikalaşma arayışının hala sürdüğünü biliyoruz. Kendi deneyimlerimizden de, dışımızda yaşanan mevzi çıkışlardan da bunu görebiliyoruz. Bu eğilimin hala da sürdüğünü söylüyorsak, sendikal alanın önemli imkanlar barındırdığını düşünüyorum. Özellikle sendikal bürokrasinin bir kabuk haline dönüşmüş bulunan kesimini hesaba katarsak, bizim için çok daha avantajlı bir durum olduğunu görürüz. Bu alanda mevziler yaratmak, sınıf çalışmamızı, daha doğrusu fabrika çalışmalarımızı nasıl ele alıp yürüttüğümüzle birlikte tartışılabilecek bir sorun. Ama kesinlikle başarılabilecek bir iş. Bunun imkanları tümüyle ortadan kalkmış değil.
Or: Sendikalar konusundaki tartışmayı sınıf hareketinin toplam tablosundan bağımsız ele alamayız. Sınıf hareketi üzerine ilk tartışmalarda buna belli yönleriyle işaret edilmiş oldu. Bugün sendikalar mevcut yapısıyla sınıf hareketinin ileriye çıkışının önünde temel bir engel. Sendikaların gelinen yerde siyasal süreçlere uyum sağlayan bir seyri de var. Bunu göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Sendikalar sınıf için en temel örgütlenme alanı. Bugün ihanetin vardığı düzeye rağmen işçiler bir arayış, bir hak alma çabası içine girdiği zaman, en başta başvurdukları araç sendikal örgütlenme oluyor. Türk Metal sendikası Metal Fırtınasının yarattığı sarsıntıya rağmen hala da on binlerce işçiyi kendi denetimi altında tutacak bir kuvvete sahip. Oturduğu zeminin zayıflığının tüm yönleriyle açığa çıkmasına rağmen hala da metal işçileri içinde bir merkez.
Bugün sendikaları içerden devrimleştirme çabasının geçmişle kıyaslandığında çok daha zorlaştığı açık. Karşımızda tepeden tırnağa örgütlü bir mekanizma var. Kurulu düzenin temel ayaklarından biri ve bu açıdan daha da oturmuş bir yapıya dönüşmüş durumda. Sınıf hareketi ciddi bir sarsıntı yaşamadan bu bürokratik yapıyı alt etmek kolay değil.
Yoldaşlar örneklediler. Onlar sadece tepeyi tutan değil, yukardan aşağı doğru örgütlenmiş bir yapı olarak karşımızdalar. Öne çıkan bazı mücadeleci güçleri, sendikal yapı ve işleyiş içinde, bir takım yol ve yöntemlerle kendilerine hizmet eden bir duruma düşürüyorlar. Bu da işimizi daha da zorlaştırıyor.
Üzerinde durulması gereken bir başka nokta sendika değiştirme eğilimi. Biz bunu Metal Fırtınası döneminde de, başka örnekler üzerinden de gördük. Bu eğilimin yönü nasıl olacaktır. Mevcut sendikal yapılara baktığımızda, işaret edeceğimiz merkezler yok. Türk Metal’in ihanetine karşı bizim BMİS’i bugün bir alternatif olarak göstermemiz mümkün değil kuşkusuz. Ama diyelim ki büyük bir fabrikada işçilerin tercihen BMİS’i alternatif olarak gördükleri bir durumda nasıl davranmak gerekir? Bu türden ihtimallerin üzerinde durulması gerekiyor.
Geçmişte içerde yerleşik hale gelerek sendikalara müdahale etmeye çalışıyorduk. Bugünkü yapının niteliği düşünüldüğünde, işyeri temsilciliği, benzer mekanizmalar ne kadar zorlanabilir? Bunları bir kenara itmek anlamında söylemiyorum ama kendi içinde bazı mevziler yaratmak, o mevziler üzerinden sendikal yapıyı parçalamayı esas almak ne kadar mümkündür? Bu da tartışılması gereken bir başka nokta.
Sınıf açısından en temel eksiklik fabrika merkezli taban inisiyatifleridir. Bunun olumlu örneğini Greif Direnişi üzerinden verebiliyoruz. Greif’ın ortaya çıkardığı temel kriterler fazlasıyla yol gösterici. Taban dinamiğine dayanmak ve harekete geçirmek bizim açımızdan önceliklidir.
