Logo

Savaş karşıtı mücadele ve işçi sınıfı


Komünistler 21. yüzyılı yeni bir “bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemi“ olarak tanımladılar. Tüm güncel siyasal gelişmeler bu tespiti doğrulamaktadır.

Kapitalizmin krizi gitgide derinleşmekte, emperyalist savaş politikaları tırmandırılmaktadır. Emperyalist rekabet ve hegemonya krizi bu tabloyu daha da ağırlaştırmakta, silahlanma ve militarizm her geçen gün boyutlanmaktadır.

Ortadoğu bu çatışmaların merkezinde durmaktadır. Emperyalist savaş ve saldırganlık politikaları toplumsal kalkışmalarla yanıtlanmadığı sürece, Irak’la başlayan, Suriye’yle devam eden bu sürecin genelleşmesi kaçınılmazdır.

Emperyalizmin bölgesel dayanağı olan Türk burjuvazisi ve halihazırdaki temsilcisi AKP iktidarı, dışarıda yoğunlaştırdığı savaş politikalarını içeride de faşist baskı ve terörle birleştirmiş durumda. Bu politikalar, sermayenin dönemsel çıkarlarından bağımsız değil. Zira, derin bir krizle yüzyüze olan burjuva düzen güçleri bölgede yağma ve ranttan pay kapma hesapları yapmakta, baskı politikaları ile de sömürü düzeninin sorunsuzca sürmesini hedeflemektedirler.

İçerde ve dışarda izlenen saldırgan politikalar, Kürtlerin bölgede güçlenen konumunu da hedefliyor. Kürt halkının bölgede kazanımlarının engellenmesine dönük hamleler, içeride dizginsiz bir saldırıyla birleşiyor. Her türlü kirli savaş yöntemiyle Kürt halkına yönelen saldırılar aynı zamanda toplumsal muhalefetin ileri güçlerini ezmeyi de hedefliyor.

 

Emperyalist savaş karşısında devrimci tutum

Emperyalistlerin bölgede izlediği savaş ve saldırganlık politikalarına karşı mücadelede öncelikle ilkesel devrimci tutum konusunda açıklık önem taşıyor. Her sorunu olduğu gibi savaş sorununu da sınıfsal bakışla ele almak gerekir. Savaş politikalarının gerisinde, kar ve yağma üzerine kurulu kapitalist sömürü düzenini sürdürme ihtiyacı duruyor. Dolayısıyla, emperyalist savaş politikalarına karşı çıkmak, anti-kapitalist bir bakışı ve mücadele hattını zorunlu kılıyor.

Haksız ve gerici savaşlar ile haklı ve devrimci savaşlar arasında da net ayrım çizgilerini çekmek gerekir. Emperyalist savaşlar ancak haklı devrimci savaşlarla ortadan kaldırılabilir. Savaşlara yol açan kapitalist sömürü düzenine son verilmeden, gerçek ve kalıcı bir barış sağlanamaz. Lenin’in Ekim Devrimi’nin 4. yılında yaptığı konuşma, bu bakışın yalın bir özetidir:

Bolşevik mücadele olmadan, bolşevik devrim olmadan emperyalist savaştan ve bunun kaçınılmaz yaratıcısı emperyalist dünyadan (emperyalist barıştan -Rusça sözcüğün bu anlamını da ekleyelim), bu cehennemden kurtulunamaz.

“Bırakın burjuvalar ve pasifistler, generaller ve küçük-burjuvalar, kapitalistler ve filistenler, tüm imanı tam hristiyanlar ve II. ve İkibuçukuncu Enternasyonal’in bütün şövalyeleri bu devrime kızgınlıklarını kussunlar. Dünya tarihinin bu gerçeğini: yüzlerce, binlerce yıldır kölelerin ilk kez, efendileriyle kendi aralarında süren savaşı ‘efendilerin ganimetlerini paylaşmak için sürdürdükleri bu savaşı, tüm ulusların kölelerinin tüm ulusların efendilerine karşı bir savaşa dönüştürelim!’ sloganlarıyla yanıtladıklarını, işte bu gerçeği kızgınlık, inkar ve yalan hücumlarıyla da değiştiremeyecekler.”

Savaş karşıtı mücadele, emperyalizmin iç dayanağı olan işbirlikçi burjuvazinin sınıf iktidarına karşı mücadelenin bir parçasıdır ve savaş karşıtı mücadelenin görevleri de bu bakışla ele alınmalıdır.

 

İşçi ve emekçileri savaş karşıtı mücadeleye çekmek!

Bugün asıl sorun bu mücadelenin temel öznesi olması gereken işçi sınıfının mevcut durumudur. Yakın dönemin fiili eylem ve direnişlerine, metal fırtına sürecinde onbinlerce işçiyi kapsayan bir eylemliliğin yaşanmasına rağmen, işçi sınıfı üzerindeki gerici kuşatma tüm ağırlığı ile sürmektedir. Bu kuşatmayı kırmak ancak, TKİP V. Kongresi’nin temel vurgusu olan devrimci sınıf hareketi yaratma hedefi doğrultusunda, sınıfa etkili bir siyasal müdahale ile mümkündür. Emperyalist savaşa karşı mücadele, siyasal müdahale kapsamında temel gündemlerden biridir.

Öncelikli olarak halkları birbirine düşman eden ve kırdıran savaşların kaynağı konusunda bilinç açıklığı yaratabilmeli, bu temelde kapitalizmi mahkum eden bir bilinci işçi sınıfı içinde yayabilmeliyiz. Bununla birlikte, savaş ile işçi sınıfı ve emekçilerin yaşadığı ekonomik sorunlar arasındaki bağı güçlü bir şekilde kurabilmeliyiz.

