Logo
< Partimizin düşünen önderleri savaşan neferleri -II

“Sana söz can yoldaşım, zafer bizim olacak!”


Hatice Yürekli’ye...

 

“Sana söz can yoldaşım, zafer bizim olacak!”

Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz
Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz
Dövüşenler ölenlerin tutmaz yasını
(...)
Eski cihan, yeni cihan önünde eğil!
Aramızda birkaç yoldaş ayrılmaz değil
Her ne yapsan varacağız emelimize!

N. Hikmet

Sevgili yoldaş,

Sermaye iktidarı ve onun faşist devleti insani değerlere, bu değerleri yaratan emeğe ve onların temsilcileri olan devrimcilere düşmandır. Bu düşmanlığını, sınıf kinini, her fırsatta en vahşi şekilde gözler önüne sermektedir. Ekonomik-demokratik istemleri için sokağa dökülen işçi sınıfına, açlığın sınırında yaşayan emekçi yığınlara, yarınların aydınlık temsilcisi olan devrimcilere şiddet ve kan kusmaktadır. Her ne şekilde ve hangi yöntemle olursa olsun, ayakta kalmaya çalışmaktadır. Bugün için ne kadar güçlü gözükse de, gerçekte onu ayakta tutan faşist zor aygıtlarıdır. Sistemin krizi derinleştikçe ayakta durmakta zorlanmakta, zorlandıkça saldırganlaşmaktadır.

Evet sevgili yoldaş,

Yaşadığımız coğrafyada barbarlık düzenine karşı devrimciler her zaman en önde olmuşlardır. Bedel ödemekten kaçınmamışlardır. Teslim olmaktansa ölümü her zaman yeğlemişlerdir. Her defasında ölümün üzerine tereddütsüzce yürümüşlerdir. Bu gelenek geçmişimizden günümüze böyle devam etmiştir. Geleceğimize de böyle taşınacaktır.

Sen de bu bilinçle ve fedakarlık ruhuyla, sermaye düzenine karşı savaşmak için yola çıktın. İnsanlığın geleceği için, kendi geleceğini işçi sınıfının geleceğiyle birleştirdin. Zorlu ve çetin bir mücadeleye atıldın. Bu mücadeleye atılırken bilincin netti. Burjuvazinin saltanatı bitmeliydi. İnsanlığın kurtuluşu için, yani sosyalizm için mücadele etmek gerekiyordu. Kurtuluş mücadelesini vermek için  örgütlü olmak zorunluluğunun bilinciyle hareket ettin.

Sömürünün en çıplak ve en vahşi yaşandığı tekstil sektöründe bir işçiydin. Sınıfsal kimliğinden dolayı mücadele etmeliydin. Patronlara karşı biriktirdiğin öfke ve nefret sınıf kinini bilemişti. Güzellikleri yaratandın, ama bu güzelliklere dokunman yasaktı. Ve çelişkiler sende emek-sömürü diye başladı. Daha sonra işçi sınıfı ve burjuvazi, daha sonra kapitalizm ve sosyalizm ikilemi ışığında başladın mücadeleye. Bu mücadeleyi bireysel çıkarların mücadelesi olarak değil, bir bütün olarak işçilerin-emekçilerin mücadelesi olarak gördün...

Geceleri insanlar aç yatmasın istedin. Parası olmayan işçi-emekçi çocuklarının okul önlerine atılmasını istemedin. Hastane önlerinde insanlar ölmesin istedin. İnsanlar sömürülmesin istedin. Halklar kardeş olsun istedin. Örgütlü mücadele içerisine girdin. Kavganın ortasındaydın artık. Kavganın bedel demek olduğunu biliyordun. İnsanlık adına, sosyalizm adına bedellerin en ağırın ödemeye hazırdın.

Ankara’da partimize yönelik operasyon sonucu düşmanın eline tutsak düştün. Faşist düzenin işkencecilerine TKİP’nin direnişçi kimliğini ve duruşunu gösterdin. Beraber yakalandığın yoldaşların gibi. Düşman karşısında ifade vermeyi reddettin. Düşman ininden alnın dik çıktın. Düzen mahkemelerinde ise yargınlamayı reddettin. Ulucanlar Cezaevi’nde tutsaklık günlerin başladı.

Cezaevlerinin sınıfsal mantığını kavrayıp duruşunu ona göre belirledin. Teslimiyet asla! Bir katliam yaşadın bu kısa mahpusluk hayatında, bir de ölümüne direniş... Partimizin direnişçi kimliği olan Habip ve Ümit yoldaşın ve siper yoldaşlarımızın katledildiği Ulucanlar katliamını yaşadın ve teslim olmadın.
Faşist rejim Ulucanlar vahşetiyle yetinmeyecek, daha çok devrimci kanı isteyecekti. Bunun için F tipi denilen hücre saldırısını gündemine aldı. Bu saldırıya karşı devrimciler netti. “Öleceğiz ama hücrelere girmeyeceğiz!” dediler. Bu topraklarda bir tane devrimci de kalsa, devrim davası yenilmeyecek dediler.
Ve 20 Ekim 2000’de bir sonbahar günü direnişin startı verildi. Tüm cezaevlerindeki DHKP-C, TKP (ML) ve TKİP’li tutsaklar Süresiz Açlık Grevi’ne başladılar. Süresiz Açlık Grevi, 20 Kasım 2000’de Ölüm Orucu Direnişi’ne dönüştürüldü.