Nb: Sendikal alan sınıf mücadelesinin özgün bir boyutudur. Biz de siyasal sınıf çalışmamızın bir boyutu olarak tartıştık. Özellikle Metal Fırtına döneminde bir dizi farklı yönüyle tartışmış olduk. Bu alana dair genel planda berrak bir bakışımız var.
Metal tartışmalarında sendikal tercih sorununu kendi somutluğu içerisinde ele almalıyız diye vurgu yapmıştık. Mevcut sendikalar içinde mi çalışacağız, dışında mı kalacağız, alternatifini mi örgütleyeceğiz, vb... Bunu sınıf mücadelesinin o anki somutluğu içinde bulup çıkaracağız. Bence önden tanımlamalar yapabilecek durumda değiliz. Tabii ki öngörebiliriz, deriz ki mevcut sendikal yapı önümüze sayısız engel çıkarıyor. Biz bir çalışma örgütlüyoruz ve ilk etapta bu yapıyla karşılaşıyoruz, bu bir diz şeyi boşa çıkarabiliyor. Bunlar öngörü. Ama tek alternatifi bunun dışına çıkmak değil. Örneğin bir bölgedeki yoldaşlar çalışmayı Teksif’de örgütlüyorlar. Pratikte karşımıza böyle zeminler çıkabiliyor. Ancak o alana girdiğimizde, o alanın somutluğu üzerinden doğru taktik politikalar belirleyerek sonuç alabiliriz.
Ama hiçbir zaman “Greif kriterleri”ni, yani eskinin aşılması, bir kabuğa dönüşmüş olan yapının parçalanıp atılması bakışını kaybetmemek durumundayız. Mesele bence biraz bu. Biz bir alanda, örneğin DİSK’e bağlı bir sendikayla başlatırız ve daha ikinci adımda, o yapının parçalanıp atılması gerçeğiyle karşılaşırız. Ya da tamamen kendi bağımsız faaliyetimiz üzerinden bunu yürütürüz. Bu çalışmanın boğulması için burjuva aygıtların seferber olması gerçeğiyle karşı karşıya kalırız.
Dolayısıyla keskin tanımlamalardan kaçınmalıyız. Sendikal alana müdahalede her konuda açık olmalıyız. Karşımıza çıkabilecek engellere dair bir fikrimizin olabilmeli ama temelde bu yapının nasıl parçalanıp atılacağı konusuna odaklanmalıyız. Her zaman siyasal sınıf çalışmamızın bir boyutu olmak durumunda. Eğer biz çalışmayı o eksene indirgersek, kendimizi o alana daraltırız. Metal tartışmalarında bu çok kez vurgulandı. Biz onu bütünlüklü siyasal sınıf çalışması olarak planlamalıyız. Sendikal boyut, taban örgütlenmesi, partinin siyasal müdahalesi, kendi içinde fabrika çalışmasının özgün boyutu... Bu bütünlük içerisinde kurar ve süreci o yapıyı aşma bakışıyla örgütlersek, bu yeri gelir o sendika üzerinden yürüyen bir çalışma olur, yeri gelir onun dışına çıkar.
Zaten nesnel olarak da sınıf hareketi giderek o dar kabuğu aşma eğilimi içerisine giriyor. Çünkü artık ona sığmıyor. Metal bunun bir örneği oldu. Giderek dinci faşist iktidarın o alanı kendi egemenliği altına alıp daralttığı düşünülürse, sınıf artık her adımında o kabukla karşı karşıya gelmek durumunda kalacaktır.
Sa: Birkaç noktaya değinmek istiyorum. ‘70’li yıllara baktığımızda, sendikal örgütlülüğün belli bir ağırlığı var. Bugün ise çok daralmış durumda. Ama bugün özellikle stratejik fabrikaların hepsi sendikalı. Kapitalistler işçileri denetim altında tutmak için özellikle tercih ediyor. Otomotiv sektöründen beyaz eşya sektörüne kadar bu böyle. Bu yüzden sendikal bürokrasiye karşı mücadele her zaman karşımıza çıkacak önemli meselelerden biri.
Bir diğer nokta, sendikalara müdahale ile sendikal bürokrasiye karşı mücadele ayrımını doğru yapmalıyız. Her şeye rağmen sendikalar işçilerin halen öz örgütleri. Kimi zaman sendikal bürokrasiye karşı mücadeleyi, sendikalara karşı tepkiye dönüştürebiliyoruz.
