Logo
< Yeni dönem ve genç komünistlerin görevleri

Safları devrimcileştirmenin sorunları


Safları devrimcileştirmenin sorunları

 

Kapitalizmin yapısal sorunu olan kriz dönemleri, sınıflar mücadelesinin keskinleşmesini, hatta kimi dönemler devrimci durumun olgunlaşmasını sağlayacak noktaya varabilir. Farklı dönemlerde ise, sınıf hareketinin geri çekilmesi, işsizlik, yoksulluk, sefalet korkusunun kitleleri mücadeleden uzaklaştırması noktasına varan sonuçlar doğurabilir. Kuşkusuz genel planda daha çok suskunlukla karşılanan kriz dönemlerinde de sınıfın bazı bölükleri hareketlenebilir. Ancak bu hareketler mevzi direniş ya da grevlerin ötesine pek geçemezler.

 

Değiştirme iddiasının yitirilmesi, çürümenin derinleşmeye başladığı noktadır

Değiştirme iddiasını, buna bağlı olarak da iradesini yitirmiş bir toplumun, kendini yozlaşma ve çürüme batağında bulması kaçınılmazdır. Zira kapitalizmin açmazı, onu yıkma başarısı gösteremeyen toplum kesimlerini de açmaza sürükleyip çürütmeye başlar. Hem işçi sınıfı hem toplumun diğer emekçi kesimlerinde görülen yozlaşma ve çürüme, farklı şekillerde kendini dışa vurur. Sosyal-siyasal yaşamın değişik alanlarında görülen sapkın eğilimler, bu açmaza düşme, yozlaşma, çürüme halinin tezahürlerinden başka bir şey değildir.

Verili koşullarda işçi sınıfı ve emekçilerin kayda değer bir kesiminin sömürü ve köleliği daha da katmerleştiren dinci gerici akımların peşine takılması, siyasal alandaki sapkın eğilimlerin en çarpıcı örneklerinden biridir. Dip noktaya işaret eden bu dönemler, sınıf hareketinin yeniden canlanma potansiyellerini de içinde barındırır. Sınıfın çoğunluğu tarafından suskunlukla karşılanmasına rağmen, 2008 kriziyle birlikte işyeri işgallerinin yeniden gündeme gelmesi, durgunluktan çıkış arayışlarının sınıf cephesindeki somut işaretleridir.

 

Sorunlu toplumlar, sorunlu bireyler yetiştirir

Kapitalizmin açmaza sürükleyip yozlaştırdığı, ardından çıkış olarak öne sürdüğü sapkın eğilimlere yönelttiği bir topluma mensup bireylerin, pek çok sorunla malul yetişmesi kaçınılmazdır. Denebilir ki, böylesi dönemlerde sağlıklı bütünsel kişiliklerin yetişmesi istisnadır. Sorunlu ve kişiliği parçalanmış insanların hayatın her alanında ağırlık oluşturmaları bunun göstergesidir.

Pek çok açıdan sorunlu olan kişiliklerin ortalığı kaplaması, kapitalist sistemin, toplumları oluşturan bireyleri içine sürüklediği derin açmazın yansımasından başka bir şey değildir. Vurgulamak gerekiyor ki, kapitalizmin bu çok yönlü ablukasına karşı en güçlü direnişi, her şeye rağmen işçi sınıfı gösterebilmektedir. Partinin işçi sınıfıyla organik birleşmeye, kadrosal gücünü sınıfın içinden kazanmaya ısrarla çubuk bükmesine, bu açıdan da bakabilmek gerekiyor.

 

“Direnenler de var bu havalarda!”

Sömürü ve kölelik üreten sermaye egemenliğine dayalı ilişkileri yıkamayan toplumun içine düştüğü açmaz ne kadar derin olursa olsun, ozanın dediği gibi, “direnenler de var bu havalarda”! Başka bir ifadeyle, hiçbir kuşatma ve yozlaştırma girişimi, kapitalizmin egemenliğine karşı yükseltilen sınıf mücadelesini bitirme kudretine sahip değildir.

Kapitalizmin silahlı bekçisi olan devlet ile onun etrafında öbeklenen “sivil” kurumlar, “dört iklim, yedi kıta kar altında” olsa bile direnenlere karşı amansız taarruzu sürdürürler. Amaç, toplumun emekçi kesimlerini silahsızlandırıp, değiştirme iddiasını tamamen yitirmiş “bireyler yığını” haline getirmektir. Zira örgütlülüğü parçalanmış, değiştirme iradesini yitirmiş “bireyler yığını” haline getirilmiş toplumları “gütmek” egemenler için kolaydır. Buna karşın işçi sınıfı ile emekçilerin bağrından fışkıran direniş dinamikleri, egemenlerin toplumu “sürüleştirme” heveslerini kursaklarında bırakır. Bu noktada, direnen devrimci özneler olan bireylerin kayda değer bir rol oynadığı gözardı edilemez.