Sen Ölüm Orucu Direnişi’nin ilk ekibinde yeraldın. Kilitlenmiştin artık zafere. “Öleceğiz ama hücrelere girmeyeceğiz” diyerek konuşmaya başladın:

“Tarihsel önemde bir sürecin içerisindeyiz. Hücre saldırısına karşı başlatmış olduğumuz SAG Direnişimizi Ölüm Orucu’na taşımış bulunuyoruz. (...) Zafere inancımızı esasta ideolojik güçlülüğümüzden alıyoruz. Devrime ve komünizme olan sarsılmaz inancımızdan alıyoruz. Bununla birlikte; ‘Esnemektense kırılmayı tercih ederiz, biz hazırız, bayrığımıza leke sürdürmeyeceğiz’ diyen şehitlerimizden ve “Teslim mi olacaksınız, ölecek misiniz?” dayatmalarına “Devrimci tutsaklar teslim alınamaz, asıl siz teslim olun!” şiarıyla sembolleşen ve devrim tarihimizde onurlu yerini alan görkemli Ulucanlar direnişimizden! (...) Yoldaşlar ve siper yoldaşları olarak, tarihsel önemde bir sorumluluğun hakkını vereceğimize inancım tam. Şimdiden zaferimizi kutluyorum.” diyerek zafere ilk adımını attın.

Ölüm Orucu Direnişi kitleler üzerinde etkisini gösterirken, 19 Aralık’ta devlet bir kez daha katliamcı yüzünü sergiledi. Hiç beklemediği bir direnişle karşı karşıya kaldı. Günler sonra cezaevlerine girebildi. İnsanlarımızı diri diri yakacak kadar barbardılar, ama korkaktılar. Gaz bombaları, tankları, silahlarıyla geldiler. Karşılarında devrimin sarsılmaz inancıyla perçinlemiş bir avuç devrimci. Naziler’e rahmet okutacak bir vahşetle  “Hayata Dönüş” adı verdikleri operasyon sonucu 28 devrimci tutsak katledildi.

F tiplerini işkence merkezlerine çevirerek direnişi bitirmeye çalıştılar, ama başaramadılar.  Hastaneye kaldırılan tutsaklara zorla tedavi işkencesi dayatıldı. Bu da direnişi bitiremedi. Zorla takılan serumlar devrimciler tarafından çıkarıldı.

Direnişi yalanla, suskunlukla, terörle, işkenceyle bitiririz hesapları tutmadı. Devrimci tutsaklar tüm kirli oyunları boşa düşürdüler. Katiamcı devlet yalanlarına devam etti. “Ölüm Orucu yok”,  “bir kişi ölüm orucundan ölürse istifa ederim” vb. diyerek iğrenç dilleriyle saldırdılar. Uzun dönem süren bir suskunluk fesadı başladı. F tipi Nazi kampları ve hastanelerde işkenceler devam etti. Bir yandan da yalan haberlerle kitleleri oyalamaya çalıştılar. Ta ki Cengiz Soydaş şehit düşene kadar. Ve arkasından onlarca canımız gitti. Ama direniş sürüyor ve saldırı püskürtülene kadar sürecek.

Sen Ankara Numune Hastanesi’nde irade savaşını sürdürdün. Zorla tedaviye karşı net ve tok durdun. Tarihsel bir sorumluluk almıştın. Bu bilinç ve irade seni çelikleştirdi. Vücudun günbegün eriyor, ama iraden çelikleşiyordu. Yine de gülüyordun. Parti ve devrim davasına karşı sorumluluğun vardı çünkü.

Ve vasiyet bıraktın, beni partimizin geleneği ile toprağa verin diye... Üzerimde orak-çekiçli yıldızlı bayrağımız olsun... Mezarımda marşlar okunsun... Habip ve Ümit yoldaşlar gibi ...

Bir sonbahar günü başlatmış olduğun şanlı direnişinin sonlarına geldin. Bir ilkbahar günü ölümsüzler kervanına adın yazıldı. Üç mevsimi geride bırakarak noktaladın aldığın sorumululuğu. Senin gibi yiğit ve fedakar bir yoldaşı tanımak bana onur veriyor...

Oysa sen gerçek bir devrimcinin yapması gerekeni yaptın. En meşru hakkını kullandın: Faşizme karşı direnerek insanlık onuruna sahip çıktın. Faşist rejimin zindanlarda teslim alma politikalarına karşı başlatılan destansı direnişin yüz seksenli günlerinde bir komünist olarak şehitler kervanına katıldın. Partimizin orak-çekli bayrağını faşizme karşı temsil edilmesi gerektiği gibi temsil ettin. 

Direnişçi kimliğinle, ideolojik-politik kimliğinle, yaşamınla ve partimizin ilk Ölüm Orucu şehidi olarak bize örnek oldun. Çünkü partimiz seni böyle yetiştirdi. Ve sen, partimizin onurlu, yiğit, fedakar yoldaşı, Hatice Yürekli yoldaş olarak şehit düştün.

İstediğin gibi bir terönle uğurladık seni. Bayrağımızla toprağa verdik seni. Mezarının başında “Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!” sloganını attık. Düşüncelerini ve ideallerini senin istediğin gibi koruyacağız.

Bugün bu coğrafyada Türkiye Komünist İşçi Partisi varoldukça, sen rahat uyuyabilirsin sevgili yoldaş. Bu parti  devrimin partisidir, bu topraklarda sosyalizm davasının başarıya ulaşmasının güvencesidir.

M. Şafak


Üste