Logo

Deneyimler ışığında metaldeki kavgaya yön verebilmek!


Kölelikten kurtuluşun iki kritik eşiği vardır: İlkin zincirlerinin farkına varmak ve ardından özgürlüğün tadına varmak... Metal işçisi için özgürleştirici bir örgütlülük ve birlik-beraberliğin yaratacağı özgüven duygusu, aynı zamanda kurtuluş günlerinin de müjdeleyicisi olacaktır.

Burada, ilkin metaldeki grev sürecinin genel bir tablosunu ve mevcut güçler tablosunu sunmaya çalışacağız. Ardından ise sınıf mücadelesinin girdiğimiz yeni evresinde, gerek metal işçisinin gerekse tüm işçi sınıfının kurtuluş yolunda daha büyük kavgalara hazırlanabilmesi için, geçmişin deneyimlerinden de yararlanarak hangi yol ve yöntemlerin izlenmesi gerektiğine yanıt arayacağız.

 

Türk Metal içindeki zafiyet ve olanaklar

Türk Metal çetesi imzaladığı son satış sözleşmesini tabanına anlatmakta güçlük çekerken, bu durum işçilerde, işçi simsarlarının örgütlü olduğu birçok fabrikadan yansıyan ciddi bir hoşnutsuzluk ve arayışı açığa çıkardı.

Özellikle “3 yıllık sözleşme” dayatmasına itaat edilmesi ile geleceği ipotek altına alınan ve hükümetin asgari ücrete yaptığı sefalet artışının bile altında kalan bir sadaka zammıyla enayi yerine konulmak istenen Türk Metal üyesi işçilerde, ihanete karşı büyüyen bir öfke açığa çıkmaktadır. İşte bu gidişat içerden bir parçalanma ve ayrışmayı tetikleyebilecek potansiyele sahiptir.

İzmir ve Manisa’da kurulu iki fabrikayı eylem alanına çeviren Schneider işçileri, patronu çok geçmeden dize getirdiler. Schneider yönetimine yaşadığı o birkaç günlük korku yetti ve işçiler ile greve tutuşmayı bile göze alamadan MESS’ten istifasını verdi. Patron örgütü MESS’ten 4 işletmenin istifası, MESS-Türk Metal cephesindeki kriz ve parçalanma ihtimalinin ne denli güncel olduğuna işaret ediyor.

Tıpkı ‘60’lı yıllarda DİSK’i yaratan ve şu sıralar Güney Afrika işçi hareketinde yaşanan türden devrimci temelde bir ayrışmanın, bugünün Türkiyesi’nde de mayalanmaya başladığından kuşku duymamak gerekir. Türk Metal’in hem dışında hem bünyesinde basıncın yoğunlaşması, kaleyi içinden fethedebilme olanaklarını güçlendiriyor. Ancak bunun için olumlu örneklerin gücüne ihtiyacımız var. İşte metal grevi tam da burada anlam kazanmaktadır.

 

Metal işçisinin grev cesareti

BMİS yönetiminin gerçekte greve çıkmak gibi bir niyeti olmadığı, gerek Bosch sürecinde gerekse grev kararının alınmasında gösterilen titreklik ve yasak sonrasında izlenen mücadeleyi engelleyici/yalıtıcı politikayla ortaya çıkmıştır. BMİS yönetiminin, Türk Metal tabanını kazanmak ve kendi tabanının sesine kulak vermek gibi bir sorunu olmadığı da...

Herkesin tanıklık ettiği üzere partimiz, DİSK ve BMİS yönetimlerinden altı boş bir beklentiye kapılmamakla birlikte, tüm toplusözleşme ve grev süresince Birleşik Metal’in dik bir duruş sergileyebilmesi için seferber olmuştur. Sürecin aylardır metal fabrikalarına taşınmasından Türk Metal çetesinin örgütlü olduğu yerlerde içeriden ve dışarıdan gündemleştirilmesine, grev çadırlarının birlikte kurulmasına kadar her cephede destekleyici bir tutum sergilenmiştir.

Ne var ki açığa çıkan geri tablo, öncü ve devrimci metal işçilerinin bu yolu tek başlarına yürümeleri gerektiğini, bir yandan devlet-MESS-Türk Metal üçlüsünün ittifakına karşı savaşırken, öte yandan da Birleşik Metal’i peşleri sıra sürüklemek zorunda olduklarını tüm açıklığı ile gözler önüne sermiştir.

