ONTEX aynasında sendikal bürokrasi gerçeği...
Sendikal bürokrasi engeli taban iradesiyle aşılabilir!
“… Başlangıçta sendikaları engellemeye çalışan ve yasaklama yoluna giden burjuvazi, onların kendilerini işçi sınıfının direnişiyle zorla kabul ettirmesinin ardından ise olanaklı olduğunca etkisizleştirmeye çalıştı. Bu çabalar da istenen sonucu vermeyince ve işçi hareketi bünyesindeki gelişmeler uygun zemini oluşturunca daha değişik bir yol denedi. Sendikaların sınıf mücadelesinde oynadığı ve oynayabileceği son derece önemli rolü de göz önünde bulundurarak, çok yönlü çabalarla bu örgütleri kendi denetimi altına almaya çalıştı ve dünya çapındaki tarihsel deneyimlerin açıkça gösterdiği gibi sonuçta bunda bir hayli de başarılı oldu.”
“... Türkiye gibi ülkelerde ve genel olarak bağımlı ülkelerde sendika bürokrasisinin dayanabileceği sözü edilebilir bir işçi aristokrasisi bulunmadığı için de, burjuvazi sendikalar üzerindeki denetimini çok daha özel yöntemlerle sürdürme yoluna gitti. Bunda temel dayanağı ise özel olarak eğitilmiş ve desteklenmiş bir profesyonel sendikacılar kastı oldu.
“İşçi aidatlarıyla oluşturulan fonlar üzerinden kendini sayısız ayrıcalıklarla donatmış bulunan bu özel burjuva kastı devletle ve sermaye çevreleriyle çok yönlü sıkı bağlara sahiptir. Yaşam seviyesi ve tarzı, gelirleri, düşünce ve duygularıyla bu sınıfın bir parçasıdır. Görevi burjuvazi ve devlet adına işçi hareketini denetim altında tutmak ve kelimenin en tam anlamıyla işçileri düzenli olarak kapitalist patronlara satmaktır. Bu hainler güruhu işçi sendikalarını adeta bir çiftlik gibi kullanmakta, onları birçok durumda mafyavari yöntemlerle yönetmekte ve elde tutmakta, sendika içi demokrasiyi boğmakta, tabandan gelen dinamizmi döne döne kırmak için bin bir yola başvurmakta, sözün kısası, bir kez daha kelimenin en tam anlamıyla, işçi sınıfı içinde sermayenin ajanı olarak hareket etmektedir...”
(Sendikalar ve sınıf mücadelesi, Parti Değerlendirmeleri-2, Eksen Yayıncılık, s.240-258)
Kapitalist krizin kendini dışa vurduğu ilk evrede komünistler, bu krizin geçici olmadığı, sermaye sınıfının krizi yönetmek için yeni saldırıları devreye sokacağı ve krizin uzun erimdeki etkilerinin sonuçlarını sosyal hareketlilikler temelinde ortaya koyacağı tespitinde bulunmuşlardı. Nitekim başta Avrupa’da olmak üzere bir dizi ülkede yaygınlaşan sınıf ve kitle hareketliliklerine şimdi de Arap yarımadası ve Kuzey Afrika’da başlayan halk ayaklanmaları eşlik etmektedir.
Emperyalist-kapitalist sisteme göbekten bağlı Türkiye’de de henüz etkisini bu kapsamda ortaya koymasa da, özellikle işçi sınıfı saflarında iktisadi taleplerle ve sendikal örgütlenme temelinde bir mücadelenin yaygınlaşması sözkonusu.
Halihazırda mevzi direnişler ekseninde süren bu eylemlerin en önemli yanı, sınıfın mücadele ve direnme azmini geliştiren bir rol oynamaları. Öte yandan bu mücadeleler, sınıfın ileri bölükleri içerisinde, hareketin birleşik ve merkezi bir hatta örülmesi ihtiyacının daha somut hissedilmesini sağlıyor. Mücadele sahnesine bağımsız siyasal bir güç olarak çıkabilmesi için, işçi sınıfının bu mücadele deneyimleri üzerinden eğitilmesi gerekiyor.
