Tekel Direnişi ve sol hareket
I
İki ayı geride bırakan Tekel Direnişi’nin anlamı, önemi, işlevi, gösterdikleri, dersleri, toplumsal ölçekte yarattığı etki ve sarsıntı üzerine söylenmedik şey bırakılmadı denilse yeridir. Bu direniş üzerinden işçi sınıfı adeta yeniden keşfedildi. İşçi sınıfının direnme, birleştirme, ardından sürükleme ve toplumu sarsma kapasitesine güven tazelendi. Sınıfın kendini nasıl bulabileceği ve bulduğunda da gücünün nelere muktedir olduğu üzerine iyi bilinen ama kolay unutulan gerçekler yeniden hatırlandı/hatırlatıldı.
Direniş ateşinin güçlü soluğu bilinçler kadar umutları da tazeledi. Toplumu saran gerici kuşatmanın yıldırıcı atmosferi altında bunalıp ezilenler bir nebze olsun soluklandılar, uzun yılların ardından bir parça kendilerine geldiler. Henüz herşeyin bitmediğini, hiç de tüm umutların tükenmediğini söyler oldular. Politik duruşlarını düzen iç çatlaklara hapsedenler, demokrasi adına dinsel gericiliğin iktidar mücadelesi manevralarına yedeklenenler, bağımsızlık, laiklik ya da çağdaşlık adına natocu düzen ordusu ile çürümüş cumhuriyet bürokrasisine umut bağlayanlar, aslında umudun işçi sınıfında ve emekçi kitlelerde olduğunu, Tekel işçilerinin yaktığı direniş ateşinin buna işaret ettiğini, karışılıklı olarak birbirlerine tekrarladılar.
Sarsıntının umut yaratan ve yayan etkisi düzen soluna kadar uzandı. Ana muhalefet lideri başbakana “seni darbe değil Tekel işçileri devirecek!” diye kükredi. CHP sözcüleri, Tekel işçilerinin kendilerine ders verdiğini ve çıkış yolu gösterdiğini, gündemdeki parti kurultayının bundan sonuçlar çıkaracağını açıkladılar. Ergenekon mağduru Perinçek, “bu kahpe düzen”in “kendi içinde düzeltilemeyeceği”ni Tekel direnişi üzerinden yeniden keşfetti. Tekel direnişi ile birlikte “ordu kurtarır çözümünün kaçınılmaz olarak iflas ettiği”ni derin bir hayal kırıklığını yansıtan sözlerle itiraf etti, bir günahkarın günah çıkarması misali.
Daha da fazlası söylenip örneklenebilir ama bu kadarı yeterli. Görünüşe bakılırsa, kazanılmış haklarını savunmak üzere direnişe geçen ve doğal olarak her türlü devrimci teorik-politik bilinçten yoksun olan bir sınıf kesimi, halihazırda üretimden gelen güçlerini kullanabilecek bir işyerinden bile yoksun bulunan Tekel tütün işçileri, devrimci teorinin en temel bazı gerçekleri konusunda solun tüm kesimlerini eğitip birleştirmiş bulunuyorlar. Komünistlerin geleneksel solun tümüne egemen sınıfa güvensizliğe karşı yirmi yılda ideolojik mücadeleyle başaramadıklarını, Tekel tütün işçileri direnişlerinin daha ilk yirmi gününde başarmış görünüyorlar.
Yine de görüntü yanıltıcı olmamalıdır. Daha ihtiyatlı bir ifade ile söylersek, görüntü bugün için bir gerçek olsa bile kalıcılığı her türlü kuşkuya açıktır. Benzer bir tablonun son yirmi yılda bu sonuncusuyla birlikte en az üç kez tekrarlandığı söylersek, böylece kestirmeden kuşkularımızın nedenini de açıklamış oluruz. Tekel direnişinin yaktığı ateşin aydınlattığı zihinler ve tazelediği bellekler dönüp son yirmi yıla bakarlarsa, sınıf hareketi üzerine benzer bir ortak politik heyecan ile teorik mutabakatın, ilkin 1989 Baharı’nda ve ardından 1990 sonbaharında, Zonguldak Madenci Direnişi esnasında da yaşandığını göreceklerdir. Heyecan öylesine güçlü, sınıf hareketinin eylemli çıkışlarla yarattığı umutlar öylesine büyüktü ki, aynı dönemde gerçekleşen ‘89 çöküşünün dünyada yarattığı gerici ve yıkıcı sarsıntısının Türkiye solunda yankılanması neredeyse iki yıl sonraya kaldı.
