(Ümit Altıntaş/Tuna yoldaşın kongre kapanış konuşması)
Uzun ve başarılı bir çalışma...
Kongremiz uzun ve başarılı bir çalışma maratonunun ardından sonuçlanmış bulunuyor. Kongremiz herşeyden önce devrimci bir kongre oldu. Bunu basit anlamda, devrimci bir örgütün kongresi olması anlamında söylemiyorum. Bizim için kongre ya da konferanslar, belli periyodik zaman dilimlerinde, belli tüzük kuralları gereği olarak toplanan biçimsel platformlar olmadı hiçbir zaman. Her ulaştığımız politik-örgütsel düzeyde, onlar olmaksızın yeni açıklıklara ulaşamayacağımız, daha ileriye sıçrayamayacağımız dönemlerin ihtiyacı olarak gündeme geldiler. Bu çerçevede parti kuruluş kongremiz de, on yılı aşkın zorlu bir mücadele sürecini partinin ilanıyla taçlandırmak ve daha güçlü bir mücadele sürecine partili kimlikle girmek ihtiyacının bir ürünü oldu. Ve sonuçta başarılı çalışması ile bu işlevi gördü.
Örgütün üst platformlarına verdiğimiz bu anlam, bizi devrimci hareketten ayıran önemli bir noktadır. On yıllık siyasal yaşamımız boyunca, özellikle ilk kuruluş yıllarında henüz bir örgütsel yapımız olmadığı da dikkate alınırsa, dört kez örgütün en üst platformunu üç konferans ve bir kongre şahsında toplamış olmamız, aslında bizim parti iddiamızı, devrimci iktidarı ve devrimi ciddiye aldığımızın bir göstergesidir.
Kongremizin başarısı önümüzdeki dönemi
kazanmanın güvencesidir
Son olarak tartışıp onayladığımız tüzüğümüze her iki yılda bir parti kongresi toplama hükmünü yazmış bulunuyoruz. Bu, önümüzdeki iki yıl içerisinde, bu kongrenin açıklıklarının pratik hayata karşılık bulacağı, bunun üzerinden örgütün bir bütün olarak kendini yenileyerek bir üst düzeyde yeni bir kongrede ifade edebilecek bir gelişme temposuna sahip olacağı anlamına geliyor.
Bu, politik mücadelemiz ile örgütsel müdahalelerimiz arasında güçlü bir bağ olduğunu da gösteriyor. Kısır bir döngü içinde dönüp duran değil, gelişen bir politik-örgütsel mücadele için de normal olan budur. Bu güçlü bağ, bütün kongre boyunca görüldü. Bizim için her taktik politika tartışması, bugünkü örgütsel düzeyimiz ve örgütsel görevlerimizle ilgili sonuçlar doğurdu. Ya da örgütsel alandaki tüm sorunlar, yeniden politik mücadele için çıkarılan sonuçlar üzerinden tartışıldı. Geleneksel akımlar bu güçlü ilişkiyi kuramadıkları içindir ki, sorunlarla kendi içinde uğraşmakta; ne disiplin, güvenlik vb. sorunları, ne de politik alandaki başka sorunları çözme gücü gösterebilmektedirler. Kongremiz, bu ve benzeri tüm konuların ele alınışında ortaya koyduğu devrimci yöntemle, sorunlara yaklaşımda teori ile pratik, politika ile örgüt arasında kurduğu güçlü bağ ile, gerçek bir çözüm gücü olmuştur.
