Logo

Parti-kitle örgütleri ilişkisi


Parti geniş işçi kitleleriyle, başta sendikalar olmak üzere çok değişik kitlesel örgütlenmeler aracılığıyla bağ kurar, etkiler, yönlendirir ve harekete geçirir. Marksist literatürde parti ile kitleler arasında “volan kayışları” olarak tanımlanmaları bundan dolayıdır.

Bu nedenle parti bir yandan mevcut kitlesel işçi örgütleri içinde çalışma yürütürken, bir yandan da çalışmanın ihtiyaçlarına ve hedeflerine bağlı olarak çeşitli türden örgütlenmeler gündeme getirebilir; sendikalar, işçi birlikleri, işçi platformları vb. kurmaya yönelebilir. Elbette partinin bir yan örgütlenmesi haline getirmek üzere değil, fakat kitlesel örgütlenme mantığı gözetilerek bu yapılır. Kitle örgütlerinin “bağımsızlığı” olgusuna, “demokratik işleyiş”in hayata geçirilmesine özen gösterilir.

Bu örgütlerde çalışma doğallığında partinin açık kimliği üzerinden değil, o alana dönük olarak saptadığı politikalar üzerinden yürütülür.

Fakat tüm bunlar, partinin bu örgütlerde yürütülen çalışmaya müdahale edemeyeceği ya da etmemesi gerektiği anlamına gelmez. Politikayı saptayan partidir, nasıl uygulandığını denetlemek de onun sorumluluğundadır. Müdahale hiçbir biçimde kitle örgütünün kendisine değil, fakat tümüyle o kitle örgütü içinde “parti çalışması” yürüten parti birimine ya da partili militanlaradır.

Kitle örgütlerinde çalışma yürüten partili güçler elbette esnek ve yaratıcı bir pratik sergilemek, fakat bunu yaparken partinin ideolojik çizgisine, hedef ve amaçlarına uygun davranmak, buna uygun taktik politikalar geliştirmek, her durumda ilkesel yaklaşımları özenle gözetmek durumundadırlar. Kitle örgütlerinin çok değişik kültür, görüş ve eğilimden insanları kapsaması, “esneklik” adına geri bir çizgide politika yapma ya da apolitik eğilimlere uyum sağlama gibi bir zaafiyete yolaçmamalıdır.

Genel planda bilinen bu belirlemeler, somut uygulama planında sorunlara, kafa karışıklıklarına, kimi zaman da tartışmalara yol açabildiği için, sorunun bazı yönlerini kısaca ele almak yararlı olacaktır.

 

Kitle örgütleri içinde çalışma nasıl bir bakışla yürütülür?

Partinin kitlesel işçi örgütlenmeleri içinde yürüteceği faaliyetin kapsamı ve içeriği nedir? Örneğin parti gerici ya da sol reformist bir sendikanın tabanında çalışırken neyi hedefler?

Sendikalar sözkonusu olduğunda, kısaca, devrimci sınıf sendikacılığı çizgisini hayata geçirmek denebilir. Devrimci sınıf sendikacılığı çizgisini hakim kılabilmek ise taban demokrasisi, taban inisiyatifi, tabana dayalı örgütlülükler demektir, tabanın söz ve karar hakkına sahip olabilmesi demektir, vb… Ama bu kadarını söylemek kendi başına yeterli değildir. Asıl önemli olan bu taban örgütlülükleri ile neyin hedeflendiği, bu hedef çerçevesinde nasıl bir sürecin ürünü olarak örgütlendiğidir.

Taban örgütlülükleri sınıfın eylemini ve bilincini geliştirebilmek içindir. Partili militanlar olarak, işçileri bir araya getirmeye başladığınız andan itibaren, onlara bu doğrultuda müdahalelerde bulunamadığınızda, dinamik ve işlevsel taban örgütleri oluşturmayı da başaramazsınız. Buna nereden ve nasıl başlayacağınız, yol, yöntem ve araçlarının neler olacağı tümüyle somut değerlendirmelerin konusudur. Dinci gericiliğin etkin olduğu bir fabrika ile sola açık işçilerin olduğu bir başka fabrikada kullanacağınız araç, yol ve yöntemler, yürüteceğiniz ajitasyon ve propaganda doğal olarak farklılaşacaktır.

