Logo

Sınıf eksenli partiye geçiş bağlamında önderlik sorunu


Sınıf eksenli partiye geçiş bağlamında önderlik sorunu

Egemenler, kokuşmuş kapitalist düzen için tehlike arz eden işçi ve emekçileri etkisizleştirip, güdülecek noktada tutmaya özel önem verirler. Bu mümkün değilse eğer, siyasal yaşamdaki etkinliklerini asgari noktaya itebilmek amacıyla kesintisiz, sistemli, sinsi ve gerektiğinde vahşi boyutlar alan kaba bir saldırganlık sergilerler. Bu olgu, her sınıflı toplum gibi kapitalizmin de esas olarak şiddete dayalı bir sistem olmasında kaynaklanır. Asker, polis, özel güvenlik orduları besleyen burjuvazi ve onun devleti, kimi zaman havuç uzatsa da, işçi sınıfı ve emekçileri esas olarak sopa ile yönetmektedir.

Devletin militarist, bürokratik, siyasi organlarını daima el altında bulunduran egemenler, yansıra ideolojik/düşünsel üretim araçları  üzerinden gerici, yoz fikirlerini de gece gündüz topluma empoze ediyorlar. Fakat tüm bu önlemlere rağmen işçi sınıfı ve emekçilerin olası başkaldırısından duydukları korkudan kurtulamıyorlar.

Bu korkuları boşuna değil elbette. Zira onlar, iktidarı zor araçlarıyla elde tutan sömürücü, asalak, vahşi bir sınıfa mensup olduklarının bilincindedirler. Bu gerçeğin farkında oldukları içindir ki, hiçbir baskı ve yozlaştırmanın ezilenleri başkaldırmaktan alıkoyamayacağını biliyorlar. Onları ölçü tanımaz saldırganlığa iten bu korkuları, isyan eden işçi ve emekçilerin, kapitalist sistemin yarattığı kendi mezar kazıcıları olduğunu bilmelerinden de kaynaklanıyor.

Etkisizleştirmek için öncüsüzleştirmek!

Toplumun dinamik kesimlerini etkisizleştirmenin en etkili yolu olan örgütsüz/öncüsüz bırakmak, egemenlerin temel politikalarından biridir. Bu amaçla devlet terörü, kontr-gerilla provokasyonları, psikolojik savaş taktikleri uygulandığı gibi, ırkçı/dinci gericilik ile uyuşturma, yozlaştırma vb. yöntemlere de başvuruyorlar. Sermaye tarafından beslenen her türden tetikçi takımı da (siyasetçi, sendikacı, gazeteci, akademisyen, “uzman”, “sanatçı”, yazar-çizer vb.) bu saldırganlığa hevesle katılıyor.

Zira düzenle bütünleşmesi mümkün olmayan toplumsal dinamiklerin, özelde ise işçi sınıfının devrimci öncü gücüyle buluşması, sadece rejimin efendilerini değil, onların beslediği yardakçı takımını da korkutuyor. Öncüyle buluşma olasılığı hissedildiğinde, olağan koşullarda farklı gibi görünen kimi kurum veya kişilerin de aynı kervana katılmaları bu kader ortaklığından kaynaklanıyor. Burjuvazinin verdiği kırıntılarla beslenen bu düşkünleştirilmiş kast, kaba saldırganlıktan papazca vaazlara kadar uzanan geniş bir alanda iş görüyor.

Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen öğrenci eylemleri karşısında sergilenen tutum bunun çarpıcı bir göstergesi olmuştur. Eylemlerin, gençliğin sisteme karşı biriken öfkesinin açığa çıkmasını hızlandırabileceği korkusuna kapılan düzenin efendileri ile onların tetikçileri, sermaye medyasını etkin bir şekilde kullanarak ortalığı velveleye verdiler. Kimi devlet terörünü savundu, kimi gençliği tehdit etti, kimi hakaret edip aba altından sopa gösterdi. Polisin vahşi şiddetini eleştirenler ise, ya bu görüntülerin rejimin imajına zarar vereceğini hatırlattı ya da gençlik saflarında biriken öfkeye akacak kanallar açarak, hareketin boyutlanmasını önlemek gerektiğini savundular.