O güne ait görünüşteki mutabakatın bir değeri ve kalıcılığı olsaydı, bundan hareketle marksist olmak iddiasındaki tüm Türkiye solu, elindeki güç ve olanaklarla bütün dikkatini sınıf hareketinin politik-örgütsel gelişimine yoğunlaştırmak yoluna giderdi. Böylece de bugün sınıf hareketi kesin olarak çok başka bir yerde olurdu. Bunun kaçınılmaz olarak etkili olacak sonuçları toplumsal ölçekte yansır, toplumsal-siyasal süreçlerin seyri de bir hayli değişirdi. Ama görünürdeki mutabakat aldatıcıydı. Gerçek olansa sınıf hareketinin kendini geçici olarak gösteren gücü idi.
İşçiler bu ülkede sınırlı ölçeklerde bile hareketlendiklerinde, bunun etkisi yalnızca sınıfın geniş katmanları ve öteki emekçi kitlelerde değil, solun tüm kesimleri üzerinde de işte böyle yankılanmaktadır. Dar ölçekleri zorlayan ve soluğunu hissettiren her eylemli sınıf hareketi, kendiliğinden sınırlar içindeyken bile, temel özelliklerinden biri de kendiliğindencilik olan geleneksel solu adeta kendiliğinden kendi eksenine çekmektedir. Ve beklenebileceği gibi buna sınıf üzerine güzellemeler eşlik etmektedir. Fakat hareket bir üst düzeye çıkmak üzere yolunu açamayıp da geriye düştüğünde ise tüm etki çok geçmeden dağılmakta, sarsıntının gücüyle hatırlananlar aynı hızla unutulmaktadır. Aylarla ölçülecek kısa zaman dilimleri içinde “sınıfa yönelim” modası yerini yeniden “sınıftan kaçış”a bırakmaktadır.
Bu kez de öyle mi olacak? Direnişin halihazırdaki güçlü etkisi ve bunun somut sonuçları, bazılarını bu konuda iyimser kılmakta, “sınıftan kaçış dönemi bitti” kesinlemelerine kadar götürmektedir. Sınıftan kaçış döneminin gerçekten bitip bitmediğini henüz bilmiyoruz. Bunu Tekel Direnişi’nin akibeti ile sınıf hareketinin bu akibetle sıkı sıkıya bağlı olacak olan yakın dönem seyri belirleyecektir. Ama bildiğimiz ve son yıllarda özellikle tekrarladığımız bir başka gerçek var. Türkiye’de “sınıf dışı devrimcilik dönemi” kesin olarak bitmiştir. Tarihsel ölçülerle alındığında bu son otuz yıldır böyleydi, 12 Eylül yenilgisi ve onu izleyen yeni koşullar bunun teyidi olmuştu. Ama gelinen yerde artık politik-pratik olarak da bu böyle. Türkiye’de sınıf dışı devrimcilik bitmiş, sosyal-kültürel zeminini yitirmiş, gücünü ve olanaklarını tüketmiştir.
II
Tekel direnişi üzerine kaleme alınan iddialı değerlendirmelerin ortak teması, çoğu durumda da başlığı, direnişin “gösterdikleri” ya da “dersleri” üzerine olmaktadır. Aşağıya alacağımız pasajlar, TKİP III. Kongresi’nin hemen sonrasına ve Tekel Direnişi’den yaklaşık olarak dört hafta öncesine aittir. Tekel direnişinin “gösterdikleri”ne ya da “dersleri”ne bir de bu pasajların ışığında bakmakta yarar var:
“Devrimci siyasal mücadelenin ihtiyaçları açısından baktığımızda, bugünün Türkiye’sinin en temel sorunu, işçi sınıfının bağımsız bir örgütlü güç olarak mücadele sahnesine çıkamamış olmasıdır. Devrimci bir işçi hareketi, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin biricik birleştirici eksenidir. Aynı şekilde, işçi sınıfının proletarya devrimi ve sosyalizme dayalı bayrağı, ezilenleri ve sömürülenleri ilgilendiren tüm sorunların biricik çözüm programıdır. Bu eksen geliştirilmediği ve bu bayrak yükseltilemediği sürece, kitle mücadelesi bugünkü parçalı yapısını sürdürmekle kalmayacak, sorunlar da hep sürümcemede kalacaktır.