Ancak bugün, iktisadi-sosyal sınırları aşamadığı halde, sendikal bürokrasi sınıfı hareketinin gelişiminin önüne önemli bir engel olarak çıkmaktadır. En küçük bir mücadele dinamiğini bile etkisizleştirmeye çalışan hain bürokratlar, hareketin gelişip serpilme imkanlarını ve potansiyelini daha baştan boğmaktadır. Bu nedenle işçilerin sermayeye karşı yürüttükleri mücadelenin bir yanıyla da sendikal bürokrasiyi hedeflemesi adeta bir zorunluluk haline gelmiştir. Komünistler olarak sınıf çalışmasında yeni bir yüklenme içerisinde olduğumuz son dönemde yaşadığımız deneyimler üzerinden bu duruma daha yakından tanıklık etmekteyiz.
Bugün sınıf çalışmamızda sınıfın bağımsız taban iradesini açığa çıkarıp örgütlemeye dönük her çabamızın karşısında gerici bir odak olarak sendika bürokratlarını buluyoruz. Bu kast sendikalara en tepesinden en alta kadar hakim durumda. Dolayısıyla, sendikal bürokrasinin etkisi ve çapı sadece konfederasyonların başındaki birkaç hain güruhla sınırlı değil. Bu nedenle, bugün sol hareketin alt kademe bürokrasiye karşı zaaflı-faydacı bakışı, tabandan gelişen dinamiğin kırılmasında sendikal bürokrasinin işini kolaylaştırmakta, bu bakışla hareket edenler bu hainlere koltuk değneği olma işlevini yerine getirmektedirler.
Sendikal bürokrasi, sendikaların en tepesinden en altına, hatta işyeri temsilciliklerine uzanacak kadar kurumsallaşan, bazen doğrudan ihanetçi kimliğiyle, kimi zaman da daha inceltilmiş tarzda ve “sol” söylemlerle karşımıza çıkan bir yapılanmadır. İdeolojik-politik mayasında her çeşitinden sınıf işbirliğinin olduğu, bürokratik mekanizmalarıyla öncü ileri unsurları pasifize eden ya da kendisinin bir eklentisi haline dönüştüren, bunu başaramadığında ise tasfiye eden, bu konuda yılların deneyimine sahip olan bilinçli bir yapılanmadır bu.
Sendikal bürokrasi kimi zaman sendikal örgütlenme mücadelesinde sergilenen icazetçi-işbirlikçi politikalarla, kimi zaman da sınıfın taban iradesine dayalı taleplerini-hareketliliklerini bastırarak karşımıza çıkmaktadır. Son yıllarda yaşanan örneklere bakıldığında, bu olgunun somut karşılıklarını görmek zor değildir.
Son olarak ONTEX fabrikasında yaşananlar ve ONTEX işçilerinin bugüne kadarki mücadele deneyimi, sendikal bürokrasinin işçilerin kapitalist patronlara karşı verdiği mücadelede nasıl dizginleyici bir rol oynadıklarını, bu konuda işi nerelere vardırdıklarını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Ve sınıf hareketinin gelişimi noktasında bu gerici odağın neden özel bir tarzda hedefe çakılması gerektiğine bir kez daha ışık tutmuştur.
Sınıf hareketine ilişkin değerlendirmelerde genellikle öne çıkarılan vurgulardan biri sınıfın geniş kesimlerinin “duyarsızlığı” olmaktadır. Özellikle de sendikal bürokrasinin sarıldığı bu “tespit”, yapmaları gereken en basit iş ve sorumlulukların bile ihmal edilmesinin bir gerekçesi haline getirilmektedir. Öte yandan, bürokrasinin panzehirinin taban iradesi olduğu bilindiğinden, oturdukları koltuklarda işçi aidatlarıyla geçinmeye alışmış bu hainler işçilerin “duyarlılığı”ndan özel bir tarzda rahatsız olmaktadırlar.