Geçmişte bürokrasiye karşı mücadelede belli deneyimlerimiz var. 2011’de İstanbul’da Birleşik Metal 1 No’lu şubede 160 delegenin katılacağı bir seçim süreci vardı. Delegeler içinde iki yoldaşımız vardı. Onların yaptığı çağrıyla üç delege de bizim seçim politikasına onay verdi. Bu beş kişilik ekip seçim öncesi düzenli toplandı. Sendika yönetimi bu ekipten o kadar rahatsız olmuştu ki, seçim öncesi yaklaşık 120 delege ile görüşmeler gerçekleştirmiş ve seçimlere blok liste ile girilmesi için imza toplamışlardı. Bu aslında bizim genel kurula yapacağımız müdahaleye önden bir hazırlıktı.
Sendikal bürokrasi belli mekanizmaları tutabiliyor ama bu aslında işin görünen yüzü. Sınıfın içindeki öncü işçilerin hareketsizliği bunu kolaylaştırıyor. Bu örnekte de görülebileceği gibi bu mekanizmalar aslında yıkılabilir. Bu da bizim belli dayanaklara ulaşabilmemize bağlı.
İlk sunumda söylendi, sendikalı ya da sendikasız fabrikalarda yürüttüğümüz çalışmalarda bir noktada tıkanma yaşıyoruz. Son dönemde belli örneklerimiz var. Mata buna bir örnek. Bu fabrika sendikalı ve 30 kişilik bir komite var. Komitenin kendisi sendikal mekanizmanın bir parçası. Sendika 30 kişilik komiteyle bütün fabrikayı denetim altında tutabiliyor. İşçilerle bağ kuruyoruz ama onlarda köklü bir değişim yaratmakta zorlanıyoruz. Bunun üzerine düşünmemiz, bunu aşacak yol ve yöntemler geliştirmemiz gerekiyor.
Mk: Söyleyeceklerim hem soru hem de ek olacak. Sınıf çalışmasında sendikal mücadeleye, sendikal bürokrasiye karşı mücadeleye dair kafamız açık. Ama pratikte karşılaştığımız sorunlara yanıt vermekte zorluk yaşıyoruz. Yoldaş Mata örneğini verdi. Daha somut bir tartışmaya ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Somut tartışmak belki fabrikalardaki süreçlerin özgünlüklerine girmeyi gerektirecek ama sorunlara pratikte yanıt üretebilmek açısından önemli. İkincisi, bir yoldaş sendikal bürokrasinin içerden yıkılmasının olanaklarının tükenmekte olduğundan bahsetti. Bu konuda bir tartışma var gibi gözüküyor. Açılabilirse iyi olur.
Nm: Bazı noktalarda ek yapacağım. Türk-İş’in CIA eliyle kurulduğu ifade edilmişti. DİSK’in kuruluşu, özellikle ABD fonları aracılığıyla Türkiye’deki sendikalara hakim olma anlayışını parçalayan bir çıkıştı. Emperyalist fonlardan faydalanmayı reddetmişler, bunu programlarına koymuşlardı.
Ama ‘90’ların başında DİSK tekrar kurulduğunda, eski sendikacılık anlayışı ömrünü doldurmuştur, biz “çağdaş sendikacılık” anlayışını benimsiyoruz dediler ve tüzükte yer alan emperyalist fonlardan ya da kuruluşlardan destek alınamaz maddesini çıkardılar. Bunlar çok kritik adımlardı. Geçmişin ilerici değerlerini terk etmek demekti.
Bugün DİSK’e bağlı sendikalar emperyalist fonlardan faydalanıyorlar. BMİS Mehmet Aslan adındaki kişiyi Almanya’dan getirerek bu işlerin başına koydu. Neden bu kişiyi tercih etti? Çünkü Avrupa’nın kültürünü, dilini vb. biliyor. Sendika koltuk vererek, sen bu fonlar vb. ile ilgili proje oluştur diyor. BMİS’in yaşadığı yozlaşmada bu tür adımların payı fazlasıyla var. BMİS’den sonra DİSK Tekstil bu işlerle ilgili müdürlük oluşturarak bu adamı başına getirdi. Fonlara ilişkin projeleri planlıyor, bu alanda ilişkiler kuruyor. Bu tür adımlar sendikal alanda ciddi bir yozlaşma ve tahribat yaratıyor.
