Logo

100. yılına doğru Büyük Ekim Devrimi - A. Eren


Ekim Devrim’ini anmak, geleneksel bir “siyasal ritüel”den öte, ona yol gösteren öğretinin ışığında bu çığır açan devrimin derslerinden öğrenmektir. İdeolojik, politik ve örgütsel açıdan bugüne yön verecek sonuçları çıkarabilmektir. Güncel politika, strateji ve programatik ilkeler üzerinden irdeleyebilmektir. Bunu yapmak günümüz devrimci partileri açısından hayati bir önem taşımaktadır. 

Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun dağılmasını ardından, emperyalist burjuvazi ve onun sözcüleri için devrimler, artık tarih olmuş “toplumsal kazalar”. Burjuvazinin başlattığı çok yönlü ve kapsamlı ideolojik saldırının yarattığı tahribat, işçi sınıfı hareketi içinde adeta bir yenilgiye yol açtı. Bu yenilgi sadece geleneksel işçi örgütlenmelerine, devrimci parti ve örgütlere yüz çevirmeyle ve sol adına liberal eleştirilerle sınırlı kalmadı. Materyalist dünya görüşü, sınıf mücadelesi ve devrim teorisi, iktidar sorunu, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki antagonist çelişki vb. reddedildi. Burjuva mülkiyete son verme, strateji ve programların dışına itildi ya da sadece söylemde kaldı.

Proletaryanın yerini “yeni sosyal hareketler”, devrim kavramının yerini “toplumun transformasyonu” aldı. Sınıf analizi bir yana bırakılarak, etnik, ulusal, mezhepsel, dinsel, cinsel vb., burjuva toplumunda horlanan ve dışlanan kesimlerin “kimlik sorunları” öne çıkarılarak, bunlar mücadelenin politik özneleri olarak propaganda edildi. Bu gruplar ve kimlikler üzerinde politika üretilerek güç olunmaya çalışıldı.

Alabildiğine belirsizleşen “devrim” kavramı, özellikle sol liberal ve reformist küçük-burjuva kesimlerin ortaklaştığı “eşit ve adaletli” toplumsal yapı, “anayasal güvence”, “radikal demokrasi” vb. üzerinden formüle edildi. Sıra dışı toplumsal olaylar “devrim” olarak nitelendirildi. Toplumsal-siyasal içeriğinden ve sınıf niteliğinden yalıtılmış bir “devrim” kavramı üzerinden teorik deformasyon alabildiğine derinleştirildi.

Bu ideolojik-politik yönelim kendini iki boyutta gösterdi.

Dünyada bir dönem siyasal mücadelenin önemli bir öğesini oluşturan gerilla hareketleri, sistem içi tavizler ve “yasal güvenceler” üzerinden “entegrasyon” sürecine girdiler. Özellikle Latin Amerika’nın siyasal yaşamını onyıllarca belirlemiş olan bu hareketlerin girdiği süreç ve sonuçları başka bir tartışmanın konusudur. Burada kısaca şu saptama yapılabilir: Gerilla mücadelesine kaynaklık eden tüm toplumsal-siyasal sorunlar dün olduğu gibi bugün de varlığını sürdürmektedir. Bu açıdan Ekim Devrimi, tarihsel olarak ortaya çıkmış toplumsal sorunların “barış masaları”nda ve “anayasal güvence” ile çözülmeyeceğini, deyim yerindeyse, burjuva adaletin bir yılan gibi yalın ayak olanları sokmaya devam edeceğini ve gerçek çözüm yolunun ne olduğunu göstermiştir.

Bu sürecin en çarpıcı örneği Meksika’da “post modern gerilla hareketi” olarak adlandırılan neo-Zapatizmdir. Bu hareket başından itibaren iktidar sorununu kategorik olarak reddetti. Bölgesel otonomi, özerk yerel yönetimler vb. neo-anarşist eklektik anlayışlar, toplumsal düzenin yeni modeli olarak propaganda edildi. Sol liberal akımlar üzerinde büyük ideolojik yankı yaratan bu yeni yönelim, eski solcu bazı aydınlar tarafından teorize edilerek, yeni devrim/iktidar “konsept”i olarak sunuldu.

Yenilginin yarattığı diğer gelişme, sol hareketlerin “seçim blokları” oluşturarak parlamentarizme yönelmeleri oldu. Kapitalist toplumun “sosyal devlet”i sol kavramlarla işlenmeye başlandı. Seçimlerdeki oy oranı “sol”un gücünün ölçüsü olarak ele alındı. Heterojen seçmen kitlesini ürkütmemek için “yumuşak” söylemler öne çıkarıldı.

Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin Ekim Devrimi’nin başarısında önemli bir rol oynayan teorik çabası ve ideolojik mücadelesi, bütün bu açılardan fazlasıyla aydınlatıcı ve yol göstericidir. Marx ve Engels’in ardından Lenin’in  de “alternatif sosyalizm modelleri”nin farklı versiyonlarını kararlılıkla mahkum ettiği bilinmektedir.  “Hakiki sosyalizm”, “Hristiyan sosyalizmi”, “etik sosyalizm”, “tarım sosyalizmi”, “devlet sosyalizmi”, “belediye sosyalizmi”, “halkçı sosyalizm” vb. versiyonları, proletarya dışı toplumsal katmanların yanısıra, işçi sınıfı içinde tanınmış entelektüeller arasında da etkili olmuştu ve yeni bazı versiyonlarıyla hala da etkilidir.

Marx’ın 1881 yılında Sorge’ye yazdığı gibi, bütün bu “sosyalistler”in ortak bir özelliği vardır: Onlar herkesi, kapitalist üretime dokunmadan, örneğin rantı devlet vergisine dönüştürerek, kapitalist sistemin bütün kötülüklerinden arındırılabileceğine inandırmaya çabalamaktadırlar. Gerçekte ise bütün bu çabaların amacı, sosyalizm kılıfı içinde kapitalist egemenliği kurtarmaktır. Marx, küçük-burjuva sosyalizminin zengin ile yoksul arasındaki farkı kaldırma rüyasıdır bu, diye ekler.

Bugün de gündemde olan alternatif “toplum modelleri”nin, esas olarak da “özerk demokratik toplum”un, toplum planında pratik olarak uygulanması imkansızdır ve toplumsal gelişme açısından gerici sonuçlar yaratmaktan öteye gidemezler. Geri bir üretim düzeyinde eşit mülk sahipleri yaratma bakışı, modern proletarya sosyalizminin karşıtıdır.

Bu sürecin Ekim Devrimi ile ilişkisi

Sonuçta sorulması gereken soruyu baştan soralım: Ekim Devrimi’nin dünya çapında yarattığı tarihsel etki ve bu devrime yol gösteren muazzam öğreti olmasaydı, bugün genel anlamda “sol hareket” kendisini nasıl tanımlayacaktı? İşçi hareketinin bugünkü “referansı” ne olacaktı? Devrimler geniş anlamıyla bir çağın tüm toplumsal dinamiklerini harekete geçirir. Bu, unutulmaması gereken temel önemde bir noktadır.

19. yüzyıl, tarihçiler tarafından “devrimler yüzyılı” olarak nitelendirilir. Sözkonusu olan batıda burjuva devrimleridir. 1789 Büyük Fransız Devrimi ile başlayan bu süreç pratik olarak 1871 Paris Komünü ile, tarihsel çağ üzerinden bakıldığında ise daha kesin olarak 1917 Ekim Devrimi ile son bulur. Büyük Sosyalist Ekim Devrimi, eski çağlardan kesin ve keskin bir kopuş ve bu bağlamda yeni bir çağın, proletarya devrimleri çağının tarihsel başlangıcıdır.

Devrimler sözkonusu olduğunda “büyük” kavramı, devrimin sadece bir ülke ve kıta ile sınırlı olmamasını, bir toplumsal formasyonun diğeri üzerindeki zaferini anlatır. Büyük Fransız Devrimi, burjuvazinin feodalizm ve Orta Çağ üzerindeki zaferi demektir. Bu devrimin tüm sonuçlarına varması, belli aralıklarla birbirini izleyen birden fazla devrimi (1789, 1830, 1848 vb.) gerektirmiştir.

Proleter devrimler çağı ise Büyük Sosyalist Ekim Devrimi ile başlar. Bu devrim, sömürücü bir sınıfın yerine bir diğer sömürücü sınıfın, özel mülkiyetin bir biçimi yerine bir ötekinin geçirilmesi değil, fakat üretici güçler üzerindeki özel mülkiyetin ve her türlü sömürü ilişkisinin tasfiyesi anlamına gelir.

Ekim Devrimi’nin açtığı çığırda gelişen devrimci sürece karşı emperyalist burjuvazinin dünya ölçüsünde tepkisi iki yönlü oldu.