Bugün fabrika önünde direnişlerini sürdüren ONTEX işçilerinin yaşadıkları süreç de bundan bağımsız değildir. Sendikal örgütlülüğe sahip olmalarına karşın ONTEX işçileri, yıllardır yaşadıkları sömürü koşullarına karşı hiç de “duyarsız” kalmadıklarını son toplu sözleşme sürecine müdahil olma çabalarıyla ortaya koymuşlardır. İşçi tabanından yükselen bu irade ile yaşanan hareketliliğin temel talepleri, TİS taslağının hazırlanması ve imzalanmasında taban iradesine dayanılması ve sendikal demokrasinin etkin bir tarzda hayata geçirilmesi için işyeri temsilcilerinin seçimle belirlenmesidir.
Yıllardır işçileri denetim altında tutmanın verdiği rahatlıkla Selüloz-İş bürokratları önce bu talepleri duymazdan gelmişlerdir. Ne zaman ki bu irade kendisini sendikadan bağımsız bir şekilde, her hafta sayısı artarak devam eden toplantılar üzerinden açığa vurmaya başlamıştır, işte o zaman ONTEX yönetiminin uyarılarıyla birlikte bürokrat takımının da eteği tutuşmaya başlamıştır. Gelişen taban iradesinin kendi varlık zeminlerine de bir tehdit olduğunu gören bu kast hemen durumdan vazife çıkarmayı bilmiştir.
Bundan sonraki süreç, bürokrasinin taban iradesini kırma noktasında hangi yollara başvurduğunu ve bunu nasıl işverenle birlikte örgütlediğini göstermiştir. Sendikal bürokrasi bir taban iradesiyle karşılaştığında, önce bu gücü ölçmeye ve tıpkı patronlar gibi hareketin öncülerini tespit etmeye önem verir.
Selüloz-İş bürokratları işçilere önce toplantılara katılmamalarını söyleyerek, “bu toplantılarda sizlere şöyle direnin, böyle mücadele edin, birçok yerde işçiler direniyor derler, onlara inanmayın” diyerek, fabrikada kendileri dışında açığa çıkan bu iradenin gücünü, etkisini anlamaya, ölçmeye çalışmışlardır. İşçilerin önemli bir kısmının kendilerine rağmen bu toplantılara katılmaya devam etmesi üzerine ve tabandaki iradenin gücü az çok anlaşılınca ikinci aşamaya geçilmiştir. Hareketi engelleyemedikleri ölçüde doğrudan denetleme yolunu tutumuşlardır ki, bu da en bilinen yöntemlerinden biridir. Bu yöntem TEKEL işçilerinin mücadele sürecinde Tek Gıda-İş yöneticileri tarafından da “başarıyla” uygulanmıştır.
Bu aşamada bir yandan kendileri de bu toplantılara katılarak işçilerin taleplerini dikkate alıyorlarmış gibi davranırken, öte yandan hareketin iç zayıflıklarını öğrenmeye çalışmışlardır. Bir yandan da diş göstermeyi ihmal etmemişlerdir. Bürokratların bu çabalarıyla eşgüdüm içersindeki ONTEX yönetimi de, yıllardır bölgede faaliyet yürüten sınıf devrimcilerini ve onların politik yayın organını hedef alan bir karalama kampanyası başlatmıştır. Fabrika içerisinde tek tek işçilere Kızıl Bayrak gazetesinin slayt sunumu yapılarak, “bu işin gerisinde örgüt var, bunlar teröristtir” gerici propagandası yürütülmüştür.
Kapitalist patronların işçilerin mücadelesini engellemek için sıklıkla başvurdukları ve geri bilinçli işçiler üzerinden belli bir etki de yaratabildikleri bir söylemdir bu. TEKEL direnişinde, tersanelerde yapılan eylemlerde, özelleştirme karşıtı mücadelelerde sermaye hükümetleri de aynı propagandaya başvurmuşlardır. Geçtiğimiz yıllarda DESA patronunun sendikal örgütlenme mücadelesine önderlik eden işçilere ve Deri-İş sendikasının kimi yöneticilerine yönelik bu gerici propagandası da hala hafızalardadır.
