Logo

TKİP III. Kongresi Açılış Konuşması...


TKİP III. Kongresi Açılış Konuşması...

Sınıfın ve devrimin partisi olabilmek!

7 Kasım 2009’da kamuoyuna ilan edilen TKİP III. Kongresi resmi çalışmalarına Cihan yoldaşın burada elden geçirilmiş kayıtları sunulan açılış konuşması ile başladı. Konuşmanın parti güvenliğini ilgilendiren bölümlerine doğal olarak yer verilmedi. Metnin başlığı ve ara başlıkları ise buradaki yayın esnasında konuldu...

III. Parti Kongresi’nin toplanma süreci üzerine

Konuşmama kongremizin hazırlık sürecine, bileşimine ve temsil düzeyine ilişkin daha çok da teknik nitelikte sayılabilecek bazı sorunlarla başlamak istiyorum...

(Yayınlanamaz bölümler...-Red.)

Kongremizin temsil düzeyinin yeterince güçlü olduğunu vurguladım. Deneyimlerimizin toplamı üzerinden bakıldığında, bu denli bir geniş temsil hem riskli ve hem de sanılabileceğinin aksine amaca çok da uygun değil. Partinin genel güvenliğinden iç illegalitenin bazı hassasiyetlerine kadar çeşitli sorunlara yol açabilecek bir durum bu. Örgütsel demokrasi kuşkusuz güzel ve arzu edilir bir uygulama. Ama polis rejimi koşullarında varlığını sürdüren bir yeraltı örgütünde bunun ölçüsünü iyi tutturabilmek de temel önemde bir sorun. Ölçüyü kaçırdınız mı, işi demokrasicilik oyununa vardırdınız mı, bu telafisi zor sorunlara, hatta bazen gerçek bir örgütsel yıkıma da yolaçabilir. Devrimci bir yeraltı örgütünde güvenlik temel önemdedir; bu nedenledir ki, örgütsel demokrasiyle karşı karşıya geldiği her durumda, tereddütsüz biçimde örgütsel güvenlikten yana tercih yapmak gerekir.

Bu arada örgütsel demokrasinin parti güvenliğini zora sokmayan yol ve yöntemlerini de bulmak ve daha da geliştirmek durumundayız. Ben, özellikle de 20. yüzyıl sosyalizminin deneyimlerini bir parça incelemiş ve anlamaya çalışmış biri olarak, gerçekte parti içi demokrasiyi fazlasıyla önemsiyorum. Bu hassasiyet partimizde de yeterince vardır ve başlangıçtan bugüne örgütsel yaşam deneyimimiz bunun bir kanıtıdır. Parti içi demokrasiyi önemsemek ama onu salt bir seçim uygulamasına, kongre ya da konferanslarda biçimsel temsil hak ve olanağına da indirgememek gerekir, sorun bu. Parti içi demokrasinin bir dizi değişik yol ve yöntemi, kadroları partinin tüm süreçlerini katabilmenin çok çeşitli biçim, araç ve yöntemleri vardır. Bunları arayıp bulmak, demokratik uygulamaları, partinin iç demokratik yaşamını bunlar üzerinden sürdürebilmektir önemli olan.

Örgütsel demokrasinin partimizde genişçe bir uygulama alanı var dedim. Parti önden sunulmuş gündem üzerine özgürce yapılmış tartışmaların ardından seçilmiş delegelerle kongresini topluyor, bu bile yeterlidir bunu göstermeye. Örgütlü bir yapımız ve buna yön veren bir parti tüzüğümüz var. Tüzüğümüzde üyelerin hak ve görevlerinden hiyerarşik yapılanması içerisinde parti organlarının görev ve yetkilerine kadar herşey yeterli açıklıkta ve kesinlikte tanımlanmıştır. Kongremizin oluşumu da bunun ürünü olmuştur: Tam da tüzüğümüzde öngörüldüğü gibi, kongre kararı kongre gündemi eşliğinde tüm partiye önden zamanında sunuluyor. Bunu kongrede temsil esaslarının saptanması tamamlıyor. Bu temelde temsil yetkisi olan organlar toplanıyor, özgür tartışmaların ardından adaylar ortaya çıkıyor, seçimler yapılıyor ve delegeler gönderiliyor. Bunun, hele de zor koşullarda mücadele eden bir yeraltı örgütü için, ideal değilse bile önemli bir demokratik işleyiş örneği olduğundan kuşku duymamak gerekir.

Resmi oturumları önceleyen tartışmalarımız esnasında da bir vesileyle ifade etmiştim; MK, III. Parti Kongresi delege seçimlerini şu veya bu doğrultuda etkilemek için herhangi bir çaba sarfetmedi. Ama edebilirdi de. Devrimci bir yeraltı partisi duruma göre bunu yapabilmelidir. Devrimci bir parti demokrasiyi biçimsel bir oyuna çevirmiyorsa, devrim iradesini ciddiyetle temsil etmek iddiasındaysa ve elbette devrimin çıkarlarını herşeyin üzerinde tutuyorsa, bu durumda, yerine göre partinin genel çıkarlarını gözeten belli müdahaleler yapabilir, yapmalıdır da. Diyelim ki, belli kişilerin delege olarak seçilmesi ya da tersinden seçilmemesi yolunda etkileyici yönlendirmelerde de bulunabilmelidir. Bunun sakıncalı olduğu ya da meşru sayılamayacağı tek durum, partide görüş ayrılıklarının yaşandığı ve bunun da kongre yoluyla bir sonuca bağlanmaya çalışıldığı koşullardır. Bu gibi durumlarda partide ciddi görüş ayrılıkları ve dolayısıyla taraflar vardır, sorunu ise parti kongresi çözecektir. Böyle durumlarda MK’dan gelecek yönlendirici müdahaleler meşru değildir, parti tüzüğünün çiğnenmesi anlamına gelir.

Ama kendi içinde ideolojik birliği olan ve dolayısıyla kongresinde görüş ayrılıkları kapsamında çözüme bağlanacak temel önemde sorunları bulunmayan bir parti, eğer salt kendi gelişme sürecinin yeni sorunlarını çözmek üzere bir kongre topluyorsa, böyle bir kongrenin verimliliğini, güvenliğini, partinin başka bazı bakımlardan ihtiyaçlarını ve çıkarlarını gözeterek, bazı yönlendirici müdahaleler yapabilir. Bu da Merkez Komitesi’nin önderlik misyonunun bir parçasıdır, böyle sayılmalı, böyle anlaşılmalıdır.

Ama biz III. Kongre seçimleri sürecinde böyle müdahalelerde bulunmadık, buna da özel bir dikkat gösterdik, sözümü asıl buraya bağlıyorum. Partide demokratik geleneklerin yerleşmesini önemsiyoruz ve bunun gerektirdiği büyük bir özen içindeyiz. Bu gelenekler yerleşsin, derinlemesine sindirilsin, bir kültür haline gelsin, böylece partide bu konuda da yeterli bir iç güven ve rahatlık oluşsun istiyoruz. Şu an öncelikli sorunumuz ve kaygımız bu. Ve biz bunda başarılı olduğumuz ölçüde, gelecekte durumun özellikle gerektirdiği hallerde, böyle müdahaleleri daha rahat yapabiliriz. Parti de bunu büyük bir olgunluk ve sükunetle karşılar, bundan dolayı herhangi bir sorun yaşanmaz.

 

III. Parti Kongresi’nin gündemi üzerine

Kongremizin çalışma gündemine geçiyorum. Önümüzde MK tarafından tüm partiye sunulmuş III. Parti Kongresi Gündem Taslağı başlıklı kapsamlı bir çalışma gündemi var. Bu gündemin oluşturulma mantığı üzerinde biraz durmak istiyorum.

Devrimci bir parti, toplanmakta olan kongresinin gündemini iki farklı yöntemsel yaklaşımla saptayabilir. Bunlardan ilki ve genellikle alışılmış olanı, gündemdeki sorunların dönemsel siyasal süreçler üzerinden saptanmasıdır. Siyasal yaşamın sıcak akışından hareketle sorunlar saptanır, bunlar tahlil edilip açıklığa kavuşturulur ve bundan hareketle partinin dönemsel görevlerinin çerçevesi ortaya konulur. Toplanan her yeni parti kongresinin esas işlevi ve dolayısıyla başarısı da buradan gidilerek belirlenir ve değerlendirilir.