Açmaza düşmüş toplumların direnen bireyleri de sorunlardan muaf değildir

Sınıflar mücadelesinin dibe vurduğu dönemlerde bile, uzlaşmaz sınıf çelişkileri döne döne çatışma üretir. Çatışmanın siyasal temsilcisi olan devrimci parti ya da örgütler, esasta, açmaza sürüklenmiş toplumun içinden çıkan bireylerin kolektif bilinci, iradesi ve eyleminden başka bir şey değildirler.

Bu olgu, devrimci örgütün/partinin çatısı altında toplanan bireylerin de en azından bir kısmının geçmiş yaşamlarının dışa vurumu olan bazı alışkanlıkları aşamadıklarını, dolayısıyla düzenin böylesi kişiler şahsında, parti/örgüt saflarında varlığını hissettirdiğine işaret eder.

Kısacası, değiştirme iradesinin cisimleşmiş hali olan parti saflarında ya da yeni kazanılan güçler arasında da şu veya bu düzeyde sorunlu bireylerin olması, en azından belli bir döneme kadar yıkılmaya çalışılan düzenin izdüşümüne rastlanması kaçınılmazdır.

Parti saflarına katılarak devrim mücadelesine yeni adım atmış güçleri ideolojik-teorik, siyasal, örgütsel, devrimci militanlık gibi alanlarda eğitmek, devrimci sınıf mücadelesinin örgütlenme ayağının temelidir. İçinde bulunduğumuz verili koşullarda bu eğitim kolay olmamaktadır. Zira saflara katılan militanlar, iddialarındaki samimiyete rağmen, devrimcilik öncesi yaşamın izlerini kolay silememekte, geçmiş dönemin alışkanlıklarını sürdürmekte ısrar edebilmektedirler. Bununla birlikte, verili koşullarda devrim mücadelesi yürütme iddiasıyla parti saflarına katılmanın ayrı bir anlamı vardır, elbette bu olguyu da gözden kaçırmamak önem taşımaktadır.

 

“Sorunlu” güçlerin katkısını örgütleme başarısı

Bölge organlarının gündeminde kimi zaman şu veya bu düzeyde “sorunlu” diye tanımlanan güçler olabilmektedir. Vurgulamak gerekiyor ki, militan kitlesel bir sınıf hareketi gelişip toplumun emekçi kesimlerinde sarsıcı etkiler yaratacağı, başka bir ifadeyle değiştirme iddiasının pratikte hissedileceği döneme kadar, parti organları, boyutları ve muhtevaları farklı olsa da “sorunlu” kişilerle uğraşmak durumunda kalacaklardır. Bu olgu, içinde bulunduğumuz koşullarda yetişen kuşakların bazı yönlerden sorunlu olmalarıyla ilgilidir.

Bu böyleyse eğer, önemli olan, sorunları olan, bazı zaaflarını aşmakta güçlük çeken, fakat bununla birlikte mücadeleye katılma konusunda da samimi olan militanlara kolektiflerin nasıl müdahale ettiği, ne ölçüde değiştirici, geliştirici ve kazanıcı olabildiğidir.

Her organ güçlerini iyi tanımalı, durumlarına uygun konumlandırıp faaliyete sunabileceği katkıları en verimli şekilde almayı başarmalıdır. Konumlandırma, kişilerin iddiaları, yetenekleri, birikimleri, süreçleri göz önüne alınarak yapılmalı, altından kalkamayacağı işler yüklenmemeli fakat faaliyete katılımını sınırlayan tutumlardan da kaçınılmalıdır.

İsabetli tahlillere dayalı konumlandırma verimli bir faaliyetin zeminini hazırlarken, ilgisizlik ya da uygun olmayan yöntemlerle yapılan müdahaleler ise tersi yönde sonuçlar yaratacaktır.

Elbette uygun konumlandırma, örgütsel disiplinin aşındırılması veya temel ilkelerin esnetilmesi anlamına gelmiyor. Tersine, örgütlenecek katkı, ancak bu normların korunabildiği koşullarda anlamlı olacaktır.

