Logo

TKİP'nin 12. Yılı etkinliğindeki konuşma


TKİP'nin 12. Yılı Etkinliği'nde yapılan konuşma...

TKİP devrimin ve komünizmin bayrağını yükseklerde tutacaktır!

 

Değerli dostlar, yoldaşlar...

undefinedBüyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin 93’üncü, partimizin kuruluşunun 12’inci yıldönümünü kutlamak için bir kez daha bir aradayız. Bu anlamlı günde bizi yalnız bırakmayan, coşkumuzu paylaşarak etkinliğimizi onurlandıran sizleri içten devrimci duygularla selamlıyorum...

“Ya kapitalist barbarlık, ya sosyalizm!” Gecesi’ne hoş geldiniz!

“Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!” şiarı, geride bıraktığımız yüzyıl tarafından doğrulanan yalın bir gerçeğe işaret etmektedir. Kapitalizm sürekli olarak ekonomik, sosyal ve kültürel yıkımlar üreten bir barbarlık düzenidir. 20. yüzyılın bütün bir tablosu bunu bize apaçık biçimde göstermektedir. Onmilyonlarca insanın yaşamına malolan ve her seferinde insan uygarlığını yıkımın eşiğine getiren iki büyük emperyalist dünya savaşı bile kendi başına bunun yeterli bir kanıtıdır.

Oysa bilançonun her bakımdan çok daha ağır olduğunu biliyoruz. Halklara büyük acılara malolan sayısız bölgesel ve yerel gerici savaşı biliyoruz. Emperyalist sömürgeciliğin ve yeni sömürgeciliğin ağır sonuçlarını biliyoruz. Bir dönem Avrupayı kasıp kavuran faşizmin karanlığını biliyoruz. Yüzyılın ikinci yarısında dünya halklarına büyük acılar yaşatan faşist beyaz terör rejimlerini biliyoruz. Yüzmilyonlarca emekçiye zenginlik içinde yoksulluk ve yıkımı yaşatan büyük ekonomik bunalımları biliyoruz. Kapitalizmi onlarsız düşünemeyeceğimiz kitlesel işsizliği, kitlesel yoksulluğu, kitlesel açlığı ve hastalığı biliyoruz. Ve en önemlisi de, işçi sınıfının ve halkların sosyalizm bayrağı altında 20. yüzyılın büyük bir bölümüne damgasını vuran büyük direnişi olmasaydı, insanlığa ödetilen bu faturanın çok daha ağır olacağını biliyoruz. Herşey bir yana, Sosyalist Sovyet Halklarının ve komünistler önderliğinde Avrupa halklarının görkemli direnişi olmasaydı, Avrupa’ya ve dolayısıyla tüm dünyaya faşizmin karanlığının egemen olacağını da biliyoruz.

Tarih şu gerçeği tüm açıklığı ile kanıtlamıştır: Emekçi insan üzerinde sistemli bir sömürü ve köleliğe dayanan kapitalizmi bunalımlardan ve savaşlardan, bunların yarattığı çok yönlü yıkıcı sonuçlardan ayrı düşünmenin olanağı yoktur. Bugünün olayları bunu ayrıca kanıtlamaktadır. Militarizm, emperyalist saldırı ve savaşlar, ekonomik bunalımlar, gericilik, ırkçılık, işsizlik, yokluk, yoksulluk, gelecek güvensizliği, bugün de yaşamımızın bir parçasıdır. Ve tarih şunu da kanıtlamıştır ki, tüm bunlardan kurtulmanın sosyalizm dışında bir yolu yoktur.

Yıldönümünü kutladığımız Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin anlam ve önemi de buradadır. Zira o buzu kırmış, yolu açmıştır. İşçi sınıfına ve ezilen halklara tutulması gereken yolu göstermiştir. İşçi sınıfının ve emekçilerin dünyanın dört bir yanında yeniden güç kazanmakta olan direnişi göstermektedir ki, o yol yeniden tutulacaktır. Kapitalist sistem yeni bir bunalımlar ve savaşlar dönemine girmiştir. Hiç kuşku duyulmamalıdır ki, bunu yeni bir devrimler dönemi tamamlayacaktır. İnsan uygarlığının bugüne kadarki birikimini ve gelinen yerde bizzat gezegenimizi, kapitalist barbarlık içinde çöküşten proletarya devrimi ve sosyalizm kurtaracaktır.

Değerli dostlar, emekçi kardeşler...

