Logo
< Sinan yoldaşın ardından... - Nilgün Eren

Ertelemecilik ve disiplin - K. Irmak


“MYO’ya yazı yazacağım”, “okuma listesine başlayacağım”, “bildiri yazacağım”, “X fabrikasına dair bir anahtar oluşturacağım”, “toplantıya hazırlıklı gideceğim”, “şu konuyu araştıracağım”, “kendimi değiştireceğim”...

Bu cümleleri çok sık kullanır ve duyarız. Planlamalar yapıp ertelemek sık görülen bir davranış biçimidir. Sonuçları ise yıpratıcı ve olumsuzdur. Bir araştırma yaparken, internette kendimizi başka şeyleri okurken veya izlerken bulabiliriz. Sonrasında zamanın nasıl geçtiğini anlamadan, işimizi yapamadan kalkarız. Bu, yapacağımız işi ertelemek bunun yerine başka bir şey izlemek veya okumak anlamına gelir. Bu bir nevi sürüklenme, zamanı hor kullanma vb.’dir.

Kapitalist toplumda her duygu, davranış ve tercihin sınıfsal bir karşılığı vardır. Ertelemek sanıldığının aksine sadece “zamanı yönetememe” veya planlama ile ilgili bir sorun değildir. Asıl olarak duyguların ve tercihlerin sonuçlarıdır.

Kolektif yaşam içerisinde ertelemenin sonuçları sadece bir kişiyi değil kolektifi de etkiler. Planlamaların gerçekleşmemesine, kolektifin o işi tekrar planlamasına, hatta bir başkasının yapmasına neden olur ki, bu da “emek istismarı”ndan başka bir şey değildir.

Erteleme ve eğitim çalışmalarımız

Erteleme sorunu en çok eğitim çalışmalarımızda karşımıza çıkıyor. Kolektif olarak belirlenen programa uymak, zamanında okuyabilmek, tartışabilmek “ertelenebiliyor”. Bazen başka birçok kitap okunurken bu kitaplar okunmayabiliyor, bazen ise okunup tartışılamayabiliyor. Her iki durumda da sonuç benzer oluyor. Eğitim yerine tercih ettiğimiz “acil yapılması gerekenler” ise, genelde başka bir zamandan ertelediklerimiz olabiliyor.

Okumak ve eğitim boş zamanda yapılacak bir şey değildir. Nasıl ki materyalleri kullanmaya, yayınlarımızı kitlelere ulaştırmaya zaman ayırıyoruz, eğitim çalışmalarımıza da aynı zamanı ayırmak zorundayız. Tek başına eğitim çalışmasını yapacağımız günü belirlemek değil, o sürece hazırlığı adım adım planlamalıyız. Bu da bir kitabın okunması, üzerine düşünülmesi, başka kaynaklardan araştırılması sürecinin bir plana dayalı olarak hayata geçirilmesi anlamına geliyor. Erteleme alışkanlık haline getirildiğinde ise, üst üste binen ve biriken bir “yük”e dönüşüyor.

Planlanan eğitim çalışmalarının zamanında yapıldığı ve tartışıldığı yerellerde ve kadrolarda bunun sonuçları görülebiliyor. Gündelik çalışmada bu birikimin değerlendirilmesi iç ilişkilerde uyumu ve verimi artırıyor. Kadroların gelişimini hızlandırıyor.

Planlı bir eğitim çalışmasının partinin bütünü için taşıdığı önem yeterince açık. Kolektif olarak belirlenen eğitim programlarını bitirmek bir disiplin sorunudur. İdeolojik eğitimin, marksist dünya görüşünü ve partinin ideolojik-politik platformunu kavramak açısından ne denli önemli olduğunu döne döne vurguluyoruz. Gündelik pratiğimizi bu ihtiyaçlarımız çerçevesinde şekillendirmemizi gerekiyor.