Esas dönüştürücü ve kazanıcı güç parti organlardır

Organlar, alanlarındaki toplam faaliyeti partinin dönemsel taktik politikalarına uygun bir şekilde planlamalı, çalışmayı belirlenmiş hedeflere odaklanan bir tarzda yürütmelidirler. Bu sayede kimi zaman ortaya çıkabilen zorunlulukların giderek bir “tarz” haline dönüşmesini engellemek de mümkün olur.

Organlar toplantılarını düzenli olarak yapmalı, alta doğru örgütlenen komite veya çalışma gruplarında da düzenli toplantı ve planlı çalışmayı bir tarz haline getirmelidir.

Parti organları alanında ortaya çıkan sorunların üstünden atlamamalı ve zamanında müdahale etmelidir.  Zira sorunların üstünden atlamak daha da derinleşmesine yol açacaktır. Vurgulamak gerekiyor ki, bir sorunu dosdoğru tartışmak kimi zaman zor gelebilir. Fakat devrimci iddianın kendisi, zor olanı başaramaya talip olmaktır aynı zamanda. Bir sorunun ancak onunla yüzleşebilenler tarafından çözülebileceği unutulmamalıdır. Eğer tarafları varsa, onları bir masa etrafında toplayarak çözüm üretmek en sağlıklı yöntemdir.

Dönüştürüp kazanmanın yolu çok yönlü eğitimden geçmektedir. Eğitim hem yeni güçleri kazanmak hem de “sorunlu” güçlerin katkılarını en verimli şekilde örgütleyebilmek için gereklidir. Eğitim sorunu teori-pratik bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. Ne pratik içinde boğulma nedeniyle ideolojik-teorik boyutu geri plana iten, ne de teorik eğitimle sınırlı örgütsel pratikten yoksun bir eğitim... Bu denge azami ölçüde gözetilmelidir.

Parti organları, partili güçlerin konumlandıkları mekanlarda devrimci bir atmosferin yaratılması için azami çaba sarf etmekle de yükümlüdürler. Mekan paylaşımında karşılıklı sorumluluklar özenle gözetilmeli, zamanın planlanması, verimli, geliştirici bir ortamın yaratılması üzerinde durulmalıdır. Mekanlarda geçirilen zamanın verimli kullanılmasının bir devrimci sorumluluk olduğu konusunda bilinç açıklığı yaratmak da, organların üzerinde durması gereken bir noktadır.

Organlar, çalışmayı disiplinli, kurallı, ilkeli temelde örgütlemeli, planlanmış etkinlik, faaliyet, eğitim çalışması, eylem vb. işler, çok özel bir durum olmadığı sürece, muhakkak zamanında ve etkili bir şekilde yerine getirilmelidir. Bu ölçünün, örgütlü mücadeleye katılmanın asgari koşullarından biri olduğu gerçeğini yeni güçlere kavratma sorumluluğu da ihmal edilmemelidir.

Organlardan alt komitelere kadar kolektif yaşam, kolektif eylem, kolektif bilinç oluşturma esas alınmalı, faaliyeti bu bütünsellik için planlayıp hayata geçirebilmek de bölge organlarının işi olmalıdır. Amaç, bireysel inisiyatif alanını daraltmayan kolektif bir çalışma tarzını güçlendirmektir.

Yeni güçleri parti birikimiyle eğitmek, üstünden atlanamaz temel sorumluluklardan biridir. Bir alandaki faaliyeti kökleştirip güvence altına alabilmenin ancak yeni genç güçlerin bu birikimle donatılmasıyla mümkün olabileceği bir an bile akıldan çıkarılmamalıdır. Zira bu konuda somut adımlar atmadan, harcadığımız yoğun emeğin meyvelerini zamanında toplayabilmek olası değildir.

Bölge organları ne politik söyleme daraltılmış mekanik yaklaşımlara, ne de sosyal yönü ağır basan politik yönü geri plana iten tarza fırsat vermelidir. İnsani boyutu ihmal etmeyen politik ilişkiler kurmak, yeni güçlerin kazanılmasında önemsenmesi gereken bir diğer önemli noktadır. Her iki durumun gözetildiği/harmanlandığı bir tarzdır bize gerekli olan. İlgili organların bu dengeyi sağlama noktasında özel sorumlulukları bulunduğunu, bu vesileyle de hatırlatalım.

Alanlarda güçleri kazanma/kadrolaştırma politikası saptanabilmelidir. Kişileri gerçekliklerine göre değerlendirmek, gelecek vaat edenlere doğal olarak daha özel bir ilgiye konu etmek gerekiyor. Elbette çubuğu belli güçlere bükmek diğerlerinin ihmal edileceği anlamına gelmemeli. Bu vurgu, enerjiyi en verimli en isabetli sonuçlar verebilecek şekilde harcamanın öneminedir.

