Logo
< Alaattin Karadağ (Nurettin) yoldaşın Parti üyeliği başvurusu…/ Mart 1999

Dünyaya gururla bakan proleter devrimci Alaattin yoldaşa.. / Kardeşin-Yoldaşın


Dünyaya gururla bakan proleter devrimci Alaattin yoldaşa...

Devrim ve sosyalizm davası senin gibi proleterlerin omuzlarında yükselecek!

   

Merhaba Alaattin (Nurettin) yoldaş,

Partimizin 3. Kongre duyurusunun coşku ve müjdesini işçi ve emekçilere vermeye hazırlandığımız bir sırada, 19 Kasım akşamı İstanbul Esenyurt'ta, Avcılar-Esenyurt polisi tarafından infaz edildiğin haberiyle sarsıldım. Sermaye devletine, onun işçi, emekçi ve devrimciler üzerinde bir terör mekanizması gibi işleyen düzenine duyduğum kinim bir kat daha arttı.

Katliamın ertesi günü, sahibinin sesi olan medya, sermaye devletinin sözcülüğünü üstlenerek sokaklarda devrimci işçi kanı akıtanları alkışlayarak çığırtkanlık yapmıştı. Pencere, balkon ve sokaktaki görgü tanıklarının anlatımları ise, senin yaralı olarak yakalandığın, Ford transit marka araçtan inen sivil bir polisin üzerine ateş ederek seni orada infaz ettiği yönündeydi. Hemen sonrasında Karadağ ailesi olmadan otopsinin yapılması, aileye yönelik tehdit ve baskılar, delil karartma girişimleri vb., tüm bu somut bilgilere rağmen, sermaye medyası, suskunluk fesadıyla davranarak sokak ortasında açıkça işlenen katliamı bilmezden, görmezden ve duymazdan geldi. Katliamcılığı ile nam salmış cinayet şebekesi Avcılar-Esenyurt polisi, onu koruyup kollayan sermaye devleti ve işbirlikçi medyası bilmelidir ki, bunun hesabı kendilerinden elbette bir gün sorulacaktır. Bundan hiç kuşku duymuyorum. ABD emperyalizmi ve İsrail siyonizminin Türkiye’deki uşak ve beslemelerinin de bundan kuşkuları olmasın.

 

Sevgili yoldaş,

Yüreğimi sarıp sarmalayan yalnızca duyduğum kin ve öfke olmadı. Yüreğimde taşıp kabaran sana duyduğum sevgi ve bağlılığın derinlikleri oldu. Senin gibi bir yoldaşa sahip olmanın onuru oldu. Senin gibi bir abiye sahip olmanın gururu oldu. İnsanlar bir ömür yaşar, oysa sen, daha gencecik yaşınla birkaç ömür yaşadın. Yaşamının her anını bir direniş manifestosuna çevirdin.

Tanıştığın andan itibaren örgütünü, partini sahiplendin. Kendinle bütünleştirdin. Senin deyiminle “et ve tırnak” gibi oldun. Ölüm Orucu’nda bedenin hücre hücre erirken bile, gözlerinde ve yüreğinde kabına sığmayan bir sevdaydı parti. Fabrikada kapitalist patronlara, işkence tezgâhlarında işkencecilere gösterilen direngen bir tutumdu. Geleceğin özlemiydi parti. Yarınlara duyulan büyük bir inançtı. Coşkulu ve berrak bir yaşamdı. Bir tükenmez inançtı, tüm fırtınalara inat. Bir yorulmaz yürek... Parti sendin çünkü. Tıpkı Habip, Ümit, Hatice ve Hüseyin yoldaşlar gibi... Tıpkı devrimci mücadelemizde kilometre taşları olan Mahirler, Denizler ve İbrahimler gibi.... Uğrunda hapisler yatılan, işkenceler görülen, ser verilip sır verilmeyendi. Uğrunda tereddütsüz ölünendi. “Yaşamı köleleştirilmiş milyonlarca işçi ve emekçi için” direnmekti. Düşmana teslim olmayıp son nefesine kadar etinle tırnağınla direnmekti, tıpkı senin gibi...

 

Sevgili yoldaş,

Her zamanki gibi seni kıskandığımı söylemeliyim. Devrimci mücadelede her an şehit düşebileceğimizin bilinceydim. Ancak önceliğin ben olmasını isterdim. Çünkü seni çok seviyordum. İşte bu nedenle seni kıskandım. Aşkolsun sana ki, ardında tertemiz ve lekesiz bir yaşam bıraktın. Ölümle alay edip ölümsüzler kervanına katıldın. Seni katleden canlı ölülerin korkusunu büyüttün. Tarih tanık olsun ve bu ölüler yığını bilsinler ki, sağ elinin dört parmağını kullanabiliyor olsaydın seni bu kadar kolay infaz etme cesaretini gösteremezlerdi. Zira her ölümle burun buruna geldiğinde gösterdiğin cesaretin nice tanığı oldu, değil mi?