Dönemi değerlendirmek ve buna bağlı olarak partinin görevlerine açıklık getirmek, elbette her devrimci parti kongresinin değişmez gündemi ve dolayısıyla önemli bir görevidir. Nitekim bizim gündemimizde de sorunun bu yanı yeterli biçimde yer almaktadır, dolayısıyla kongremizin de tabii ki böyle bir görevi vardır. Ama partileşme sürecine ilkesel ve tarihsel açıdan baktığımızda, daha esaslı olan ve güncel olanı tamamlayan, ona anlamlı bir stratejik çerçeve de sağlayan bir başka yöntem daha var. Bu, devrimci sınıf partisinin inşasını stratejik bir süreç olarak kavramaya ve partinin dönemsel sorunlarını ve görevlerini de bu stratejik kavrayış içinde ele almaya dayalı bir yöntemdir. Bu açıdan bakıldığında biz hala da partileşme süreci içindeyiz ve bunu da her vesileyle ifade ediyor, döne döne vurguluyoruz. Partiyi konu alan değerlendirmelerimizde var bu yaklaşım. Yakın yıllarda II. Parti Kongresi’nin gerekçeli gündeminde buna gereğince yer ayrılmıştır. Ve son olarak da III. Parti Kongresi Gündem Taslağı’nda bunun üzerinde durulmuştur.

Biz daha baştan partiyi marksist bir bakışaçısıyla, sosyalizmin ve sınıf hareketinin devrimci örgütlü birliği olarak tanımlamış bir çıkışın ürünüyüz. Halkçılıktan kopuşumuzda bu bakışaçısı temel önemde bir rol oynamıştır. Ve eğer, sosyalizm ile sınıf hareketinin devrimci örgütlü birliğini partimizin politik-örgütsel varlığında henüz gereğince somutlayamamışsak, bu anlamda sosyalizm ile sınıf hareketinin devrimci örgütlü birliğini gerçekleştirememişsek, bu temel önemde olgu, bizim partileşme sürecimizin bu anlamda hala da devam ettiği anlamına gelir. Sorunun bu yanı üzerinde ısrarla duruyoruz, zira bunun saflarımızda çok iyi kavranması gerekir. Gelişme sürecimizin gereklerini ve sorunlarını doğru ve tüm kapsamı ile anlayabilmek ancak bununla olanaklı olabilir.

Devrimci sınıf partisinin inşası uzun yılları kapsayan stratejik bir süreçtir. Önümüzdeki III. Parti Kongresi Gündem Taslağı’nda, Lenin’e atıfla partileşme sürecinin stratejik aşamalarından sözedilmektedir. Bu açıklayıcı bir yaklaşım olduğu için özellikle önplana çıkarılmıştır. Parti’nin sağlam bir teorik temele, buna bağlı olarak ideolojik-programatik bir çizgiye oturması, kadrosal birikim bakımından belirli bir düzeye ulaşması, sınıf hareketiyle devrimci birleşmede ilk önemli mevzilerini elde etmesi, devrimci bir moral değerler sistemi oluşturması, her açıdan devrimci bir gelenek yaratması, bunlar temelinde devrimci siyasal kimliğini çok yönlü olarak geliştirmesi vb., bütün bunlar partileşme sürecinin ilk aşamasının esaslı adımlarıdır. Parti bütün bunlarla sağlam temellere dayalı bir kimlik kazanır ve siyasal sahnede bir yer edinir, giderek bir taraf haline gelir. Fakat siz bu anlamda, dolayısıyla kelimenin gerçek anlamında, devrimci sınıf partisi olmayı başardığınızda, gerçekte sadece bir ilk gelişme aşamasına ulaşmış oluyorsunuz. Evet, bu stratejik bir gelişme aşamasıdır ve tarihi önemdedir. Ama yine de henüz gelişme sürecinizin yalnızca bir ilk aşamasıdır. Lenin bunu, “sınıfın öncüsünü komünizme kazanmak” olarak tanımlar.

Bunu bir ikinci aşama tamamlamalıdır, ki devrimin zaferinin gerçek güvencesi de bu olacaktır. Bu ikinci aşama, devrimci sınıf adına toplumda etkin bir konum kazanmak, tüm öteki emeçi sınıf ve katmanları, işçi sınıfının ezilen müttefiklerini devrimci sınıf önderliği altında birleştirmeyi başarabilmek, iktidarı alma mücadelesini örgütleyebilmek ve böylece devrimin zaferine doğru yürüyebilmek demektir. Bu, sınıfın geniş katmanlarıyla birlikte ezilen ve sömürülen müttefiklerini de devrimci sınıf önderliği altında birleştirebilmek sürecidir. Bu, ilkinden de önemli, stratejik nitelikte ve her bakımdan daha zorlu ve karmaşık bir tarihi süreçtir.

Biz hala partileşme sürecinin ilk aşamasındayız; ve doğrusunu söylemek gerekirse, bu ilk aşamanın da henüz ilk adımlarındayız. Hatırlayacağınız gibi bu, kongre gündemi metninde de tam da aynı açıklıkta vurgulanıyor. Biz hala ideolojik ve örgütsel kimliğini geliştirme çabası içinde olan, sınıfın en ileri unsurlarıyla birleşmeye çalışan, örgütlenmesini sınıf zeminine oturtmaya ve kadrosunun esas ağırlığını sınıf bilinçli proleterlerden oluşturmaya çalışan bir partiyiz. Bu anlamda, partinin gerçek bir kuruluşu anlamında, hala da bir parti inşa süreci içindeyiz. İnşa sürecini yeni bir düzeyde geliştirip sürdüren, buna ihtiyacı olan bir partiyiz.

Sorunu bu bakışaçısıyla ele almamız gerektiğini düşünüyor ve bunu çok önemsiyorum. Zira ancak bu taktirde, sorunlarımızı doğru bir biçimde anlayabiliriz. Ancak böylece, gelişim süreci içinde partimizi bekleyen görev ve sorumlulukları doğru bir biçimde ortaya koymayı ve adım adım çözmeyi başarabiliriz.

Dünkü bir tartışmada, Rus­-Japon savaşı esnasında Lenin’in tutumuna değinmiş oldum. Bu gerçekten çok açıklayıcı bir örnektir, bu nedenle de ben yeri geldikçe anmayı önemli bulurum. Rusya tüm toplumu sarsan büyük bir siyasal olay ile yüzyüze; ülke Japonya ile sıcak savaşın içerisinde. Bu fiilen aylar boyu, resmen bir yılı aşkın bir süre devam eden bir büyük savaş. Ama devrimci bir partinin lideri bu konuda bir kez olsun kalem oynatma ihtiyacı duymayabiliyor. Bu sarsıcı önemli olay hakkında oturup tek bir yazı bile yazmayabiliyor. Ne yapıyor peki? Kendini tümüyle devrimci partinin inşası sorunlarına, parti tabanını kendi çizgisine kazanmaya, bu çerçevede menşeviklerle parti sorunları üzerine polemikler yürütmeye veriyor. Zamanını, dikkatini, enerjisini bu işe yoğunlaştırıyor ve ifade uygunsa gözü başka birşey görmüyor. Partiyi kendi çizgisine kazanmaya, kendi kadrosunu oluşturmaya, partide doğru bir örgüt anlayışını hakim kılmaya çalışıyor. Yani özetle, geleceğin olaylarına devrimci partiyi hazırlamaya bakıyor. Öyle ya, eğer ortada ilkesel ve ideolojik açıklığa sahip ve sağlam örgütsel temellere oturmuş bir devrimci parti yoksa, devrimci açıdan bakıldığında öteki herşey zaten tüm anlamını yitirmez mi? Bu durumda Rus-Japon savaşının siyasal anlamı ve sonuçları üzerine en mükemmel değerlendirmeler yapsanız ne olur ki? Devrimci öncü, devrimci liderlik açısından önemli olan, bu türden siyasal gelişmelerin de hızlandırdığı devrimci süreçlere öznel devrimci hazırlıktır. Lenin’in davranışını belirleyen de bu olmuştur. Tam da bu sayededir ki, Bolşevik Partisi büyük devrimci kaynaşmalar dönemine en iyi biçimde hazırlanabilmiş, bu günler gelip çattığında ise rolünü etkin ve başarılı bir tarzda oynayabilmiştir.

Alman devriminde, tam tersinden olmak üzere, bu aynı durumun bir başka klasik örneğini görüyoruz. Dört yıllık emperyalist savaş Almanya’da da devrime yolaçtı. 1918 Kasım’ından itibaren Alman işçi sınıfı kurulu düzeni temellerinden sarsabilecek bir devrimci politik inisiyatif gösterdi. Ama ortada buna önderlik edecek, böylece bu ayağa kalkışı devrimci iktidar mücadelesiyle taçlandıracak bir devrimci öncü parti yoktu. Bu olmadığı içindir ki, savaşın yıkımıyla temellerinden sarsılmış durumdaki kurulu burjuva düzeni, buna rağmen kendini savunmayı, devrimi bloke etmeyi ve sonunda da karşı­devrimi egemen kılmayı başarabildi.

