Komünist kimliğin vazgeçilmez bileşeni...
İdeolojik-teorik donanım
Partideki niteliği çok yönlü olarak geliştirmek, bunu başta mevcut kadro potansiyeli üzerinden hayata geçirmek hedefi, önümüzdeki sürecin temel gündemleri arasında yer alıyor. Parti bünyesinde böylesi bir birikimin kazanılması ise her şeyden önce çok yönlü, sistemli ve bir disiplin içerisinde planlamış bir eğitim sürecini gerektirmektedir. Bu sürecin en temel unsurlardan birisi ise “teorik donanımı” güçlendirmeye yönelik olanıdır.
Uzunca bir süredir parti, saflarımızda bu alanda yaşanan zayıflığı çeşitli vesilelerle gündeme getirmiş, dahası iki kongre platformu üzerinden de sorunu tüm açıklığı ile tanımlamıştır. Son olarak Ekim’in Eylül 2011 tarihli başyazısında yer alan şu değerlendirme sorunu bütün bir açıklığı ile bir kez daha ortaya koymaktadır:
“Partide ideolojik donanım sorunu hızla çözülmesi gereken bir sorun olarak durmaktadır önümüzde. Bugün partide, parti örgütünün tüm kademelerini kesen ciddi bir ideolojik donanım yetersizliği sorunu vardır. Kadrolarımızın büyük bir bölümü gençtir ve marksist dünya görüşünün esasları konusunda asgari bir eğitimden yoksundur. Çalışmamızın yoğunluğu, temposu, görevlerin kapsamı ve ağırlığına kıyasla belirgin kadro yetersizliği, bu zaafiyeti süreklileştirmekte, bu ise partimizin toplam çalışmasını zayıflatmakta, bununla da kalmayıp geleceğini de tehdit etmektedir. İdeolojik konumunu ve doğrultusunu partinin toplam kolektif kimliği, daha somut olarak da kadroları üzerinden güvenceye alamayan bir partinin geleceği her zaman tartışmalı kalacaktır.” (Ekim, sayı: 275, Eylül 2011)
Dünyayı değiştirmek iddiası öncelikle onu kavramayı gerektirir
Üretim ilişkileri temelinde uzlaşmaz karşıtlıklar üzerinden sınıflara bölünmüş bir dünyada yaşamaktayız. Gündelik hayat içerisinde karşımıza çıkan çok yönlü sorunlar, iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel gelişmeler tam da bu nesnel zemin üzerinde şekillenmekte, toplumsal yaşamın her alanında kendi sonuçlarını ortaya koymaktadır.
Sınıflar arası gündelik mücadeleden egemen güçlerin iç çelişkilerine, kadın sorunundan ulusal soruna ve yaşamın diğer alanlarına kadar götürebileceğiniz bu nesnel-pratik süreçler, kendi iç ilişkileri ve çelişkileriyle beraber karmaşık bir bütünlük oluşturmaktadır.
İşte bu karmaşık ilişkiler yumağı olarak karşımızda duran dünyayı değiştirme iddiasıyla yola çıkan her devrimci açısından, öncelikle bu kapsamlı süreçleri doğru ve bütünlüğü içerisinde kavrayabilmek büyük bir önem taşımaktadır. Bunun yolu ise “en ileri teoriyi” kılavuz edinmek, yani Marksizm’i kuşanmaktan geçmektedir.
Ortaya konulan bu çerçeve “genel” bir belirleme olarak algılanabilir. Fakat yaşamını işçi sınıfı davasına adamış, bu uğurda soluksuz bir sınıf faaliyeti yürüten biz komünistler için bu genel çerçeve “özel” bir sorumluluk alanını işaret etmektedir. Çünkü devrimci teorik donanım komünist kimliğin en temel bileşenlerinden birisidir ve bu yönlü bir zayıflık ya da eksiklik komünist kimliğin temel kusurlarından birisi sayılmalıdır. Devrimci teoriyi gündelik pratiğe yön veren bir kılavuz, güncel ve tarihsel her türlü gelişmeye ışık tutan bir meşale olarak ele almayan, döne döne pratiğin devrimci eleştirisi ile teorik gelişime katkı sunmayan bir kimlik eksik bir kimliktir.