Toplumsal dinamiklerin birleşmesini önleme çabaları

İşçi sınıfının, gençliğin, ezilen halkların maruz kaldığı baskı ve zulüm, toplumun bu dinamik kesimlerinin öncü güçleriyle kenetlenip özgürlüğün kapılarını açacak olan mücadeleyi geliştirmelerini önlemeyi hedefler.

Ayağa kalkmış toplumsal dinamiklerin bastırılması ya da rejimin böyle bir başkaldırıya yol açabilecek saldırıları gündemde olduğunda, egemenler zıvanadan çıkıyorlar. Ulucanlar katliamından sonra devletin, devrimci direnişi kırıp F tipi hücreleri açmak için 19 Aralık’ta sergilediği vahşet, İMF-TÜSİAD programlarının uygulanmasıyla dolaysız bağlantılıydı. Tıpkı 12 Eylül faşist askeri cuntasının, “24 Ocak istikrar programı”nın uygulanmasıyla doğrudan bağlantılı olması gibi.

Saldırılara karşı öfkesi birikmiş, çıkış yolu arayan ama henüz bileşik hareket etme yeteneğini kazanamamış, fakat böyle bir adım atma sinyali veren rejime tepkili kesimler anında rejimin hedefi haline getirilir. Öncü ile güçlü bağlar kurulmuşsa, bu bağı koparmak, olmazsa zayıflatmak için tüm kirli yol ve yöntemler meşru sayılır. Zira öncü, maddi toplumsal zemininden tecrit edilebilirse,   ezmek ya da etki alanını daraltmak kolaylaşır.

İşbirlikçi sermaye iktidarı, şiddet ile “reform”u birleştirerek devrimci öncüyü tasfiye etme politikasını ‘90’lı yıllardan beri sistemli bir şekilde uyguluyor. Bu politika, devrimci zeminde kalmakta ısrar edenlerin vahşi devlet terörüyle ezilmesi veya uzun yılar hücrelere kapatılması, düzenin icazetine sığınanlara ise alan açılması şeklinde uygulanıyor.

Bu faşizan politikanın temel hedefi, sermayenin saldırılarına maruz kalan işçi sınıfı ve emekçileri devrimci siyasal öncüden yoksun bırakmaktır.

Sınıfı devrimci örgütle, devrimci örgütü sınıfla güçlendirmek!

İşçi sınıfı, geleceği kurma iradesi taşıyan, devrimci zeminde duran, ideolojik çizgisi ve programı ile kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurma mücadelesine bilimsel olarak yol gösteren öncü gücüyle birleşmişse, sınıfsız sömürüsüz dünyaya doğru yol almaya başlamış demektir.  Bu, işçi sınıfı hareketiyle bilimsel sosyalizmin organik birliğinin sağlanması anlamına gelir.

Buna karşın, ideolojisinin uzağında, aynı anlama gelmek üzere öncü partisinden uzak kalan bir sınıfın, egemenlerin etki ve güdümüne girmesi kaçınılmazdır. Öncü kurmayı ile bütünleşemeyen işçi sınıfı ve müttefiklerinin sömürü ve kölelik zincirlerini kırmaları mümkün değildir.

Öte yandan, nasıl ki öncüsüyle buluşamayan sınıf özgürleşme olanağından yoksun kalıyorsa, maddi sınıfsal zeminine sağlam bir şekilde basamayan bir devrimci partinin de öncülük misyonunu sonuca ulaştırması, kapitalizmi yıkıp sosyalist işçi-emekçi iktidarını kurmayı başarması mümkün olamaz. İnsan soyunun barbarlık içinde çöküşten kurtulması açısında olmazsa olmaz olan bu misyon ancak proletarya ile öncü partisinin sınıf savaşımları içinde buluşup kaynaşmaları sonucunda gerçekleştirilebilir. 

