Logo

Büyük iddialar, küçük sorunlar!


Büyük iddialar, küçük sorunlar!

Partinin gelişmesini yavaşlatan, siyasal faaliyetini sekteye uğratan sorunlardan biri de örgütsel iç yaşam ve ilişkiler alanındaki zayıflıklardır. Bu sorun elbette ideolojik-politik kimlikten, siyasal faaliyetin gelişme düzeyinden, genel olarak çalışma tarzından bağımsız ele alınamaz. Nitekim bu türden sorunların daha çok örgütsel-siyasal çalışmanın zayıf olduğu alanlarda yaşanması tesadüf değil. Genel olarak da bilinir ve tekrarlanır ki, devrimci mücadelenin hakkının verilmediği yerde, iç yaşama ve ilişkilere dair her türlü sorun kendine verimli bir yaşam alanı bulur.

Etkin bir politik faaliyetin yürütülemediği, bunun temel koşulu olarak ideolojik-teorik donanımın sürekli bir uğraşın konusu olmadığı, kolektif örgütsel işleyişte aksamaların yaşadığı yerellerde, yaygın bir şekilde insanlara ve iç ilişkilere dair sorunlar tartışılır. Devrimci mücadelenin bugünkünü katbekat aşan enerji ihtiyacının pek bir önemi yoktur. Deyim uygunsa insanlar birikimlerini, güçlerini, enerjilerini kişisel çekişmelere, küçük burjuva egolarını tatmine, yapay gruplaşmalara, dedikodu kazanı kaynatmaya hasrederler. Diyelim ki bir yerelde bu türden bir sorun ortaya çıkmış olsun; yazamıyorum diyerek parti yayınlarına katkı yapamayan insanlar dahi birden kalemşor kesilirler. Partinin ilgili organlarına sayfalar dolusu rapor, itham, eleştiri vb. akar. Böylece sınırlı güç ve olanaklarla yerel ya da merkezi önderlik ihtiyaçlarının üstesinden gelmeye çalışan parti birimlerine çoğu durumda gereksiz ek yükler bindirilir.

İç yaşam ve ilişkilerde çözücü halka

Örgütsel iç yaşama ve ilişkilere dair sorunların çözümü, aslında bizzat ortaya çıkmasına neden olan koşullarda saklıdır. Tüm enerjinin sistemli, planlı, hedefli bir siyasal sınıf çalışmasına yöneldiği bir durumda, bu tür sorunlar tümüyle ortadan kalkmasa bile, çalışmayı ve gelişmeyi sekteye uğratacak düzeye ulaşamaz. Söz konusu türden bir faaliyet ise doğaldır ki kolektif bir örgütsel işleyişe, ideolojik-teorik birikimin sürekli yetkinleştirilmesine, bunlar üzerinden hayata geçebilecek devrimci bir çalışma tarzına, ancak böylesi bir zeminde gerçekleşebilecek devrimci militan dönüşüme ve sağlam karakterde kadrolara dayalı olarak yürütülebilir. Meselelerin çözümüne dair ortaya konulan bu genel çerçeve konusunda hemen her partili muhtemelen hemfikirdir. Fakat bunun gereklerini yerine getirmek bile son tahlilde gelip bilinçli iradeye, bir başka deyimle insan faktörüne bağlanmaktadır. Dolayısıyla örgütsel-siyasal faaliyet ve işleyişe dair sorunları kendi içinde irdelemek ya da yinelemek yerine, örgütsel iç yaşam ve ilişkilerin başlı başına ele alınabilecek boyutlarına ve bizzat kadrolarla ilgili yanlarına bakmak daha yararlı olacaktır.

İnsan ilişkileri alanındaki sorunlar esasta küçük-burjuva kimliğin, burjuva ölçü ve değerlerin güçlü olduğu, sınıf dönüşümünü yaşamamış bireyler şahsında ortaya çıkmaktadır. Uzun yıllar mücadele saflarında yer alıp kişisel sayılabilecek sorunlarla partiyi uğraştırıp yorabilmeleri ise dönemsel zayıflıklarımızdan bağımsız değildir. Sonuçta devrimci mücadeleye adım atan her insanın kolektif müdahaleye az ya da çok açıklık taşıdığını bir veri sayabiliriz.