Nadiren de olsa seni görebilme umudunu bilmek bile benim için tarifsiz güzellikteydi. Ya da bir selamını almak bile içimi ısıtmaya yeterdi. Şimdi aramızdan fiziken ayrılmış olmanın boşluğunu yaşayacağım. Fakat benliğimde ve yüreğimde seni her zamankinden daha çok duyumsayacağım. Biliyorum, söylediklerimi duysan, ben zaten sizinleyim, beni yok edebilirler ama partiyi yok edebilirler mi, yığınların öncüsünü... ” derdin. Haklısın yoldaş öylesin. Ve nefesimin son anına kadar da hep öyle kalacaksın.

Seni işçilere, emekçilere ve yoldaşlara elbette anlatacağız. Kardeşin ve yoldaşın olarak bu görevi bir an önce yapmanın telaşı içerisindeyim.  

Seni anlatmaya en baştan başlamalı. Hani o ilk örgütlendiğin süreçten ve beni de örgütlediğin o heyecanlı günlerden...

 

“Proleter devrimci maya” sende nasıl tuttu?

‘78 yılının 3 Mart’ında, dört mevsim yağmurun eksik olmadığı güzelim Antakya’da, Amik Ovası’na hayat veren Asi nehri diyarında, yedi kardeşin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldin. Son derece yoksul bir ailede büyüdüğün için ilkokuldan sonra okuyamamış ve hemen işçilik hayatına atılmıştın.

Daha çocukluğundan beri kardeşlerim arasında en ayrıksı olanı sendin. Tüm kardeşlerimi çok sever fakat nedenini bilemediğim bir biçimde seni daha çok severdim. Hepimizin neşe kaynağıydın. Soğuk kış geceleri ya da tadına doyumsuz yaz akşamlarında bizleri etrafına toplar ve gözlerimizden yaşlar akasıya güldürürdün. Belli yeteneklerinle göz doldururdun. Sorumluluk duygusu sende daha o zamandan beri çok gelişmişti. Mesela kışın yakacak odunumuz mu yok, iş çıkışı gider çevreden odun toplardın. Veya meyvenin bu kadar bol olduğu bir yerde biz yiyemiyor muyuz, bir yerlerden bulur getirirdin. Bizler de sayende yerdik. Yoka yok demez bu açıdan yaratırdın. Annemin hep övünç kaynağıydın.

Birileri senden bahsederken gözlerinde hep gülümseyen ışıltı olurdu. Ben de senin gibi bir abiye sahip olduğun için hep gurur duyardım. Senin yanında olduğumuzda güvenli ve rahat olur, sürekli seninle beraber olmak isterdik.

Hani partiye üyelik başvurusunda bahsettiğin o intihar girişimi var ya, hadi onu da anlatayım. Sen daha 15 yaşlarında olmalıydın. Bir gün köyde Lider adında bir kıza sevdalanmış, ona mektup yazarak fırında çalıştığın bir çocukla göndermiştin. Sanırım bunu birkaç defa tekrarlamışsın. Kız durumu babasına bildirmiş. Bir gün hışımla gelen babası seni dövmeye yeltenerek kızının peşini bırakmazsan polise şikâyet etmekle tehdit etmişti. Babam seni elinden almış ve kendi elleriyle dövmeye başlamıştı. Bir-iki abimin araya girmesiyle olay yatışmıştı. Köyde pek görülmeyen bu olay bir süre konuşulmuştu. Abilerim ve yakın akraba gençleri de alaylı konuştuğu için çok zoruna gitmiş, kendini yalnız hissetmiştin. Seni anlamayan bu dar ve gerici ortama kızmış, isyan bayrağını çekmiştin. Ben ise bu olaydan etkilenmiş ve sana yapılanlara çok üzülerek, destek olmaya çalışmıştım.

