Logo
< Sinan yoldaşın ardından... - Nilgün Eren

Teslim Demir’in anısına… / 3


20. Yılında TKİP ve Teslim Demir

H. Fırat

“Dünyada ve Türkiye’de Bir Dönemin Sonu”

1960 ile 1980 arası Türkiye’de ve dünyada devrimci yükselişler dönemiydi. ‘60’lar Türkiye’sindeki modern sosyal uyanışla birlikte solun gelişip serpilmesi, giderek devrimcileşmesi, ardından ‘70’li yılların ikinci yarısında toplumun gündemine daha etkin bir biçimde girmesi bu tarihi dönemde yaşandı. ‘70’li yılların sonuna doğru tepe noktasına ulaşan hareket, 12 Eylül askeri faşist darbesiyle bir kırılmaya uğradı. Kırılma, dünya ölçüsünde devrim dalgasının hızla geri çekildiği ve sistemin kapsamlı karşı saldırısının başladığı bir tarihsel evreye de denk geliyordu.

Kapitalist dünya sisteminin ikinci emperyalist dünya savaşını izleyen otuz yılın ardından ‘70’li yılların ortasında baş gösteren büyük krizi, çıkış yolu olarak sözkonusu karşı saldırıyı gündeme getirmişti. 1980’li yılların hemen başına denk geliyordu bu. Thatcherlar, Reaganlar, Kohller hep bu aynı dönemde başa geldiler. “Yeni sağ” da denilen dizginsiz neo-liberal gerici saldırganlığın temsilcisi oldular.

Sovyetler Birliği’nin iç sorunlarla boğuştuğu, Polonya’daki gelişmeler ve Afganistan savaşı nedeniyle uluslararası planda büyük itibar kaybına uğradığı, dolayısıyla dünya ölçüsünde karşı-devrimin kolayca saldırıya geçebildiği bir tarihsel evreydi bu. Nitekim olayların Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da bir yıkılışa gittiğini, bunun neo-liberal saldırganlığı ‘90’ların başında yeni bir düzeye çıkardığını biliyoruz. ‘90’ların başı, dünya ölçüsünde emperyalist “küreselleşme” saldırısı olarak tanımladığımız bir tarihi dönemi anlatıyor.

‘80’lerin başı Türkiye sol hareketinin yenilgisine ve dünya ölçüsünde devrim dalgasının dibe vurmasına, ‘80’lerin sonu ise Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’nın iç sorunların ağırlığı altında çökmesine sahne oldu. Bütün bu sürecin anlamı, EKİM III. Genel Konferansı’nın tanımlamasıyla, “Dünyada ve Türkiye’de Bir Dönemin Sonu”ydu.

12 Eylül yenilgisinin ardından dünyadaki bu gelişmeler, Türkiye devrimci hareketi için “çifte yenilgi” anlamına gelmekteydi. Bu çifte yenilginin basıncı altında sol çok büyük kırılmalara uğradı. İç tartışma, ayrışma ve arayışlarla belirlenen bir dönem yaşandı. ‘80’lerin ikinci yarısında sol bunu kendi öz gelişim süreçlerinin mantığı içinde yaptı. Sovyetler Birliği ayaktaydı ve olayların bir çöküşe varacağı henüz bilinmiyordu. Ama Türkiye solu büyük bir yenilgi yaşamıştı ve onu izleyen ilk toparlanma evresi, ister istemez bir muhasebe evresiydi de.

Eğer bir tarihi dönem geride kalıyorsa, yeni bir evreye ancak geride kalan evreyi bilince çıkararak ve bu temel üzerinde yenilenerek girebilirdiniz. Bir dönem geride kalıyor olabilir ama tarih akıyor. Çifte yenilginin üst üste bindiği bir evrede solun geleceğe yürüyebilmesi, kendi geçmişini bilince çıkarması ölçüsünde olanaklıydı.