Amaçlanan, işçilerin bilincinde “örgüt”, “örgütlenme” kavramlarını çarpıtıp gayrimeşru hale getirmek, onların iradelerine dair kuşku yaratmak ve işçilerin kapitalist patronlar karşısındaki en önemli mücadele silahı olan örgütlülüklerini zayıflatmaktır. Elbette bunu sınıf devrimcileri şahsında, işçilerin sınıfsal çıkarları dışında hiçbir şeyi savunmayan gerçek dostları üzerinden yapmaya çalışmışlardır.
Bu gerici propaganda sadece ONTEX patronu tarafından değil, sözde işçilerin çıkarlarını temsil ettiğini söyleyen Selüloz-İş yöneticileri tarafından da sürdürülmüştür. Tam da TİS gibi iki sınıfın karşı karşıya geldiği bir süreçte, işçileri temsil ettiğini iddia eden bir sendika yönetiminin kapitalist patronla aynı gerici propagandada buluşması, onların kimlere hizmet ettiklerini apaçık ortaya koymuştur. İşin ironik yanı, ONTEX’te bu gerici propagandaya hizmet eden Selüloz-İş yöneticilerinin, birkaç yıl önce Oktaş Oluklu Mukavva’nın örgütlenme sürecinde Oktaş patronunun aynı propagandasıyla karşı karşıya kalmış olmalarıdır.
Yeri gelmişken belirtelim. ONTEX direnişi şahsında açığa çıkan bu tutum, sadece ihanetçi kimlikleri apaçık ortada duran sendika bürokratları tarafından değil, sözde daha “ileri” ve “sol” söylevlerle boy gösteren bürokratlar tarafından da daha incelikli bir tarzda sergilenmektedir. Çeşitli direniş ve mücadele süreçlerinde işçilerle mücadelenin sorunlarını tartışan, dayanışma pratiği sergileyen başta sınıf devrimcileri olmak üzere ilerici güçleri işçilerden yalıtma ya da onlarla aralarına mesafe koyma çabalarıyla sıklıkla karşılaşıyoruz. Sözde bu “ilerici”, hatta “devrimci” sendikacılar, “bunların derdi başka”, “herkes kendi işini yapsın” vb. söylemlerle işçilerin sadece kendi koydukları sınırlar içerisinde hareket etmelerini istemektedirler. Çünkü en incelikli davrananından kaba ihanetçisine, en sarısından “sol”da olma iddiası taşıyanlara kadar sendikal bürokrasinin en çok korktuğu, tabandan yükselen bir işçi iradesinin kendilerini aşarak varlık zeminlerini sarsmasıdır.
Bu yüzden, kapitalist patronlar ve kimi zaman sendikal bürokrasi tarafından yürütülen bu türden gerici propagandalara karşı cepheden bir mücadele yürütmek özel bir önem taşımaktadır. Yer yer işçilerin geri bilinci, korku ve kaygıları adına bu propaganda karşısında titrek ve zaaflı bir yaklaşım sergilemek, ileriye çıkabilecek olan işçi iradesinin gerici barikatlara çarparak dağılmasına yolaçacaktır.
Başlayan bir hareketin daha ileriye sıçratılması, o hareketin bilinç düzeyinde yaşanacak gelişmeye sıkı sıkıya bağlı ise, bilinç düzeyini ilerletmek özel bir kaygı olmalıdır. Bu konuda yaşanacak boşluk veya zaafiyet, karşı tarafın hareket üzerindeki etki ve denetimini artırmasına yol açacaktır. Sermaye ile onunla doğrudan ya da örtük biçimde işbirliği içerisinde olan sendikal bürokrasinin bir süre sonra taban dinamiğini boğmasına neden olacaktır.
Şüphesiz işçiler mücadele okulundan geçerek bilinçleneceklerdir. Fakat, hareketin başında bir sendika varsa, bu bilinçlenme sendikacıların ihtiyaçlarını, dolayısıyla çizdiği sınırları aşamamaktadır. Bu da işçilerin kendilerini özne olarak görmemelerine, sendikaları kendi dışında ve resmi bir kurum olarak algılamalarına, şube başkanlarından üst kademelere kadar her türden “yönetici”yi kendilerinin üstünde bir irade olarak kabul etmelerine yol açmaktadır.