 

Birleşik Metal’de korkunun esareti

BMİS yöneticileri Bakanlar Kurulu’nun grevi yasaklama girişimine karşı silahına değil koltuğuna sarılmayı tercih ettiler. “Grev yasağına karşı grev silahının” en iyi panzehir olduğunu bilseler de, metal işçisinin ayağa kalkması ve kendisine çizilen sınırların dışına taşması olasılığından onlar da en az hükümet ve metal patronları kadar korkuya kapılmışlardı.

Grev korkusuyla Bakanlar Kurulu’na sığındılar”, “MESS metal işçisi ile karşı karşıya gelmeyi göze alamadı” vb. cümlelerle yüksek perdeden konuşan DİSK ve BMİS yöneticilerine şunu sormak gerekiyor: “Evet MESS metal işçisinin karşısına çıkmayı göze alamadı; peki ya siz MESS ile kavgaya tutuşmayı göze alabildiniz mi?”

Bakanlar Kurulu kararı açıklanır açıklanmaz, Birleşik Metal yönetimi açığa çıkabilecek fiili tepki ve arayışları dizginleyebilmek için Gebze’ye kamp kurdu. Bu elbette rastlantı değildi. Tıpkı devletin grev yasağı gibi, metal işçisinden gelebilecek işgal, yasadışı grev gibi bir tepkiyi de öncesinden öngörüyorlardı. Ve bu hareketlenmenin merkezi hiç kuşkusuz Bursa ile birlikte, hatta ondan da önce Gebze olacaktı.

 

“İşgal, grev, direniş” korkusu!

Grevin ilk günü gerçekleşen Gebze Mitingi’nin coşkusu ve mitinge damgasını vuran şiar ‘dost’-düşman herkes için bir uyarıydı. “İşgal, grev, direniş!” parolası metal işçisinin dilinde dalga dalga tüm alanı kapladı. Ve gereken mesaj alınmış olacak ki, yasağın açıklanmasıyla “itfaiyeciler” harekete geçtiler. Valilik grev ateşini söndürebilmek için Kroman fabrikası önüne ve bir dizi noktanın yanısıra Gebze Çarşısı’na otobüs otobüs çevik kuvvet sevketti.

İşgal ve grev korkusuyla dışarıda bu tedbirler alınırken, içerde de birileri “önlem” peşindeydi. Görünürde BMİS bürokratları hükümetin kararına ateş püskürüyorlardı. Gerçekte ise metal işçisinin öfkesini ve mücadele arayışını dindirmek uğraşındaydılar. Tüm “sendikal disiplin” ve “metanet” nakaratları bundandı. Öyle ya, kimse işinden olsun, kimsenin burnu kanasın, kimselere zarar gelsin istemiyorlardı! En çok da kendi sıcak ve rahat koltuklarına!

Özellikle BMİS’in yaklaşımına ilişkin Gebze’den yansıyanlar içler acısıydı. Bilgi kirliliği ve bürokratik direktifler ile süreci yönetmeye çalışan BMİS, sınıf devrimcilerini işçilerden yalıtmak uğraşındaydı. İstanbul, Bilecik ve Mersin’deki gelişmeler işçilerden sır gibi saklandı. Hatta Ejot Tezmak işçileri fabrikalarına kapanıp işgal iradesini sergiledikleri saatlerde, bu gelişme Gebze’deki işçilere bilinçli bir şekilde gizlendi. Ejot işçilerinin çadırda bile beklemeyi bırakıp evlerine döndükleri biçiminde söylentiler yayıldı.

Yasak kararının ardından tüm şube yöneticileri ve işyeri temsilcileri teker teker aranarak, “yanlış bir şey” yapmamaları konusunda uyarıldılar. Başkanlar Kurulu öncesinde ve sonrasında yapılan görüşmelerde, grev yasağının işgalle yanıtlanmaması için, doğrudan partimize cephe alınması noktasında da uyarılar yapıldı.

 

Grev yasağı karşısında utanç verici tutum

Bakanlar Kurulu’nun yasak kararı ile Birleşik Metal’in Başkanlar Kurulu sonuç metni özü ve esası bakımından aynı ruhu taşımaktadır. İkisi de, işçilerin kendilerine çizilen sınırların dışına taşan mücadelelerinden duyulan derin korkuyu yansıtmaktadır. Biri iktidarını, öbürü koltuklarını koruma hesabındadır. Ve duruma göre incelikli de olsa, işçilere dönük aynı baskıcı, yasakçı ve otoriter anlayışın ifadesidir.