Biz Ekimci komünistler, her iki yenilgiyle yüzleşmeye, her ikisinin nedenlerini anlamaya çalıştık. Her ikisinden de sonuçlar çıkarmaya ve kendi özgün ideolojik kimliğimizi buna göre oluşturmaya çabaladık. Ciddi hazırlıklara dayanan bir hesaplaşma değildi bu. Sürecin içinden gelen örgütlü devrimcilerdik. Bunun sorumluluğuyla yaşadığımız ve geride bıraktığımız dönemi anlamaya çalışıyorduk. Bu bizi devrimci hareketin bütününü sorgulamaya, ulaştığımız ilk sonuçlar ise halkçı devrimci hareketten kopmaya götürdü. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Avrupa’nın çöküşü hemen bu gelişmenin sonrasına denk geldi. Dolayısıyla “sosyalizmin sorunları” olarak tanımlanan tarihsel muhasebeye bizler kendi yeni konumumuz üzerinden yöneldik.

“Dünyada ve Türkiye’de bir dönemin sonuydu” sözkonusu olan ve bizim her ikisinden de çıkardığımız ciddi sonuçlar vardı. Hareketimizin özgün kimliğini belirleyen de bu oldu.

 ‘70’li yılların mücadelesi, merkezinde öğrenci gençlik olmak üzere büyük bir küçük-burjuva dalganın ifadesiydi. Kuşkusuz mücadele içinde bütün halk kesimleri vardı. Ama en politize olmuş, etkin ve inisiyatif gösteren kesimler, küçük-burjuvazinin ilerici katmanlarıydı. Yenilgi sonrası dönemde bu aynı toplumsal kesim büyük bir kırılma ve dağılma yaşadı. İki yükselişin yükünü taşımış, içinden binlerce, onbinlerce mücadeleci insan çıkarmış, büyük bedeller ödemiş bu sosyal katman, artık yeni bir mücadele döneminin yükünü taşıyacak durumda değildi. Küçük-burjuva kitlelerde artık eski coşku, mücadele isteği ve dolayısıyla da güçten yoksundu. ‘80’lerin ikinci yarısında, bu açıklıkla görülmüş oldu. Bu, bir dönemin toplumsal dayanaklarının yitirilmesi anlamına geliyordu. Solun yitirdiği dayanakların ilkiydi sözkonusu olan.

Buna ideolojik dayanaklarını yitirilmesi eşlik etti. Olduğu kadarıyla programlara eski inanç kalmadı. İzlenen çizgi hemen tümü için tartışmalı hale geldi. Bazı gruplar için bu daha çok bir anti-faşist mücadele çizgisiydi, bir devrim programı bile değildi. Bunu devrim programı halinde savunanlar için ise, o günün Türkiye’sinde o programı öylece savunma gücü kalmadı. Siyasal akımlar eski ideolojik konumlarına inançları yitirdiler. Koruyor gibi görünenlerin de gerçekte durumu farklı değildi. Tasfiyeci bir sürükleniş içinde eski çizgiler peyderpey terkedildi. Eski devrimci parti, örgüt ya da hareketler yerlerini legal reformist oluşumlara bırakarak peş peşe tasfiye oldular. Devrimci Yol yerini ÖDP’ye, TDKP EMEP’e, Kurtuluş önce ÖDP’ye ve ardından SDP’ye bıraktı. Bu köklü konum değişimi, eski çizginin terkedildiğinin en dolaysız ve tartışmasız bir itirafıydı.

Zamanında bu çizgilerin uluslararası dayanakları da vardı, her bir akım için kendine göre. Özellikle bazıları için bu çok belirgindi. ‘90’lı yıllara dönülürken bu uluslararası dayanaklar da artık çökmüş durumdaydı. SBKP çizgisinde hareket edenler kadar ÇKP ya da AEP çizgisinde hareket edenler için de. Her iki tarafa mesafeli durup da arada olanlar için de sonuç farklı değildi. Sosyalizmin yıkılışı olarak sunulan gelişme tümünün zayıf omuzlarına büyük bir ağırlık olarak çökmüştü.

