Alaattin Karadağ (Nurettin) yoldaşın İzmir DGM’deki savunması…
Sınıf bilinçli bir proleter olarak sustum ve direndim!
İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne...
Emperyalist-kapitalist dünya düzeni tarihinin en kapsamlı krizlerini yaşıyor. Gitgide artan pazar kavgaları, üretimden giderek kopan spekülatif sermayenin tekeller bazında daha da küçülerek ardı ardına krizlere girmesi, beraberinde yeni sömürme alanları yaratmasını getiriyor. Bu demektir ki, yıllardır boğazını sıktıkları dünya işçi sınıfının ve emekçi halklarının geriye kalan kanlarının son damlasını emmek, tamamen öldürmektir istedikleri.
Emperyalist sermaye devletleri uluslararası alanda bir savaş koalisyonu kurup emek cephesinde yeni saldırılar yapmanın yolunu düzlediler. Sözkonusu olan yeniden bir paylaşım olduğu için de diğer emperyalist sermaye devletleri yağmanın, bu işin dışında kalmak istemiyorlar. Çünkü silah satışlarında yeni satışlar, yeni pazar kavgaları sözkonusu. Zira artık bütün dünya işçi sınıfına ve emekçi halklarına ekmek yerine bol bol mermi çekirdeği ve bomba yedirecekler.
Türkiye sermaye sınıfı tam da bu kapsamda hareket etmektedir. Dış politikada demokrasi-barış rüzgarları estirilirken, içerde tam bir yıkım dayatılmaktadır. Bizzat emperyalist merkezlerde paketlenerek getirilen ABD-İMF-DB yıkım programlarıyla üretim alanları daha da daraltılmakta, içerde-dışarda yaşamımızın her alanı hücrelere hapsedilmeye çalışılmakta, yıkımın boyutları daha da derinleştirilmektedir. Devletin küçültülmesi argümanlarıyla bildik krizin faturasını yeniden işçi-emekçilere ödetme hesapları yapılmaktadır.
Bu yıkım programına karşı kendince alternatif bir program sunan Emek Platformu bir eylem takvimi açıklamış, 14 Nisan 2001 tarihinde birçok ilde protesto mitingleri düzenlenmiştir. 14 Nisan’da İzmir Emek Platformu bileşenleri de Alsancak Gündoğdu Meydanı’nda bir miting düzenledi. Son dönemde işine son verilip sokaklara atılan milyonlarca işçiden sadece birisi olarak, taleplerimi haykırmak, tepkimi dile getirmek amacıyla bu mitinge ben de katılmıştım. Miting bitiminde çok önceden birlikte çalışmış olduğumuz Oğuz Toprak’la karşılaştım. Yapılan anonslar gereği yerlerde biriken çöp ve kağıtları toplayarak çöp bidonuna atmaya giderken, İzmir TMŞ ekiplerince zorla yerlerde sürüklenerek gözaltına alındık.
Herşeyden önce ben sınıf bilinçli bir işçiyim. Sosyalist dünya görüşüne sahip devrimci bir kimliğe sahibim. Bizim gibi insanlar tam da böyle bir kimliğe sahip oldukları için, düşüncelerimizden ve düşüncelerimizi ifade etmekten dolayı sokaklardan kaçırılıp ölümle tehdit edilmemiz, kovuşturmaya uğrayıp onlarca yıl hapsedilmemiz için yeterli bir sebep bu.
Dosyada yeralan bazı tutanaklara göre, benim sorulan sorulara cevap vermediğim, susup direndiğim için “bunun bir örgütsel tavır olduğu” vurgulanıyor. Evet sustum ve direndim! Zalimin zulmü, işkence karşısında insanlık onurunu savunmak, kıskançça onu en yücelerde sahiplenmek, her insanın alması gereken en yüce, en onurlu tavırdır. Ve bunun salt örgütsel tavırla uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Gözaltında tutulduğum 5 gün boyunca benimle hiçbir ilgisi olmayan bazı ifadelerin altına imza atmam için başta kaba dayak, saç yolma, psikolojik baskı, soğuk suyun altında çıplak vaziyette saatlerce tutma, haya burma, cinsel taciz vb. birçok işkence yöntemine maruz kaldım.
