Logo

Kadın işçilerin örgütlenme sorunu üzerine - D. Hevi


Sınıf çalışmamızın bir parçası olan kadın işçi çalışmasında nispeten bir yol almış durumdayız. Bu alana yönelik daha özel bir bakış ve belirli takvimsel günlere sıkışmayan bir çalışma tarzı oturttuğumuz da söylenebilir. Elbette bir dizi yetersizlik hala aşılmayı bekliyor. Biriktirdiğimiz deneyimlerden dersler çıkarmak ve tıkanma noktalarını aşmak için daha fazla ısrar ve çaba gerektiği açık.

Sınıf çalışmasında cinsiyetler üzerinden ayrım gözetmediğimiz yerde, kadın işçiler için ayrı örgütlenmeler kurmak, sınıfı bölen bir zihniyetin tartışması olabilir. Bu konuda komünistlerin bilinci son derece berrak. Fakat, işçi sınıfının hem erkek hem de kadın neferlerinin karşısında duran örgütlenmelerin önündeki engellerin kadın işçiler için daha da ağır olduğunu bir an bile unutmamalıyız. Cinsiyetten kaynaklanan zorlanma alanlarına gözlerimizi kapamamalı, tüm çalışma alanlarımızda kadın işçilerin örgütlenmesi çabasını güçlendirmeliyiz.

Bundan kasıt, kadın işçilere kendi başına bire bir zaman ayırmak, “özel” sorunlarıyla ilgilenmek ya da kadın işçilerin sorunları ve talepleri çerçevesinde genel planda ajitasyon çalışmasına yüklenmek değildir. Kadın işçilerin bu çalışma tarzı ile ileriye çıkması bir yana, sınıf devrimcilerini “kurtarıcı” olarak görme ya da “ağlama duvarı” misyonu yükleme eğilimi hiç de az değildir. Kısır bir döngü içinde devam eden bu ilişki tarzı zaman ve enerji kaybı demektir.

Bu nedenle, gündelik “gerekçelere” takılmadan örgütlenmenin önündeki engellerin arka planına bakmalı ve vuruşu isabetli noktaya yapabilmeliyiz. Harcanan birebir emeği ve ajitasyon çalışmalarını da bu temelde bir yere oturtabiliriz.

Tabloyu biraz daha netleştirmek için kabaca resmetmek gerekirse;

1) Kadın işçilerin örgütlenmesinin önündeki engellerin başında ev ve çocuk bakımı geliyor. Yoğun mesailerin ardından evde başlayan ikinci mesai kadın işçinin tüm gücünü ve dikkatini emiyor. Hafta tatili ise “temizlik” günü olarak zamanlarını işgal ediyor. Kendisine zaman ayıramayan kadın işçinin karşısına toplantılara, etkinliklere katılmak ise üçüncü bir mesai olarak çıkabiliyor.

2) Toplumsal yargıların basıncı nedeniyle kadın işçinin mücadele saflarına katılması ve öne çıkması çoğu zaman birtakım zorlukları göğüslemesi anlamına gelebiliyor. “İyi bir eş ve iyi bir anne” olması öğütlenen kadın için örgütlenme faaliyetlerine aktif olarak katılmak, bu “ödev”lerini yapmamakla suçlanmasına neden olabiliyor. Evde yaşanan en ufak bir sorunda kadın işçi de kendini “suçlu” olarak görebiliyor ve mücadeleden geri durabiliyor.

3) Kadın ile erkeğin sadece “ikili ilişki” için bir araya gelebileceğini vaaz eden burjuva ahlakı engelleyici bir işlev oynuyor. Erkek işçiler sadece hemcinslerini örgütlemeyi tercih edebiliyor. Bu olgu kadın işçiler için de geçerli. Ya da kadın işçinin tek başına etkinliklere, toplantılara katılması, çevresi tarafından dışlanmasına ya da ahlaki yargılamalara neden olabiliyor. Bu yargılamalar kadın işçinin medeni durumuna göre ağırlaşabiliyor ve kişi üzerinde yıkıcı etkiler bırakabiliyor.