“İşçi sınıfı bugünün Türkiye’sinde kokuşmuş burjuva sınıf düzeninin karşısına dikilecek güç ve kapasitedeki biricik gerçek sınıftır. Ya bu sınıfı bugünkü dağınıklığından, güçsüzlüğünden ve örgütsüzlüğünden kurtararak, siyasal mücadele sahnesine etkin bir güç olarak çıkarırsınız! Böylece sorunların çözümünün, yani devrimin yolunu açarsınız! Ya da devrim iddianız boş bir laf olarak boşlukta kalır! Köklü toplumsal ve siyasal sorunların çözümü adına ileri süreceğiniz her reçete, oyalayıcı bir aldatmaca olmaktan öteye gidemez.
“TKİP III. Kongresi’nin partimiz adına bir kez daha yükselttiği ‘Parti, Sınıf, Devrim!’ şiarının tüm anlamı da buradadır. Sınıfa dayalı devrimci parti ve devrimcileşmiş bir işçi sınıfı hareketi, burjuva sınıf düzeni koşullarında, muzaffer bir devrime yürüyebilmenin biricik olanaklı yoludur. Gerisi boş laftır, devrim ve devrimcilik adına boş ve sonuçsuz işlerle uğraşmaktır, zamanı ve kendini boşa tüketmektir.”(11. Yıl Gecesi’nde Parti adına yapılan konuşmadan…, Sınıfa Dayalı Devrimci Parti, Devrimcileşmiş Sınıf Hareketi!, Ekim, sayı: 261, Aralık 2009)
Tekel direnişinin dersleri üzerine yazılıp da bir parça anlamı olan hiçbir temel önemde düşünce yoktur ki bu değerlendirmede içerilmemiş olsun. Ama bu değerlendirme Tekel direnişini öncelemektedir, bunu yineliyoruz. Marksist olanların ve onun proleter sınıf özünü esas alanların, Marksizmin ve günümüz Türkiye’sinin en temel gerçeklerini dile getirebilmek için Tekel Direnişi gibi özel bir uyarıcıya ihtiyacı olamazdı. Yukarıdaki pasajlar bunun yorum gerektirmeyen açıklıktaki kanıtlamasıdır.
III
Girişte dile getirdiğimiz gibi Tekel işçileri direnişi üzerine yapılmadık değerlendirme, söylenmedik söz bırakılmadı neredeyse. Birçok parti, çevre ya da kişi direnişin dersleri üzerine anlamlı düşünce ve gözlemler de içeren sayısız değerlendirmeler yaptı. Burada bunları, herkesin herkese tekrarlayıp durduklarını yinelemek yerine, stratejik açıdan olduğu kadar güncel açıdan yakıcı temel önemde bir noktayı öne çıkarmakla yetineceğiz.
Bizce direnişin en temel dersi, sınıf hareketinin bağrındaki mücadele olanaklarını ve bunun bugünün Türkiye’sine egemen gerici atmosferi parçalamada ve sermayenin sonu gelmeyen saldırılarını püskürtmede oynayabileceği muazzam rolü kendi ölçeğinde göstermiş olmasıdır. İşçi sınıfı hareketinin bu açıdan benzersiz olduğunu Tekel Direnişi sarsıntısı bir kez daha tüm açıklığı ile göstermiştir. Başka hiçbir sosyal kesim, ortaya koyacağı hareketin çapı ne olursu olsun, bu rolü oynayamaz, bu etkiyi yaratamazdı, yaratamaz da.