Kısacası sol, içerde ve dışarda bir dönem kendisini vareden, kendisine bir anlam ve kimlik kazandıran toplumsal, siyasal, düşünsel ve moral dayanaklarından yoksun kalmıştı. Toplumsal tabanının yanı sıra ideolojik konumuna olan güvenini de yitirmişti. Uluslararası dayanakları ise yıkılmakla kalmamış, geride ideolojik ve moral açıdan zihinleri ezen, böylece tasfiyeci süreçlere yeni boyutlar kazandıran bir yük de bırakmıştı.

EKİM’in doğuşunu ve TKİP’yi neye borçluyuz?

Böyle bir dönemde ayakta kalmak, olup bitenler hakkında bazı ilk sonuçlara ulaşmak ve bu bilinç üzerinden geleceğe bakmaya çalışmakla olanaklı olabilirdi. Biz Ekimci komünistler bunu Türkiye sol hareketinin yaşadığı yenilgi üzerinden ilk adımda yapmaya çalışmıştık. Farklı bir konum ve kimlik üzerinden mücadele alanına çıkış dinamiğimiz buydu. Geçmiş sol harekete bütünlüğü içinde baktık. Bu bizim için temel önemde bir yöntemsel yaklaşım sorunu oldu. Bir dönemin devrimci hareketi kendi içinde şu veya bu ölçüde farklılaşmış olabilirdi. Ama ortaya çıkan siyasal akımlar gerçekte temel özellikleriyle aynı bütünün, aynı toplumsal-siyasal gerçekliğin özgün bileşenlerinden öte bir şey değillerdi. Elbette aralarında belli bir anlam ve önem taşıyan ideolojik farklılıklar vardı. Ama bugünün gözüyle baktığımızda, birini ötekinin çok önünde tutabileceğimiz bir nitelik ve kapsamda da değildi bunlar.

Hareketi bütünlüğü içerisinde kavramak, bir yandan bütünü içinde devrimci mirasına açıklıkla sahip çıkarken, öte yandan ideolojik-sınıfsal açıdan yapısal zaafiyetlerini köklü bir biçimde eleştirmek, böylece aşmak gerekiyordu. Bizim yapmaya çalıştığımız bu oldu. Bunu yapmaya çalışırken, inkârcı olmakla itham edildik. Oysa inkârcı değildik; tersine, geçmiş dönemde devrimci olanı yeni bir düzey üzerinden koruyup geleceğe taşıyabilmeyi olanaklı kılan biricik konumun temsilcileriydik. Nitekim bugün o mirası savunan ve bundan sonra da savunacak olan bir parti olarak duruyoruz siyasal mücadele sahnesinde. Geçmiş devrimci mirası savunmak devrimci kimlikte, devrimci örgütte, devrimci pratikte ve nihayet devrimci moral değerlerde ısrar demekti. Bunu bugün kimin başarabildiği gözler önündedir. Bizi zamanında inkarcılıkla suçlayanlarsa, kendi geçmiş konumlarını bile koruyamadılar, en iyi durumda düzenin uysal uzantısı reformist legal partiler haline geldiler. Tam da daha baştan, ayrışma sürecinin o ateşli tartışmaları içinde, tam bir açıklık ve kesinlikle öngördüğümüz gibi.

Bizler, Teslim Demir ve yoldaşları, ağır ve kolay bir yenilgiyle sonuçlanmış kendi geçmişimizi anlamaya, eleştirmeye ve aşmaya çalışıyorduk. Eleştirdiğimiz kendi öz mücadele pratiğimizdi. Kendi öz emeğimizin ifadesi bir anlayışı ve pratiği eleştiriyorduk. Elbette aşmak ve böylece yeni bir düzeyde yaşatmak üzere. Geride bıraktıklarımıza anlatmaya çalıştığımız özetle şuydu: Küçük-burjuva bir sınıfsal kimliğin ifadesi olan halkçı devrimci siyasal konum, çelişkili bir gerçekliğin ifadesidir. İleriye açık yönü proleter devrimciliğe, geriye dönük yönleri küçük-burjuva reformizmine götürür. Ağır bir yenilginin ardından artık ‘70’li yılların o eklektik devrimci demokratik konumu korunamaz. Ayrışma ve yeniden saflaşma kaçınılmazdır.