Buna karşın, politika ile örgütün paralel gelişimi içinde, örgütün hep özerk bir yanı vardır. Biz buradan, uzun ön tartışmalar ve günlerce süren kongre tartışmaları içinde geliştirilip ortaya konulan, ayrıntılara inen tartışmalar içinde olgunlaştırılıp onaylanan bir programla çıkıyoruz. Buradan önümüzdeki döneme ilişkin çok yönlü zengin taktik politik açıklıklarla çıkıyoruz. Ama örgüt alanında gereken hassasiyeti, atılması gereken adımları atamadığımız sürece, bunlar kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur. Kongremiz bir örgütsel platform olarak, bu örgütün en üst platformu olarak, oynaması gereken rolü fazlasıyla, asgari bir başarının ötesinde oynadı. Bu anlamda önümüzdeki iki yıl güvencelenmiş demektir. Bu kuşkusuz süreçlere ilişkin rehaveti gerektiren bir tespit değildir. Bu, kongrenin kendi rolünü oynadığına bir vurgudur. Bu, bundan sonrasının ulaşılan açıklıklar üzerinden, başta buradaki kadrolar olmak üzere parti örgütlerimizin üzerine kaldığına dair güçlü bir vurgudur. Biz bu kongreyi gerçekleştirmeksizin daha ileri bir örgütsel ve politik düzeye ulaşamazdık. Kongremizin başarısı bundan sonraki sürecimizin bir ön güvencesidir. 3. Genel Konferans’ımız, dönemin örgütsel süreçlerine devrimci bir cevap olmak sayesinde, bize bir sonraki sürecin kazanılmasını garantilemişti. Aynı şekilde, Parti Kuruluş Kongremiz ile de önümüzdeki iki yılı bu anlamda şimdiden kazandık.
Devrimci amaçlara bağlanmış bir örgütsel
demokrasinin gücü ve dinamizmi
Bugüne kadarki parti inşa sürecimiz içerisinde örgüt içi demokrasi, saflarımızda da yer yer, üyelerin kişisel/biçimsel hakları olarak algılanabildi. Ama kongremizin de pratik planda ve pozitif anlamda gösterdiği gibi, bu konudaki hassasiyetimiz üyelik haklarına ilişkin bir hassasiyetin çok ötesindedir. Ancak iç işleyişinde devrimci temeller üzerinde yükselen bir demokrasiye, onun platformlarına sahip bir örgüt, savaşımın zorlu ve kritik süreçlerinde en büyük devrimci enerjiyi açığa çıkartabilecek gücü bulabilir. Eğer bürokratik bir örgütünüz, bürokratik bir işleyişiniz varsa, savaşın o en kritik anında siz savaş gücünüzü açığa çıkaramazsınız. Dahası, iç birliğinizi bile koruyamaz, iç ve dış etkenlerin birleşik basıncı altında parçalanırsınız.
Bu yönüyle Olağanüstü Konferans’ımız bizim için bir sınavdı. Biz ancak, tam da Olağanüstü Konferans’ta gerçekleştirdiğimiz gibi, devrimci örgüt içi demokrasiyi işleterek tasfiyeciliği dışımıza atabilir ve gelişme sağlayabilirdik. Örgüt içi demokratik işleyiş geleneksel akımlarca genellikle hep çarpık bir biçimde, ayrılıklarda ve ayrılanlar için gerekli bir ihtiyaç olarak anlaşıldı. Böyle anlaşılınca da, çoğu kere “örgütün çıkarları” gereği reddedildi. Oysa tam tersine, örgüt içi demokrasi tam da örgütün birliğini ve bütünlüğünü, gücünü ve dinamizmini koruyup geliştirmek için, tam da bu sayede tasfiyeci, yıkıcı, bölücü unsurları örgüt çapındaki dinamik bir mücadeleyle süpürüp atmak için gereklidir.