Öncü parti/öncü sınıf bu tarihsel misyonu oynayabildiklerinde, kent ile kır yoksullarının, gençliğin, kadınların, etnik, dinsel, mezhepsel baskı ve sömürüye maruz kalan toplumun tüm ezilen kesimlerinin mücadele dinamiklerinin önü de açılmış olacaktır.

Bundan dolayıdır ki, TKİP’nin “devrimci örgüt yaşamsaldır” ve “sınıf eksenli partiye geçiş” çağrısı büyük bir önem taşımaktadır. Bu önem salt partinin kadro ve militanları açısından değil, devrim ve sosyalizm davasına samimiyetle bağlı olan tüm güçler için de geçerlidir. Zira verili koşullarda, sınıf hareketiyle bilimsel sosyalizmin birliği sağlanmadan, kapitalizm belasından kurtulup sosyalizme ulaşmanın olanağı yoktur.

Devrimci örgütün yaşamsal önemine yapılan vurgu ve devrimci örgütü güvence altına almanın yegane yolu olan sınıf eksenli partiye geçişi başarma çağrısının genelde devrim davasını güçlendirmekle ilgili yönü olsa da, halihazırda bunun pratiğe geçirilmesi görevi esas olarak sınıf devrimcilerinin sorumluluğundadır. Sınıf devrimcileri bu çağrıya, parti çizgisinin hayata geçirilmesi için azim, kararlılık, yaratıcılık, ataklık ve işlere dört elle sarılarak karşılık vermelidirler.

Bugün örgütsüz/öncüsüz sınıf, parçalanmış sol, devrimci zeminden sürülmüş parti ya da örgütler tablosu ile karşı karşıya bulunuyoruz. Siyasal yaşamda varlık gösterenler ya devrimci iddiayı terk etmiş bulunan ya da bu iddiayı şu veya bu düzeyde taşısalar bile kapitalizmin tek tutarlı devrimci sınıfı proletaryadan uzak duran akımlardır.

Verili koşullarda sadece TKİP, sınıf hareketiyle bilimsel sosyalizmin birliğini “devrimci teori, devrimci örgüt, devrimci sınıf” temelinde sağlamaya çalışmaktadır. Yarın sınıf ve kitle hareketi geliştiğinde, sınıfın devrimci öncüsünün, hareketle birleşip doğru hedeflere yöneltebilecek, somut kalıcı mevziler kazanmasını sağlayacak bir hazırlığı yapmış olmasının önemini döne döne vurgulamakta, bunun gereklerini yerine getirmektedir.

Zira tersi bir durumda, hareket gelişir, fırtına eser gider ve bir kez daha yeni bir dalganın kabarması için onlarca yıl beklemek zorunda kalınır. Hem tarihsel hem güncel deneyimler, kabaran sınıf ve kitle hareketinin öncüden yoksun kaldığında, kayda değer kazanımlar bırakmadığını göstermektedir. Burjuvazi ile rejimin “akıl hocaları” da bu gerçeğin farkındadırlar. Sınıfı öncüden, öncüyü sınıftan uzak tutmak için bunca çaba harcamaları, kirli oyunlar çevirmeleri bundandır.

II. Parti Kongresi ile devrimci örgütü “yaşamsal”, III. Parti Kongresi ile sınıf eksenli partiye geçişi “öncelikli hedef” olarak ilan edip, çabasını bu yönde yoğunlaştıran TKİP, sermaye iktidarının işçi sınıfı ve emekçileri köleliğe mahkum etme planını bozma misyonu ile hareket etme kararlılığını ortaya koymuştur. Komünist kadro ve militanlar tüm çalışma alanlarında bu iddia ve misyonun hakkını verebilmek için seferber olmalıdırlar. Devrimci örgütü güçlendirmek, sınıf eksenli partiye geçiş hedefine doğru yürüyüşümüzü hızlandıracak, sınıf eksenli partiye geçişte alınan mesafe ise, devrimci örgütü güçlendirip sağlamlaştıracaktır.


Üste