BMİS toplu sözleşme sürecindeki Gebze Mitingi’nde meydanı dolduran işçilerden yansıyan “grev” kararlılığı karşısında ve koltuklarının sarsılmasından duyduğu korkuyla gönülsüzce grev kararı aldı. Yasak kararının ardından ise hükümetle karşı karşıya gelmekten duyulan korku ağır bastı. Bu defa da yüz kızartıcı bir biçimde, açığa çıkabilecek her türlü fiili grev ve işgal iradesini bastırmayı kendilerine görev bildiler.

Dilleri farklı konuşsa da, grevin bastırılması hususunda “kraldan çok kralcılık” yaptılar. Böylelikle MESS’in, kolluk güçlerinin, hükümetin istese de yapamayacağını bizzat DİSK ve BMİS bürokratları yerine getirdi. Bu anlamıyla DİSK adına sergilenen, işçinin mücadele dinamizmini boğan, iradesini ve kararlarını hiçe sayan yeni bir utanç tablosudur.

 

Komite, işgal, deneyim...

Elbette bu tablo kader değildir, metal işçisinin bağımsız örgütlülüğü ile er ya da geç aşılacaktır. Nasıl metal işçisinin Gebze mitingdeki dinamizmi BMİS Genel Merkezi’ne grev kararı aldırdıysa, sendika yönetiminin mücadeleden kaçan teslimiyetçi tutumu da günü geldiğinde aynı dinamik tarafından parçalanacaktır. Biz bunun böyle olabildiğini Çel-Mer Çelik deneyiminden de biliyoruz.

Peki ne olmuştu Çel-Mer’de? Gebze’de kurulu Çel-Mer Çelik fabrikası işçileri Birleşik Metal-İş’te örgütlenmeyi kararlaştırdılar. Sürecin tıkanmasına ve sendikanın atıl davranmasına aldırmayıp bağımsız fabrika komiteleriyle inisiyatifi kendi ellerine aldılar. Kaleme aldıkları bildiriyle direnişin sesini Gebze ve Çayırova’daki semtlerde, kahvelerde, meydanlarda ve fabrika önlerinde yaygınlaştırdılar. Sendikanın ayak diremesine karşın Taksim’de eylem yapma iradesi gösterdi Çel-Mer işçisi. Aileleri ile sınıf devrimcileri yanlarındayken, sendika ortalıkta yoktu.

Ve ne oldu? Gebze’deki eylemlerinde sendikayı önlerine katıp sürüklediler. Yarattıkları basınçla BMİS’i fabrikanın önünde yürüyüş yapmak zorunda bıraktılar. Çel-Mer Fabrika Komitesi bir yandan da kendi iç örgütlülüğünü güçlendirip işgal kararı aldı. İşgal günü öğle molasında gerçekleştirilen eylemin ardından fabrikaya topluca girdiler.

O gün, şimdilerde şubenin başında bulunan dönemin şube yöneticisi,“N’apıyorsunuz ...ler, hemen geri dönün!” deyip işçileri “kibarca” engellemeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Kararlarını çoktan vermiş olan işgalci Çel-Mer işçileri önlerine dikilen bu zatı yine aynı “kibarlıkla” bir kenara ittiler. Fabrikanın önünde bekleyen polis ekiplerini yarıp geçerek, 12 metrelik vinçlerin tepesinde 4 gün sürecek olan şanlı işgali başlattılar.

4 günün sonunda kapitalist patrona diz çöktürdüler. Patron, Kocaeli Valisi aracılığıyla, sendika yönetiminden görüşme talep etmek zorunda kaldı. Şartları kabul ettiklerini bildirdiler. Böylece Çel-Mer işçisi işgal eylemiyle sendikayı fabrikasına soktu. Eylemi engellemeye, sınıf devrimcilerini yalıtmaya çalışan Birleşik Metal yönetimi ise, işgal eyleminin zaferiyle birlikte işçilerin eylemini sahiplenmek durumunda kaldı.

Peki, metal işçisi mevcut koşullarda sürüklenmekten kurtulup kendi kavgasına nasıl yön verebilir? Sorunun yanıtı az önce sözü edilenlerde gizli. Yani tam da sergilenen mücadele ruhuyla metal işçisinin BMİS’e grev kararı aldırdığı gibi, tıpkı Çel-Mer deneyiminde ve Greif işgalinde olduğu gibi, oluşturduğu komiteleri, taban örgütlülüğü sayesinde dümene kendisi geçerek... Elbette burada kavranması gereken halkayı doğru tayin edebilmek önem kazanıyor.