Sendikalara yaklaşım meselesi çok önemli. Partinin bu alanda yeterli birikimi olduğunu ifade ediyoruz. Ama bu birikimin partinin toplamına mal olduğunu söyleyemeyiz. Gündelik pratik politika alanında yaşadığımızı sorunların kaynağında bu birikime gerektiği gibi hakim olamamak var. Bu alandaki birikimimizi bütünlüklü bir bakışa dönüştüremediğimizde, basit sorunlar tartışmalı sorunlara dönüşebiliyor zaman zaman. Sınıfı örgütlemede mesafe alabilmek, daha az hata yapabilmek için mevcut birikimimizi ve sınıf mücadelesinin toplam birikimini saflarımıza mal edebilmek için özel bir çaba harcamak gerekiyor. Bunu yapmazsak, yoldaşın ifade ettiği gibi, sendikalara topyekûn karşıymışız gibi algılayan pratikler açığa çıkabiliyor. Biz sendikalara karşı değiliz. Sendikalar sınıfın mücadele örgütlerinden biridir. Biz buralarda hakim olan sermayenin hizmetinde, yozlaşmış bürokratik anlayışlara karşıyız.
Son bir nokta. Bugün ilerici kesimlerde sınırlı da olsa sendikal sınırlarda bir arayış var. Bu arayış çeşitli biçimlerde kendini dışa vuruyor. Kendilerine biçtikleri misyon, mevcut sendikal yönetimlere bürokratlar hakim, işleyiş olarak daha iyisini yapmalıyızın ötesine geçemiyor. Mevcut işleyişin arkasındaki anlayışa dair bir mücadele perspektifinden yoksunlar. Nasıl bir mücadele anlayışıyla, nasıl bir programla bunu yapacaksınız diye sorduğumuzda tıkanıp kalıyorlar. Biz bu zeminlere müdahale ettiğimizde, kendi anlayışımız ekseninde perspektif sunup programa işaret ettiğimizde, sanki çok yeni bir şey keşfetmişiz gibi şaşkınlık yaşayabiliyorlar. Aslında bizim ifade ettiklerimiz sınıflar mücadelesinin deneyimlerinden süzüp çıkardığımız şeyler.
Bu gibi arayışların mevcut sendikal yapılarla hesaplaşmak gibi dertleri olmadığı için bunlarla aramıza mesafe koyabiliyoruz. Oysa bu arayışı, onlara anlayışımızı taşıyacağımız, taraflaşma yaratacağımız zeminler olarak değerlendirmeliyiz. O zeminlerde bir araya gelenler mevcut koşullarda “öncü”, “ilerici” unsurlar ve durduk yere bir araya gelmiyorlar. Biz geçmişte kurultaylar yapıyorduk, hiçbir şey bilmeyen işçileri de kurultaylara katıyorduk. Bugün katmakta zorlanıyoruz. Sınıfın ve toplumun sorunlarına az-çok duyarlı olanlar bir araya geliyorlar. Bunları etkilemeyi başardığımızda bir dizi imkân yakalayabiliriz. İlerici her çıkışı değerlendirme ve bu çıkışlara yön verme çabası içinde olmalıyız. Bu konuda yapabileceklerimizi tartışmak gerekiyor.
Ym: Bazı vurgularımın yanlış anlaşıldığını, tartışmaya yol açtığını düşünüyorum. Daha somutlamaya çalışacağım. Çalışma yürüttüğümüz bir bölgede bir grup delegeyi etkileyip sendika seçimlerinde bir rol oynamayı önümüze koyabilirdik. Onlara propaganda yapabilir, mümkünse bağımsız bir tarzda girmeyi hedeflerdik. Ama bugün çark öyle bir hale gelmiş ki, iyi ki o arkadaşlar yönetimlere girmemişler. Zira bizde olmasa bile başka yerlerde bunun ne tür bir kötürümleşmeye yol açtığını görüyoruz. Greif bile yarattığı bütün etkiye rağmen sendikal hareket içinde tutunamadı. Greif bir yana, demokratik özellikler taşıyan sınırlı bir sendikal hareket bile doğru temelde eleştiri yönelttiğinde derhal hareketin dışına itiliyor.
Peki biz ne yapacağız bu durumda? Güçlü dinamiklere dayanmıyorsanız, bazı hamlelerinizi sınırlayacaksınız, daha farklı değerlendirme yolunu tutacaksınız. Nb yoldaşın önemle vurguladığı gibi, bizim sınıfa müdahalemiz sendikalara müdahale sınırlarında olamaz. Biz böyle bir müdahale ile belli sonuçlar elde edebilsek bile, öncülerini sendikal süreçlerde kaybedebildik. Genç bir temsilci o süreçler içinde yorulup geriye düşebildi.