Bunlar o zaman söylediklerimizdi. Sonuçlar ise bugün gözler önündedir. İleriye çıkmayan geriye düşer diyorduk. Sonuç, geleneksel solun bugünkü tablosu demek istiyorum, tüm açıklığıyla gözler önündedir.

Eğer bir hareket, başlangıçta elinde çok sözü edilebilir bir avantaj da yoksa, buna rağmen yaşama gücü buluyorsa, bu hayat içinde gerçek bir doğrulanmadır. Bir dizi üstünlüğe sahip olan ya da öyle görünen parti ve grupların tükendiği bir dönemde, bugün TKİP diri ve dinamik bir varlıktır. TKİP fabrika işgalleri örgütleyebilecek, Metal Fırtınalar tetikleyebilecek, sınıf içerisindeki devrimci tutumundan dolayı yozlaşmış sendika bürokratlarını çileden çıkarabilecek konumda bir partidir. Devrimci örgütsel yaşamını sürdüren, kongrelerini, konferanslarını toplayan, devrimci değerlerini yaratmış, Teslim Demir yoldaş gibi soluklu ve tutarlı tertemiz devrimcilerle temsil edilen bir partidir. Bu tam da geçmişle hesaplaşma bilinci ve tutumunun sağladığı bir konum ve kimliktir. Başka bir açıklaması yok bunun. En elverişsiz bir başlangıçta, her türlü iftiranın, karalamanın, önyargının olduğu bir ortamda, devrimci kimliği koruyup geliştirmenin ve güç olmayı başarmanın sırrı buradadır.

Sonuçta hareketimiz kendini zorlu pratik süreçler içinde varetmeye çalıştı ve bunu başardı. Sinan yoldaşın oğlu, dört yaşıma kadar babamı tanımıyordum, diyor. Bu, yoldaşın aile yaşamından belirgin kopukluğunu da anlatan bir tanıklıktır. Nerede peki Sinan yoldaş? İşte bu hareketi yaratma çabası içerisinde, o kollektif emeğin ve çabanın tam da merkezinde. İfadenin en tam anlamıyla, dişimiz-tırnağımızla yarattık biz partimizi. Maddi-örgütsel manada hazır hemen hiçbir şey devralmış değildik. Herhangi bir hazır tabandan yoksunduk. Ama var olmayı ve bugünkü düzeye ulaşmayı başardık.

Bakınız TDKP çürütüldü ve sessiz sedasız gömüldü. Bir gömme töreni bile yapılmadan, bunun için bir kongre bile toplanmadan, demek istiyorum. Açınız, TDKP ile polemiklerimize yeniden bakınız, orada TDKP’nin bir ikinci kongresi yapılamayacaktır, deniliyor. Tam da dediğimiz gibi oldu, ikinci bir kongresini toplayamadan TDKP tarih oldu. Geride bıraktıklarımız herşeye rağmen devrimci bir parti olan TDKP’yi savunamadılar. Bize karşı bu partiyi savunuyor görünenler, çok geçmeden onu sessiz sedasız gömdüler. Geçmişi devrimci bir temelde eleştirip aşamazsanız, o aynı geçmişin devrimci kazanımlarını da koruyamazsınız, demiştik. Tam da dediğimiz gibi oldu, söylediklerimiz tam olarak doğrulandı.

Yetersizliklerimiz kadar başardıklarımızın da farkındayız!

TKİP’nin 20. Yılındayız. Bu vesile ile Teslim Demir ve yoldaşlarının emeği üzerinden bazı gerçeklere işaret etmiş oluyorum. Bu koşullarda biz bir parti yarattık. Partimizin tüm yetersizliklerinin de herkesten çok farkındayız. Bunları sürekli biçimde ortaya koyuyor, irdeliyor, eleştiriyor ve elbette aşmaya çalışıyoruz. Ama bu partiyi son derece elverişsiz bir tarihi dönemde yarattığımızı da unutmuyoruz. İdeolojisiyle, programıyla, tüzüğüyle, gelenekleriyle, kültürüyle, pratik emeğiyle, sınıfa yönelimiyle, bu alandaki ilk başarılarıyla ortada olan bir partiden sözediyoruz.