 

Doğru taktik, hedefli yoğunlaşma ve zayıf halka

Toplumsal mücadele pratiğinde maddi ve moral bakımdan belli ağırlık merkezleri vardır. Siz çevre şehirlerde kendi içerisinde ne kadar güçlü ve hatta “radikal” adımlar atarsanız atın, bunun etkisi kendi sınırlarını fazlaca aşamayacaktır. Oysa merkezdeki bir hareketlenme hızla çevresini bendi yıkan bir sel gibi önüne katıp sürükler, suya atılan bir taş gibi dalga dalga yayılır. Bu merkezler gençlik hareketi bakımından nasıl İstanbul ve Ankara’ysa, bunun işçi hareketindeki karşılığı ise Gebze ve Bursa’dır.

Biz bunu ‘98 yılında hareketin merkezindeki bir tek fabrikada (Bursa Renault) başlayıp tüm ülkeye hızla yayılan büyük metal fırtınası deneyiminden de biliyoruz. Yine, bu kez tersinden, son grevin yasaklanmasıyla İstanbul’da Paksan Makina ve bilhassa Ejot Tezmak işçilerinin özverili ve gözüpek kalkışmalarına rağmen, bu kıvılcımın hareketin merkezi olan kentlere yayılamaması da aynı gerçeğe ışık tutuyor.

 

İzlenmesi gereken yol!

Biz mevcut koşullarda çevreyi kuşatıp merkezi düşürecek olanaklardan yoksun olduğumuza göre, izlenmesi gereken yol nedir? Grevin/hareketin ağırlık merkezine vurup bu öncü müdahalenin yaratacağı etki ve sarsıntıyla çevreyi de harekete geçirmek, peşimiz sıra sürüklemek, bugün metal işçisi için en doğru mücadele taktiği olarak önümüzde duruyor.

Peki, pratikte bu ne anlama gelmektedir? Bir İngiliz atasözünde de ifade edildiği gibi, elbette “bütün yumurtaları aynı sepete koymayalım”. Elimizin ulaşabildiği tüm işyerlerindeki olanakları, kuşkusuz tanımlı ve örgütlü bir hale getirmeye çalışmalıyız Ancak gerek metal sektörüne, gerekse sınıf hareketine devrimci temellerde bir müdahalenin başarıya ulaşması için, bu iki ağırlık merkezindeki tüm güç ve enerjimizi farklı alanlara dağıtmak yerine, mümkünse bir-iki fabrikada yoğunlaştırmalıyız.

Hareketin merkezindeki bu her biri biner kişilik dev fabrikalardan ilk etapta birini işçi sınıfının ve devrimin kalesi haline getirebilmeliyiz. Bolşeviklerin o ünlü formülasyonundaki gibi, bir hareketlenme ve kalkışma halinde zincirin ağırlık merkezindeki en zayıf halkaya yüklenerek zinciri kırabiliriz. Metal grevindeki temel eksikliğimiz bu yöndeydi. Geleceğe dönük hazırlıklarımızda kritik noktada güç biriktirmeli ve doğru hedefe yoğunlaştırmalıyız.

 

Kalıcı mevziler yaratmalıyız!

Bugün tüm deneyimsizlikleri ve fakat aynı zamanda tüm üstünlükleri ile sınıfımızın yeni bir öncü işçi kuşağı yeşeriyor. Greif işgali ile açılan yeni dönemin emareleri her geçen gün daha belirgin bir biçimde kendini ortaya koyuyor. İşte sermaye sınıfı ile onun her boydan ve soydan uşağının en büyük korkusunu da bu oluşturuyor.

Tam da bu bağlamda işçi sınıfının en bilinçli, en kararlı ve en mücadeleci kesiminin kendi devrimci ve savaşçı partisinde örgütlenmesi, kritik noktalarda kimi kalıcı mücadele mevzileri kazanılması görevi daha da yakıcı bir biçimde önümüze çıkıyor. Bizim için sınıf hareketine ve ülke gündemine toplumsal ölçekte bir müdahaleyi olanaklı kılacak olan yalnızca budur.

Dolayısıyla, devrimci sınıf hareketinin yaratılmasını, işçi hareketine önderliği bu kapsamda ele alarak, “sınıf eksenli partiye geçiş” hedefimize ilerlemek gerekiyor. Bunu başardığımızda, gelecek bizimdir!

Komünist bir metal işçisi


Üste