Öncü devrimci partinin tarihsel önemdeki rolü, bu iki farklı tarihsel örnek üzerinden çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Partimize bu bilinç egemen olduğu içindir ki, biz, devrimci iktidar iddiasını ve perspektifini çoktan yitirmiş halde gündelik olayların ardından sürüklenen tasfiyeci Türkiye solunun davranış çizgisinin tümüyle dışında duruyoruz. Kendiliğindenci ve tasfiyeci solun devrimci öncü partiyi stratejik bir bakışaçısıyla hazırlama görevinin gereklerinden tümüyle uzak sürüklenmelerinin ne bir değeri ne de bir geleceği var. Aslolan her zaman niteliktir; aslolan stratejik bakışı hiçbir durumda yitirmemek, öncü devrimci parti sorununa da buradan bakabilmektir. Böyle bir partinin stratejik inşa sürecini bilinçli bir biçimde örüp ilerletebilmektir.

Bu kuşkusuz hiçbir biçimde güncel mücadeleyi, bunun gereği olan görevleri küçümsemek demek de değildir. Devrimci parti ancak sınıflar mücadelesinin sıcak pratiği içinde inşa edilebileceğine göre, böyle bir küçümseme zaten sözkonusu olamaz. Partimizin pratiği bunun da yeterince açık ve somut bir örneğidir. Güç ve olanaklarımızla kıyaslandığında tempolu bir çalışma ve zorlu bir mücadele içinde bulunuyoruz. Sınıflar mücadelesinin tüm temel gündemleriyle yakından ilgiliyiz. Siyasi yaşamın tam olarak içerisindeyiz. Parti inşa sürecinin sorunlarını tam da gündelik olarak akan zorlu siyasal yaşam içerisinde çözmeye çalışıyoruz. Ama biz, nerede hareket orada bereket, kısa günün karıyla ne edip edip güç olma biçiminde kendini gösteren, stratejik hedef ve öncelik bakışından ve bilincinden yoksun, yönsüz pragmatist küçük-burjuva dargörüşlülüğüne de düşmüyoruz. Böyle ömürsüz heveslerimiz olmadığı gibi geleneksel Türkiye solunun bu türden eğilimlerine de zerre kadar prim vermiyoruz.

Partimizin bir stratejik inşa planı var ve bizler gündelik siyasal çalışmamıza ve mücadelemize her zaman bunun üzerinden bakmalıyız, gelişme sürecimizin sorunlarını hep buradan giderek ele almalı, irdelemeli, tartışmalı ve gereklerini yerine getirmeliyiz. İdeolojik gelişme, politika, örgüt, illegalite, kadro, devrimci kimlik, devrimci değerler sistemi, eğitim ve donanım, vb. açılardan parti ne durumdadır diye sürekli biçimde sormalı ve her zaman bu soruların gerçeğe uygun yanıtlarını bularak, bu alanlardaki yetersizliklerimizi, zaaflarımızı saptayarak ve elbette ki bunlarla sistemli biçimde uğraşarak, devrimci partiyi sağlam bir biçimde inşa etmeye bakmalıyız. Komünist devrimciler olarak yapmamız gereken budur, bu bakışaçısından ve davranış biçiminden hiçbir biçimde şaşmamaktır.

Devrimler karmaşık toplumsal süreçlerin ürünüdürler; nesnel çelişkilerin, bunun ürünü dinamiklerin derinden derine işlemesinin sonucu olarak olgunlaşır ve patlak verirler. Bu bizim irademizi aşan süreçlerin ürünü oldukları anlamına gelir. Bize düşense devrimi hazırlıklı bir biçimde karşılamaktır, her alanda ve her açıdan buna hazırlanmaktır. Biz bunun çok yönlü ve temel önemdeki gereklerini gözetmeye ve gerçekleştirmeye bakarız. Gelmesi kaçınılmaz olan devrimi bilinçli ve örgütlü bir hazırlıkla karşılama değişmez kaygısıyla hareket ederiz. Devrim sürecinin nesnel akışı bizim dışımızdadır, biz öznel hazırlığa, kendi hazırlığımıza, bu nesnel süreçleri başarılı bir hazırlıkla karşılamaya bakarız. Biz öznel etkeniz, bunun gereklerini en tam ve sağlam bir biçimde yerine getirmeye bakarız. Nesnel koşullar bizim dışımızdadır; ve elbette biz, öznel gelişmemizi o nesnelliğin içerisinde yaşayacağız. Ama biz kendi işimize bakacağız, biz en iyi biçimde hazırlanmaya bakacağız. Bunu ne kadar derinden kavrarsak, bilinçli örgütlü bir hazırlığı ne kadar önemsersek, nesnel süreçlerin karşımıza çıkartacağı olanakları değerlendirebilmek şansına ve olanağına da o ölçüde sahip olmuş oluruz. Özetle biz, kendiliğinden sürecin bilinçli örgütlü ifadesiyiz, devrimci bir parti olarak. Devrimci sınıf partisinin inşasının sorunlarına ve süreçlerine ilkelere dayalı stratejik bir bakışımız var. Gelişme sürecimize ve sorunlarımıza hep buradan bakarak yolumuzu yürümeye çalışıyoruz. Devrimin zaferine götürecek biricik olanaklı yolun bu olduğu bilinci ile hareket ediyoruz.

Bütün bunları Türkiye sol hareketinin kendiliğindenciliği konusunda açık bilinci olan bir partinin mensubu olarak söylüyorum. Türkiye sol hareketinde devrimci öncü partinin inşası konusunda tam bir kendiliğindencilik vardır. Kırk yıllık partiler vardır, hala bir programları bile yoktur. Kırk yıllık örgütler vardır, henüz parti bile değildirler, parti olmak bir yana bu sorunu nasıl çözecekleri konusunda bir bakışları bile yoktur. Bugünün Türkiye’sinde şekilsiz bazı çevreler vardır, açık politik bir çizgi bir yana politik bir isimlendirmeden bile yoksundurlar, parti inşası diye bir sorunları ise hepten yoktur. Bu tablo Türkiye sol hareketinin kendiliğindenci geleneğini ortaya koymaktadır. Devrim ve iktidar perspektifinden yoksunluğun en dolaysız ve tartışmasız göstergeleridir bütün bunlar. Ve bu, zaman içinde kaçınılmaz bir biçimde çözülüşe ve tükenişe götürmektedir. Dünden bugüne birçok somut örnek üzerinden görüp izliyoruz bunu.

 

TKİP’nin tarihi sorumluluğu

Sol hareketin bugünkü tablosu içinde partimizin tuttuğu kendine özgü yeri ve bunun ona yüklediği tarihi değerde sorumlulukları önemle gözönünde bulundurmalıyız. Türkiye’de ‘60’lı yıllarda başgösteren güçlü bir sosyal mücadele süreci ve bunun içerisinde, sol hareketin yeni temeller üzerinde bir oluşumu ve zaman içerisinde gelişip serpilmesi var. Büyük çalkantılar içinde geçen, devrimci yükselişler ve karşı devrimci bastırmalar halinde seyreden bu tarihi dönem yaklaşık yarım yüzyılı bulmaktadır. Bu yarım yüzyıllık süreçten bugüne kalan sol hareket, onu oluşturan sol akımlar tablosu üzerinden dönüp TKİP’ye bakınız, böylece sol içinde tuttuğumuz kendine özgü yeri çok daha iyi anlar, tam olarak yerli yerine oturtursunuz.

TKİP’nin bir gelişme süreci, bugün ulaştığı bir gelişme aşaması var. TKİP’nin sağlam bir teorik temeli, açık bir ideolojik çizgisi, bunların ürünü bir programı var. TKİP’nin hemen tüm taktik sorunlarda ilkesel ve ideolojik bir açıklığı, tutarlılığı ve kararlılığı var. TKİP bugünün Türkiye’sinde devrimci örgüt konusunda tek tutarlı, ısrarlı ve kararlı partidir. TKİP’nin çok belirgin bir sınıf yönelimi var, gelinen yerde artık sınıfla anılabilen bir partidir. TKİP’nin önemli bir kadrosal birikimi ve militan sempatizan çeperi var. TKİP’nin şimdiden belirginleşmiş devrimci direnişçi gelenekleri var...

Herkesin elindekini tükettiği, maddi ya da manevi birikimini heba ettiği bir dönemde, biz politik ve moral değil ama maddi anlamda, ifade uygunsa yoktan var etmiş bir hareketiz. Tabii ki bir birikimin içinden geliyorduk; onun ideolojik, politik ve moral kazanımlarından besleniyorduk. Her zaman söyleyegeldik; boşluktan doğum olmaz, hiçbir şey yoktan varedilemez. Biz de elbette geçmiş devrimci birikimin içinden geliyorduk, sonuçta onun bir ürünü idik. Ama örgütsel ve kadrosal açıdan hemen hemen hiçbir şeyimiz yoktu. Denebilir ki bu alanda işe sıfırdan başladık. Oysa bugün, Türkiye sol hareketi içerisinde çok belirgin yer tutan bir partiyiz. Politik ve örgütsel bir varlığı ve kapasitesi olan, politik ve moral gücü olan, kafası açık, doğrultusu açık, bu çerçevede ideolojik ve ruhsal bir birliği olan, bir dizi imkan ve kazanım yaratmış bir partiyiz artık.

