Logo

Aşılması gereken önemli bir engel: Reformizm


Başta emek ile sermaye arasındaki çelişki olmak üzere, kapitalist sistemin her geçen gün derinleşen ve yaygınlaşan çelişkileri, toplumsal yaşamın derinliklerindeki fay hatlarında ciddi gerilimler oluşmasına yol açıyor. Sistemin çok yönlü krizinin tetiklediği emperyalist savaş ve saldırganlık, krizin faturasını emekçilerin omuzlarına yıkmak için uygulanan sosyal-iktisadi saldırılar, her geçen gün yoğunlaşan faşist baskı politikaları işçi ve emekçilerin yaşamlarını daha da çekilmez hale getirirken, kitle hareketlerini de tetikliyor.

Son yıllarda dünya ölçeğinde yaygınlaşan ve süreklileşen kitle hareketleri bu durumu olgusal olarak doğruluyor. Geçtiğimiz yıllarda Mısır, Tunus, Türkiye ve Brezilya’da, bugün ise Fransa, Yunanistan ve daha birçok yerde ortaya çıkan sınıf-kitle eylemleri, sınıf mücadelelerinin sertleşeceği bir döneme girdiğimizi tartışmasız bir şekilde ortaya koyuyor.

Bu böyle olmakla birlikte, sistem hala ayakta durabiliyorsa, bunu krizi yönetebilme başarısına borçludur. Bu başarının gerisinde ise burjuvazinin işçi sınıfını bir dizi yol ve yöntemle kontrol altında tutuyor olması vardır. TKİP V. Kongre Bildirisi bu konuda şunları söylemektedir:

 “Bu sayede krizin ürettiği faturalar sistemli biçimde işçi sınıfına ve emekçilere ödettirilebilmekte, böylece krizin yıkıcı etkileri sınırlandırılabilmektedir. Halen istinasız olarak tüm kapitalist dünyada yapılan budur. Ekonomisi nispeten iyi durumda olan en zengin emperyalist ülkeler bile işçi sınıfına ve emekçilere tavizler vermeye yanaşmamaktadırlar. Ekonomik kriz ve onun körüklediği kıyasıya kapitalist rekabetin yanısıra, dünya ölçüsünde kızışan emperyalist nüfuz mücadeleleri, artan silahlanma, sonu gelmeyen emperyalist müdahale ve savaşların yarattığı ağır faturalar, emperyalist burjuvaziyi bu tutumu süreklileştirmeye yöneltmektedir.”

Burjuvazi krizi yönetebilmek için bir yandan ortaya çıkan ağır yükü işçi sınıfına fatura ederken, öte yandan bunun karşısında biriken öfkeyi ve mücadele dinamiklerini kontrol altına almak için kendi gerici ideolojisini ve siyasetini etkili bir şekilde kullanıyor. Bugün bakıldığında, öfkeli, hoşnutsuz ama örgütsüz olan emekçi kitlelerin düzen siyaseti üzerinden kontrol altına aldığını ve dizginlendiğini açık bir şekilde görebiliyoruz. Dincisinden milliyetçisine, liberalinden sosyal demokratına ve sözde sosyalistine kadar tüm düzen içi siyasal akımlar, esasta kurulu düzenin devamı için çalışıyor ve kitle hareketlerinin önünde ciddi birer engel oluşturuyorlar.

Gericilik halihazırda burjuvazinin elindeki en etkili silahlardan birisi. Bugün her türden burjuva gericiliği işçi sınıfının üzerinde ciddi bir ağırlığa dönüşmüş durumda. Bunun kendisi işçi sınıfı ve emekçilerin hareketsiz ve edilgen kalmasına yol açıyor. Burjuvazi sadece düzen partileri ve kimi siyasal örgütlenmeler aracılığıyla değil, bizzat kontrol ettiği sendikal yapılar üzerinden de işçi sınıfına gerici zehrini akıtıyor, sersemletiyor ve denetliyor. Türk-İş, Hak-İş, Kamu-Sen vb. sendikal yapılara bakıldığında, bir işçi örgütlenmesinden çok bir burjuva partisi gibi hareket ediyor, işçi sınıfını sermaye adına kontrol altında tutuyorlar. Dinci gerici, milliyetçi, şoven ya da liberal, rengi ne olursa olsun bu tür yapılar düzen siyasetini sınıfa taşıyarak, sermayeye büyük bir hizmet sunuyorlar.