İkincisi işleyiş ve anlayış tartışması. Tabii ki işleyiş önemli ama yapılan sunumda çok doğru bir noktanın altını çizildi. KESK çok demokratik bir işleyişe sahip ama anlayış doğru olmadığı için, bu kaçkınlığı meşrulaştırmak için kullanıldı. Böyle bir durumda, sendika tüzüğü demokratik işleyiş üzerine oturuyor görünse bile, bu ne anlam ifade edebilir ki? Biz bütün metinlerimizde vurguyu bilince ve siyasal müdahaleye yapıyoruz. Burada da vurgu aynı yere yapılmalı.
Bize bu açıdan az çok birikime sahip bir öncü kuşak lazım. Bu sadece bizim müdahalemizle yaratılamaz. Bu öncüler sendikal planda da lazım. Bu olmadığı sürece bizim yapabileceklerimizin sınırları var. Bu bizimle ilgili değil. Başka dinamikler çıktığında sendikal bürokrasiyi bir çırpıda bir kenara atar. Sa yoldaş konuşmasında işaret etmişti, her çürümüş yapı gibi sendikal bürokrasi de aslında çok zayıf. Bunlar eskisi gibi güçlü değiller, kimse bunlara güvenmiyor, kimse eskisi gibi peşlerinden gitmiyor. Ms yoldaşın verdiği örnekler de kuşkusuz doğru. Zayıf olduğu için kendine taraftarlar yaratıyor, onları besliyor, bunlar üzerinden kendine dayanak yaratmaya çalışıyor.
Peki, işleyişi düzeltmeye çalışmayacak mıyız, bu konudaki talepleri işlemeyecek miyiz? Tabii ki bunlar işlenmeli ve hâlihazırda güçlü işliyoruz. Metalde en fazla işlediğimiz konulardan biridir. Bir aidatların düşürülmesi tartışması vardı, çok kuvvetli işlenmedi. Bu tür sorunlar var. Ama diğerleri bilinen şeyler. Aidatlar düşürülmelidir, işyeri temsilcilikleri karar organı haline gelmelidir, yöneticilerin maaşı işçilerin maaşına endekslenmelidir, vb. Her kötü toplusözleşmeyi tabii ki çok güçlü işlemeliyiz. Bu işçinin dikkatinin somutladığı alan.
Son bir nokta. Temelde güçlü bir bakışımız var, temel değerlendirmelerimiz var, ama farklı düşünebiliyoruz deniyor. Bu söylem hem haklıdır hem haksızdır. Bazen bir sözleşmenin ne olduğu konusunda ayrı değerlendirmelere sahip olabiliriz. Bazı farklılıklar taktikle ilgilidir. 1 No’lu şubede üç delegemiz var, bu delegeleri dışarda tutup boykot politikası mı uygulayacağız, yoksa seçimlere mi sokacağız? Bu taktik bir sorundur, ayrı bakışın göstergesi değildir. Sendikal çalışmanın şu veya bu özgünlüğü üzerinden taktik bir sorunudur. Biz BMİS için somut koşullardan bağımsız olarak genel ölçüleri koyabiliriz ama pratik tutumlar koyamayız. Biz bölgemizde Teksif’te çalışıyoruz ama bu tercihten hiç de memnun değiliz.
Bu ayrımlar bazen çok derinleştiriliyor saflarımızda. Sonra da merkezi müdahale talep ediliyor. O zaman özgünlük ölür, yaratıcılıkta ölür, iç tartışma da ölür. Sonuçta biz sınıf çalışmasında değişik pratiklerin bir arada bulunabileceğini biliyoruz. Eğer sendikalara yaklaşımda, politika-ekonomi ilişkisine yaklaşımda, sınıf çalışmasına yaklaşımda, fabrika merkezli çalışmayı esas almakta farklılıklar varsa, bunlar tabii ki bir yerden sonra merkezi müdahaleye konu edilmelidir.
Ad: Or yoldaş sendika değiştirme eğilimine değindi. Bu konuda üç temel fabrikada yaşanmış bir süreç var. Bosh, Reno ve Tofaş. Bu örneklere baktığımızda, işçilerde bürokratik sendikal kasta karşı biriken öfkenin nasıl heba olduğunu görüyoruz. Tabir uygunsa, Türk Metal’de duvara toslayanların gidip Hak-İş ve BMİS’de de nasıl bir duvara tosladıklarını gördük. Bu süreçler işçilerin enerjisini heba etti, onları yordu ve yıprattı, sonuçta da olumsuz bir şekilde noktalandı. Özellikle sendika değiştirme eğilimi ile karşılaştığımızda, bu deneyimlerin dikkatle irdelenmesi ve ona göre politika saptanması gerekiyor.