Disiplin: “Düşünce ve bilincin en yüksek düzeyi”

“Erteleme” sorununda tartışmamız gereken bir diğer nokta disiplindir. Disiplin denildiğinde genellikle “erken kalkmak”, “zamanında randevuya gitmek”, “bir işi planlandığı ölçüde yapmak” vb. anlaşılıyor. Bunlar elbette önemli ancak komünist partide disiplin, ideolojik ve örgütsel birliğin en temel yanı, partinin önderlik yapabilmesinin, savaşma gücü ve kapasitesinin olmazsa olmazıdır.

Lenin proletarya partisinde disiplini “düşünce ve bilincin en yüksek düzeyi”ne dayandırır. Bu da devrimin ve komünist partisinin çıkarlarını herşeyin üzerinde tutmaktır. Yani gündelik yaşamda devrimin çıkarları ile kişisel ihtiyaçlar ve eğilimler çatışıyorsa, disiplinimizde bir sorun var demektir. Tercihlerimiz disiplinimizin göstergesidir. Ve “her tercih bir vazgeçiştir”.

Gündelik pratiğimizi ne belirliyor? Çalışma alanımıza göre bu sorunun yanıtı farklılaşabilir. Okul ya da fabrikada olmak bir yanıyla zamanın büyük bir kısmının düzen tarafından belirlenmesi demektir. Arta kalan zamanda nasıl bir düzeni var yaşamımızın? Buna verilen yanıtlar bizi tercihlerimizi değerlendirmeye götürecektir. Somut olanı değerlendirdiğimizde, yaşanan sorunların arka planına erişebiliriz. Lenin’in ifadesiyle “gerçeğin gözüne soğukkanlılık ile bakmak” durumundayız. Çoğu durumda yaşanan sürüklenme olabilmektedir. Bunun karşısında bizi güçlü kılacak tek şey irade ve öz disiplinimizdir.

Devrimci misyon bilinci

Ertelemek, irade ve öz disiplini felç eden bir tutum, davranış ve tercihtir. Bunu yapılmayan işler, okunmayan kitaplar, dağıtılmayan yayınlar, harcanmayan emek ve sonuçsuz çabada görebiliriz. Tam da bu noktada kolektif denetleme mekanizmaları kendi rolünü oynamak durumundadır.

İşleri zamanında yerine getiriyor olmak bizi ertelemeci olmaktan kurtarmaz. Sonuçlarıyla doğrudan karşılaşmadığımız durumlarda verili potansiyelimizi ortaya çıkarmayı, kolektifi geliştirmeyi erteleyebiliyoruz. Rutinimizle, verili durumla barışık bir şekilde yaşıyoruz. Bu da aslında bir erteleme durumu. Psikolojide umutsuzluk için “öğrenilmiş çaresizlik” tanımı yapılır. Kimse umutsuz olduğunu kolay kolay kabul etmez, ancak umut gerçek ve somuttur. Varolan sınırlarla barışık kalmak, onunla yetinmek, gelişim sağlamıyor, devrimci iddiayı köreltiyor. Sorunları görme, üzerine gitme, çözüm üretme, plan yapma çabası zayıflıyor. İnsan yaşadığı gibi düşündüğü için de ruh hali ve motivasyonu zayıflıyor. Bunun sonucu giderek misyon bilincinin yitimi oluyor.

Devrimci misyon bilinci gündelik pratik içinde olanla yetinmemektir. Güncelde yaşanan ile tarihsel olanın bağlantısını kurabildiğimiz oranda bilinç, sorumluluk ve irade planında yenilenebiliriz. Gündelik “sıradan” bir işe, kitlelere götürülen materyallere, ilgilendiğimiz insanlara sorumluluk ve ciddiyet ile yaklaşırız. Varolan ve gelişebilecek imkanlara devrimin çıkarları doğrultusunda bakar, “gözbebeğimiz” gibi koruruz. Bu da devrime yürüyen illegal ihtilalci partinin kadroları olarak disiplinli, kararlı bir pratik ortaya koymamızı sağlar. Umutlu devrimciler olarak ihtiyacımız olan, hiçbir şeyi ertelemeden bunu başarabilmektir.


Üste