Bu yüzden, sendikal bürokrasi barikatının aşılabilmesinin yolu, harekete geçen işçilerin bilincini bu sınırların ötesine çıkartabilmekten geçmektedir. Bu ise, başta “bu işin gerisinde örgüt var” propagandasından “bizim amacımız siyaset değil”, “herkes kendi işini yapsın”a varan söylemlere kadar, burjuvazinin işçilerin mücadele direncini kırmak için kullandığı argümanlara karşı sınıfın eyleminin haklılığı ve meşruiyeti üzerinden devrimci ajitasyon ve propagandayı yükseltmeyi gerektirir.
Şüphesiz bu yönlü bir çabanın her somut duruma uygun bir tarz ve üslupla yerine getirilmesi gerekir. Asıl önemli olan ve unutulmaması gereken ise, bu noktada belirecek zaafiyet ya da geri duruşun, işçilerle bağlarımızı korumayı başarsak bile, onları sermayenin ve sendikal bürokrasinin kollarına teslim edeceğidir.
Bu bağlamda ONTEX deneyimine dönecek olursak... Selüloz-İş bürokratları ile ONTEX yönetimi bu gerici propagandayı süreç boyunca sürdürmüşlerdir. Taban iradesinin buna rağmen kırılamaması üzerine, bu kez sürecin başından beri emeği geçen kimi öncü işçilere iftiralar atılarak karalama kampanyasına gidilmiştir. Böylece genel işçi kitlesi ile öncü işçiler arasında güven bunalımı yaratılarak taban iradesinin zayıflatılması, kendi içinde bir çatlağın yaratılması hedeflenmiştir.
ONTEX deneyiminde de açığa çıktığı gibi, sermaye ve sendika bürokratları işçi iradesiyle karşılaştıklarında, ne yapıp edip bu iradeyi kırmayı amaçlamaktadırlar. Bunun için işçileri propaganda bombardımana tutmaktadırlar. Ortaya attıkları iddiaların dayanaktan yoksun olması onlar için önemli değildir. Önemli olan, bu iddialarla işçilerin sersemletilmesi, yaşanan hareketliliğe karşı güvensizlik yaratılması, işçilerin özgüçlerine olan güvenin yıkılması, talep ve hedeflerin birbirine karıştırılması vb. üzerinden karşılarındaki örgütlü gücün çözülebilmesidir.
Böylesi süreçlere önden hazırlıklı olmak, bu tür propagandaların anında yanıtlanması, ortaya atılan iddialar üzerinden karşı tarafın niyet ve hesaplarının teşhir edilmesi, öncü işçilerin diğer işçilerle bağlarının zayıflamaması açısından önemlidir. Bu açıdan öncü işçilerin çıkartacakları fabrika bülteni vb. araçlar oldukça işlevli olacaktır.
ONTEX’te de Selüloz-İş yöneticileri ile “temsilci”nin iddialarının ardı arkası gelmemiştir. Bir süre sonrada bu hareketin Selüloz-İş Genel Merkezi tarafından kendilerine karşı yönlendirildiği iddiasında bile bulunmuşlardır. Şube başkanının gelişen hareketlilik üzerinden koltuk kaygısına düştüğü açıktır.
Yıllardır sınıf hareketinde yaşanan durgunluk, sendika bürokratlarının sendikaları kendi “çiftlikleri”ne dönüştürmelerine yol açmıştır. Karşılarında buna itiraz edecek bir güç göremedikleri ölçüde dilediklerince “at koşturmuşlar”dır. ONTEX deneyimi karşısında Selüloz-İş bürokratlarının yaşadıkları bocalama, bu uzun rehavetin ardından örgütlü ve haklarını arayan kararlı bir işçi kitlesiyle karşılaşmalarından kaynaklanmıştır. Öyle ki, yapılan toplantılarda işçilerin haklı soruları ve basıncı karşısında “terledikçe”, işi işçilerin üzerine yürümeye vardırabilmişlerdir.