Oğuz Toprak’ın benimle ilgili verdiği söylenen ifadeler emniyetin kendisinin hazırladığı keyfi düzmece ifadelerden ibarettir. Oğuz Toprak’ın kendisi de bizzat bunu dile getirmiştir. Oğuz Toprak’ı ben ne yönlendirmiş ne de herhangi bir talimat vermişliğim vardır. Aramızdaki ilişki, çok önceleri birlikte aynı fabrikada çalışmamıza dayanan sıradan bir arkadaşlıktan ibarettir. Miting günü tesadüfen karşılaştık. Miting bitimi yapılan anonslar gereği yerlerde biriken değişik renkteki kağıtları toplayıp çöp kutusuna doğru ilerlerken, saatler sonrasında emniyette polis olduklarını öğrendiğimiz bazı sivil giyimli kişiler tarafından zorla sürüklenerek polis otosunun içine atıldık. Başımıza ceketlerimiz geçirilip üzerimize 7-8 kişi oturarak her tarafımıza savrulan yumruklarla işkence seansları daha burada başlatılmıştı.
Dosyadaki bazı ifadelere dayanılarak, benim “Türkiye Komünist İşçi Partisi” üyesi olduğum söyleniyor. Ben TKİP üyesi değilim. Mitingten gözaltına alınıp benimle ilgisi ve alakası olmayan bazı eylemleri sahiplenmem ve önceden hazırlanmış bazı ifadelerin altına işkence yapılarak zorla imza atmam istenmesi esnasına kadar TKİP’nin ne savunduğunu, varlığını dahi bilmiyordum. Miting alanında TKİP adına kuşlama yaptığım suçlamasını da kabul etmiyorum. Dosyada yeralan üzerime atılı suçta üst arama işlemlerinde 61 adet kuşun üzerimde bulunduğu söyleniyor. Sözkonusu kuşlamaları miting alanında dağıtmak için getirmiş isem üzerimde niye bırakayım? Okumak amacıyla insan alsa bir-iki tane alır.
Bir diğer mesele ise şudur: Sahte kimlik kullandığım doğrudur. O dönem itibariyle varolan ekonomik zorluklarım ve para ihtiyacım gereği bir iş bulup çalışmak zorundaydım. Fakat fabrikaların büyük bir kısmı vasıflı işçi alıyor, vasıfsız işçiler sözkonusu oluduğunda ise 20 yaşın üstünde olanlar işe alınıyordu. Tesadüf olarak sokakta bulduğum Nihat İleriok adındaki kimliğe kendi fotoğrafımı yapıştırarak iş başvurusu yaptım ve işe alındım. Sigorta kimlik kartını da işyerimden verdiler. O günden sonra da öyle kaldı. Dosyada yeralan suçlamaları da kabul etmiyorum, kimliği başka bir amaçla kullanmış değilim.
Dosyada yeralan bir diğer önemli husus da, Gültekin Koç adındaki şahsın benimli ilgili verdiği söylenen ifadeler. Erdal-Serkan kod, Mustafa Kaya sahte kimlikli, Gültekin Koç adındaki bu şahsı tanımıyorum. Herhangi bir yerde de karşılaşmışlığımız yoktur. Kendisine ait olduğu söylenen ifadelerde; benim evime gelip gittiği, benimle birlikte 23 Nisan 1998 günü Çamdibi Ünsal Fabrikası önünde İzmir İşçi Bülteni başlıklı 52 adet bültenin dağıtılması eylemi, yine 1998 yılı Nisan ayı içerisinde Menemen Asarlık’ta 1 Mayıs ile ilgili EKİM imzalı bildirinin birlikte dağıtılması eylemini birlikte gerçekleştirmiş olduğumuz...
Tanımadığım bu şahsın benimle ilgili verdiği söylenen bu ifadelerdeki suçlamaları kabul etmiyorum. İşkence altında zorla kabul ettirilen böylesine ifadeler de delil olarak kabul edilemez. Aynı işkence yöntemleriyle benim de tanımadığım insanlar hakkında ifade vermem istenmiş, hazırlanan ifadelerin altına zorla işkence yapılarak imza atmam istenmiştir. Ama ben bunları kesin bir kararlılıkla reddettim.