Aradan bir süre geçtikten sonra bir akraba aracılığıyla devrimci yayınlarla tanıştın. Çok geçmeden eve hiçbirimizin görmediği, adını duymadığı kitaplar getirmeye başladın. Ve nihayet EKİM’le tanıştın. Daha en başında anlam veremediğim bir değişikliğin sende yaşandığını gözlemlemeye başladım. Örneğin kendi yatağını topluyor, yemeğin hazırlanmasına yardımcı oluyor, bizlerin sorunlarıyla ilgileniyor ve ayrıca annemle bir arkadaş gibi konuşmaya çalışıyordun. Bu apaçık değişikliğin her hafta sonu gittiğin Antakya olduğunu (buralarda görüştüğün insanlar olduğunu) anlamaya başlamıştım. Bu arada bana da sık sık devrimci romanlar vermeye, özel olarak ilgilenmeye başlamıştın. Bir gün katıldığımız 1 Mayıs’tan sonra, gözlerinde ışıltıyla heyecanın karışımı şimdi bile anımsadığım bir duyguyla Kızıl Bayrak’ı vermiş ve oturup beraber okumuştuk. Aynı zamanda diğer devrimci yayınları da okumamıza rağmen nedense Kızıl Bayrak bana daha farklı gelmiş ve onu okumayı tercih etmiştim. Bunun hemen ardından başka insanlarla (yoldaşlarla) tanıştırmanı talep etmiş ve bu isteğimi yerine getirdiğin için beni çok mutlu etmiştin. Çok sürmeden seninle böylece yoldaş olduk.

Sorumluluk ve soğukkanlılığın sonucu pek çok olayla karşılaştığında rahatlık gösteriyor ve içinden çıkabiliyordun. Bir defasında, benim ilk pratik deneyimim sırasında yaşadığımız bir kovalamacada buna tanık oldum. Ben bildiriyi bıraktıktan sonra peşimden bizi fark eden bir adam bağırmaya başlamıştı. Sen de benim oradan uzaklaşmamı sağlamak için kendini ortaya atmış ve bir süre kendi etrafında koşturmuştun. Gizlendiğim yerden seni görünce çıkmış ve oradan uzaklaşmıştık. Ardımızdan peş peşe silahlar sıkıldı. Fakat bildirileri bitirip öyle döndük.

Pratik çalışmalara her zaman katılıyor ve sürekli yeni alanlar açmaya çalışıyordun. Çalışmada gösterdiğin azim ve coşkuyu çevrendeki genç yoldaşlara da hissettiriyordun. Seninle bir kez bile pratik çalışmaya katılan bir yoldaş, bu yanıyla senden çok etkileniyordu. Bir gün dikkat çekmemek için, üç yoldaş pratik çalışmaya çıktık. Üç kişi olmamıza rağmen diğer yoldaşlar senin neden gelmediğini sordular. Pratik faaliyeti yetersiz buluyor ve daha fazlasını yapmak gerektiğini söylüyordun. Bu açıdan çalışmanın taşınmadığı her yeri ve her ortamı bu gözle de değerlendiriyordun. Örneğin akrabaların oturduğu bir köy ya da gidilen bir düğün, konser, etkinlik vb. gibi.

EKİM’le kurduğun bağın nasıl da sağlam temellerde olduğunun dolaysız tanığı olarak şunu söylemeliyim ki, sen örgütü ve örgütlü mücadeleyi her adımda hissederek yaşayan bir devrimci oldun. İlk örgütlediğin işçi olarak bana bunu öğretmeye çalıştın. Ve bu sayede ben de birçok işçi örgütlemiş oldum.

Sana dair unutamadığım anılar arasında bir tane daha anlatayım. Ben örgüte nasıl üye olunduğunu sorduğumda, her zamanki gibi bu soruyu çok önemsemiş ve “örgütü etinde, kanında ve canında hissediyorsan sen örgüt üyesisin demektir. Çünkü örgüt biziz” demiştin.

Yine bir gün heyecanla örgütle kesilen bağın kurulduğunu söyleyerek EKİM’i verdiğinde, gözlerinde parlayan ışığın olduğunu gördüm. Bununla elime geçen yayının taşıdığı değeri anladım. Çok geçmeden İstanbul’dan bir yoldaşın geldiğini ve benimle tanışmak istediğini söylediğinde de aynı ışıktı gözlerinde parlayan. Tanışmak için sabırsızlıkla beklediğim bu yoldaş Hatice yoldaştan başkası değildi. Ve onu tanıdığımda senin gözlerindeki ışığın neden parladığını daha iyi anladım.

Askerlik sorununun ortaya çıkması üzerine bundan sonraki yaşamına yön verecek kararı vermekle karşı karşıya kaldığında, tereddüt etmeden devrimci mücadeleyi seçtin. Ve senin gibi proleterlerin arasına katılmak üzere büyük kentlere doğru birlikte yolculuğa çıktık.  

