Logo
< Partimizin düşünen önderleri savaşan neferleri -II

“Tek bir kişi kalsak dahi direnişimizi sürdüreceğiz!..”


Hatice Yürekli yoldaşın anısına...

 

“Tek bir kişi kalsak dahi direnişimizi sürdüreceğiz!..”

Daha Ölüm Orucu Direnişi’nin arefesinde, direnişin zaferine olan inancını bu sözlerle dile getirmişti Hatice Yürekli yoldaş. Tek kişi kalınsa dahi direniş sürdürülecekti...

Koskoca bir seneyi deviren ve hala kararlılığından hiçbirşey yitirmeden süren Ölüm Orucu Direnişi’nde, O uzun ayları geride bırakarak yolaldı. Şimdi adını zihinlerimize kazıdığımız Hatice Yürekli yoldaş yukarıdaki inanç dolu sözleriyle başladı bu uzun maratona.

Takvim yaprakları 25 Kasım 2000 tarihini gösterdiğinde, birçok cezaevinde olduğu gibi Ulucanlar’da da bir hareketlilik vardı. Bu hareketlilik ki, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir direniş destanı yaratanların, bir destansı direniş tarihi yazanların hareketliliğiydi. Tüm cezaevlerinde başlatılan Açlık Grevi’nin Ölüm Orucu’na dönüştürüldüğünü haber veriyordu takvim yaprakları. Alnında orak-çekiçli bayrağımızla bezenmiş kızıl bandıyla konuşmasını yapmak üzere yerini aldığında gözlerindeki ışıltı hiçbir sevincin yerini tutamayacak denli parıldıyordu. Yerini aldı, o her zaman söylediği şiirin sadeleği ve de rahatlığıyla;

Yarın ölecekmişiz ne gam
Bin ömür yaşadık biz
Ve üstelik omuzlarından yoldaşların
bayrağımızla gömüleceğiz

Ve vahşet ve katliam sürüsü 19 Aralık’ta birçok cezaevinde, silahlarla, bombalarla çaldığında devrimci tutsakların kapısını, Ulucanlar’ı hazırlıksız yakalamıştı. Katliamcılar çok çabuk girdiler içeriye, ama öyle kolay çıkamadılar. Gücümüzün son noktasına dek meydan okumuştuk katillere.

Ring aracına bindirildiğimizde, düşmana öfkesini kusuyordu Hatice yoldaş; bizleri teslim alamayacaklarını söylüyor ve sanki günlerdir aç olan kendisi değilmiş gibi büyük bir dirençle sloganlara katılıyordu.

Onu böylesine güçlü kılan şey davasına ve yaşama bağlılığıydı. Yaşama bağlıydı, çünkü; hastanenin pencerisinden dışarıyı seyrederken hala hayal kuruyordu, hala özgürlüğü düşlüyordu. Davasına bağlıydı, çünkü; yaşama dair dalarken sonsuz düşüncelere, ölümün üstüne tereddütsüzce yürüyordu.

Cezaevinden tahliye olduktan sonra görüşüne girebilme imkanını bulduğumda, gördüğüm Hatice derinden sarsmıştı beni. Küçücük kalan bedeninde, tek yaşam belirtisi, hala ışıldayan gözleri ve zoraki konuşmasıydı. Yine de yüreğinde yaşattığı o büyük yoldaş sevgisiyle, hiç tükenmeyen sevgisiyle sarılması, gazete getirdiğimizi söylediğimzi de, içeri girmesinin yasak olduğunu bildiği halde tüm gücüyle Kızıl Bayrak mı? diye sorması, onun umudu hep içinde büyüttüğünün en büyük göstergesiydi.

Takvim yaprakları bu defa 22 Nisan 2001 diyordu. Ve tarih diyordu ki bu yiğit devrimci bayrağı arkada gelenlere teslim ediyor, ve diyordu ki tarih;

Teslim olmadı
öldürüldü
öldürülürken teslim olmadı.
Tek başına savaşmayansa
öldürülen kişi
Düşman henüz kazanmadı...

Onun adını şimdi çocuklarımızda duyar olduk, umudumuz olan çocuklarımızda, onun adını şimdi zihinlerimize, yüreklerimize kazıdık, yerini yaratacak olan.

O şimdi, şu anda suskun ama öfkeli, şu anda güçsüz ama yarın barbarlığı yıkacak denli güçlü tezgah başındaki işçinin, yani senin yükselecek olan sesin.

Günün ağaracağından ne kadar eminsem
eminim buzları kafamızla kıracağımıza
Ve karanlık ufuktan güneş,
evet, bizim
parlak
güneşimiz ışıyacak.
Bırak o zaman ddlasın
küçük bir kelebek gibi kanatlarımı
ilençler yağdırmayacağım,
yakınmayacağım hayır,
biliyorum çünkü
ölünecek yine de
Ama zehir küfünden
sıyrılırken yeryüzü,
yeniden doğarken milyonlar,
bir türkü olacak ölmek,
evet, bir türkü!

A. S. Su
Nisan 2002


Üste