Bizim komünist bir akım olarak siyaset sahnesine çıkışımız, 12 Eylül yenilgisinin anlaşılması ve buna neden olan zaafların aşılması devrimci çabası çerçevesinde, örgüt içi demokratik süreçleri zorlamamız sonucu gerçekleşmiştir. Bu kuşkusuz ki bir rastlantı değil. Burada, gerçek rolünü oynayan bir kongre ya da konferansın, örgütün tıkandığı noktalara ilişkin açıklıklar yaratmakla ilgili yönü ve fonksiyonu öne çıkıyor. Dolayısıyla TDKP’den ayrılış süreci, bir konferansın devrimcilerin elinde nasıl da bir ideolojik sıçrama basamağına çevrilebildiğinin gösterilmesi açısından önemli bir örnek ve deneyimdir. Dikkat edilsin, bu noktada konferansın demokratik bir iç işleyişin parçası olabilmesi, o günkü ayrılıkta kimin çoğunluk olduğunun belirlenmesiyle kıyaslanamayacak bir devrimci sonuç doğurmuştur. O konferansta demokratik işleyiş ve platformdan uzak duranlar bugün reformizmin taşıyıcıları, o gün demokratik iç mücadelenin savunucuları ise bugün devrimin ve sosyalizmin militan temsilcisi olarak doğan partimizin bir parçasıdırlar.
Biz geleneksel sol hareketin bir türlü sağlıklı bir biçimde çözemediği bu sorunu çözdük. Bu pratiğin kendisi bile, daha önce olduğu gibi bugünden sonra da, örgütsel mücadelemizde demokrasinin hep devrimci enerjinin, devrimci örgütün, devrimci politikanın ihtiyaçları çerçevesinde bir anlam taşıdığını, üyelerin haklarından önce üyelerin görev ve sorumluluklarıyla ilgili yanının ağır bastığını ortaya koymuştur. Yine bu deneyim; ancak örgütün düşünsel hayatına katılan, program, taktik politika, örgüt ya da ideoloji alanına ilişkin olarak kendini örgüte katan bilinçli ve aktif üyelerin, üyesi bulundukları partiyi gerçekten daha ileriye taşıyabileceklerini göstermiştir. Zira bir şeyin başarıyla uygulanabilmesi için, öncelikle onun iyi bir biçimde anlaşılabilmesi, gönül rahatlığıyla sindirilebilmiş olması gerekir. Parti üyesini parti yaşamına aktif ve çok yönlü olarak katan parti içi demokrasinin bu açıdan çok büyük bir önemi var.
Bu nedenle hareketimiz, örgütün bütün militanlarını canlı ve kapsamlı bir tartışma ortamına sokabilmek için dört aylık yoğun bir ön hazırlık sürecinin ardından geniş bir temsiliyete dayanan bir kongre toplama tercihinde bulundu. Bunun politik mücadele açısından kazanımları gelecek dönemde ayrıca görülecektir. Ancak böyle bir Kuruluş Kongresi, önümüzdeki dönemi ve partiye ilişkin iddiamızı gerçekleştirebilme şansını kazandırabilirdi ve nitekim bugün kazandırmış bulunuyor.
Burada bir parti kurduk, böylece
ortaya tarihi önemde bir iddia koyduk
Bir iddiada bulunuyoruz, bir parti kurduk. Böylece ortaya tarihi önemde bir iddia koyduk. Parti, sınıfın siyasal temsili ve devrim hedefi demektir. İlk temel değerlendirmelerimizden başlayarak, devrimle aramızda parti dışında bir aşama tanımlamadık. Bizim için tüm sorunlar parti ve devrim davasının sorunlarıydı. Bizim için stratejik nitelikte olan bu iki hedeften birini, partimizin kuruluşunu gerçekleştirmekle kazandık. Önümüzde devrim hedefi var. Ama bu sadece kağıt üzerinde bir iddia olmayacaksa eğer, bilmemiz ve anlamamız gereken şudur ki, bu bir “cüret etme” değildir yalnızca. Bu aynı zamanda, bu mücadelenin güçlerinin partimizin saflarında ve bu ülkenin toplam devrimci birikimi içinde olduğunu bilebilmektir de. Biz bu ülkede örgütlerin ya da devrimcilerin parça parça mücadelenin dışına düştükleri bir dönemde tok bir devrim iddiasıyla ortaya çıkabiliyorsak eğer, bu, bu ülkenin devrimci dinamiklerinin ne olduğu konusunda bir bilinç açıklığı ve bunun nasıl açığa çıkartılacağı üzerine bir iddia demektir. Programın bilimselliği üzerine yaptığımız tartışmanın bir yanı da budur aslında. Bu, bilimsel sosyalizmin, bizim temsil ettiğimiz proleter sosyalist akımın, Türkiye’de devrimciliği bir kısır döngüye mahkum kılan küçük-burjuva devrimciliğinden ayrıldığı noktadır. Biz bilimsel sosyalistleriz ve bu ülkede devrimin nasıl gerçekleştirilebileceğine ilişkin açıklıklara sahibiz. Parti öncesi örgütümüzle, EKİM’le ilgili olarak hep “Cüret etmek ve başarmak!” şiarını kullandık. Geleneksel devrimci hareket belki birçok durumda cüret etti, ama başaracak güçleri açığa çıkartamadı. Bu ülkenin devrimci damarından hep beslendi, ama onu daha ileri düzeyde açığa çıkartacak olanaklara sahip değildi. Küçük-burjuva devrimciliği onu bir yanıyla hep bozdu ve sınırladı.