Bunlardan ilki çıplak biçimiyle faşizmdi. Kurulu kapitalist düzeni geleneksel yöntemlerle koruyamadığı, dolayısıyla devrimci gelişmenin önünü kesemediği yer ve durumlarda, dosdoğru faşist diktatörlüklere başvuruldu. İtalya, Almanya, İspanya, Portekiz, Balkan ülkelerinde, yanısıra değişik versiyonlarıyla Latin Amerika ve Japonya’da olan buydu.

Emperyalist burjuvazinin başvurduğu ikinci yöntem ise, başta ABD’de olmak üzere, “New-Deal” adı altında uygulanan bir dizi ekonomik-sosyal reformlar, “sosyal kapitalizm”, “refah ve açık toplum” stratejisidir. Özellikle sosyal demokrasinin üstlendiği yeni rol sayesinde işçi sınıfının sisteme entegre edilmesidir. Devrimi önlemenin gerekli bir aracı olarak, bazı temel sosyal ve siyasal hakların tanınmak zorunda kalınmasıdır.

1918 yılında kaleme aldığı Ekim Devrimi üzerine ünlü broşüründe, Rosa Luxemburg, Lenin önderliğindeki Bolşevik Partisi’nin, görev ve sorumluluklarını kavrayan, bütün iktidar proletarya ve köylülüğe şiarıyla devrimin gidişatını güvenceye alan biricik devrimci parti olduğunu söyler. Bolşevik partisi böylece, Alman Sosyal Demokrat Parti’sinin “halkın çoğunluğunu kazanmak” adı altında yıllarca oportünizme dayanak ettiği sorunu, devrimci bir çizgi ve taktikler izleyerek gerçekten çözmüş oluyordu. Beyni parlamentarist mücadeleyle yoğrulmuş oportünistler, sınıf mücadelesi yerine parlamenter yolla “önce halkın çoğunluğu kazanmak” stratejisini güttüler. Ancak devrimin diyalektiği, çoğunluğu kazanarak devrime gitme taktiğinin değil, tersine tam da devrimci taktik yoluyla çoğunluğun gerçekten kazanılabileceğini gösterdi. Her koşul altında devrimci taktikten şaşmayan bir partinin fırtınalı bir süreçte devrimci temeller üzerinde kitleselleşmeyi başarabileceği görüldü.

Bolşeviklerin büyük bir kararlılık ve özgüvenle yükselttikleri “bütün iktidar işçi ve köylülere“ şiarı ancak bu temelde anlaşılabilir. Bu şiardan dolayı Bolşevikler bu tarihsel momentin esas belirleyicisi konumuna ulaştılar. Rosa Luxemburg, Ekim Devrimi’nin zaferini, enternasyonal sosyalizmin onurunun kurtarılması sayar.

1905-1907 Rusya devrimi büyük bir karşı terörle bastırıldığında, birçok yerelde parti örgütleri dağılmıştı. 1905 yılı başında 130 milyon nüfuslu Rusya’da devrimci partinin 8.400 üyesi vardı. Devrimin patlak vermesinden sonra bu sayı beş kat arttı. Beyaz terörün bunaltıcı atmosferinde ise 10 bine düştü. Yenilgi dönemi, sağ ve sol sapmalara, tanrı arayıcılığına, tasfiyeciliğe, devrime sırt dönmeye yolaçtı. Fakat Şubat Devrimi’nin ardından Nisan 1917’de üye sayısının onbinleri bulduğunu ve Ekim’e doğru ise 240 bine ulaştığını biliyoruz.

Burada şu noktanın altını çizmek önemlidir. Devrimci bir partinin gücü tek başına üye ve taraftarlarının sayısı ile ölçülemez. Bolşevik partisi yenilgi sürecinde dahi, sadece proletarya üzerinde değil diğer toplumsal kesimlerde de tek alternatif güç olduğu düşüncesini yaratabildi. Doğru devrimci politikalarla, ilkeli ve kararlı tutumlarla bunu başardı.

Birinci Emperyalist Dünya Savaşı’nda II. Enternasyonal partileri kendi burjuvazilerinin ardından yürürken, Bolşevikler devrimci proletaryanın bayrağını yükseklere taşıdılar. Ekim 1914’de “Savaş ve Rus Sosyal Demokrasisi Manifestosu”nu yayınladılar. Savaşa ve boğucu şoven atmosfere rağmen, ilkesel tutum olarak emperyalist savaşın devrimci iç savaşa dönüştürülmesi çağrısı yaptılar. II. Enternasyonal’den kopmayı temel görev ilan ettiler ve III. Enternasyonal çağrısı yaptılar.