Bütün bu üstünlüklerin partimize yüklediği büyük sorumluluklar var, bütün bunları sıralarken asıl buraya gelmek istiyorum. Partimizin Kuruluş Bildirisi’nde, TKİP’nin kuruluşu, bu ülkede devrim ve sosyalizm davası uğruna emek vermiş, büyük fedakarlıklara katlanmış, ağır bedeller ödemiş dünün ve bugünün devrimci kuşaklarının yarattığı birikimin güvenceye alınmasıdır, denilmiştir. Bu çok sade bir paragraftır o bildiride, ama partimiz için çok derin bir anlamı ve çok özel bir önemi vardır. Bu ülkede devrim ve sosyalizm uğruna harcanmış onca emeğin, yapılmış onca fedakarlığın boşa gitmemesinin, hiç değilse içinde bulunduğumuz bu tarihi evredeki tek güvencesi, kesin olarak TKİP’dir. Buna bugünün Türkiye’sinden başkaca bir örnek göstermek mümkün değildir.

TKİP bu açıdan çok büyük bir sorumlulukla yüzyüzedir. Bu sorumluluğun bilincinde olmalı ve buradan gelen bir sorumluluk ve misyon duygusuyla hareket edebilmelidir.

 

Devrimci stratejik bakış her şeyin temelidir

Devrim bilinci ve devrimci iktidar perspektifi açık ve net olan bir partiyiz. Türkiye devriminin sorunlarına bir bakışımız var. Devrimde farklı sınıfların yerine ve rolüne bir bakışımız, bu çerçevede şekillenen bir politik yönelimimiz, bununla uyumlu bir gündelik siyasal yaşamımız var. Türkiye işçi sınıfını burjuvazinin karşısına bağımsız örgütlü bir güç olarak çıkarabilmeyi, kurulu toplumsal düzeni yıkabilmenin, devrimci iktidarı kurabilmenin, sosyalizme ve komünizme yürüyebilmenin olmazsa olmaz koşulu sayıyoruz. Programımız bunu söylüyor, stratejik yönelimimiz bu eksene oturuyor ve gündelik çalışmamızın ağırlık merkezini bu oluşturuyor. Bu, proletarya devrimi perspektifi içerisinde temel ve güncel sorunlara stratejik bir bakıştır. Stratejik doğrultumuz ile gündelik uğraşımız arasında kopmaz bir diyalektik organik bağ ve bütünlük buradan gelmektedir. Partimizin taktik pratik yönelimiyle temel stratejik hedefleri arasındaki uyumun ve bütünlüğün temelinde bu bakışaçısı vardır.

İşte bu, bu partinin ideolojik açıklığının ve tutarlılığının, devrimi ciddiye almasının ve devrimin sorunlarını toplumun nesnel gerçekliği üzerinden kavrayabilmesinin, devrimci taktik yönelimini ve politikasını bu temel üzerinde kurabilmesinin en somut, en dolaysız, en çarpıcı bir göstergesidir. Her zaman söylüyoruz; gündelik yaşamda hiçbir şey gösteremezsiniz ki, programımızda bunun genel bir ifadesi olmaya görsün. Ya da tersinden, gündelik yaşamda hiçbir sorun gösteremezsiniz ki, programımızın şu veya bu bölümünün ya da maddesinin somut bir izdüşümünü yansıtmıyor olsun. Bu, partimizin teorik, programatik ve stratejik açıklıklara dayalı devrimci konum ve kimliğinin açık bir göstergesidir.

Reformizmin en temel karakteristiği, belki de Bernstein’ın o ünlü vecizesiyle tanımlanabilir; “Hareket herşeydir, nihayi amaçsa hiçbir şey!” Önemli olan gündelik mücadele içerisinde işçi sınıfının çıkarlarını koruyabilmektir, bu doğrultuda bir takım küçük ve sınırlı kazanımlar elde edebilmektir, burjuva toplum zemininde işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek, hak ve özgürlüklerini geliştirebilmektir, demek istemiştir, kötü ünlü revizyonist bu kötü ünlü vecizesiyle. İşte bu klasik sosyal-demokrasinin bakışaçısıdır, bu dört dörtlük reformizmdir. Bu nihai hedeflerin ve stratejik doğrultunun bir yana bırakılmasıdır. Devrimin değil reformun esas alınmasıdır. Bu, kurulu düzeni yıkmaya değil ama onu kendi temelleri üzerinde düzeltmeye, reforme etmeye, demokratikleştirmeye dayalı bir bakış açısıdır.

Biz komünist devrimciler ise sorunu nihai amaçlar temelinde, stratejik bir açıdan ve devrimci bir perspektif içinde ele alıyor, ortaya koyuyoruz. Bizim stratejik hedefimiz toplumsal devrimdir, kurulu düzeni temellerinden yıkmaktır. Biz sorunlara proletarya devrimi üzerinden bakıyoruz; egemen burjuva sınıfını devirmeyi, işçi sınıfının devrimci iktidarını kurmayı esas alıyor, şaşmaz hedefimiz olarak saptıyoruz. Bizim stratejik hareket noktamız budur, tüm sorunlara burada bakarız, tüm sorunları bu bakış açısı içerisinde değerlendirir, yerli yerine oturturuz. Gündelik siyasal yaşamımızı ve çalışmamızı da bu bakış açısı üzerinden kurarız. Biz kuşkusuz işçi sınıfının ve emekçilerin kısa dönemli çıkarlarına ve gündelik ihtiyaçlarına gerekli ilgiyi tam olarak gösteririz. İşçi sınıfı ve emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarını düzeltmek için gündelik bir uğraş veririz. Ama bunu, hep ve şaşmaz bir biçimde, devrimci stratejik bakış açısı ile yaparız. Gündelik mücadeleyi stratejik hedefe bağlarız. Her türden gündelik uğraşı bunun ışığında ve buna hizmet edecek tarzda ele alır, bu temel üzerinde sürdürürüz. Reformist çizgiyle devrimci çizgi arasındaki ilkesel nitelikteki temel ayrım noktası işte buradadır.

Dolayısıyla, çeşitli politika sorunlarına bakarken, şu veya bu taktik sorunu ele alırken, ölçü hep bu olmalıdır. Taktik ya da gündelik sorunlar kesin bir biçimde stratejik doğrultu ve amaçla bağı, buna bağımlılığı içinde ele alınmalıdır. Bu bakış açısı TKİP’nin politik sorunları ele alışının vazgeçilmez temeldir. Bunu dünden bugüne partimizin gelişmelere ve sorunlara bakışı üzerinden somut olarak da görebilirsiniz.

(...)

Geleneksel sol böyle bir bakıştan yoksundur, zira o ilkesizdir ve kendiliğindencidir. Çünkü gelinen yerde devrim pusulasını yitirmiştir, devrimci stratejik bakış ve doğrultudan kopmuştur. Çünkü devrim iradesi kırılmış, devrimci stratejik çizgi terkedilmiştir. İlkesel esasları ve ayrımları bir yana bırakarak gündelik başarılar elde etmek artık esas kaygı halini almıştır. Tasfiyeci sürüklenmelerin solu getirdiği nokta budur.

İlkeleri bir yana bırakıp sözde büyük birlikler kurarsınız, ÖDP örneğinde olduğu gibi. Ama aradan beş-on sene geçer, görkemli bir iflasla yüzyüze kalırsınız. Büyük iddialarla ama ilkeler bir yana bırakılarak bir araya getirilmiş bütün parçalar zaman içinde ayrışıp dağılır. Dahası başlangıçta bütünsel varlığı olan bazıları bu iflasın ardından kendi içerisinde ayrıca parçalanır. Büyük birlik iddiası bir görkemli iflasla sonuçlanır, geride alabildiğine küçülmüş parçalar bırakarak... Yaşanan liberal birlik politikasının iflasıdır. İlkeleri bir yana bırakarak onlarca grubu kendi içinde birleştirseniz bile, bir adım ileriye gidemezsiniz. Reformistler, mevcut grup ve çevreleri ilkesiz bir zeminde birbirine eklemleyerek sözümona güç olma yolunu seçtiler. Bununla toplumda sol sinerjiler yaratmayı umdular. Oysa sonuç görkemli bir iflastan başka bir şey olmadı. Sonuçta eldekini bile koruyamadılar.