Burjuvazi için reformist akımlar, kriz dönemlerinde kitleleri manüple etmek ve düzene yedeklemek açısından bir diğer alternatif. Bugün krizin giderek derinleştiği, sınıf-kitle hareketlerinin yükseldiği bir dönemde reformist akımların güçlenmesi, birçok ülkede düzen siyasetinde önemli bir yer edinebiliyor olması hiç de şaşırtıcı değil. Zira çelişkileri keskinleşen ve bu nedenle her geçen gün yeni bir saldırı programını hayata geçiren burjuvazi, kitlelerde biriken öfkeyi ve hoşnutsuzluğu düzene kanalize etmek için bir yandan gericiliği güçlendirirken, diğer yandan da reformist akımların önünü sistemli bir şekilde açıyor. Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos bu durumun en güncel ve çarpıcı örnekleri olarak orta yerde duruyor. V. Kongre Bildirisi, bu reformist akımların sınıfsal karakterini ve oynadığı rolü özlü bir biçimde ortaya koyuyor:

“Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos türünden partiler şahsında kendini gösteren öteki siyasal gelişme, orta sınıf eksenli reformist akımların emekçilerin sola açık kesimleri içinde güç kazanması, parlamentarist hayalleri körüklemesi, böylece devrimci alternatifi geri plana itmesidir...

“Yaşadıkları büyük hoşnutsuzluklara rağmen hareketlilik içindeki emekçi kitleler henüz devrimci arayışlara hazır değiller. Çalışma ve yaşam koşullarını hafifletecek kısa dönemli çözümler, hele de bunlar zorlu çabalar ve ağır bedeller ödemeyi gerektirmiyorsa, bugün için onlara daha cazip görünebilmektedir. Orta sınıf karakterli yeni reformist sol akımlar işte tam da bu durumdan yararlanmaktadırlar...

“Gerçekte bu akımların emperyalist sistem ve kurulu kapitalist düzenle esasa ilişkin bir sorunu yoktur. Kurulu düzenin temellerini benimsemekte, fakat bugünkü biçiminin reformdan geçirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Sosyo-ekonomik planda ‘70’li yılların sosyal kazanımlarına dönüş ile siyasal planda güçlendirilmiş burjuva demokrasisi (ki kendileri buna “radikal demokrasi” diyorlar), Syriza ve Podemos türü akımların programatik ufkunu oluşturmaktadır.”

Türkiye açısından da durum farklı değil. Bu topraklarda da ne zaman işçi sınıfı saflarında bir hareketlilik yaşansa, ne zaman kitleler düzen sınırlarını zorlayan çıkışlar gerçekleştirse, burjuvazinin yardımına ilk olarak reformist akımlar koşuyor. Dün 15-16 Haziranlar’da, bugün Haziran Direnişi’nde, Greif işgalinde, metal fırtınasında yaşananlar reformizmin uğursuz rolünü çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Kapitalist sömürü koşullarının sınıf ve emekçi kitlelerde körüklediği yangını dindirmek ve kontrol altına almak misyonu ile hareket eden reformist sol akımlar, bu yönüyle devrimci bir sınıf hareketi yaratmanın önünde duran önemli engellerden birini oluşturmaktadır. DİSK, KESK vb. sendikal yapıların halihazırda reformist güçlerin denetiminde olması, bu sorunu daha yakıcı hale getirmektedir.