Devrimci mücadelenin dayattığı bedellerin küçümsenmeyecek derecede ağır olduğu Türkiye gibi bir ülkede, düzenden kopup devrimciliğe yönelmek bile başlı başına bir iradenin, temiz niyetlerin ifadesidir. Çokça eleştirilen memur zihniyetinin daha baştan reddini içermektedir. Fakat bu düzenden kopuş yoluna giren her insan sınıfsal kökenine ve düzen içindeki yaşamına göre değişen oranda da verili düzenin şekillendirdiği bir kimlik taşır. İnsanların devrime yönelmeleri ya da kazanılmaları süreci bunun etkilerini bir nebze gidermiş olsa da, düzen kimliğiyle savaşım kesintisiz bir süreç olarak ilerlemek durumundadır. Bu, en başta ideolojik-politik arınmayı, burjuva dünyaya ait kültürün, değerlerin, yaşam alışkanlıklarının bilinçli müdahalelerle yok edilmesini, kolektif devrimci yaşam ve örgütsel zeminlerin değiştirici gücüyle komünist bir dünya görüşüne doğru ilerlemeyi gerektirir. Parti bünyesindeki her zayıflık bu yöndeki müdahalelerin hem kişisel hem de kolektif planda yetersizliği demektir. Bu alanda yaşanan yetersizlikler ve aksamalar, örneğin düzenden getirilen alışkanlıkların parti saflarına taşınmasına ya da birey şahsında kalıcı bir kimliğe dönüşmesine yol açar. Bilinen kısır döngü de böyle başlar. Bir yerden itibaren örgütsel platformlarda da yer alan insanların zaafları örgütsel-siyasal faaliyetin zayıflığını koşullar, bunun zayıflığı ise insanlardaki zaafların sürüp gitmesini...

Sorunların dönemsel kaynakları

Günümüzde bu sorunlardaki yaygınlık derecesi, şüphesiz nesnel süreçlerle yakından ilişkilidir. Devrimci bir yükseliş döneminin ya da örneğin devrimci-militan mücadele ortamının içinde şekillenmiş ve bu süreçte devrimciliğe yönelmiş bir insan ile tasfiyeci reformist siyasal atmosfer içinde yetişen bir insan arasında doğal farklılıklar olacaktır. Uzun sayılabilecek bir dönemdir dünyada ve Türkiye’de liberal sayılabilecek bir siyasal atmosfer hakim. Özellikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren girilen yeni tasfiyeci dağılma sürecinin Türkiye devrimci hareketine faturası, süreç içinde yaşanan erozyonun belli evrelerde yarattığı ideolojik ve örgütsel kırılmalar, bunun ürünü sol hareket tablosu artık tartışmasız bir açıklıkta orta yerde duruyor.

Bu sürecin gençlik başta olmak üzere devrimci kadro rezervlerine etkisi ancak ‘80’lerle kıyaslanabilecek düzeyde tahrip edici oldu. Mücadelenin devrimci bir ruhla sürdüğü dönemlerin tersine, bu dönemde küçük-burjuva kaygılar, yaşam hesapları ve benmerkezcilik baskın hale geldi. Devrimci siyasal mücadele alanındaki sürekli bir gerilemenin yaşandığı, buna paralel olarak devrimci çizgi, ilke ve değerlerin adım adım terk edildiği, geçmişten bugüne oluşan devrimci örgütsel mirasın unutturulmaya bırakıldığı koşullarda, yeni nesillerde küçük burjuvaziye özgü normların olağan karşılanması gayet doğaldır.

Şüphesiz devrimci bir parti olarak değiştirmek istediğimiz toplumun bir parçasıyız. Bu toplumdaki sosyal mücadelelerin, ilerici tarihsel birikimin bir ürünüyüz. Onunla kesintisiz bir etkileşimimiz var. Partinin tüm etkinliği nihayetinde içinden çıktığı toplumun bünyesinde cereyan ediyor. Merkezinden en dış çeperine kadar her türlü insan gücünün kaynağı da bu aynı toplum. Partinin, hiç değilse saflarına akan güçler bakımından toplumsal süreçlerden etkilenmemesi mümkün değil. Örgütsel iç yaşam ve ilişkilerde bunun yansımalarının olması kaçınılmazdır. Doğal olmayan, tasfiyeci sürüklenişe karşı stratejik, taktik, ilkesel çizgisinden, devrimci duruşundan ve pratiğinden ödün vermeyen komünist bir partide, küçük-burjuva kimliklerin kendilerine uzun süre yaşam alanı bulabilmesidir.

Parti saflarına devrimci müdahale süreci

Elbette örgütsel iç yaşam ve ilişkilerdeki sorunların partinin süreçleriyle ilgili boyutunu yok sayıyor değiliz. Fakat partimizin II. Kongre’yle birlikte girdiği yeni dönem aynı zamanda bu alandaki zayıflıklarını da giderme süreci oldu. Denebilir ki son 5-6 yıl parti safları hiçbir dönemle kıyaslanmayacak müdahalelere konu edildi. İç yaşam ve ilişkilerin devrimcileştirilmesi çerçevesinde yapılmadık tartışma, söylenmedik söz bırakılmadı. Bu alandaki zaaf ve zayıflıkların üzerine gidilmesinde katı bir kolektif irade oluşturuldu. Zaaflarında ısrar edenler, alışılmış kalıplarla devam edenler düne kadar olağan dışı görülebilecek tutumlarla karşılaştılar, vb.