 

Partinin başlıca zaafları ve yetersizlik alanları

Tüm üstünlüklerine rağmen partimiz bugün büyük yetersizlikler, önemli bazı zaafiyetler içerisindedir. Bunların bilincinde olmamız ve bunlarla uğraşmamız gerekir. Bu yetersizliklerin anlaşılabilir nedenleri var kuşkusuz. Süreç hep belli zaaf ve yetersizliklerle içiçe ilerleyecektir. Bunu hiçbir biçimde zaaflarımızı ve yetersizliklerimizi önemsizleştirmek veya meşrulaştırmak için söylemiyorum. Sadece zaaflar ve yetersizlikler kaçınılmaz olarak hep olacaktır, bunu akılda tutalım, demek istiyorum. Önemli olan onlarla uğraşma iradesini ve gücünü yitirmemektir. En kritik nokta budur ve TKİP’nin bugüne kadar bu konuda yüzağartıcı bir sınavı, bunun ürünü önemli bir deneyimi vardır.

Kendi yirmi yıllık sürecimiz boyunca nelerle karşılaşmadık ki biz. Bütün bunlarla uğraşarak parti inşa sürecini ileriye taşıdık. Partinin Kuruluş Kongresi'ni topladık, partiyi kurduk, ama arkası peşpeşe yenilen darbeler ve sonuçta bir yıkım oldu. Ama bakınız şimdi Parti’nin III. Kongre’sindeyiz ve bir yerdeyiz. Bu nedir, bu ne anlama geliyor, bu neyi anlatıyor? Bu karşılaştığımız sorunlara yenilmediğimizi anlatıyor. Eğer onlara yenilmemeyi başarırsanız, kısa dönemli olarak geriye düşmüş gibi görünseniz bile, beş yıl ya da on yıl üzerinden bakıldığında, hep daha ilerde olduğunuzu görmekte güçlük çekmezsiniz. TKİP bugün gerçekten her açıdan daha iyi bir noktadadır. Bunu II. Kongre’de söylediğimde, bazı yoldaşlar örgütsel bakımdan geçmişte daha ileri olduğumuzu dile getirmişlerdi. Söyledikleri belli sınırlar içerisinde doğruydu da. Ama biz bugün, hiç değilse şu son iki kongre arasında attığımız adımlarla, artık örgütsel bakımdan da her zamankinden daha ileri bir noktaya ulaşmış bulunuyoruz. Parti Kuruluş Kongresi’nden önceki aşamadan daha ileri bir noktadayız. Politik güç ve etki açısından ise zaten kıyaslanmaz ölçüde daha ileri bir düzeydeyiz.

Partimizin zaaf ve yetersizlikleri nelerdir ve biz özellikle hangi zaaf ve yetersizliklere yüklenmeliyiz? Bu konuda söyleyeceklerimi, sözü uzatmamak için, maddeleştirerek mümkün mertebe kısaca sıralamak istiyorum. Zira bu sorunlar zaten kongre gündemimizin de bir parçasını oluşturmaktadırlar, nasıl olsa üzerine genişçe tartışmak ve değerlendirmeler yapmak olanağımız olacak.

 

1- Partide ideolojik donanım ve birikim yetersizliği

Partimiz belli bir açıdan bakıldığında ideolojik bakımdan güçlü bir konumdadır. Parti’nin teorik-programatik sağlam bir temeli vardır, asıl gücü de öncelikle buradadır. Herşeyden önce tüm temel meseleler üzerinden ideolojik bir açıklığı var partinin. Bu sayede sağlam temellere oturan bir programı var. Parti programı, toplumun ve devrimin sorunlarına bakışta elde edilmiş ideolojik açıklıklardan süzülmüş, program formu içinde formüle edilmiş sonuçlarından oluşur. Programımız, genel teorik sorunların yanısıra toplumun ve devrimin temel sorunları konusunda asgari bir ideolojik açıklık içerisinde olduğumuzun da en çarpıcı, en temel, en dolaysız bir göstergesidir. Partimizin, programımıza da dayanak oluşturan, onu besleyen ve gerekçelendiren, kapsamlı incelemeleri, değerlendirmeleri, çözümlemeleri vardır. Partinin bütün bu bakımlardan ideolojik planda sağlam bir konumu ve belirgin bir gücü vardır. Ama yazık ki bunu oluşturan birikim, partinin bugünkü kadrosal varlığına maledilebilmiş değildir. Bu anlamda, parti düzeyinde kolektif bir ideolojik donanıma, düzeye ve kuvvete dönüştürülebilmiş değildir. Sözümü de asıl buraya, partinin temel önemdeki bir zaafiyet alanına bağlamak istiyorum.

Saflarımızda çok belirgin bir ideolojik eğitim ve donanım yetersizliği var. Kadrolarımızın büyük bir bölümünün Marksizme ve parti çizgisine ilişkin bilgisi ve kavrayışı son derece yetersizdir, doğrusunu söylemek gerekirse fazlasıyla yüzeyseldir. Bunun altını yıllardır çiziyoruz ve bunu yenmek için partiyi yönlendirmeye de çalışıyoruz. Ama yazık ki bu temel önemde yetersizliğin üstesinden gelebilmek konusunda henüz fazlaca bir mesafe katedebilmiş değiliz. Doğal olarak bunun tüm olumsuz sonuçları partinin yaşamı ve çalışması üzerinden de bir biçimde yansımaktadır.

Partimizin asıl üstünlüğü ve en büyük kuvveti ideolojik alandadır, bunu unutmamak gerekir. Biraz sonra devrimci örgüt sorunu, partinin bu alandaki üstünlükleri ve sorunları üzerinde de duracağım; ama önemle vurguluyorum, sağlam bir ideolojik kimliğiniz yoksa, açık bir ideolojik bilinciniz yoksa devrimci örgüt sorununda da başarısızlığa uğramanız kaçınılmazdır. Böyle bir örgüt kuramazsınız, bir biçimde kursanız bile sonuçta yaşatamazsınız. Herşeyin başı partinin toplamında ideolojik açıklık ve sağlamlıktır, kollektif ideolojik birikim ve donanımdır. Partide ideolojik açıklık ve güç vardır, fakat bu partiye maledilememiştir. Partinin toplamında kollektif bir düzey ve donanım haline getirilememiştir. Bu şu an en ciddi sorunlarımızdan biridir.

Örneğin partimizin, devrimci teorinin ve politikanın temel konuları üzerine belli bir rahatlık ve isabetlilikle kalemini kullanabilen çok az kadrosu vardır. Bu bile bir şey anlatmaktadır. Partimizin Türkiye devriminin sorunları hakkında açık görüşleri, kapsamlı değerlendirmeleri ve tartışmaları vardır. En kritik noktalar üzerinden yeterli açıklıklar vardır. Ama tüm bu açıklıklara rağmen devrimin şu veya bu sorunu üzerine zenginleştirici bir teorik inceleme yapabilecek ya da bir ideolojik polemik yürütebilecek, ya da bu açık görüşleri somut bir sorun üzerinden amaca uygun biçimde işleyebilecek kadroları, birkaç istisna dışında, yazık ki halen yoktur. Bu, partinin ideolojik donanım bakımından zayıflığının özel ama son derece önemli bir yansımasıdır. Özel bir yansımasıdır diyorum, zira sorun, bu türden bir elit grubun parti içinde olması sorunundan ibaret de değildir, hiçbir biçimde. Toplamında parti, kadrosal birikiminin somut durumu üzerinden bakıldığında, ideolojik birikim ve donanım yönünden belirgin biçimde zayıftır, asıl altını çizmek istediğim budur. Sorun yukarıdan aşağıya tüm partiyi kesmektedir. Mücadelenin zorlu koşulları içinde verilen kayıplar, aynı nedenlere dayalı dökülmeler, eldeki güçlerin yeniliği vb., bunun belli sınırlar içinde bir açıklamasını verebilir bize. Ama sonuçta parti bu sorunu çözmek zorundadır.

Partinin bu alandaki yetersizliğini mutlaka ve gereğince önemsemeliyiz. Yoldaşlarımızı gündelik yayınlara gereğinden fazla zaman ayırmaktan, özellikle de sanal yayın tuzağıyla değerli zamanlarını heba etmekten kesin olarak kurtarmalıyız. Onları sistemli biçimde Marksizmi incelemeye yöneltmeli, bunu düzenli olarak denetlemeli, bilinçli olarak yönlendirmeliyiz. Her bir yoldaşımızla, her bir organımızla bu çerçevede ve sistemli biçimde özel olarak ilgilenmeliyiz. Artı, bu temel üzerinde partinin ideolojik çizgisini, programatik birikimini sistemli biçimde ve döne döne incelemeye, anlamaya ve sindirmeye yöneltmeliyiz. Yoğun bir pratik çalışma ve koşuşturma içindeki kadro ve militanlarımızın eğitim ve inceleme yapmak için zamanları fazlasıyla sınırlı ve biz bu sınırlı zamanın mutlaka amaca en uygun bir biçimde kullanmasını güvence altına almalıyız. Bu bir önderlik, yönlendirme ve denetim sorunudur. Ve tüm partide sürekli bir iş olarak ele alınmak durumundadır.