Tabii ki aradan geçen yirmi yıla rağmen henüz başlangıç aşamasında bir partiyiz. Yürümemiz gereken çok yol var, bu ayrı bir gerçek. Zor koşullarda, ayakta kalmanın bile başarı sayılabildiği bir tarihi dönemde biz bu yolu yürüyoruz. Ayakta kalıyoruz hiç değilse ve bunu da önemsiyoruz. Bugünün zor ve ağır koşullarında ayakta kalmak az bir şey mi? Öyle tarihi dönemler vardır ki, ayakta kalmak ve bayrağı ne edip edip yükseklerde tutmak bile hayati önemdedir. Mücadelede sürekliliğin, bayrağı yeni kuşakları devredebilmenin olmazsa olmaz koşuludur bu.

Partimizin 20. Yılını Teslim Demir yoldaşın anısı üzerinden anlamlandırmaya çalışarak söylemiş oluyorum bunları. Yoldaşımızın özel emeğinin de bir ifadesi olan bir partinin hangi zorlu süreçlerde, hangi sınırlı imkanlarla ama zorlu emeklerle yaratıldığına işaret etmek için söylemiş oluyorum bunları. O tüm bu çabanın merkezindeydi ve bunun büyük onurunu taşıyor... O bu emeğin dolaysız olarak bir parçası... O partimizin kurucu kadrosu...

Geçmişin devrimci mirasının gerçek temsilcileriyiz!

Bu ülkede son elli yıldır, aşağı yukarı Sinan yoldaşın siyasi yaşamıyla özdeş bir tarihi dönemden, 1968’den beri, bu kadar çok emek verilip ve bu kadar büyük fedakarlıklar yapılıp da bugüne bu kadar az şey bırakabilen bir ülke örneği az bulunur. Bu, TKİP olarak bizim omuzlarımızdaki politik ve manevi sorumluluğu alabildiğine artırıyor. Biz geçmiş kuşakların bu emeğinin, bu fedakarlığının, bu adanmışlığının gerçek temsilcileri olabilmeliyiz. Bu mirası yeni dönemin devrimci mücadelesi içerisinde yaşatabilmeliyiz. Bunu yaşatma kaygısı duyabilecek parti ya da örgüt kalmamış olabilir. Ama işte biz varız ve geçmişin devrimci mirasını yarına taşımakla yükümlüyüz.

Bunun bizim için çok da yeni bir düşünce olmadığını biliyorsunuz. Partimizin Kuruluş Bildirisi’nde vurgulu bir biçimde var bu düşünce. TKİP’nin kuruluşu aynı zamanda bu ülkede devrim uğruna emek vermiş, fedakarlık yapmış, hayatını yitirmiş, acılar, eziyetler çekmiş, yokluklar yaşamış kuşakların anısının ve emeğinin yaşatılmasının güvenceye alınmasıdır, diyor TKİP Kuruluş Bildirisi. Demek ki 1987’nin o “inkarcıları”nda, ki böyle itham ediliyorduk, bu çok bilinçli bir bakışaçısı sorunudur.

Bugün sözünü ettiğimiz bütün o grupların ‘70’li yıllardaki bütün kazanımlarına, politik-moral ve varsa eğer düşünsel kazanımlarına sahip çıktık, çıkıyoruz ve çıkacağız. Hepsinin bugünkü gerçek mirasçısıyız. Sürekliliği sadece bayrağı geleceğe taşıyarak değil, geçmişten bugüne taşıyarak da, bu bağı arada kurarak da gösterebilmek durumundayız. Teslim Demir yoldaş bunu çok önemseyen bir devrimci olduğu için bunu yapmak ona karşı ayrıca manevi bir borç bizim için.