Ne var ki söz konusu türden sorunlarla hala da karşılaşabiliyoruz. Bu, bir dönemin siyasal çalışması içinde oluşan örgütsel anlayışların, devrimcileşme ihtiyacı çerçevesinde aşılması gereken alışkanlıkların, kimliklerin, hiç değilse kimi yoldaşlar şahsında sürebildiğini gösteriyor. Keza tüm kongrelerimizde bu tür sorunlara karşı oluşturulan kolektif iradenin parti bünyesine tam olarak nüfuz edemediğini de... Elbette küçük-burjuva kimliklerden tümüyle arınmayı bekleyemeyiz. Komünist parti için küçük-burjuva kimliğin varlığından çok ona karşı tutum belirleyicidir. Dolayısıyla halihazırda parti için tehlikeli olan, kolektif irade alanındaki muhtemel zayıflıklardır.

Kuşatıcı devrimci atmosfer

Burada çeşitli düzeylerde küçük-burjuva özellikler taşıyan yoldaşların niyetiyle ilgili bir tartışma yürütmüyoruz. Bilinçli olarak düşmana hizmet etmeyen hiç kimse için böyle bir tartışma yapılmaz zaten. Sorun düzenden devralınan kişiliklerin değişimi için gerekli koşulların yaratılıp yaratılmadığıdır. Deyim uygunsa sınıf intiharının yaşamın her alanında tüm parti bünyesi tarafından dayatılıp dayatılmadığıdır.

Bunu en geniş anlamda parti yapısını, çalışmasını, işleyişini, toplam atmosferini kast ederek söylüyoruz. Örneğin kolektif örgütsel işleyiş, devrimci organ yaşamı, sağlıklı işleyen eleştiri-özeleştiri mekanizması, devrimci açıklık ve denetim, yoldaşça paylaşım ve fedakarlık ve burada sayamadığımız bir dizi faktörün bileşkesiyle yürüyen etkin bir siyasal sınıf çalışması atmosferinin kuşatması altında, çeşitli düzeylerde zaaflar ve zayıflıklar taşıyan herhangi birinin bunları uzun süre yaşatması mümkün değildir. Devrimci atmosferin kuşatması altında çok köklü zaafları olan insanlar dahi davaya ve partiye bağlı devrimcilere dönüşebileceklerdir.  Böylesi bir ortamda küçük-burjuva kimlikler ya köklü dönüşüme uğrayacak ya da iflah olmayanlar hızla parti dışına düşecektir.

Kolektif irade sorumluluğu!

Parti yaşamında devrimci bir atmosferin yaratılması öncelikle ve özellikle merkezi önderlik kadroları başta olmak üzere tüm parti omurgasının sorumluluğudur. Gerçek yaşamda bunun gereklerinin ne kadar gözetildiği yazık ki tartışmalıdır. Zira ileri kadrolar içinde bile sadece işlerin gidişatıyla, gündelik faaliyetin kuşkusuz yorucu bir dizi işiyle ilgileniyor olmak yeterli sayılabilmektedir. Oysa kuşatıcı devrimci bir atmosfer örgütsel ve siyasal çalışmanın ihtiyaçlarıyla olduğu kadar, elbette bunun en hassasiyet gereken yanlarından biri olarak insanların her türlü sorunuyla da kolektif olarak ilgilenmeyi, duyarlılık göstermeyi, bunları çözecek bir iradeyi ve gücü yaratmayı gerektirir. Diğer türlü, kadro potansiyeli taşıyan bir takım insanların yoğun koşuşturmaca içinde değişmeden kalması, bir kısmının düzene ait yaşam alışkanlıklarıyla uzun süre parti saflarında tutunabilmesi, bazılarının da tükenip gitmesi hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Dolayısıyla küçük-burjuva kimliklerin yarattığı sorunlarla kendi içinde uğraşmanın da sonu gelmeyecektir.

Bu kadarı bile küçük-burjuva kimliğin parti saflarındaki varlığından ziyade, parti örgütünün ona karşı nasıl bir tutum içinde olduğunun belirleyici önemini anlatıyor. Partinin merkezi platformlarında yaratılan kolektif iradenin partinin toplamına maledilmesindeki zayıflık ise, gelinen yerde ancak partinin tarihsel dönem bilinci ve buna dayalı hedefleri konusundaki kavrayış zayıflığının bir yansıması olabilir. Bir yandan bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girdiğimizi, sınıfı partiye ve devrime kazanmanın acil ve hayati bir sorumluluğa dönüştüğünü, bu misyonun Türkiye’deki tek temsilcisinin TKİP olduğunu söylerken, diğer yandan zaten sınırlı güç ve olanaklarımızı bu tür sorunlarla heba etmenin başka türlü anlaşılabilir bir yanı bulunmuyor.


Üste