Bunca sözden sonra gereksiz ama ben eklemekten kendimi alamıyorum. Bazı yoldaşlarımız günlük basın okumaya, ya da interneti gündelik olarak izlemeye pek meraklı. Oysa bu gerçek bir tuzaktır, düşünsel kısırlık ve cahilliğin süreklileşmesidir. Buna eğilimli yoldaşlarımıza benim söyleyeceğim şudur: Bu yolla belki gündelik olaylarla ilgili bir bilgi edinirsiniz ama hiçbir temelli bilinç ve birikim edinemezsiniz. Hele de, sağlam bir marksist bakış açınız, o temel üzerinden parti çizgisini az buçuk derinlikli bir kavrayışınız da yoksa, gündelik olarak okuduğunuz şeyler zihninizi bir o tarafa, bir bu tarafa savurmaktan öteye bir yarar sağlamaz. Onun bunun ideolojik etkisi altında salınır kalırsınız. Sayısız burjuva ve küçük-burjuva önyargının esiri haline gelirsiniz. Bu istem ve iradenize rağmen böyle olur. Buna direnme kapasitesini size ancak marksist birikim ve bu temel üzerinde parti çizgisinin derinlikli kavranışı verebilir. O halde siz de temel önceliği kesin olarak buna vermelisiniz, zamanınızı bilinçli bir tutumla buna ayırmalısınız.

 

2- Partiyi örgütlemek ve her bakımdan bütünleştirmek

Partiyi örgütlemeli ve her bakımdan bütünleştirmeliyiz, bu üzerinde durmak istediğim ikinci sorun. Parti örgütümüz bu haliyle çok yetersiz. İki açıdan yetersiz. İlkin, biçimsel bir örgütsel varlığınız olabilir ama buna rağmen bu yapı kendi içinde gereğince sağlam ve oturmuş olmayabilir. Bu açıdan belli sınırlar içinde bir örgütlenme sorunumuz olduğuna kuşku yok. İkinci olarak, mevcut örgüt yapınız kendi içinde az çok sağlam bir temele de oturuyor olabilir, ama fazlasıyla dar ve sınırlı kalabilir. Bu darlık politik etkiniz ve sempatizan çeperinizle kıyaslandığında belirgin biçimde göze batıyor da olabilir. Partimizin bu açıdan da ciddi boyutlarda bir örgütlenme sorunu vardır. Parti örgütümüz fazlasıyla dar ve sınırlıdır. Bu derinlemesine olduğu kadar genişlemesine de böyle. Her ilin kendi içinde aşağıya doğru derinlemesine olduğu kadar ülke genelinde genişlemesine de demek istiyorum.

Örgütlenmek öncelikle kadrolaşmak demektir. Elbette ki kadrolaşma örgütsel süreçler içinde olur. Ama sonuçta bizim iyi kötü örgütsel yapımız var. O zaman çok sistemli bir şekilde çevremizdeki sempatizan birikimini mümkün mertebe kadrolaştırmaya bakmalıyız. Parti sempatizanları, taraftarları ya da militanları ile parti kadrosu aynı şey demek değildir. Parti kadrosu, partinin temel ve dönemsel mücadele ihtiyaçlarına politik ve örgütsel açıdan yanıt verebilen donanımlı insan demektir. İnsanlar örgütlenirse ve çok yönlü olarak eğitilirse, sonuçta parti kadrolaşabilir. Bunu partide çok özel bir ilgi ve uğraş haline getirmek zorundayız. Şu an partinin en büyük ihtiyacı yeterli sayıda eğitimli ve donanımlı insandır, yani kadrodur. Partimizin geleceği ne kadar kadrolaşacağına da sıkı sıkıya bağlıdır.

Kadrolaşma ihtiyacına iki bakımdan işaret ediyorum. İlkin, mevcut ve potansiyel kadroların niteliğini yükseltmek, ikinci olarak kadro sayısını mümkün mertebe çoğaltmak anlamında. Yani sorunu nitelik açısından olduğu kadar nicelik açısından da vurgulamış oluyorum.

Halen çok dar bir örgütsel yapımız var. Politik etki alanımız ve çalışma kapasitemiz ile örgütsel durumuz arasında belirgin bir açı var. İlki ikincisiyle kıyaslanmayacak ölçüde geniş ve büyük. Farkında olalım ya da olmayalım, gelinen yerde TKİP fazlasıyla önemli bir politik harekettir artık. Fazlasıyla ciddiye alınan ve gitgide daha geniş bir ilgi alanına giren bir partiyiz. Bu, politik etkimizdeki büyümeyi anlatıyor. Geniş bir politik etki alanımız ve çalışma kapasitemiz var. Ne de olsa gece gündüz didinip duran bir partiyiz. O kampanyadan bu kampanyaya, o gündemden bu gündeme, o işten bu işe yoğun bir politik uğraş içindeyiz. Daha da önemlisi, bütün bu çabayı ilkeli, tutarlı ve kararlı bir politik mücadele çizgisiden gösteriyor olmamızdır. Bu politik faaliyet kapasitesimizi ortaya koymakla kalmıyor, giderek daha geniş bir ilgiye de konu oluyor. Fakat işte bu alandaki üstünlükle kıyaslandığında, örgütümüz fazlasıyla dar ve kadrosal bakımdan fazlasıyla zayıf. Çalışan militanı ile örgütlü partili sayısı arasında ilki lehine göze batan bir farklılık var.

Sonuç olarak, partide kadrolaşmayı sürekli bir iş haline getirmemiz, partinin kadrosal gücünü sürekli büyütmemiz gerekir. Ama bu, özel ve yöntemli bir uğraşla olur ancak, partinin kapılarını ilkesiz ve kuralsızca açarak, partiye buna hazır olmayan insan yığarak değil. Bu ikincisi partinin düzeyini düşürür yalnızca, niteliğini bozar ve giderek de güvenliğini tehdit eder. Ancak amaca uygun bir kadrolaşma çizgisiyle parti örgütünü büyütebiliriz. Mevcut kadroların düzeyini sistemli bir biçimde yükseltmek ve parti çeperindeki sempatizan birikiminden sistemli bir biçimde yeni kadrolar çıkarmak. Niteliği ve niceliği bir arada, içiçe ele almak, kadrolaşmayı bu temelde gerçekleştirmek... Bu, parti örgütümüzü güçlendirme, büyütme ve yaygınlaştırma olanağı verir bize. Partiyi örgütlemek ve parti örgütünü büyütmekten kastettiğim budur, kadrolaşma sorunu çerçevesinde.

Partiyi her alanda ve her bakımdan bütünleştirme sorununa gelince. (... )

(Yayınlanamaz bölümler... -Red).

İşte bu anlamda da önümüzde partiyi bütünleştirmek diye bir sorun var. Bu sürecin içerisine gireli hayli zaman oldu, bunda belli bir mesafe de aldık. Yeni bir parti kongresindeyiz, katedilen mesafenin bir bilançosunu çıkaracağız, bunun sorunlarını, güçlüklerini tartışacağız ve bu süreci yeni bir düzeye çıkaracağız. Bütünleşmeden kastım bir yanıyla budur.

Öteki yanıyla da, bu partinin kendi içinde birliğini her anlamda güçlendirmesi de, partiyi bütünleştirme kavramı ve ihtiyacı içinde bir sorundur. Partimizi ideolojik ve taktik bakımdan, örgütsel, ruhsal ve moral bakımdan, değerler sistemi yönünden vb., sağlamca birleştirip bütünleştirmek durumundayız. Parti kendi birliğini bütün bu açılardan güçlendirmek zorundadır. Bu ise büyük ölçüde canlı, dinamik bir parti içi yaşamla başarılabilir bir iştir.

Bu, II. Kongre sonrasında özellikle önemsediğimiz bir konu oldu ve bu alanda belli bir mesafe de alındı. Fakat halen de fazlasıyla yetersiz kaldığımız bir alandır. Parti, III. Kongre’den itibaren buna çok daha özel bir önem vermelidir.

II. Kongre sonrasında iç iletişim ile canlı bir parti içi yaşam kurmak doğrultusunda atılan adımlar gerçekte fazlasıyla yetersiz olduğu halde, bu kadarı bile partide bir heyecan, canlılık ve güven yaratabildi. Demek ki, biz bu türden bir uygulamayı kurumlaştırır, sistemleştirir ve süreklileştirirsek, gerçekten canlı devrimci bir iç yaşam kurmayı başarırız. Birçok konuyu ve sorunu da bu zeminde daha açık ve rahat bir biçimde ele alacağımız için, böylece partide ideolojik, politik, moral ve ruhsal bir bütünleşme doğrultusunda çok daha büyük mesafeler alırız.