Bugün işçi sınıfı ve ezilen halklar savaş politikalarının sonuçlarını en ağır şekilde yaşıyorlar. Savaş nedeniyle eklenen vergilerin, savaşa ayrılan bütçelerin ciddi bir ekonomik yıkım yaratmasının yanı sıra, bugün Suriye’den göç etmek zorunda kalanların işgücü piyasasına dahil olmasıyla ücretlerin geriye çekilmesi ve işsizliğin artması gibi sonuçlar da yaşanıyor. Bilinç açıklığından yoksunluk koşullarında bunlar halklar arasında düşmanlık ve nefrete yol açabiliyor.

Emperyalist savaş karşıtı propagandada, parti programımızın acil demokratik istemler bölümünde yer alan kimi talepler de, etkin bir şekilde işlenerek sınıf cephesinden mücadeleye konu edilebilmelidir. (Emperyalistlerle açık-gizli tüm antlaşmaların iptali;  NATO, AB vb. emperyalist kuruluşlarla tüm ilişkilerin kesilmesi; Türkiye’deki tüm askeri üs ve tesislere el konulması vb...),

Etkili bir propaganda çalışmasının yoğunlaşacağı alanlardan biri emekçi kadınlardır. İşçi sınıfının bir parçası olan kadınlar savaşlarda yıkım ve yoksulluğu daha ağır bir biçimde yaşıyorlar. Suriyeli kadınlar sözkonusu olduğunda, buna ağır bir cinsel şiddetin eklendiğini görüyoruz.

Sorunları en derinden yaşayan kesim olması nedeniyle emekçi kadınların mücadele içinde nasıl devrimci özne haline gelebildiklerini tarihsel deneyimlerden biliyoruz. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla emekçi kadınların gerçekleştirdikleri “ekmek ayaklanmaları”, kitle hareketinin yükselişini tetikleyen bir rol oynamıştır. Rusya’da Şubat Devrimi’nin fitilini ateşleyen de kadınların 8 Mart eylemleri olmuştur.

Savaş karşıtı mücadelenin bir diğer odağı gençliktir. Bugün gençlik hareketi ciddi bir gerileme içinde olsa da, geçmişte anti-emperyalist mücadelede nasıl bir rol oynadığını biliyoruz. Gençlik savaşların bedelini canı ve kanıyla ödemenin yanı sıra savaş politikalarından doğrudan etkileniyor. Savaş bütçesi nedeniyle eğitime ayrılan payın daha da azalması, bunun ilk elden akla gelen örneğidir. Öte yandan üniversite-sermaye işbirliği çerçevesinde “tekno-kentler”in bizzat savaşa hizmet ettiği biliniyor. Gençlik içinde savaş karşıtı mücadeleyi özgün boyutlarıyla ele almalı, etkili bir propaganda ve mücadeleye konu edebilmeliyiz.

Bugün savaş karşıtı tepki epeyce zayıflamış durumda. Irak savaşı sonrasında oluşan tepkilerin oldukça gerisinde bir tablo ile karşı karşıyayız. Irak savaşı sırasında politik hedefleri dar birlikler/platformların yanı sıra, gerçekleşen merkezi eylemlere kitlesel katılımlar, özellikle gençlik içinde anlamlı tepkiler sözkonusu idi. Hatta burjuva düzen cephesinde “savaş tezkeresi”nin mecliste onaylanamadığı, “kaza”ya uğradığı bir süreçti. Sınıfsal maddi zeminden kopuk olsa da, toplumdaki savaş karşıtı duyarlılığın bir dışavurumu idi. Son yıllarda AKP gericiliğinin iç çatışma süreçlerini derinleştirmesiyle birlikte, gelinen aşamada suskun bir tablo ile karşı karşıyayız. OHAL ile birlikte daha da boyutlanan faşist baskı ve terörün toplumsal muhalefeti ezmesinin yanı sıra, Kürt hareketinin Ortadoğu’da emperyalistlerle girdiği ilişkiler de bunda belli bir rol oynadı.

Mevcut tabloyu değiştirebilmek için sınıf ve emekçi kitlelerin savaş karşıtı mücadeleye çekilerek hareketi geçirilmesi güncel görev olarak karşımızda durmaktadır.

 

Zor dönemin zorlu görevleri!

Dışarıdaki savaş politikaları içerdeki baskı ve terörden bağımsız değildir. 7 Haziran seçimlerinin ardından boyutlanan, 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte tüm toplumsal muhalefeti ezmeye yönelen baskı ve terör rejimi, bugün en ufak sesi bile susturmayı amaçlamaktadır.

İşçi sınıfı ve emekçi kitleleri, emperyalist-kapitalist sisteme ve onun saldırgan politikalarına karşı örgütlemek ve mücadeleye sevketmek, öncelikle ayakta kalmayı gerektirir. İçinden geçtiğimiz zorlu dönemde illegal örgütsel temelin güçlendirilmesi, yaşamsal bir önem taşımaktadır. Bolşevik deneyim bu açıdan da oldukça öğreticidir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında, ağır baskı koşulları altında devrimci illegal zemine dayanarak yürüttükleri devrimci sınıf faaliyeti, Bolşeviklerin savaşın ardından yükselen kitle hareketinde etkili bir güç haline gelmelerini sağlamıştır.

Günün görevi, zorlu koşullar altında etkili bir sınıf çalışmasını yürütebilmek, işçi ve emekçi kitleleri kesintisiz bir siyasal çalışmayla örgütlenmeyi başarabilmektir.


Üste