AKP iktidarı şahsında günümüz Türkiye’sinin üstüne gericiliğin karanlığı çökmüş bulunmaktadır. Sermaye devletinin kilit mevkileri, önemli bir bölümüyle, AKP çatısı altında birleşmiş cemaatler ve tarikatların elindedir artık. Bunun dinsel gericiliği pervasızlaştırdığını, kendi değerlerini ve yaşam biçimini topluma dayatma eğilimlerini güçlendirdiğini biliyoruz. Aynı şekilde bunun toplumun ilerici katmanlarında derin kaygılara yolaçtığını ve bundan kurtulma arayışlarını güçlendirdiğini de biliyoruz.

Öncelikle şunu saptamak durumundayız: Dinsel gericiliğin bugünkü muazzam gücü ne gökten zembille indi ve ne de bir rastlantılar silsilesinin ürünü olarak ortaya çıktı. Bugünkü tablo son 30 yılın dolaysız meyvesidir. 30 yıl öncesinin ise bir yanında 12 askeri faşist darbesi, öte yanında 24 Ocak kararları vardır. 12 Eylül faşist darbesi ile 1970’li yılların büyük devrimci dalgası kırıldı, Türkiye’nin ilerici-devrimci birikimi ezildi, işçi sınıfı ve emekçilerin direnme gücü felce uğratıldı. 24 Ocak Kararlarının simgelediği neoliberal ekonomi politikaları ile de işçiler ve emekçiler derin bir yokluğun, yoksulluğun ve yoksunluğun çukuruna itildi. Bu iki gelişme, Türkiye’nin devrimci birikiminin ve emekçi insanımızın direnme olanaklarının ezilmesi ile emekçilerin yoksulluk içinde çaresizliğe itilmesi, bir arada, dinsel gericiliğin beslenip palazlandığı, gelişip serpildiği zemini yarattı.

12 Eylül faşist darbesi ile 24 Ocak Kararlarının simgelediği sosyal yıkım politikalarının gerisinde, emperyalizm ve işbirlikçi büyük burjuvazi vardı. Dolayısıyla AKP’de simgelenen dinsel gericilik de onların kendi öz ürünü oldu. Nitekim sekiz yıllık icraatı ile de kendisini besleyip büyütenlere, emperyalizme ve büyük burjuvaziye hizmette kusur etmedi. Bu sayededir ki, onlar tarafından hararetle desteklendi ve hala da desteklenmektedir. Rejimin ve toplumun yerleşik dengelerinde yarattığı tüm sorunlara rağmen.

Bütün bunlar, ilkin, AKP eksenli dinsel gericiliğe karşı mücadeleyi hiçbir biçimde büyük burjuvaziye ve emperyalizme karşı mücadeleden ayrı düşünemeyeceğimizi gösterir. İkinci olarak ise, bu mücadelede başarılı olabilmenin biricik yolunun, işçi sınıfı ve emekçilerin direnme gücünü eylemli olarak harekete geçirmekten geçtiğini... Bu ikincisinin ne anlama geldiğini yakın zamanda sarsıcı etkiler yaratan Tekel Direnişi üzerinden yaşayarak gördük. Eylemli direnişleri çoğaltarak ve tüm ülke sathına yayarak böylece emekçi insanı çaresizlik duygusundan kurtarırsak, dinsel gericiliğin karanlığından kurtulmanın gerçek yolunu da açmış oluruz. Düzen çatlaklarında politika yapan ve gizliden gizliye tüm umudunu şu sıralar parlatılan düzen muhalefetine bağlamış bulunan reformist solun görmezlikten geldiği temel önemde gerçek işte budur.

Partimizin bu konuya bakışını burada bir kez daha yinelemek istiyoruz: Dinsel gericiliğin bugün toplum yaşamının üstüne bir ağırlık olarak çökmesi, düzenin değil ama aşılmak üzere tümüyle devrimin bir sorunudur. Devrimin dinsel gericiliğe karşı etkili olabilecek biricik gerçek silahı ise, devrimci sınıf mücadelesidir. İşçilerin ve emekçilerin eylemli mücadele süreçlerine çekilmesidir, pratik mücadele süreçleri içinde birleştirilip eğitilmesi ve örgütlenmesidir, siyasal mücadele sahnesinde bağımsız devrimci bir güç haline getirilmesidir.

Dostlar, yoldaşlar...