Hatırlanacağı gibi Greif işgali karşısında sendikacı görünümlü sermaye ajanları ile sözde sol-sosyalist etiketli sendika yöneticileri “DİSK’i savunmak” adına utanç verici bir şekilde aynı safta yer tutarak, büyük kazanımlarla sona erebilecek bir direnişin kırılması için ellerinden geleni yaptılar. Bu utanç verici tutumun sendikacı görünümlü hain takımı tarafından ortaya konması anlaşılır bir durum. Ancak sol ve sosyalist söylemlerle sendikaların başına çöreklenen reformistlerin de bu utanca ve suça ortak olmaktan geri durmamaları, reformizmin devrimci sınıf hareketinin önünde nasıl ciddi bir engel teşkil ettiğini ve reformizme karşı verilmesi gereken mücadelenin yaşamsallığını çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermiştir.

Son 1 Mayıs süreci de bu yönüyle çarpıcı örneklere sahne oldu. Bilindiği üzere 2016 1 Mayıs’ı siyasal atmosferin sertleştiği, öte yandan sınıf ve emekçiler arasında hoşnutsuzluğun yer yer eylemli çıkışlara vesile olduğu bir dönemde karşılandı. Sokakların terörize edildiği, kirli savaşın tırmandırıldığı, gerici çeteler eliyle kitle katliamlarının gerçekleştirildiği, polis rejimi uygulamalarının ve OHAL koşullarının rutinleştirildiği bir dönemde gündeme gelen 1 Mayıs süreci, bu boğucu atmosferde temiz bir rüzgar estirmek ve sermayenin kapsamlı saldırılarına karşı sınıf cephesinden yanıt üretmek adına önemli bir imkana dönüştürülebilirdi. Bu bakışla örgütlenecek bir 1 Mayıs, sınıf ve emekçi kitlelerin öfkesinin akacağı bir kanal olabilirdi.

Bunun bilincinde olan sermaye düzeni, özellikle son yıllarda 1 Mayıs eylemlerini düzenin icazet sınırlarına çekmek, tarihsel ve sınıfsal özünden kopuk bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak için özel bir çaba harcıyor. Bu politika doğrultusunda kendi denetiminde olan sendikal yapıları etkin bir şekilde kullanıyor. Son 1 Mayıs eylemlerini Türk-İş’in Çanakkale’de, Hak-İş’in ise Sakarya’da örgütlemesi, “vatan, millet, sakarya” çizgisinin bu eylemlerin siyasal mahiyetini belirlemesi, 1 Mayıs’ı hedef alan saldırılarda düzen sendikacılığının üslendiği misyonu en açık haliyle gözler önüne serdi.

Son üç yıldır uygulanan Taksim yasağı da, sermaye devleti adına 1 Mayıs’ları ıslah etme ve denetim altına alma politikasının bir diğer halkasını oluşturuyor. Öyle ki Taksim yasağı bu politikanın en cisimleşmiş hali. Sürece bu bütünlük üzerinden bakıldığında, sorunun kendi başına bir “alan tartışması” ya da “fetişizmi” olmadığı açıkça görülecektir; hem işçi sınıfı açısından hem de burjuvazi açısından. Söz konusu olan tümüyle politik bir saldırıdır ve karşısında alınan tutumlar da gerçek politik kimlikleri ve konumları tanımlamak açısından önemli bir yerde durmaktadır.

2016 1 Mayıs’ında tam da bu çerçevede bir ayrışma yaşandı. DİSK, KESK ve kimi meslek odaları ile solun büyük bir kesimi, sermaye devletinin baskı ve yasaklarına boyun eğerek soluğu Bakırköy’de aldılar. Reformizm ve onun denetiminde olan sınıf ve meslek örgütlerinin böyle bir tutum almaları utanç vericidir, ancak şaşırtıcı değildir. EMEP reformizminin Taksim tartışmaları üzerinden işi devrimci düşmanlığına vardırmaya götürmesi ise, reformist sürüklenişin bir sınırı olmadığını göstermiştir. Elbette mücadele anlayışını, eylem çizgisini ve pratiğini düzenin belirlediği sınırlara hapsedenlerden, sert sınıf mücadelelerinde başka türlü bir tutum almaları beklenemez.