Sunumda da ifade edildi, aralarında belli farklar olmakla birlikte, sendikal bürokratik kastın temelde ortaklaştıklarını söylüyoruz. Yanılmıyorsam “Sendikalar ve Sınıf Mücadelesi” başlıklı temel değerlendirmede de vurgulanmıştı. Bizim işimiz bu bürokratik yapıları içerden ele geçirmek değil, fakat tabandan gelişecek ve fabrika temeline dayanacak gerçek örgütlenmelerle, kırılıp atılacak bir kabuk durumuna düşürmektir deniliyordu. Nitekim Greif’ta yapılmaya çalışılan ve Greif kriterleri üzerinden çıkarılan ders de budur. 2004’te kaleme alınan o değerlendirmeden beri bugün bürokratik sendikal aygıtlar çok daha rezil bir duruma düşmüş bulunuyorlar. Yani biz yıkmak gerekir dediğimiz bir sistemi işçiye alternatif olarak gösteremeyiz. (...)
Tabii bu tür eğilimleri önemsemek, ilgilenmek gerekiyor. Ama bunları, şu veya bu sendikaya geçişin ötesinde, var olan sendikal yapıyı teşhir etmenin, kapitalizmi teşhir etmenin, parti çizgisini uygun araçlarla sınıfa taşımanın bir aracı olarak değerlendirmeliyiz. Bunun ötesinde sendika değiştirme eğiliminin yaratabildiği somut bir sonuç yok. Bazı deneyimler bunu çok somut olarak gösteriyor. İşçilerde bir öfke var, bir çaba var, uğraşıyorlar ama gidiyorlar bir duvara tosluyorlar ve neye uğradıklarını şaşırıyorlar. Bu gerisin geri sendikalara güvensizlik yaratıyor. Ama başka bir araç olmayınca, doğal olarak işçiler örneğin Reno’da tekrar gidip Türk Metal’e üye oldular. Onur kırıcı bir durum bu. O kadar söz söylediler, MİB sayfası üzerinden çok şey yazıp çizdiler, ama sonuçta mecburen gerisin geri oraya gittiler.
Bu somut sorun önümüze alternatif sendika konusunu çıkarıyor. Belki diğer gündemlerde tartışılır, biz var olan sendikaları işçilere adres olarak gösteremiyorsak, neyi göstereceğiz?
Ücretli emek sömürüsü var olduğu müddetçe işçilerde sendikal arayış devam edecektir. En azından verili koşullarda işçiler yaşamlarını biraz daha insanileştirmek, çalışma koşullarını biraz daha iyileştirmek için sendikalaşma eğilimine girecektir. Ama öyle bir sistem var ki, işçi nereye giderse gitsin bir şey alamıyor. Eğer tabandan gelen ve yönetimi aşacak gibi görünen bir örgütlenme ve mücadele eğilimi varsa, sendika yönetimleri yerine göre kapitalistlerle işbirliği de yaparak, gerçekleşen örgütlülüğün dağıtılması yoluna bile gidebiliyorlar. Var olan anlayışlar sermayenin işçi sınıfı içindeki Truva atlarından başka bir şey değildir. Şu anda bu anlayışlar bir ahtapot gibi dört bir yandan sendikaları sarmışlardır. Sendikalaşma ya da sendika değiştirme eğilimlerine devrimci müdahale bu temanın işlenmesiyle birlikte yürümelidir. Doğal olarak sendika değiştirme eğilimleri de sürecektir. Nerede büyük bir ihanet yaşanmışsa, bir tepki birikmişse orada benzer durumlar ortaya çıkacaktır. 1998’de Türk Metal çetesine karşı Bursa üzerinden patlak vermiş, öteki bazı kentlere yayılmıştı. Aynı şey 2015 yine aynı yerde ve yine aynı çeteye karşı Metal Fırtınası olarak patlak verdi ve ülke çapında yayıldı. Dolayısıyla benzer durumlar yine yaşanacaktır, ama bizler yaşanan deneyimlerden gerekli dersleri çıkararak buna uygun bir hazırlık içinde olmalıyız.