Öte yandan, işçileri harekete geçirmek elbette çok önemli fakat kendi içinde amaç değildir. Önemli olan bu hareketlilik içinde işçilerin bilincini ve örgütlenmesini devrimci bir doğrultuda geliştirilebilmektir. Bu da ancak sınıfın ekonomik-sendikal zemindeki mücadelesine eşlik edecek çok yönlü bir politik müdahale ile başarılabilir. Bu sayede öncülerinin kazanılması, geriden gelen geniş kitleyi de yönlendirme imkanı sağlar. Bu çerçevede sınıfın öncülerini ya da öncülük potansiyeli taşıyanları politik olarak kazanmaya kilitlenmeyen bir müdahale ile sınıf çalışmasında mesafe almak mümkün değildir.

Dolayısıyla, tabanında çalıştığınız kitle örgütünün “ekonomik zeminde” duruyor olması, sizin yürüteceğiniz faaliyette temelde sınıfın politik bilincini geliştirme hedefiyle hareket etmeniz gerektiği gerçeğini değiştirmez. Tabanındaki işçinin apolitik olması, ırkçı-şoven ve dinsel gerici ideolojilerin etkisi altında bulunması, dar ekonomik taleplerden ötesini göremiyor olması, önceliği “ekonomik ajitasyon”a vermeyi gerektirmez. Sınıfı harekete geçirebilmek açısından ekonomik ajitasyon elbette çok önemlidir ama ekonomik ajitasyonla sınırlı kalındığında, hele de bu bir “öncelik” aşamasına çevrildiğinde, sınıf bilincini geliştirme hedefi bir yana bırakılmış demektir. Ekonomik ajitasyon ancak politik ajitasyonla birleştiğinde, bir “hareket noktası” olarak oynaması gereken rolü oynar.

Sonuçta önemle altı çizilmesi gereken nokta şudur: Sınıfa dönük çalışmanın ekonomik/sendikal boyutu, politik müdahaleyi kolaylaştıran bir “manivela” işlevini yerine getirebilmek ya da bir “hareket noktası” olabilmek durumundadır. Dolayısıyla ikisi arasında organik bir ilişki vardır. Mekanik düşünüş tarzı bunları farklı kategorilere bölüp birbirinden koparmaya eğilim duyar. Oysa tam da sınıfa ekonomik-sendikal zemin üzerinden müdahalenin kendisi, sınıfın politik bilincini geliştirmeye hizmet etmek durumundadır. Sınıfın bakışı bu alanın ötesine taşınamadan, devrimci sınıf bilinci geliştirilemez.

Sınıfın ekonomik-sendikal mücadelesine başarılı bir önderlik de, bu mücadeleyi kendi içinde kazanımla sonuçlandırmaktan çok, sınıf bilinci ve örgütlenme planında alınacak mesafe üzerinden ölçülebilir. Bunun başarılamadığı yerde sınırlı “maddi kazanımlar” bile ayak bağına dönüşebilmekte, bir “sendikal örgütlenme” ya da kırıntı bir “ücret artışı”nın ardından işçilerle ilişkiler zayıflayabilmektedir. Bu durum bile yüklenilmesi gereken halkayı yeterli açıklıkta ortaya koymaktadır.

 

Geri bilinç temelde politik müdahale ile aşılabilir

Şu türden bir düşünüş tarzı olabilir: Sendikalar ya da sektörel birlik türünden örgütlenmeler, temelde ekonomik zeminde hareket ederler. Politik müdahaleyi yapması gerekense parti örgütleridir. Buna uygun hareket edilmediğinde, farklı işlevler birbirine karıştırıldığında, etkin bir müdahale olanağı boşa çıkar. Her örgütlülük kendi rolünü oynamalıdır!