Burada sorun, reformizmin gelinen yerde sınıf ve kitle hareketi önünde ciddi bir engele dönüşmüş olması, sınıfın bağımsız devrimci konumu üzerinden hareket etmesini ve örgütlenmesini zora sokmasıdır. 2016 1 Mayıs’ı bu olguyu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Devletin baskı ve yasaklarına boyun eğenlerin, yeni dönemde gelişecek sert sınıf mücadelelerinde çok daha büyük bir sorun alanına dönüşecekleri açıktır ve tarihsel deneyimlerle sabittir.

Özetleyecek olursak, bugün işçi sınıfı bir yandan sermaye ajanı sendikal yapılar tarafından kontrol ediliyor, dizginleniyor; öte yandan liberal-reformist sol çevreler ve onun hakimiyetinde olan sendikal yapılar tarafından adeta kuşatılmış bulunuyor.

Kapitalist sistemin çok yönlü çelişkilerinin keskinleştiği, krizin derinleştiği, kitle hareketlerinin ve eylemlerin giderek yoğunlaştığı tarihi bir evrede, işçi sınıfını kuşatan, uyuşturan ve eylemini dizginleyen bu güçler, burjuvazi açısından krizi yönetmenin büyük bir imkanı olarak değerlendiriliyor. Bu nedenle reformizmin ve her türden burjuva gericiliğinin işçi sınıfı üzerindeki etkisini ve denetimini kırmak güncel ve yakıcı bir görev olarak önümüzde duruyor. Devrimci bir sınıf hareketinin gelişimi, bu görevin başarıyla yerine getirilmesine bağlı.

Komünistler olarak bu gerçeği devrimci sınıf faaliyetinin her adımında ciddiyetle gözetmeli, reformizme ve her türden burjuva gericiliğine karşı mücadeleyi devrimci bir sınıf hareketi yaratma bakışı ile kesintisiz bir şekilde sürdürmeliyiz. Giderek sertleşen sınıf mücadeleleri ve düzenin keskinleşen çelişkileri bize bu imkanları çok daha fazla sunacaktır. Çetin süreçlerde soluğu devrimci sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına yetmeyenlerin, işçi sınıfının eylem çizgisini geri çekmeye çalışacağı açık. Fakat bu aynı koşullar, doğru değerlendirilirse eğer, her türden geriliğin ve gericiliğin aşılabileceği zeminlerin oluşmasına da yol açacaktır. Greif ve metal fırtınası bunu bize tüm açıklığıyla göstermiştir.

İşçi sınıfının önüne dikilen barikatları aşarak yeni döneme hazırlanma görev ve sorumluluğunu TKİP V. Kongresi net bir biçimde tanımlamıştır:

“Greif Direnişi sınıf hareketinde yeni bir dönemin başladığının bir işareti olmuştu. Onun eylem çığlığı olan ‘İşgal, grev, direniş!’ şiarının sınıf hareketi bünyesinde hızla yankılanması ve yaygınlaşması ve onun tuttuğu fiili-meşru mücadele yolunun onbinlerce metal işçisi tarafından izlenmesi, bu gerçeği kesinleştirmiştir. Sınıf hareketi açısından artık yeni bir dönem başlamıştır. İşçi sınıfının önüne kurulan çeşitli türden barikatları da aşarak kendi tarzında mücadele sahnesine akmasıyla belirlenen bir dönem olacaktır bu. Partimizin görevi bu gelişmeyi her yolla hızlandırmak, onu devrimci bir siyasal mecraya çekmek, devrimci bir çizgide örgütleyip geliştirmek için en azami çabayı harcamaktır.”


Üste