Cr: Parti Kuruluş Kongresi’nde sendikal bürokrasi, sendika değiştirme vb. sorunlar üzerine oldukça ayrıntılı tartışmaların yapıldığını biliyoruz. Tam da Kuruluş Kongresi’nin çalışmalarını sürdürdüğü günlerde metalde patlama yaşanmış ve sendika değiştirme eğilimi gündeme gelmişti. Direniş ve sendikaya isyan yine Reno’dan patlak vermişti. Kuruluş Kongresi’ndeki tartışmalarda işaret edilen, bunun bizim dışımızda yaşanan bir gelişme olduğuydu. O dönem de metal işçilerine herhangi bir adres gösterilmiş değildi. İşçiler o gün için kendi çıkarlarını savunma noktasında daha ileri olarak gördükleri bir başka sendikaya, BMİS’e kendiliğinden yönelmişlerdi. Kuruluş Kongresi tartışmalarında, böyle bir durumda bunun karşısına çıkmak yerine doğru bir biçimde yönlendirmeye çalışmak gerekir deniliyor.
Öte yandan bugün biz işçilere sendikalardan birini adres olarak göstermek durumunda değiliz. Bağımsız sendikaları da tek adres olarak göstermek durumunda değiliz. Elbette adres olarak göstereceğimiz durumlar da olacaktır ama her durumda değil. Yoldaşların “somut durum” diye tartıştıkları sorun da bu zaten.
Ayrıca, siz bağımsız devrimci sendikaları önemsiyor olsanız bile Türk Metal tabanında çalışmanızı sürdürmek zorundasınız. Orada güçlü bir mevzi yaratmayı başarabilirseniz, onun üzerinden o sendikada örgütlü başka fabrikalara uzanma imkânı bulabilirsiniz. Örneğin bir fabrikada Türk Metal’den başka bir sendikaya geçme eğilim vardır, onun önünü de kesebilirsiniz, eğer orayı güçlü bir mevzi olarak tutabiliyorsanız. Şimdi sırası değil dersiniz, o mevziyi daha ileri çıkışlar için değerlendirmeye bakarsınız.
Bizim açımızdan temel sorun işçilerin hangi sendikalarda örgütlendikleri değil, onları tabandan tutabilmek, tabandan örgütlü mevziler yaratabilmek sorunudur. Sendikal bürokrasiye karşı mücadele de işçileri tabandan örgütleme mücadelesidir, birtakım temsilciler üzerinden sendika yönetimlerinde bir yerleri tutabilmek değil.
Greif deneyimi birçok açıdan yeterince açıklayıcı. Greif işçilerinin öncüleriyle yapılan röportajda sürecin nasıl geliştiği anlatılıyor. Onlar başlangıçta DİSK Tekstil’de değil fakat başka bir sendikada örgütlenmeyi düşünüyorlar. Bu süreçte DİSK Tekstil Greif’ta örgütlenme faaliyeti yürütüldüğünü fark ediyor. Gelip konuşuyorlar, gelin bizde örgütlenin diyorlar. Açık ve rahat bir tutum aldıklarını gördükleri için DİSK Tekstil’de örgütleniyorlar. Yani Greif’da da biz işçilere özellikle bir adres göstermiş değiliz. Taban inisiyatifine dayalı bir örgütlenme yaratmışız ve en başından işçileri sendikal ihanete karşı eğitmeye çalışmışız.
Ad: Zaten Bosch’da ya da Reno’da bizim önerdiğimiz de bu değil. Ortaya çıkmış bir eğilim var, bunu değerlendirmek ve bunu bizim sınıf çalışmamızın temel hedefleri üzerinden bir imkân olarak ele almak gerekiyor. Sendika değiştirmekten bir şey çıkmayacağını biliyoruz.
Nb: Biraz koşullarla da ilgili. Diyelim ki BMİS’e doğal bir eğilim gösterdi işçiler, çünkü bir açmaz içerisindeler. Türk Metal çetesinden kurtulmak istiyorlar, dönüyor bakıyorlar BMİS var. Bu bizden öteye bir durum. Biz hazırlıklı olsaydık ya da belli mevzileri tutmuş olsaydık, harekete daha farklı nüfuz etmiş olsaydık, işçilerin BMİS’e geçiş eğilimini BMİS’e devrimci müdahalenin kanalına da dönüştürebilirdik. Hem de güçlü biçimde. Sen Reno’yu tutsan, Tofaş’ı tutsan, BMİS’e çok güçlü bir müdahale imkânı yakalarsın. Böyle bir zemin yoktu. Bu nedenle işçiler bu açmaz içinde dönüp duruyor, aynı sendikal düzen içerisinde kalıyorlar.