Bu deneyim, fabrikalarda taban örgütlenmeleri yaratıldığı koşullarda sendikal bürokrasinin hiç de aşılmaz olmadığının ve bu güç karşısında ne kadar acz içerisinde kaldıklarının somut bir göstergesidir.
ONTEX deneyimi sendika bürokratlarının ikiyüzlü ve yalancı olduklarını da gözler önüne sermiştir. Hareketi bastıramayacağını anlayan bürokrat takımı, işçilerin TİS taleplerini kabul eder görünüp vaatlerle oyalamaya çalışmış, satış için en uygun koşulları beklemeye başlamıştır. Elbette bu aşamaya gelinmesinde, işçilerin sendikaya giderek hazırladıkları TİS taslağını ve temsilci seçimleri için topladıkları imzaları vermeleri, fabrika içerisinde sendikaya rağmen yemek boykotu gerçekleştirmelerinin önemli bir katkısı olmuştur. Bu da, bürokratlara adım attırabilmek için eylemli/zorlayıcı bir hattın örülmesi gerektiğini göstermektedir.
Ayrıca, yaşanabilecek bir ihanet durumunda bu hainleri kamuoyunda teşhir edebilmek için, önden yapılan görüşmelerin, verilen vaatlerin, iletilen her türlü belge vb.’nin görsel/yazılı kayıtları önemlidir. Zira bürokrat takımı tam bir arsızlıkla söylediklerini inkar edebilmektedir. Nitekim Selüloz-İş yöneticisinin satış sözleşmesinin ardından yapılan görüşmedeki pratiği bu olmuştur.
ONTEX’de ihanet sözleşmesi imzalandıktan sonra bürokrat takımı ortadan kaybolmuştur. Bundan sonra sıra işbölümü gereği ONTEX yönetimindedir. İşçilerin bir araya gelmemesi için hafta sonunda mesai dayatmışlardır. Bununla da kalmamışlar, fabrikada ikna odaları kurup tek tek işçilere Selüloz-İş’in ne kadar iyi bir sendika olduğunu anlatmışlardır. İşçileri sendikaya gitmemeleri yönünde tehdit ederek, bürokratların hamiliğine soyunmuşlardır. Tüm bunlara rağmen başarılı olamamışlar, öncü işçiler sendika binasına giderek hainleri protesto etmişlerdir.
ONTEX’in öncü işçilerinin hain bürokrat takımından hesap sorma tutumu, Selüloz-İş bürokratları ile işbirliği içinde, ONTEX yönetimince gerçekleştirilen işten atma saldırısıyla yanıtlanmıştır. Bugün ONTEX işçileri mücadelelerini fabrika önünde başlattıkları direnişle sürdürmektedirler.
Son yıllarda yaşanan işçi eylemlilikleri arasında TEKEL direnişinden sonra ONTEX deneyiminin apayrı bir yer teşkil edeceği şimdiden kesinlik kazanmıştır. Zira ONTEX işçileri sadece sermayeye değil aynı zamanda sendikal bürokrasiye karşı da nasıl mücadele edilmesi gerektiğini göstermişler, yol açıcı olmuşlardır.
Bugün bu direnişi görmezlikten gelen, suskunluk fesadıyla geçiştiren, gerekli dayanışmayı örmekten geri duran, buna rağmen “emek” adına, “sosyalistlik” adına konuşanların sendikal bürokrasiye karşı mücadele iddialarının hiçbir samimiyeti yoktur.
Sendikal bürokrasiyle hesaplaşma, ne siyasal öznelerin sendikal platformlarda gerçekleştirecekleri ittifaklarla ne de sendikalarda kazanılacak koltuklar üzerinden başarılabilir. Sınıf hareketinin gelişimi önündeki en önemli engellerden biri olan sendikal bürokrasi ancak sınıfın tabandan yükselteceği mücadeleyle aşılabilir.
ONTEX işçileri bu doğrultuda son derece önemli bir adım atmışlardır. Emekten yana güçlerin önünde bu mücadeleye güç verme sorumluluğu durmaktadır.