Direnişi hemen önceleyen günlerde Türkiye’de meydan linç güruhlarına kalmış görünüyordu. Tekel Direnişi bu havayı süpürüp atmakla kalmadı çok daha fazlasını da yaptı. Direnişten beri yaygın biçimde başta özelleştirmeler olmak üzere neoliberal kudurganlık sorgulanıyor. Ve bu, otuz yılın ardından ilk kez olarak bu güçte, bu genişlikte ve açık bir moral üstünlükle yapılabiyor. Direnişten beri amerikancı dinci hükümetin emekçi düşmanı kimliği ile sahte demokrasi manevralarının içyüzü tartışılıyor, Tekel işçilerinin maskeleri düşürdüğü vurgulanıyor. Aynı şekilde, direnişle birlikte yaygın olarak, her milliyetten, mezhepten, bölgeden işçilerin birleşik eyleminin şovenizmin ve ayrımcılığın en büyük panzehiri olduğu dile getiriliyor. Ve bütün bunlar, sınırlı bir işçi kesiminin görünürde salt kendilerini ilgilendiren sınırlı istemleri üzerinden süren bir direniş sayesinde olabiliyor. İşte bu, işçi sınıfı hareketinin başka hiçbir sosyal hareketle kıyaslanamaz muazzam gücünün, henüz son derece sınırlı olan ölçekler üzerinden bir yansımasıdır.
Bu belki de direnişin solda en yaygın bir biçimde tartışılan ve üzerinde en geniş mutabakat sağlanan dersidir de. Fakat çıkarılması için hiç de Tekel Direnişi türünden özel çıkışları gerektirmeyen bu dersin, hiç değilse şu günden sonra bir anlamı varsa eğer, bunu paylaşanların ellerindeki tüm güç ve olanaklarla sınıfa yönelmeleri, sanayi havzalarında yoğunlaşmaları, sınııf hareketinin politik ve örgütsel gelişimini hızlandırmak, eylemli gücünü açığa çıkarmak için bir seferberlik içine girmeleri gerekir. Siyasal ciddiyet, düşünsel ve siyasal tutarlılık, bugünkü gerici kuşatmayı kırmak ve saldırıları püskürtmek arzu ve hedefindeki samimiyet, tüm bunlar birarada bunu gerektirir.
Tekel Direnişi gerici kuşatmanın nereden, hangi sosyal güçle yarılabileceğini somut olarak da göstermiştir. Neoliberal kudurganlığı, şovenizmi, dinsel gericiliği, düzen güçlerine ve kurumlarına bağlanan gerici umutları, özetle her biçimiyle burjuva gericiliğini darbelemek, Türkiye’nin uzun yılları bulan boğucu kirli atmosferini temizlemek mi istiyorsunuz, işçi sınıfına gidiniz, her yolla işçileri uyandırmaya, örgütlemeye ve harekete geçirmeye çalışınız.
Türkiye’nin dört bir yanında sayısız sanayi havzası, onbinlerce fabrika ve işletme, milyonlarca sanayi proleteri var. Hemen tümü de Tekel işçilerinin karşı karşıya bulunduğu aynı sorunlarla ya da benzer tehditlerle yüzyüzedirler. Dizginsiz sömürü, işsizlik, hak gaspları, düşük ücret, kölece çalışma koşulları, tüm sınıfı kesen sorunlardır. Bunlar sınıfın geniş katmanlarında huzursuzluk üreten, öfke biriktiren, mücadele eğilimini besleyen ortak bir zemin oluşturmaktadır. Ama sınıf kitleleri bilinçten, birlikten, örgütlülükten, önderlikten, devrimci politik uyarıcılardan yoksundurlar ve sınıf hareketinin tüm güçsüzlüğünün temelinde bu vardır.
Sorun kendiliğinden patlak veren şu veya bu direnişin etrafına geçici olmaya mahkum heyecanlarla ve kısa günün karıyla kendiliğinden üşüşmek değildir. Sorun bilinçli bir tutumla sınıf kitlelerine, işçi havzalarına, sanayi sitelerine, fabrika ve işletmelere yönelmek, güç ve olanakları mümkün mertebe buralarda yoğunlaştırmak, soluklu ve çok yönlü bir sınıf çalışmasına girişmek, her yolla işçileri örgütlemek ve harekete geçirmek için didinip durmaktır.
Özetle bir bütün olarak sol hareket, Tekel Direnişi’nin ardından yeni bir sınavdan geçecek, direnişten bir ders çıkarıp çıkarmadığı da böylece anlaşılacaktır.