 

3- Partiyi proleterleştirmeliyiz...

Partiyi proleterleştirmeliyiz, bu üçüncü bir önemli sorunumuz ve ihtiyacımız... Parti artık belirgin bir ağırlıkla proleterleşmek zorunda. Daha işin başındayken fabrika temeline dayalı parti hücrelerinden söz ediyorduk. Bunu dile getirdiğimizde daha çıkışımızın ilk adımlarındaydık, sınıfın ve kitelelerin dışındaydık, daha doğru dürüst örgütümüz ve kadromuz bile yoktu. Böyle olunca o gün için biraz fantastik görünebiliyordu bu düşünce ve söylem. Oysa gerçekte son derece önemli ve anlamlı bir düşünce idi. Zira stratejik önemde bir bakışı ortaya koyuyordu. Ciddi bir parti, devrimci bir sınıf partisi, fabrika temeline dayalı hücreler üzerinde yükselir diyen bir bakıştı bu.

İlk ortaya konulduğunda pratik yönden biraz hayalci görünen bu düşünceyi hayata geçirmenin önemli maddi koşullarına sahibiz bugün. Bugün artık işçiler içerisinde kadrolaşabiliyoruz. Dahası bu alandaki olanaklar günden güne çoğalıyor. Somut olarak çeşitli bölgelerden yoldaşlarla konuşurken, bölge örgütlerimizin dökümünü yaparken görüyoruz, bizzat işçiler arasından kazanılmış üye ve aday üyelerimizin sayısı belirgin bir hızda artıyor. Bunlar sınıf çalışması içerisinde kazanılmış sınıf bilinçli proleterler ve artık yönetici alt bölge komitelerimizde yer almaya başlıyorlar. Demek ki partinin sınıfsal bileşimi yönünden de yavaş yavaş mesafe alıyoruz, proleterleşiyoruz.

Öte yandan, artık bazı işçi direnişlerine önderlik edebilen bir gelişme aşamasındayız. Çeşitli direnişlerin örgütlenmesinde bir yerimiz ve rolümüz var. Ve direnişler, her zaman sınıf içerisinde kadrolaşmanın en verimli zeminleridir. Demek ki gelinen yerde partiyi proleterleştirmek hedefini önümüze daha somut bir görev olarak koyabiliriz. Parti sistemli bir çaba ve özel bir yüklenme ile artan oranda proleterleşmelidir. Saflarına sürekli bir biçimde yeni işçi üyeler kazanarak ve örgütlenmesini giderek fabrika temeline doğru yayarak yapmalıdır bunu. Fabrika birimleri, eğitim grupları, çalışma grupları, çalışma komiteleri, giderek parti hücreleri kurarak örgütlenmesini sınıf zeminine, sınıf eksenine yaymak anlamında da partinin proleterleşmek gibi bir görevi var.

Sınıf çalışmamızın sorunlarını tartışırken, sorunun örgütsel ve kadrosal boyutu karşımıza somut olarak böyle, yani parti örgütlenmesini sınıf zeminine oturtmak ve sınıf içinden sistemli biçimde kadrolaşmak olarak çıkacaktır.

 

4- Partimizi devrimcileştirmeliyiz, her alanda ve her açıdan!

Bir dördüncü konuya geçiyorum... Partimizi devrimcileştirmeliyiz, her alanda ve her açıdan! Bu biraz netameli bir sorun. Devrimci bir partinin, hele de devrimci çizgiyi, örgütü ve pratiği özenle gözeten devrimci bir partinin, gündemine partiyi devrimcileştirmeliyiz diye bir sorun getirildiği zaman, hafif incitici bir yanı da olabiliyor bunun, biliyorum. Ama bunu, bu tespiti ve ihtiyacı, buna rağmen büyük bir sükunetle karşılamalı, anlamalı ve gereklerini ciddiye almalıyız. Partide devrimci kimlik yönünden belli zayıflıklar var, buna gözlerimizi kapatamayız. Kongre gündem metninde de özlü bir biçimde ortaya konulduğu gibi, bu, dönem ve süreçlerle sıkı sıkıya bağlantılı bir sorun. Bu çerçevede çok da anlaşılır bir sorun. Uzun yıllardır belirgin bir sosyal durgunluk egemen topluma ve ortada militan bir kitle hareketi yok. Solda sonu gelmeyen tasfiyeci savrulmalar var ve bunlar zaman zaman bizi de yalayabilen etkili bir cereyana da dönüşüyor. Devletin sistematik saldırılarıyla bir açık alana sürülme, burada politik olarak tutunma mecburiyetinde kalışlar ve bunun kendiliğinden yarattığı kemirici, bozucu ve zayıflatıcı sonuçlar var. Bütün bunların bize de yansıyan etkilerini açıklıkla ve yüreklice görmeli, sorgulamalı ve bilinçli bir mücadeleye konu etmeliyiz.

Partinin bu anlamda ve bu sınırlarda devrimcileşmek gibi bir sorunu var. Bu, partide devrimci değerleri, devrimci mücadele anlayışını, devrimci direnme anlayışını, politik yaşamın karşımıza çıkardığı sorunlarla bağlantılı olarak titizlikle gözetmek sorunudur.

Tabii ki devrimci kimlik temelde ideolojik-politik bir sorundur. Partinin ideolojik çizgiside, programında, taktiğinde, örgütsel hattında, değerler sisteminde bu açıdan herhangi bir sorun yoktur. Olduğu kadarıyla sorun bunun kadrolara özümsetilmesidir, ki buna ilişkin sorunlar üzerinde önemle duruyoruz. Kastettiğim bu değil. Sorun pratik cephede ve her açıdan devrimcileşmek sorunudur.

Mücadelenin zorluklarını daha derinden hissettikçe saflarımızda yaşanan dökülmelere gözümüzü kapatamayız, bunun bir anlamı var. Habip Gül yoldaşın güzel bir sözüdür; “Cevher işleyen cüruf çıkarır!” Biz cevher işliyoruz, tabii ki curuf çıkaracağız. Cevher işlemeliyiz ve cüruf çıkarmalıyız, gelişme ve devrimcileşme sürecimizin diyalektiği böyle işlemeli. Kaldı ki partide devrimci standartları yükselttiğimiz ölçüde cüruf kendiliğinden çıkacaktır, bundan da kuşku duymayınız. Bu açıdan dönüp kendimize baktığımızda ve zayıflıklarımızla sistemli biçimde uğraştığımızda, böylesi zayıf ve sorunlu kimselerin saflarımızda tutunabilme şansı ve olanağı da kalmaz. Daha biz kapıyı göstermeden böylelerinin çoğu kendiliğinden kaçıp gideceklerdir. Bu durumda bize de, Lenin’in yenilgi döneminde partiyi ve devrimi kitlesel olarak terkeden aydınları hedeflerken kullandığı ifadeyle, “Alçakların canı ceheneme!” demekten başka yapacak bir şey kalmaz.

 

Merkezi önderlik, yerel önderlikler, yayın organları...

Önümüzdeki dört önemli sorun ve görev alanını ortaya koymaya çalıştım, partideki zaaf ve zayıflıklarla bağlantılı olarak. Bunları, ideolojik donanım, partiyi örgütlemek ve bütünleştirmek, partiyi proleterleştirmek ve partiyi her açıdan devrimcileştirmek olarak sıraladım. Bunlar kongremizin sunulmuş gündeminin de önemli konularıdır ve dolayısıyla kongre çalışması içinde üzerinde enine boyuna durmak olanağı bulacağız. Ben bunlara, bir açılış konuşması kapsamında, mümkün olduğunca kısa ve kuşkusuz hayli eksikli olarak değinmiş oldum. Yine de bunlara birkaç noktayı daha eklemek istiyorum. Bunlar da kongre gündemi metninde yeterli açıklıkta yer alıyor olsalar da.

İyi çalışan bir merkeze ihtiyacımız var. Halen MK’nın konumlanışı amaca ve verimli bir çalışmaya uygun değil. Bu alanda geride kalması gereken çok çeşitli sorunlar var. Konu kuşkusuz yeni seçilecek MK’yı ilgilendirmektedir. Yeni MK, verimli bir çalışmayı güvence altına alacak bir iç örgütlenme ve çalışma tarzına geçişi sağlamakla yükümlüdür. İşte parti kongresi bu yükümlülüğü açık ve vurgulu bir biçimde ifade etmelidir. Bu konuda ortaya emredici ve bağlayıcı bir irade de koymalıdır. Hiç değilse halen parti gündemi metninde ortaya konulan sorunlar kapsamında ve sınırlar içerisinde. MK profesyonel bir konumlanmanın koşullarını mutlaka yaratabilmeli, partinin önderlik ihtiyaçlarına en ileri düzeyde ve amaca uygun biçimde yanıt vermenin yollarına bakabilmelidir, diyebilmelidir.