Bilindiği gibi bugün toplumun gündeminde özel bir yer tutan bir öteki konu ise Kürt sorunudur. Kürt halkının özgürlük ve eşitlik uğruna haklı mücadelesi son bir kaç yılda özel bir güç kazandı ve rejimi gitgide daha çok zorlar hale geldi. Öte yandan bu sorunun yarattığı ağırlık, ABD’yi ve büyük burjuvaziyi Irak eksenli Ortadoğu politikalarında büyük açmazlarla yüzyüze bıraktı. Bir yılı aşkın bir süredir gündemde olan devletin “Kürt açılımı” bu çerçevede gündeme geldi. Bu doğrultudaki ilk girişimlerin tam bir iflasla sonuçlandığını biliyoruz. Devletin “Kürt açılımı”nın eksenine Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesini koyması, bu iflasın ana nedeniydi. Gelişmeler, Kürt hareketi muhatap alınmadan devletin iğne ucu kadar bir açılım yapamayacağını gösterdi.

Şimdi yeni bir safhadayız. AKP şahsında devletin Kürt hareketiyle dolaysız görüşmeler içine girdiğini Kürt hareketi resmen açıklamıştır ve hükümet de bunu zimnen doğrulamıştır. Bu, Kürt sorununun nihayet bir çözüm yoluna girmekte olduğunu mu gösteriyor? Buna yanıtımız, hayır, hiçbir biçimde! şeklindedir. Gerekçemiz ise şudur: devletin amaç ve hedefleriyle Kürt hareketinin amaç ve hedefleri arasında derin bir uçurum vardır. Taraflardan biri kendi konumunu radikal bir biçimde terketmeden, bu uçurumu giderebilmenin bir olanağı da yoktur.

Devletin bunu yapmayacağını, doğası gereği yapamayacağını biliyoruz. Büyük burjuvazinin tüm kesimlerinin Kürt açılımı üzerinden vardığı mutakabat, sorunun gerçekten çözümü değil fakat sınırlı bazı tavizlerle yatıştırılması ve denetim altına alınması, bu arada silahlı biçimiyle Kürt hareketinin tasfiye edilmesidir. Bunun karşısında Kürt hareketi ise ilk aşamada bölgesel özerklik olmak üzere özgürlük ve eşitlik istemektedir. Bu, sorunu devletle uzlaşarak çözmeye çalışan, silahlı direnişi de bu doğrultuda bir baskı aracı olarak kullanan Kürt hareketinin büyük bir açmazıdır da. Partimizin devletin Kürt açılımını değerlendirirken bu açmaza vurgulu bir biçimde işaret etmiş, ancak devrimle elde edilebilir istemlerin kurulu düzenle pazarlıkların ürünü anayasal reformlarla elde edilebileceğini sanmanın ham hayallerle oyalanmak olduğunu vurgulamıştır. Halen de aynı görüşteyiz. Kürt hareketi bugünkü konumundan ve istemlerinden köklü tavizler vermedikçe, devletle sürdüğü bildirilen müzakerelerden hiçbir sonuç çıkmayacaktır.

Ayrıca Kürt hareketiyle müzakere adımının devlette özel bir güç kazanmış bulunan AKP’nin dönemsel ihtiyaçlarından kaynaklandığı da bilinmektedir. AKP, iktidarını perçinlemek için önümüzdeki seçimleri de kazanmak istemektedir. Bunu zora sokacak, hatta boşa çıkaracak etkenlerin başında ise, Kürt sorunu eksenli çatışmanın sürmesi gelmektedir. AKP, Abdullah Öcalan ve PKK ile gizli görüşmeler başlatarak bunu şimdilik bloke etmiştir. Fakat işinin kolay olmadığı da açıktır. Zira Kürt hareketi oynanmak istenen oyunun farkındadır ve olayların halihazırdaki seyrinin gösterdiği gibi bu doğrultuda AKP’ye yüklenmektedir. Gündeme getirdiği talepler ve yarattığı fiili durumlar bunun ifadesidir. Bu ise günden güne gerilimi yükseltmektedir.

Olayların nereye varacağını çok geçmeden birlikte göreceğiz. Halen Kürt hareketinin büyük bir sınavdan geçtiğini ve sonuçları toplumun tamamını ilgilendiren büyük bir sorumlulukla yüzyüze olduğunu vurgulamak istiyoruz. AKP’nin gizli vaatlerine aldanarak onu seçimlere kadar rahat bırakmak, yapılabilecek hataların en büyüğü olacaktır.