İlk bakışta “mantıklı” gibi görünen bu düşünüş tarzının gerisinde ekonomizmin yön verdiği bakış açısı yatmaktadır.

Bir sendikal ya da sektörel örgütlenme bir yana, bir partili militanın/ya da militanların sıradan bir kitle örgütünde, örneğin işçi ve emekçilerin ağırlıklı olduğu bir semtin derneğinde çalıştığını varsayalım. Semtin yol ya da su sorunu olabilir, uyuşturucu ya da kadın ticaretinin yarattığı hassasiyetler olabilir, faşist çetelerin saldırıları olabilir, gecekondu yıkımı olabilir, vb… Bu kitle örgütü içinde yürüttüğünüz çalışmanın hedefi, kitleleri bu sorunlar üzerinden harekete geçirip, bu sorunları kendi içinde çözmeye çalışmak olabilir mi? Bizim oradaki varoluşumuzun mantığı, emekçi kitleleri devrimci mücadeleye kazanmak değil midir? Elbette bu yukarıda sayılan sorun alanları üzerinden kitlelerin harekete geçirilmeyeceği anlamına gelmez. Ama beraberinde tüm bu sorunların kaynağında neyin yattığı ortaya konularak politik bilinci geliştirme hedefi bir yana bırakılmadan... Bu, sözkonusu dernekte bizzat çalışma yürüten partili militanların değil, fakat ötesindeki parti örgütlerinin işidir denilebilir mi?

Elbette devrimci bir sendika, bir sektörel birlik, bir işçi birliği, işçi platformu, işçi derneği vb. işçilere seslenirken doğru, amaca uygun bir dil kullanmalıdır. Fakat bu hiç de ekonomik-demokratik zeminde hareket edilmesinden gelen bir sınırlama değildir. Sözkonusu olan tümüyle seslendiği işçi kitlesinin bilinç düzeyini önemle gözetmek ihtiyacıdır.

“Bilinç düzeyini gözetmek” ise politik ajitasyonu ertelemek anlamına gelmez. Tersine, tüm ekonomik ve sosyal sorunların gerisinde ücretli kölelik düzeninin yattığı, sınıflar, sınıf çelişkileri, sınıf mücadeleleri gerçeği, sermaye devletinin işlevi, özel mülkiyete dayalı sermaye düzeni varlığını sürdürdüğü sürece işçi ve emekçiler için gerçek bir demokrasinin mümkün olmadığı vb., en temel gerçekler her vesileyle, döne döne ortaya konulmak durumundadır. Elbette teorik bir dille, keskin söylemlerle ya da bir takım sloganlarla değil, popüler bir dille, son derece sade ve anlaşılır bir anlatımla… İşçilerin en duyarlı oldukları sorunları hareket noktası alarak, onları bunlar üzerinden harekete geçirerek, fakat beraberinde söylenmesi gereken her şeyi elbette “uygun” bir dil ve üslupla söyleyerek… “Popüler dil”, işçilerin geri bilincini gözetmek adına bu geriliğe “uyum” sağlayan değil, onları doğrudan ilgilendiren en temel sorunlar üzerinden bu geri bilincin üzerine dikkatli bir biçimde giden bir dil olabilmek durumundadır.

İşçilerin geniş kesimlerine nüfuz etmiş bulunan gerici düzen ideolojilerinin bilinçleri nasıl kötürümleştirdiğini iyi biliyoruz. Sınıfın ideolojik ve kültürel geriliğinin işimizi fazlasıyla zorlaştırdığı yeterince açık bir olgu. Bu durum üzerimizde küçümsenemeyecek bir basınç yaratmakta, müdahalelerimizde, zayıflıkların üzerine gitmede zorlanmalara yolaçmaktadır.