Sen çoğunlukla 12 saat fabrikada çalışır, hiç uyumadan halletmen gereken işleri bitirir ve çok az uyuyarak kalan zamanda işçilerle ilgilenirdin. Onlarla kâh kahvede görüşür, kâh sendikaya götürür, kâh evlerine giderdin. Bunun meyvelerini alman da çok sürmezdi.

Bir gün aynı fabrikada çalıştığın bir işçinin evine birlikte gittik. İşçinin eşi bana şöyle demişti: “Benim eşim geleneklerine bağlı kapalı bir insandır, eve kesinlikle iş arkadaşlarını getirmez, ancak abinle tanıştıktan sonra çok değişti, böyle bir abiye sahip olduğun için onunla gurur duymalısın.”

Bir başkası ise göçmen bir aileydi. Evde büyükanne, çocuklar, anne, herkes sana büyük bir saygı ve sevgi besliyordu. Örneğin, işçinin annesi dinine bağlı bir kadındı. Oysa sen onunla dini tartışıyordun, fakat bunu kaba ve sert bir tutumla değil anlayacağı bir şekilde yapıyordun. Yine de bu yaşlı kadın seni çok seviyor ve “bir oğlum da sensin” diyordu. Bunun gibi pek çok örnek daha var.

Sen sadece birlikte çalıştığın işçileri değil hiç tanımadığın işçileri de etkileyebiliyordun. Bir defasında ücretlerimizi vermekte ayak direyen, işçilerin silahla tehdit edildiği fabrikaya birlikte gittik. Fabrika önünde bekleyen işçiler etrafımızı sarıp bu doğal ama etkileyici insanın kim olduğunu benden öğrenmeye çalıştı. Yalın ve doğallığınla konuşurken işçilerdeki etkileşimi görünce ben de etkilendim. 

Seni yalnızca örgütçü kimliğinle değil, ev yaşantısında sahip olduğun örnek pratiğinle de hatırlayacağız. İşte olduğum bir günde halıları yıkamıştın. Mahalledeki kadınlar şaşkın bakışları ve böyle bir abiye duydukları hayranlığın karışımıyla sana hemen yardım etmişler ve kısa sürede halılar yıkanmıştı. Ben neden beni beklemedin, birlikte yıkardık” dediğimde, senin yorgun olabileceğini düşündüm” dedin. Eğer fırsat bulup bulaşıkları yıkayamamışsan not bırakır ve özür dilerdin. Ben gece geç saate kadar mesaiye kaldığımda, genellikle seni yemeği hazırlamış ve beni bekler vaziyette bulurdum. Böyle durumlarda işyerinde yemek yediğimi, beni beklememeni defalarca söylememe rağmen sen yemez yine de beni beklerdin.

Seni her fırsatta sonucu ne olursa olsun yardım elini uzatmanla da hatırlayacağız. Yine bir gün oturduğumuz ev sahibinin kızı bize gelerek bir sorununu paylaşmış ve senden yardım istemişti. Çalıştığı fabrikada bir erkek işçiyle birbirlerine âşık olmuşlar. Fakat sevgilisi Kürt olduğu için ailesi bu ilişkiye karşı çıkıyor, onu işten çıkartarak ilişkisini kesmeye çalışıyorlar. Genç kızın talebi sevgilisini arkadaşınmış gibi bizim eve getirip görüşmelerini sağlamandı. Ve sen hiç düşünmeden bu isteği yerine getirdin. Sonrasında genç kızın küçük kız kardeşi bunu babasına anlattığında, kibarca ev sahipleri tarafından evden çıkarıldık.   

 

Ölüm Orucu süreci bir yeniden doğuş ve Parti’yle bütünleşmendi

2001 Nisanı’nda, İzmir’de, Emek Platformu’nun düzenlediği kriz karşıtı mitingten alınıp tutuklandığında soluğu Ölüm Orucu’nda almıştın. Dışarıda iken de Ölüm Orucu sürecinin dış ayağını yeterince iyi öremediğimizden yakınıyor ve yapılanları çok yetersiz buluyordun. Bu bilinç açıklığına sahip olduğundan Ölüm Orucu sürecine dâhil olmak için sabırsızlanıyordun. Yaşanan sürecin sonuçları ve ağırlığı hakkında kafan netti ve her ne olursa olsun bu süreç senin tarafından göğüslenecekti. Öyle de oldu. Birçoğunun ileri kadrolar nezdinde zayıf düştüğü, devrime sırt döndüğü bu süreçten, sen alnının akıyla çıkmayı başardın. Çünkü sen devrimi ve devrimci mücadeleyi etinde ve kanında yaşıyor, partiyi kendinle cisimleştiriyor, Habip, Ümit ve Hatice yoldaşlardan devraldığın bu bayrağı yukarılara taşımayı boyun borcu biliyordun.