Partimizin Kürt sorununa bakışı yeterli açıklıktadır. Biz Kürt halkı için gerçek özgürlük ve tam eşitlik istiyoruz. Bununsa iki halkın kurulu düzene karşı birleşik devrimci mücadelesi ile olanaklı olduğunu savunuyoruz. Kurulu düzen aşılmadıkça ulusal sorunun köklü ve kalıcı bir çözümü yoktur. Bu hiçbir biçimde Kürt halkının büyük bedeller ürünü olarak elde ettiği kazanımları küçümsediğimiz anlamına gelmemektedir. Ama biz bunların devrimci bir çizgide yürütülen mücadelenin ürünü olduğunu da biliyoruz ve bu çizgide bir mücadele sürdürülmediği sürece korunamayacağını da bilmek durumundayız.

Dostlar, yoldaşlar, emekçi kardeşler...

Son birkaç yıldaki gelişmelerle daha da açıklık kazanan solun bugünkü tablosu üzerine de bir çift söz söylemek istiyoruz. Bugün solda ilki Kürt hareketi ekseninde kuyrukçu parti ve gruplardan, ikincisi parlamentarist eksende legal reformist partilerden oluşan iki ana odaklaşma var. Bunların karşısında ise, tasfiyeciliğe karşı kararlı bir direniş göstererek devrimin bayrağını yükseklerde tutan TKİP, yanısıra da herşeye rağmen devrimcilikte direnmeye çalışan bazı gruplar var, fakat ortada devrimci bir odaklaşma yoktur. Zira herşeye rağmen devrimcilikte direnmeye çalışanlar olarak tanımladıklarımız da tasfiyeci bir sürükleniş içindedirler ve birçoğu reformist odakların yedeğinde hareket etmektedirler.

‘70’li yılların halkçı hareketinden herşeye rağmen geride kalanlar, ‘90’lı yılların ikinci yarısında tasfiyeci bir kırılmaya uğradılar ve gelinen yerde bunun sonuçları gözler önündedir. Dünün devrimcileri bugün yalnızca konumlarını ve çizgilerini değil, dillerini ve renklerini de değiştirmektedirler. İhtilalci örgütlerin yerine yasal partiler ya da şekilsiz dergi çevreleri almakta, devrime ve sınıfa dayalı dil yerini "değişim", "amaç insan" türünden belirsiz liberal söylemlere bırakmakta, devrimin ikiyüz yıllık mücadelelerden süzülerek gelmiş kızıl rengi ve kızıl bayrağı terkedilerek yerine mavi ya da turuncu renkler ve bezler geçirilmektedir. Biz, kendini işçi sınıf devrimciliği temelinde yenilemeyi başaramayacak halkçı akımları bekleyen akibete bütün bir açıklığı ile daha baştan işaret etmiştik. Ama itiraf etmeliyiz ki, bu düzeyde bir kırılmayı, bozulmayı ve dağılmayı biz bile beklemiyorduk.

TKİP, taşıdığı misyonun ve omuzlarındaki ağır yükün bilincindedir. O bu sorumluluğa yalnızca işçi sınıfı devrimciliğinin seçkin temsilcileri olan Habipler’in, Ümitler’in, Haticeler’in, Alaattinler’in partisi olarak değil, geçmişten bugüne devrim yolunda bedel ödeyen tüm kuşakların, bütün bir geçmiş devrimci birikimimizin mirasçısı olarak yaklaşıyor. İdeolojisiyle, programıyla, sınıf kimliğiyle, illegal-ihtilalci örgütsel yapısıyla, yarattığı moral değerler sistemiyle TKİP, bugün bu mirasın tek gerçek, tutarlı, ciddi ve samimi taşıyıcısı olduğunu kanıtlamıştır.

TKİP, devrimin ve komünizmin bayrağını yükseklerde tutacaktır!

TKİP, devrimci ilkeleri, devrimci çizgiyi, devrimci örgütü, devrimci direnişçi kimliği her türden tasfiyeci etki ve savrulmaya karşı kararlılıkla savunacak, koruyacak, daha ilerilere taşıyacaktır!

TKİP, onyıllardır bu topraklarda devrim ve sosyalizm davası uğruna kavga vermiş, emek harcamış, acı çekmiş, büyük yiğitlik örnekleri sergilemiş devrimci kuşakların anısına her zaman bağlı kalacak, onların bıraktığı mirası yarınlara taşıyacaktır!

TKİP, işçi sınıfı hareketiyle bilimsel sosyalizmin devrimci örgütlü birliğini sağlayacak, böylece Türkiye devrimini zafere taşıyacak tek gerçek yolu hazırlamış olacaktır!

Hepinizi içten devrimci duygularla bir kez daha selamlıyorum.

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!

Yaşasın proletarya devrimi ve sosyalizm!

13 Kasım 2010


Üste