Eğer Greif yalnızlaşmasaydı, çok yönlü kuşatma altında kalmasaydı, DİSK’e müdahalemizin güçlü bir kalesine dönüşebilirdi. Ama dönemedi, çünkü nesnel bir durum var. Tek biçim altına sokmak doğru değil derken, biraz bunu demeye çalıştım. Yeri gelir bu sendikal düzenin dışında bir alternatif gösterilebilir, yeri gelir onun içinde güçlü bir müdahalenin dayanağı olarak da değerlendirilebilir. Sınıf hareketinin bugünkü durumu ve bizim gerçekliğimizden kaynaklı bu açmazları döne döne yaşıyoruz.
İa: Gerçekleştirilecek müdahale, sendika değiştirme ya da nerede örgütleneceği tartışması ancak somut durum üzerinden netleştirilebilir. Genel ilkesel esaslar konulduktan sonra gerisi buna uygun somut tartışmadır. Sınıf mücadelesinin dinamikleri nedir? Yerel ölçekte, fabrika ölçeğinde, sektör ölçeğinde ve sınıf hareketinin toplamı ölçeğinde bunu değerlendirmek, bunun üzerinden bir hareket noktası yaratabilmek gerekiyor.
Gebze’de metal sektöründe ya da petro-kimyada örgütleneceksek, Gebze’nin somutluğu belirleyici olabilmeli. Gebze’deki sınıf mücadelesinin nesnel tablosu, sendikal hareketin tablosu hareket noktamızı belirleyebilmeli. Biz sonuçta nesnel tabloya müdahale etmeye, oradaki dinamikleri birtakım süreçlerden geçirerek açığa çıkartmaya çalışıyoruz. Gebze’nin sınıf profili, dinamikleri farklıdır, İzmir’inki farklıdır. Trakya açısından başka bir şeyi tartışmak gerekir. Somut durum üzerinden ancak bir hareket planı çıkarılabilir.
Sendikal bürokrasi bugün sınıf mücadelesinin önüne koca bir duvar örmüş durumda. Sınıf hareketinin sınırlı da olsa ortaya çıkan dinamiklerini kötürümleştiren bir uğraş içinde. Ördüğü duvarla sadece suyu tutmaya çalışmıyor, niteliğine, birikimine de olumsuz anlamda müdahale ediyor. Yani sadece sınıfı birtakım sınırlarda tutma eğiliminde değil. Bu anlayış öylesine kökleşmiş ki, en ilerisi görünen BMİS de aynılaşmış durumda. Kendi örgütlenme deneyimlerimizden biliyoruz. Sınıfın kendi iç dinamikleri üzerinden örgütlenme eğilimlerine sık rastlanıyor. İlk yaptıkları iş, mücadeleci unsurların fabrikanın dışına atılması oluyor. Ve işçilerin bir kesimini kendi dayanağı haline getiriyor. Bu çok önemli bir sorun ve çok tehlikeli bir tutum.
Bir başka örnek Metal Fırtına deneyimi. Bir dizi fabrikada BMİS’e geçildi. Ford örneği çarpıcı bir örnek. Bizim müdahale kanallarımızı oldukça sınırlıydı. Öne çıkan işçiler üçbin işçiyi BMİS’e götürdüler ama BMİS onları almadı. Daha güçlü olsalar, daha bilinçli olsalar, ben buraya geldim, girerim sendikanın içine diyebilirlerdi. Ama mevcut niteliği buna el vermediği için bir tepkiye dönüyor. BMİS niye almıyor? Çünkü gelenleri denetim altına alıp almayacağı konusunda bir fikri yok. Kendi zeminlerini sarsma ihtimalini gözetiyor. Direnişin içinden çıkmış gelmiş üçbin kişilik sınıf bölüğü, sadece İzmit şubeyi değil BMİS’in toplam dengesini sarsacak bir güç. 30-35 bin üyeli BMİS gerçeğini düşünürsek, onun neredeyse onda biri oranında bir işçi bölüğü direnişin içinden geldiğinde, onun dengelerini sarsar. Onun için cesaret edemediler.
Dolayısıyla, içinden değiştirmek, dışından değiştirmek gibi genellemeler yapılamaz. Biz içinden değiştirmeyi zorlayacağız, dışardan birtakım dinamikleri zorlayacağız. Karşımızda bir duvar varsa, o duvara her yolla gedik açmaya çalışacağız. Bunun ne şekilde gerçekleşeceği yine somut bir değerlendirmenin konusudur. Biz sınıfa sadece sendikal alan üzerinden gitmeyeceğiz. Bütünsel müdahalenin bir parçası olarak sendikal zemine de müdahale etmeye çalışacağız.