Dolayısıyla, teorik donanımın güçlendirilmesi, bu açıdan ortada duran görev ve sorumlulukların eksiksiz bir şekilde hayata geçirilmesi büyük bir önem taşımaktadır. Önümüzdeki süreçte en başta marksist teorinin kavranması doğrultusunda gündeme gelen eğitim çalışmaları (gerek kolektif gerekse bireysel olarak) kritik bir yerde durmaktadır.
Sorun bir kez tanımlandıktan sonra geriye ona pratik olarak yönelmek kalıyor
“… Gerçekte ve pratik materyalist için, yani komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek, var olan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir…” (Karl Marks, Alman İdeolojisi)
Bu alıntı güncel sorumluluklarımıza dair alınması gereken devrimci tavrı da özetler mahiyettedir: “Var olan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmek...”
Bu yaklaşım, saflarımızda uzun bir süredir tartışılagelen eğitim sorunu için de geçerlidir. Zira eğitim sorunu her seferinde döne döne partinin önüne koyulmakta, tüm kapsamı ve farklı boyutlarıyla birlikte herhangi bir tartışmaya yer bırakmayacak bir açıklıkta tanımlanmaktadır.
Bu noktada artık, sorunun kendisine pratik olarak yönelmek, yani Marks’ın ifadesiyle var olan duruma pratik olarak saldırmak sorumluluğu ile yüz yüzeyiz.
Eğitim faaliyeti kesintisiz sürmesi gereken devrimci bir eylemdir
Teorik donanım, bir başka ifadeyle marksist dünya görüşüne hâkim olmak sorunu, salt var olanı edinmek süreci değil, devrimci teoriyi bizzat savaşım içerisinde daha ileriye taşımak, onun canlı özü ile bütünleşmek anlamına gelmektedir. Bir kez daha bu sorumluluk herhangi bir tartışmaya yer bırakmayacak bir biçimde komünistlerin, en başta biz partili komünistlerin omuzlarındadır. Bunun kendisi çok özel bir çaba, bu sorumluluğun ihtiyaç duyduğu bir emek ve yoğunlaşma süreci, dahası bütünlüklü bir eğitim anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla devrimci eğitim faaliyeti, bununla birlikte devrimci teorik birikimin güçlendirilmesi süreci, tarihsel eylemin seyri içerisinde yeri herhangi bir şeyle doldurulamayacak somutlukta pratik bir süreçtir. Kesintisiz olarak sürdürülmesi zorunlu olan “devrimci bir eylemdir”.
Bu nedenle, partinin tanımladığı eğitim sorununu ve gündeme getirdiği eğitim politikalarını bu eksende kavramak büyük önem taşımaktadır. O halde komünistler olarak başta dünya görüşümüz üzerinden gündeme gelen teorik eğitim faaliyetini rutin bir okuma çalışması halinden çıkarmalı, yukarıdaki bakış üzerinden hayata geçirmeyi hassasiyetle gözetmeliyiz.
“Eğitimde ter dökmeyenin savaşta kanı dökülür”
Ara başlıkta “Moskova Önlerinde” romanından alınan kısa cümle, devrimci eğitimin devrimci eylemle olan diyalektik ilişkisini güçlü bir şekilde özetlemekte, “kişisel inisiyatifin” burada tuttuğu temel rolün altını çizmektedir. Elbette ilgili romanda eğitim bütünlüklü bir süreç olarak ele alınıyor ve o günkü savaş koşulları üzerinden somutlanıyor. Fakat kendi içerisinde ayrıştırdığınızda da, her bir eğitim faaliyeti için kişisel inisiyatif ve çaba büyük bir önem taşımaktadır.
Dolasıyıla, önümüzdeki dönemde her bir kadronun eğitim sorunu karşısında alacağı tutum partinin niteliksel gelişim süreci üzerinde bir kez daha tayin edici olacaktır. Zira bugün için partimizin önüne koyduğu devrimci eğitim faaliyeti açısından -ki en başta teorik donanım açısından- katedilecek mesafe ilk olarak mevcut kadrolar şahsında kendi sonuçlarını yaratacaktır.