Yaşamı örgütlemek, kişinin hem kendisini hem faaliyeti örgütlemesidir. Bu bütünlüğü sağlamakta da bölge organlarının kritik bir rolü vardır.

Birer özne olarak kişilerin sorumluluğu

Yeni, dahası “sorunlu” güçlerin kazanılmasında bölge organlarına yapılan vurgu, parti faaliyetine katılan söz konusu güçlerin sorumluluğunu hiçbir şekilde azaltmıyor. Tersine, organların çabasının sonuç yaratabilmesi, ancak yeni güçlerin tam bir sorumluluk bilinciyle mücadeleye katılmak yönünde çaba göstermeleriyle mümkündür.

Bazı sorunlarla ilgili tartışmaların politik zeminden kayıp yıpratıcı/bozucu etkiler yaratmasını önlemek, sorunlar karşısında beklemeci ve tutuk davranmaktan kaçınabilmek gerekiyor. Açık davranma cesareti göstermemek, sorunların çözümünü başkalarından beklemek vb. tutumlardan ise kaçınılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, sorunlar karşısında beklemeci, tutuk, her şeyi başkasından bekleme eğilimi, kişileri geri çeken veya gelişimlerini sınırlayan bir rol oynayacaktır. Dahası bu sağlıksız tarzın olduğu yerde sorunlar birikir, çalışma zayıflar, yeni güçlerin bir kısmı savrulabilir, bunun sonucunda da harcanan emeklerin bir kısmı heba olur.

Dolayısıyla şu veya bu sorunla karşılaşan yeni güçlerin biriktirme değil, dile getirme, devrimci kaygılarla eleştirme cesareti ve sorumluluğuyla hareket etmeleri de büyük önem taşır. Elbette bölge organlar bu noktada da ön açıcı olabilmelidirler.

Bu hareket tarzı özellikle iki açıdan önemlidir: İlkin, olguları yerli yerine oturtmak, yanlış veya farklı anlaşılan şeyler varsa onları netleştirmek açısından. İkinci olarak ise, ilgili yoldaş ya da organları, diğer bir ifadeyle partiyi, sorunlar ve aksamalar konusunda zamanında uyarmak, böylece çözücü müdahalenin gecikmesinin veya ertelenmesinin önüne geçebilmek açısından…

Bu alanda sağlanacak başarı, eleştiri-özeleştiri silahını devrimci tarzda kullanmanın önünü de açacaktır. Böylece sorunlara daha hızlı müdahale etme olanağı doğacağı gibi, müdahalelerin daha isabetli ve çözücü olmasının da önü açılacaktır.

Düzenin içimizdeki uzantılarına karşı kesintisiz bir mücadele!

Devrimci dönüşüm zamana veya mekana bağlı olmayan bir süreçtir. Bu süreç, kapitalizmi yıkma mücadelesinden ibaret olmayıp, düzenin içimizdeki uzantılarına karşı kesintisiz bir mücadeleyi de kapsar. Bu mücadelenin yönünü çizip örgütleyen elbette devrimci iradenin kolektif örgütlü hali olan partidir. Ancak her devrimci kadro ve militanın da bu mücadeleyi yürütme sorumluluğu vardır. Partili güçler, genelde yapının içinde tezahür eden düzenin şu veya bu görünümüne karşı, daha özelde ise, düzenin kendi içlerindeki kalıntıları ya da olaşabilecek yansımalarına karşı uyanık olmak ve kararlılıkla mücadele etmek sorumluluğu ile karşı karşıya bulunuyorlar.

Bu olgular ışığında içimizdeki düzenle ne kadar savaşıyoruz? Yerleşik alışkanlıkların geride bırakılması noktasında nasıl bir iradi çaba gösteriyoruz? Bu savaşı kesintisiz bir süreç olarak planlayıp hayata geçirebiliyor muyuz? Bu ve benzeri soruları cesaretle sormak, dosdoğru yanıtlamak, bu mücadelede varsa bir aksama üstüne gitmek, yaşamı her gün yeniden örgütlemenin olmazsa olmaz koşullarından biridir.

İçimizdeki düzenin kalıntılarını yıkmanın yolu, bu mücadeleyi belli bir başarı ile sürdürebilmekten geçiyor. Bu başarı yeni, hatta “sorunlu” güçleri kazanma çabamızın pozitif sonuçlar vermesinin koşullarını da yaratacaktır.


Üste