Sinan yoldaş bütün bunları algılayabilen, partisine tartışmasız bağlılığı ve güveni buradan da gelen bir devrimciydi. Partiye derinden bağlılığını hepimiz biliyoruz. Ciddiyet nedir, samimiyet nedir, bunlar bu partide neyi ifade eder, bunları biliyordu. Partisine buradan bakıyordu, ona duyduğu derin güvenin gerisinde aynı zamanda bu vardı. Belirsizlikler içinde, ne olacağı belli olmayan bir parti değil, yönü olan, yolu olan, doğrultuda bir kararlılığı ve enerjisi olan bir partinin mensubu olduğunu Teslim Demir çok iyi biliyordu. Ne de olsa TKİP’ye bu mayayı çalanlardan biriydi.

“Devrimin uzun koşucusu!”

İki devrimci yükseliş ve iki karşı-devrim dönemi yaşamış bu ülkede, 66 sene yaşamak gene de çok büyük bir şans. Birçok devrimci yaşamının daha baharında devrim mücadelesinde şehit düştü. Teslim Demir gibileri bu kavgada sayısız vesileyle yaşamlarını yitirebilirlerdi. Yoldaş yaşadı ve sonrasını gördü. Yenilgileri, yıkılışları, 1990’ları ve 2000’leri gördü. İşte gönül rahatlığıyla dostun düşmanın önünde, “devrimin uzun koşucusu” diyebiliyoruz biz ona. Bu çok şey anlatıyor.

Ama onun ölümünü görmezlikten gelenleri unutmayacaksınız. İlerici-devrimci parti ve örgütlerin büyük çoğunluğu onun ölümünü gördü. Bugün Türkiye’de her şeye rağmen devrimcilik yapmaya çalışan hemen tüm parti, örgüt ve gruplar onu uğurlama törenine geldiler ve hakkında samimiyetle konuştular. Ama hala da onun geride bıraktığı emekten beslenen bazıları ölümünü haber bile yapmadılar. Emektar bir devrimcinin ölümü sol bir yayın için mutlak haberdir. Birileri bunu yapmadılar. 12 Eylül’de polis sorgusunda ve zindanda yerlerde sürünenlerin yönettiği bir yayın organı bunu yapmadı. Kendini bildi bileli devrimci mücadele içinde yer almış ve 50 yıllık soluksuz mücadelenin ardından bir devrimci olarak ölmüş Teslim Demir’i görmezlikten gelen bu çürümüşler topluluğu, bize inkarcı diyordu bir zamanlar. Teslim Demir’in ölümü karşısındaki davranışları ne denli derinlere battıklarının göstergesidir.

1968’den itibaren devrimci mücadele yolunu tutup da bugüne kalan kaç devrimci var bugünün Türkiye’sinde? Kuşkusuz o dönemden kalan epeyce bir insan hala da var. Ama ezici çoğunluğu devrimi ve devrimciliği terk edeli uzun yıllar oldu. Bense devrimciden ve devrimcilikten sözediyorum. Sinan yoldaşın yarım yüzyıllık devrimciliğini vurgulamanın anlamı ve önemi buradadır. Yoldaşı devrimci yaşamına daha yakından baktığımızda, çarpıcı bir açıklıkla gördüğümüz budur.

Şair, “her ölüm erken ölümdür” demiş. Evet, Teslim Demir yoldaş 66 yıl, üstelik dolu dolu yaşadı, ama yine de erken öldü. Partimizin ona hala da çok ihtiyacı vardı. İçimizde en eskisiydi, partimizin en yaşlı üyesiydi. Devrimci mücadeleye 1968’lere dayanan dolaysız bir tanıklığı vardı. Her dönem ve her yerde hep hayatın içinde olduğu için, hemen her çevreyi çok iyi tanıyordu. Çok kimsenin tanıklık edebileceği gibi, çok iyi bir gözlemciydi ve çok iyi bir hafızaya sahipti. Onun ölümüyle partimiz hafızasının bir bölümünü kaybetti. Bu yargı partimizin açıklamasında var ve bunda en ufak bir abartma yok.

Teslim Demir yoldaşın adı ve anısı tüm canlılığı ile yaşayacak!

Çünkü TKİP yaşıyor ve yaşayacak!

14 Ekim 2018


Üste