4) Hem kadın hem de erkek işçilerde yaygın bakış, örgütlenme çalışmalarının “erkek işi” olduğu. Erkek işçilerin komitelerde yer alması gayet normal iken kadın işçiler genel olarak “bilgilendirilenler” oluyor.

5) Mobbing denilince akla ilk elden fabrika yönetiminin, ustaların ya da erkek işçilerin kadın işçilere uyguladığı cinsiyetçi ayrımlar geliyor. Bir başka mobbing türü ise hemcinsler tarafından uygulananıdır. Toplumsal aşağılama ve baskılanma nedeniyle “gücünün yettiği” olarak gördüğü kadın işçiye bir başka kadın işçi mobbing uygulayabiliyor. Dedikodu, kıskançlık, çekememe, alınganlık gibi sonuçları olan bu olgu kadın işçileri bir araya getirmenin engeline dönüşebiliyor.

Görüldüğü gibi kadın işçinin örgütlenmesinin önündeki cins temelli engellerin arka planında toplumsal yargılar ve bu yargıların yarattığı cinsiyet rolleri yatıyor. Hem kadın işçi için hem de erkek işçi için geçerli olan bu yargılar kırılmadıkça, kadın işçinin örgütlü mücadeleye çekilmesi zorlaşıyor.

Bu bağlamda altı çizilmesi gereken iki husus var. Birincisi, cinsiyetçi, gerici bakışla mücadelenin hedefi erkeği ve kadınıyla sınıfın kendisidir. İkincisi ise, erkek ve kadın işçinin eşit bireyler olduğunu işçilere kavratma ihtiyacıdır. Bunun için en uygun zemin sınıf savaşımının kendisidir. Erkek ve kadın işçiyi sınıfsal bir eşikte birleştirmenin ve eşit kılmanın ancak sınıf çalışması zeminlerinde yapılacak doğru müdahalelerle olanaklı olabileceğini deneyimlerimizden biliyoruz.

Bu konuda geride bıraktığımız Greif Direnişi deneyimi öğreticidir. Komünistlerin kadın işçilere yönelik müdahaleleri, onları işgal eyleminin öznesi konumuna getirmiştir. Fabrika komitesinde kadın işçiler de yer almış, işgal sürecinde kurulan kadın komisyonu vesilesiyle yapılan eğitim çalışmaları kadın ve erkek işçilerinin tümünü kapsamış ve süregiden sınıf çalışması zemininde anlam kazanmış ve verim vermiştir. Kadın işçiler çalışmanın aktif bir öznesine dönüşebilmiştir.

Kadın işçilerin örgütlenmesinin önündeki engellerin aynı zamanda kadın işçiler için bir örgütlenme gerekçesi olduğunu unutmadan denilebilir ki, kadın işçileri örgütlü mücadeleye çekmek için bire bir görüşmeler ve kadın sorunu üzerine yapılan ajitasyon önemlidir fakat sınıfsal çalışma ile birleşmediği sürece yetersiz kalacaktır. Kadın işçi çalışması “kadın işçi”nin örgütlü mücadeleye “ikna” edilmesinden ibaret değildir. Aslolan kadın işçiyi sınıfsal mücadele ile buluşturacak zeminleri yaratmak ve bu zemin üzerinden erkek ve kadın işçilere yönelik devrimci müdahalelerde bulunmak, böylece kadın işçileri ileriye çekmenin olanaklarını zorlamaktır. Böyle olduğu ölçüde ajitasyon-propaganda çalışmaları da, bire bir harcanan emek de karşılığını bulacaktır.

Sınıf mücadelesinde derinleştikçe “kadın işçi” arayışlarımız son bulacak, her mevzide kadın işçi çalışması ayrı bir başlık olarak karşımıza çıkacaktır. Bu sebeple kadın işçi çalışmasında güçlenmek sınıf çalışmasında güçlenmeyi gerektiriyor, sınıf çalışmasında güçlenmek de kadın işçi çalışmasının güçlenmesinden geçiyor.


Üste