Ayrıca aynı şahsın verdiği söylenen ifadelerin yedinci sayfasında; Gebze’de bir polis otosuna açılan ateş sonucu 2 polisin ölümüyle sonuçlanan olaydan sonra bölge sorumlusu olduğunu söylediği Tamer kod tarafından İzmir iline gönderildiği tarih 24.07.1996 olarak ifade ediliyor.
Aynı sayfada bir alttaki emniyet polisinin sormuş olduğu soruda ise; sözkonusu olan eylemin ve Gültekin Koç adındaki şahsın 24.07.1999 tarihinde İzmir iline gönderilmiş olduğu yazılıyor. Burada birbiriyle çelişkili (3 yıl kadar uzun bir süre) tarihler yazılmış durumda.
Eski işyerinden bazı arkadaşların verdiği söylenen bazı ifade tutanaklarında da; benim sürekli işçi sorunlarından, işçi haklarından, sendikal mücadele verilmesi gerektiğinden vs. konuşup bahsettiğim vurgulanıyor. İşin ilginç yanı, emniyet polisinin daha da ileriye giderek bunun bir örgütsel tavır olduğunu önplana çıkarmak istemesi.
İşçiler biraraya gelince, (hele toplumsal yıkımın bu kadar boyutlu yaşandığı bir dönemde) kendi sorunlarından ve haklarından başka neyi konuşabilirler ki? Bugün sokaklarda, meydanlarda onbinlerce, yüzbinlerce işçi, kamu emekçisi, sendikal hak ve özgürlüklerini gümbür gümbür haykırmaktadırlar. Dosyadaki iddianameye göre, demek ki bütün bu işçi-emekçi yığınlar potansiyel suçlu ilan edilmelidir. Fiili olarak bu zaten yapılıyor. Bugün binlerce işçi-emekçi Emek Platformu’nun basın açıklamaları ve eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle yargılanmakta, sürgün edilmekte, çeşitli cezalar verilerek sindirilmeye çalışılmaktadır. Dosyadaki iddianameden hareket edersek; demektir ki eylem ve mitinglere katılan herkesin örgüt üyesi sayılması gerekiyor.
Eyleme katılmak, eylem yapmak, sendikal hak ve özgürlüklerimiz, sosyal-siyasal istemlerimiz uğrunda mücadele etmek bizim en doğal, demokratik, meşru, yasalarda varolan haklarımızdır. İşçi sınıfının bilinçli bir bireyi olarak bu demokratik, sosyal istemlerim uğrunda, “yasalarda dahi varolan buna rağmen sanki suç işliyormuş gibi gösterilmeye çalışılan” bu demokratik taleplerim için her zaman mücadele edeceğim.
Fakat gözaltına alınıp tutuklanmakla, her türlü işkence yöntemiyle benimle ilgisi olmayan suçlamalarda bulunmak, esası itibarıyla bu demokratik haklarımıza yapılmış bir saldırıdır. Bizler şahsında bir bütün olarak işçi sınıfına, emekçi kesimlere yapılan bu saldırıdaki temel amaç; bastırmak, sindirmek, teslim almaktır. Duymayan, görmeyen, konuşmayan uysal köle yığınları yaratılmak istenmektedir.
Bugün yargılanması gereken bizler değiliz. Esası itibarıyla yargılanması gerekenler bellidir. Bunlar; toplumsal eşitsizlikleri, toplumsal yıkımın boyutlarını daha da derinleştiren, emperyalist çıkarları uğruna insanlığı, doğayı bir paylaşım savaşıyla yıkıma sürükleyen, bu paylaşımın kırıntılarından yararlanmak uğruna kendi burjuva yasalarını dahi çiğneyerek asker gönderme kararıyla ülkemizi sonu belirsiz bir maceraya sürükleyen, karaparacıları, çetecileri, çeteleri, katilleri, işkencecileri aklayan ve koruyanlardır, devlet katında kahraman ilan edenlerdir.
Asıl yargılanması gerekenler bizleri miting alanından kaçırıp bizimle alakası olmayan ve tümden kendilerinin hazırladıkları düzmece ifadelerin altına imza atmamız için her türlü işkenceyi bize yapan işkencecilerdir!..
Alaattin Karadağ