Bir siyasal akım olarak komünistlerin geldikleri yerde, “cüret etmek” şiarı, artık yalnızca bir niyeti anlatmıyor. Bu cüretin güçlerini bulmak noktasında bilimsel ve politik bir temele sahip olmakta buluyor asıl anlamını. Parti Kuruluş Kongremizin de asıl anlamı buradadır. 1980 sonrasında, üstelik hemen hiçbir ciddi birikim devralmadan, devrimci bir hareketi yaratma gücü tam da bu sayede bulunabildi. Biz bunun, gelişimimizin kendi mantığı içinde, belli bir insan grubunun kendi iradesiyle başarılabileceği bir iş olmadığını söylüyoruz. Eğer çıkışımız devrimci mücadele için gerçek bir ihtiyaç olmasaydı, biz bugün ömrünü doldurmuş dediğimiz çok sayıda gruptan biri olurduk. Böyle olmadıysak eğer, bu soyut bir iddiada bulunmanın ötesine geçmekten, bu iddiayı ciddiye alıp somutlamaktan dolayıdır. Başarımızın sırrı, ortaya koyduğumuz iddianın gerçek bilimsel kapsamını ideolojik ve örgütsel düzeyimiz üzerinden açığa çıkartabilmektedir. Bu açıdan kongremiz cüreti tüm tartışmalarda, program tartışmalarında, taktik politika tartışmalarında, örgüt ve tüzük tartışmalarında gösterdi.
Bazı örnekler vereceğim. Program tartışmaları, bizim sadece dar anlamda örgüt militanlarının eğitimi açısından düşündüğümüz Komünist Manifesto’yu 150. yılında yeniden canlandırmanın değil, en ileri kadro gözünde onun ne büyük bir silah olduğunu göstermenin fırsatı oldu. Bizim için önemli olan, ortaya çıkan programdan önce, bütün bir örgütün kongre delegasyonu üzerinden program bilinciyle donatılmasıydı ve bunun gereklerine uygun davranıldı. Taktik politika tartışmalarımızın tümü, belli somut durumlara ilişkin tartışma ve değerlendirmeler olmaktan çok, partinin, partimizin toplumun en ileri ve tek devrimci sınıfının siyasal temsilcisi olduğunun ilanıdır. Bundan sonra neyi anlamamız, nereye yüklenmemiz gerektiğini buradan, bu temel kriter üzerinden saptamamız gerektiği üzerine bir sonuçtur. Taktik mücadele içersinde tartıştığımız daha dar alanlara bakıldığında, ordu içinde çalışma gibi, kırsal alan-köylü çalışması gibi, bunların tümü, gelişmemizin geldiği yer üzerinden değil, ama gerçekten partiyi kazandığımız bir yerde devrimin nasıl başarılabileceği üzerine tartışmalar oldu. Tartışmalarımız, pratik gelişme içinde geldiğimiz yerde bizi zorlayan, açıklığa ulaştırmamız gereken alanları aştı, gerçekten sınıfın siyasal temsilciliğinin, devrimci sınıf temsiliyetinin ihtiyacı üzerinden tartışmalar oldu.