“Bağımsız sınıf tutumu”nun öncelikle düzen ideolojilerinden/düzen içi bakıştan bağımsızlaşmak demek olduğunu unutmamalı, şu ya da bu nedenle harekete geçen/ya da geçirdiğimiz işçilerin geri bilincinin ürünü eğilimlerine, taleplerine vb., “anlayışla” yaklaşma zaafiyetine düşmemeliyiz. Bunları gerekçelendirip, aşılmasını “yarın”ın sorunu olarak gördüğümüz sürece, doğru bir müdahaleyi hayata geçirmeyi başaramayız. “Bugün”den işçilere söylenmesi gereken temel gerçekleri -elbette uygun bir dil ve üslupla- söylemeli, onların geri eğilimlerinin yolaçacağı sorunları önlerine koymalı, bize rağmen atacakları adımların sonuçları üzerinden onları uyarabilmeliyiz.

Örneğin işçiler Türk-Metal yerine Çelik-İş’i tercih ettiklerinde, önemli olan bugün Türk-Metal’i etkisizleştirmek, işçiler bize rağmen böyle bir yönelim içindeler, kendi deneyimleriyle Çelik-İş’in de ne olduğunu görecektirler düşüncesiyle etkili bir müdahaleden geri duramayız. Bugün değilse bile yarın onları etkilememiz ve kazanmamız buna bağlıdır.

 

“Parti”den bağımsızlık!

Kitlesel örgütlülükler, bizzat partinin kendisinin örgütledikleri de dahil, “doğası gereği” partiden “bağımsız”dır. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, bu örgütlerin bünyesinde çalışma yürütülürken partinin bir yan örgütlenmesi gibi hareket edilemez. Ancak, bunun böyle olması, işçileri devrimci çizgiye kazanabilmek için bu örgütlerde etkin olmayı hedeflemeye, buralara devrimci politikaları taşımaya engel değildir. Bunu da ancak o örgütlerin içinde çalışan partili güçler yapabilir. Burası bir sendikal zemin, bir parti örgütü değil, işçilerin inisiyatifi esas alınmalı, bize daralmamalı bakışı, apolitik bir bakıştır. Elbette ileriye çıkma potansiyeli taşıyan tüm işçileri öne çıkarma politikası izlenmelidir, zaten hedeflenen de budur. Fakat aslolanın orada devrimci sınıf çizgisini hayata geçirmek olduğu bir an bile unutulmamalı, ayakbağı olacağı baştan belli işçilere bu tür inisiyatifler tanınmamalıdır. Tabii ki dayatmacı bir tarzda değil, sergilediğimiz önderlik pratiğiyle işçilere güven vererek, tercihleri yönlendirerek, yol göstererek, vb…

Bugün, sınıf hareketinin verili durumunda, taban örgütleri kurulsun da nasıl kurulursa kurulsun, ya da önemli olan “söz, yetki ve karar”ın işçilerde olmasıdır yaklaşımıyla devrimci açıdan alınabilecek esaslı bir mesafe yoktur. Çok yönlü bir kuşatmayla sersemletilen, düzen tarafından kolayca yönlendirilebilen bir sınıf gerçeği ile karşı karşıyayız. “Bağımsız sınıf tutumu”, düzenden, düzen ideolojilerinden bağımsızlıktır. Bunun epeyce uzağındaki işçiler şu ya da bu yönlendirmeyle taban örgütlülükleri ya da “bağımsız sendika”lar kursalar bile, “bağımsız” bir inisiyatif sergilemeyi başaramazlar.

Bunun içindir ki devrimci bir parti, kitle örgütlerinde etkin bir konum kazanmayı hedeflemek durumundadır. Elbette işçileri gütmek için değil, doğru bir önderlik pratiğiyle onların sınıf bilincini, örgütlenmesini, inisiyatifini vb. geliştirebilmek için...


Üste