Bunun kendisi, partinin önüne koyduğu nitel gelişim sürecini somutta kadrolar üzerinden, pratikte ise kadroların verili sorun karşısındaki tutumları üzerinden izlemek anlamına gelmektedir. Bu süreçte devrimci eylemin öznesi de, sonuçları itibarıyla yaşanacak gelişim sürecinin nesnesi de yine aynı insanlar olacaktır. Bu diyalektik ilişki gereği devrimci eğitim faaliyeti söz konusu olduğunda, kolektif iradenin yönlendiriciliği kadar kişisel çaba da büyük bir yer tutmaktadır.
Marksist dünya görüşü devrimci konumun biricik güvencesidir
Verili tarihsel koşullar karşısında alınan tutumlar, gerek tek tek kişiler, gerekse amaç birliği etrafında yan yana gelmiş örgütlü güçler şahsında sınıfsal bir konumlanışa tekabül etmekte, tarihsel-toplumsal harekette tuttukları yeri belirlemektedir. İşte bu sınıf konumu ve verili koşullar üzerinden şekillenen dünya görüşü, temsil ettiği güçlerin mücadele yol ve yöntemlerini, yaslandıkları maddi temeli, yürütülen savaşımda kullanılan araçları vb. doğrudan belirler.
Güncel bir örnek vermek gerekirse, bugün bu topraklarda birileri krizler ve bunalımlar içerisinde debelenen, savaş ve işgallerle tüm yeryüzünü yıkıma sürükleyen kapitalist sistemi “demokratikleştirmek” ekseninde bir araya geliyorlar. İçerisine girmiş bulunduğumuz yeni bir devrimler dönemine hazırlığı bir kenara bırakıp, çökmekte olan sistem içerisinde kendilerine yer açmaya çalışıyorlar. Burada devrimcilik bitmiştir, dünyayı değiştirme iradesi bir kenara itilmiştir. İşte bunun kendisi yaşanan gelişmeleri sadece “kavramak” üzerinden sergilenen bir zayıflık değil, tam da bir sınıfsal kimlik ve dünya görüşü meselesidir. Yaşanan gelişmeler bu dünya görüşünün prizmasından geçerek kırılmakta ve buna tekabül eden bir kavrayış ve pratiğe dönüşmektedir.
Elbette sınıflara ayrılmış bir dünyada farklı sınıfsal konumlara sahip devrimci-ilerici güçler de yer alacaktır. Kendilerini çeşitli siyasal platformlar üzerinden ortaya koyan, mücadele yol ve yöntemlerini mevcut konumlanışları üzerinden tanımlayan bu kesimler, muhakkak ki temsil ettikleri sınıfın bayrağını taşıyacak, onun çıkarları ile örülü bir dünya görüşünü savunacaklardır. Bunda şaşılacak bir şey yoktur.
Dolayısıyla biz komünistler de temsil ettiğimiz sınıfın, işçi sınıfının dünya görüşü olan Marksizm ile kuşanmalı, onu devrimin şaşmaz bir eylem kılavuzu haline getirebilmeliyiz. Zira işçi sınıfının ve buna dayalı bir devrim anlayışının dünya görüşü olan Marksizmi kavramak ve ileriye taşımak, ne akademi koridorlarında vaaz veren küçük burjuva aydın takımının ne de devrime çoktan arkasını dönmüş liberal reformist cenahın işidir. Bu, kelimenin tam anlamıyla “aslolan dünyayı değiştirmektir” diyen marksistlerin, yani biz komünist devrimcilerin işidir. Bunun içindir ki, mücadelenin hangi evresinde olursak olalım, ister sınıf barikatlarında dövüşürken, isterse zindan koşullarında direnirken, kesintisiz bir şekilde marksist eğitim faaliyetini sürdürmek sorumluluğu ile hareket etmeliyiz. Bu, mevcut devrimci konumun da biricik güvencesi olacaktır.