Tahliye edildikten kısa bir süre sonra seninle görüştüğümde bunu net olarak gördüm. Bana sürekli partiyi anlatıyordun. Tanışamadığın için çok üzüldüğün Habip yoldaşın, Ümit ve Hatice yoldaşların sürekli yanında olduğunu söylüyordun. Her soluğunda onları hissettiğinden ve sürekli olarak seninle birlikte olduklarından bahsediyordun. Partiyi bilmek, anlamak işte bu diyordun. Bilinç açıklığına sahip olmayan bir insan senin hissettiklerini anlayamaz ve anlamlandıramazdı.

İşte bu bilinç açıklığıdır, gönlü sizden yana olsa da fiziksel olarak zayıf düşerek Ölüm Orucu’nu bırakan PC’li bir bayanın elinden tutup onu kaldırmak istemen. PC’nin onu “hain” ilan etmesine rağmen ona manevi güç vermeye çalışman. Bu durum karşısında senden çok etkilenen bayan, sonradan anlaşıldı ki, tahliye olduktan sonra Antakya’ya sırf bizimkileri ziyaret etmek için gitmiş.

 

“Acılar da sevinçler gibi olgunlaştırır insanı”

İşçilerin 12 saat sigortasız olarak çalıştırıldığı fabrikada, bozuk bir prese sağ elini kaptırıp dört parmağını kaybettiğin anı, çok sonraları anlatırken bile soğukkanlılıkla gülerek anlatmıştın. Ve bana şairin deyimiyle “acılar da olgunlaştırır insanı” demiş, bu olayın coşku ve azmini daha da bilediğini ifade etmiştin. Gerçekten de öyle olmuş, senin azminin ve mücadeledeki coşkunun daha da arttığını gözlemlemiştim. Şimdi hatırlıyorum da, sana duyduğum saygı ve sevgim her zamankinden daha çok artmıştı. Sınırlı sayıdaki her görüşmemizden sonra bu duygunun derin izleriyle ayrılıyordum senden.

 

Katillerini unutmayacak ve unutturmayacağız!

Filistin halkında bir gelenek vardır. Bu geleneğe göre, şehitlik mertebesi ulaşılan en yüksek mertebedir ve bu nedenle şehit düşenlerin aileleri onurlandırılır. Yerlerine yenileri katılır. Şimdi sen de aileni, dostlarını, sevenlerini, yoldaşlarını ve partini onurlandırdın. Erdemli kıldın.

 

Kardeşlerim!

Bu onuru taşıdığınızı bilin. Alaattin’le daha çok gurur duyun. Gözyaşlarınızı düşmana belli etmeyin. Öfkenizi ondan hesap sormak için biriktirin. Çocuklarınıza Alaattinler’in davasını öğretin. Bu yiğit proleter devrimcinin bizlere bıraktığı mirasa sahip çıkın.

 

Sevgili yoldaş,

Seni her astığımız afişte, her dağıttığımız bildiride, şiarlarımızla süslediğimiz her duvarda hatırlayacağız. Seni fabrikalarda sınıf çalışması yürütürken, eylemlerde kitleye hitap ederken, işkencehanelerde direnirken hatırlayacağız. Seni pusuya yatmış düşmana karşı son nefesini verirken bile gözlerinde parlayan ışıkla hatırlayacağız. Seni uğrunda tereddütsüz” öldüğün, sarsılmaz inanç duyduğun parti ve devrim davasında yaşatacağız.

Seni İzmir Çiğli Organize’den, Menemen’den, Pınarbaşı’ndan, Gaziemir’den, işçi ve emekçi semtlerinden hatırlayacağız. Seni İstanbul’da Esenyurt’tan, Kıraç’tan, işçi ve emekçi mahallelerinden hatırlayacağız. Seni, Hadımköy’den, haramilerin yuvası Haramidere’de Sabra Tekstil’den hatırlayacağız. Metal, plastik ve tekstil işçileri onları örgütleme azminle seni hatırlayacaklar.     

Sen kavganın hakkını verdin. Kanınla partimizin bayrağını kızıllaştırdın. Şimdi sıra bizlerde.

Anıların önünde saygıyla eğiliyorum.

Hoşçakal abim, hoşçakal dostum, hoşçakal yoldaşım.

Alaattin Karadağ (Nurettin) yoldaş ölümsüzdür!

Bedel ödedik, bedel ödeteceğiz!

Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!

Yaşasın Partimiz TKİP!

Yaşasın devrim, yaşasın sosyalizm!

Kardeşin, dostun, yoldaşın


Üste