Partiyi kazandık! Uğruna tereddütsüz öleceğimiz
bir davayı kazanmış olduk!
Bu gözle bakıldığında, en çok da geliştiğimiz ölçüde yeni sorunlarla karşılaştığımız örgüt alanındaki tartışma ve açıklıklar, büyük bir ciddiyetin ve cüretin göstergesidir. Türkiye’de bir yanı kendiliğindenciliğe ve federalizme, bir yanı ise bürokrasiye dayalı devrimci örgüt yapısı karşısında, Bolşevik deneyimi sahiplenen, sürdüren ve onu kendine özgü deneyimimizle zenginleştirmeye çalışan bir örgütüz. Bölge örgütlerine dayalı, ne kadar operasyon yerse yesin, ne kadar tasfiyecilikle karşılaşırsa karşılaşsın, Ekim Devrimi’ni gerçekleştirmiş bir parti geleneğinin bir adımını attığımızı, gelinen yerde bu adımı yetkinleştirme ve kalıcılaştırma gibi bir sorunla yüzyüze olduğumuzu söylüyoruz. Bölge örgütleriyle ilgili yaptığımız bütün bir tartışma, Bolşevizmin bu topraklarda bir yeniden üretimi cüretidir, bunun tok bir iddia olarak ortaya konulması ve pratikte başarılmasının güvencesidir.
Devrimcilik bir yıkma ve yeniden kurma diyalektiğidir. Biz 1987’de siyasal mücadele alanına çıktık. Yüzümüzü esasta düzene dönmüş olmakla birlikte, duruşumuz küçük-burjuva devrimciliğini aşmaya ve yıkmaya dönüktü. Ona yönelik eleştirimiz, onun tarihsel bir ara dönemin ürünü olarak neden bittiğinin ilanıydı. Yıkıcı bir eleştiri olarak bunun bir değeri vardı; ama partiye kadar daha ileri bir devrimciliğin, sınıf devrimciliğinin üretilebileceği bir iddiaydı, buna dönük bir cüretti.
On yıllık süreç içinde cüret ettik ve başardık. Geldiğimiz yer, yıkmayla yeniden yaratma arasındaki o ilişkinin şimdi yüzünü tümüyle ve gerçek kapsamıyla düzene dönmesi gereken yerdir. Şimdi bütün değerlendirmelerimizdeki düzene dönük yan gerçek maddi temellerine kavuştu ve bundan böyle bunun üzerinden anlam bulacaktır. Buradan bakıldığında, yeni girdiğimiz partili mücadele evresi, düzeni yıkacak maddi güçleri bulmanın, pratiğini gerçekleştirmenin ve önceki deneyimleri de dikkate alarak bu topraklarda sosyalizmi yeniden yapılandırmanın cüretidir.
Partiyi kazandık! Gerçekte geleceğimizi, gözbebeğimiz gibi korumamız gereken temel bir tarihsel aracı kazandık. Üzerine artık tereddütsüz öleceğimiz bir davayı kazandık. Artık tereddütsüz öleceğiz! Çünkü parti öncesindeki bütün birikim güvenceden yoksundu. Parti inşa süreci hep bir biçimde attığımız adımların sallantılı olduğu, güvenceli olmadığı adımlardı. Şimdi tereddütsüz öleceğiz! Çünkü parti, her ne olursa olsun, bundan sonra bu birikimin yok edilemeyeceğinin maddi bir karşılığıdır.
Partiyi kazandık! Önümüzde sınıfı partiye kazanma, parti ve sınıfa dayanarak devrimi kazanma sorumluluğu var!
Şan olsun partimize, Türkiye Komünist İşçi Partisi’ne!
Kasım 1998