Tüm bunlar Ekim Devrimi’nin güncelliğinin anlaşılması açısından önemlidir. Ekim Devrimi’nin başarısının sırrı, tüm sorunlara teorik ve ilkesel yaklaşımda, bu çerçevede sergilenen titizlikte yatıyordu.

Kuşkusuz Bolşevikler Ekim Devrimi’nin başarısının ardından bir Avrupa devrimi beklentisi içindeydiler. Lenin’in deyimiyle “devrim Rusça başlayacak, Almanca tamamlanacak”tı. Bu haklı bir iyimserlikti ve devrimin geleceği buna bağlı görülüyordu. Genç Sovyet iktidarı 1918 yılı başında Brest­Litovsk anlaşmasıyla Almanya’nın ağır koşulları kabul etmek zorunda kaldı. Karşı-devrim ülkeyi bir terör dalgasıyla yakıp yıkıyordu. Lenin bu koşullarda “Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky” kitabını bitirmeye çalışıyordu. Kitabın son cümleleri bitmeden, 9­10 Kasım gecesi, Almanya’dan devrimci ayaklanma haberleri geldi. Oysa, emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme çağrısını Alman sosyal demokratları “çılgınlık” olarak görüyor, Plehanov “rüya ile komedi arasında bir şey” diyerek alay ediyor, Kautsky ise buna “ayakları havada Bolşeviklerin hayali” diyordu.

Rusça başlayan devrimci süreç böylece Almanca sürdü ama yazık ki tamamlanamadı. 1921’de devrim dalgasının çekilmesinin ardından Bolşevikler yeni ekonomik politikayı (NEP) gündeme getirmek zorunda kaldılar. Sosyalizmin ekonomik temeli emperyalist abluka altında atılabildi. Bolşevikler bir dünya devrimi öngörmüşlerdi, fakat pratik süreç onlara oldukça zorlu bir başka yola yöneltti. Bu kez de bunun gereklerine yoğunlaştılar, yaratacağı ağır yan sonuçlar pahasına...

Hazırlığın önemi!

21. yüzyıl büyük bir ekonomik, sosyal ve siyasal krizle başladı. Bugün insanlığın büyük bir bölümü, günümüz dünyasındaki devasa toplumsal zenginlik birikimine rağmen, akıl almaz bir yoksulluk ve sefalete mahkum edilmiştir. Tarihin hiçbir döneminde yoksulluk ve zenginlik arasındaki uçurum bu denli derin olmamıştır. Günümüz dünyasında 3 milyara yakın insan (ki dünya nüfusunun neredeyse yarısı demektir bu!) yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. ABD tüketim maddeleri tekeli Wal­Mart’ın yıllık ortalama geliri dünyadaki birçok ülkeden daha fazladır (sadece 50 ülke bunun dışında kalmaktadır).

Emperyalist güçler arasında kızışan rekabet ve savaşlar, doğanın tahribatı, artan baskı, tırmanan işsizlik, sosyal hakların tasfiyesi vb., günümüz kapitalist dünyasının en sıradan, en çıplak gerçekleridir. Buna karşı dünyanın hemen tüm ülkelerinde farklı boyutlarda gelişen tepkiler ve sosyal hareketlilikler, büyüyen sınıflar mücadelesi dinamiklerinin ifadesidir. Bunlar önceden kestirilmesi zor olan, fakat eninde sonunda kendini ortaya koyacak olan sosyal patlamaların ön işaretleridir.

Bugün siyasal gelişmeleri önden belirlemek zor, fakat gelişmelerin yönünü titizlikle izlemenin önemi yeterince açıktır. Kimi toplumsal olayların sınıf çatışmalarında “katalizör” rolü oynayabildikleri asla unutulmamalıdır.

1917 Şubat Devrimi öncesinde, Rasputin gibi bir dinci şarlatanın Çarlık ailesi üzerindeki etkisi ve bunun kitleler üzerinde yarattığı devrimci tepki, bu çerçevede hatırlanmaya değer. Bugün ne tür siyasal olayların “katalizör” rolü oynayacağını önceden kestirmek zor olsa da, gelişmeleri hesaba katan devrimci bir ideolojik, politik ve örgütsel hazırlık her zamankinden önemlidir.

Ekim Devrimi bu yönüyle de günceldir ve hala da tüm görkemiyle yol göstermektedir!


Üste