Halen bazı MK üyelerimiz sıradan gündelik pratik işler içinde bile yer alabiliyorlar. Elbette gerekli olduğunda bundan geri durmamanın devrimci tutum ve sorumluluk göstergesi bir yanı var. Ama bu durumun süreklileşmesinin mazur görülebilecek bir yanı yok. Bu bir işlev kaymasının, aynı anlama gelmek üzere amatörlüğün bir göstergesidir. Partinin çok daha temelli önderlik ihtiyaçları vardır. MK’nın görevi buna yanıt vermektir, konumunun gerektirdiği biçimde partiye önderlik etmektir. Parti önderliğinin, yani partinin başarıyla yönetilebilmesinin gerektirdiği işlere yoğunlaşmaktır. Dolayısıyla kendini buna göre konumlandırmak, çalışmasını buna göre yürütmek ve önderlik görevlerini buna göre somutlamaktır.

Bunu tamamlayan ikinci önemli bir konu, inisiyatifli çalışabilen güçlü yerel önderlikler sorunudur. Geniş bir inisiyatifle çalışabilen, bir çok bakımdan kendine yetebilen yerel örgütler, partinin toplam çalışmasını rahatlatıp güçlendirecektir. Bu da parti için büyük bir üstünlük ve kazanım anlamına gelecektir.

Partinin genel planda bir ideolojik açıklığı varsa, partinin çizgisini, değerlendirmelerini ve deneyimlerini partinin toplamına iletebilen düzenli ve az çok işlevli yayın organları varsa, bu arada MK’nın düzenli aralıklarla partiye ulaşan parti içi değerlendirmeleri ve direktifleri varsa, bu durumda, İl Komitelerinin bulundukları illeri geniş inisiyatifle ve hakkını verecek bir biçimde yönetebilmesinin de asgari koşulları var demektir. Parti bu koşullara sahipse eğer, bu durumda yerel örgütlerin geniş bir inisiyatifle çalışmasını sistemli biçimde teşvik etmeliyiz.

Ama bu, buna uygun, bu geniş inisiyatifi parti çizgisinde doğru ve yaratıcı bir biçimde kullanabilen bir yerel örgüt bileşimi demektir. Siz geniş bir inisiyatifle çalışmaya teşvik edersiniz de, sonuçta yerel örgüt buna yetmeyebilir de, hatta bunun altında ezilebilir de. Gerekli olan, yerel örgütü buna uygun bir donanıma, aktiviteye, yaratıcı bir inisiyatife kavuşturabilmektir de aynı zamanda, demek istiyorum.

Üçüncü bir temel ihtiyacımız, MK’nın yakın önderliği ve denetimi altında partinin en iyi kadrolarının katkılarına dayalı olarak çıkan yayın organlarıdır. Partimizin en iyi kadrolarının bir bölümü halen parti yayınlarına yazı yazmıyor. Buradaki bileşim üzerinden bile örneklenebilir bu. Oysa parti yayınları, partiyi yönlendirip yönetmenin en iyi, en etkili araçlarıdır. Politika bu araçlar üzerinden belirlenecektir, partiye buradan yön verilecektir, deneyimler buradan aktarılacaktır, yanlışlara bunlar üzerinden müdahale edilecektir. Peki partinin en iyi kafaları, parti sorunlarına olduğu kadar deneyimlerine de hakim kafaları, parti çizgisinin koruyucusu kollayıcısı olan, olması gereken kadroları, bu yayın araçlarını etkili ve sistemli bir biçimde kullanmazlarsa eğer, bu nasıl olacaktır?

Bu kongreden itibaren kesinlikle partinin ileri kadrolarının partinin temel yayın organlarına düzenli katkısını zorunlu bir görev ve yükümlülük haline getirmek gerekir. Partinin Merkez Yayın Organı’nın her sayısına temel önemde bir yazı yazmayı, her MK üyesi için bir zorunlu yükümlülük haline getirmek gerekir. Bunun gereklerini yerine getirmeyen MK üyelerinden ise hesap sormak ve bir sonraki kongrede böyle bir görevden kesin olarak almak gerekir. Bunu böyle yaptırımlara bağlayamazsak, ricayla, temeniyle bu temel önemde sorunu çözemeyiz. Yıllardır bu partinin en ileri kadrolarının önemli bir bölümü parti yayınlarına yazı yazmıyor. Bu aklın alacağı şey değildir, bu bir anormalliktir. Gelinen yerde bu anormalliği kesin olarak geride bırakmak zorundayız.

Son olarak özel ama son derece önemli bir konuya, teknik alt yapı ve sahte evrak sorununa değinmek istiyorum...

(Yayınlanamaz bölümler...-Red.)

 

Siyasal durum üzerine bazı belirlemeler

İçinden geçmekte olduğumuz özel tarihi evreye ilişkin bazı belirlemelerle devam etmek istiyorum.

Tarihsel ölçülerle ele aldığımızda geride bıraktığımız son otuz yılın, gerek dünyada ve gerekse Türkiye’de, bir sosyal durgunluk ve siyasal gericilik dönemi olarak yaşandığını biliyoruz. Dünyada neoliberal saldırı ve “yeni sağ” şahsında burjuva gericiliğinin yükselişi, Türkiye’de ise 12 Eylül faşist darbesi ile başlayan bir dönem oldu bu.

Bugün bu dönemin gerek dünyada gerekse Türkiye’de aşılmakta olduğuna ilişkin işaretler çoğalmaktadır. Dünya genelinde bu daha belirgin bir olgudur ve gerçekte çok da yeni bir gelişme değildir. Türkiye’de ise özellikle şu son birkaç yıl içinde ve özellikle de sınıf hareketi üzerinden dikkate değer bir yeni kıpırdanma var. Rejim krizi, ekonomik kriz, Kürt sorunu gibi toplumsal çapta büyük etkiler yapabilen sorunların karmaşık ve çelişik etkileri, kesin şeyler söylemeyi hala da güçleştirmektedir. Kesin olansa, sınıf hareketindeki yeni canlanmanın akibetinin sürecin seyrinde belirleyici bir rol oyanayacağıdır. Bu yeni hareketlenme bir kez daha kolayca kırılırsa, sosyal durgunluk dönemi daha da uzayacak demektir. Tersinden, yayılıp güç kazanırsa, bu durumda bunun etkileri sınıfın daha geri katmanlarına ve öteki emekçi kesimlere de yansıyacak, böylece yeni bir kitle hareketliliği dönemi de nihayet başlamış olacaktır.

Öte yandan, gerek dünyada gerek Türkiye’de bir kriz dönemi içindeyiz. Kapitalist dünya sistemi yeni bir büyük kriz içine girmiş bulunmaktadır. Bu, çok yönlü çok boyutlu bütünsel bir sistem krizidir. 2008’de patlak veren ekonomik ve mali kriz buna yeni düzeyde yıkıcı maddi bir zemin kazandırmış oldu. Bundan böyle krizi bu ekonomik zemin üzerinden fakat tüm boyutları ile birlikte, bir bütün olarak ve bir dönem olarak ele almak durumundayız. Krizin kendi iç dalgalanmalarına, iniş çıkışlarına, ani daralmalarına ya da kısmi genişlemelerine, fazlaca takılmamalıyız. Bunlar bütün büyük krizlerin gelişim seyrinde vardır. Bırakalım bunlarla uzmanlar uğraşsınlar. Biz krizi önümüzde uzanan bir dönem perspektifi içinde ele almalı, gerekli sonuçları da buna göre çıkarmalıyız. Yani bir büyük kriz döneminde devrimci bir partiyi bekleyen stratejik önemde görev ve sorumluluklar nelerse onlar üzerinde yoğunlaşmaya bakmalıyız. Krizin kısa dönemli sonuçları üzerinden gündelik politika yapmak, krizin yıkıcı etkilerinin kitlelerde yarattığı hoşnutsuzluğu örgütlemeye bakmak işin en kolay yanıdır. Her türlü sol akım buna kendiliğinden bir tepki de verir. Ama gerçekten devrimci bir parti, krizin büyük sosyal çalkantılara, çatışmalara, yıkımlara yol açacağını gözönünde bulundurarak, kendini stratejik açıdan böyle bir döneme en iyi bir biçimde hazırlamaya, onun muhtemel sonuçlarını en hazırlıklı bir biçimde karşılamaya vermelidir.

İçinden geçmekte olduğumuz özel tarihi evreye baktığımızda, bunun sol açısından da genel bir tasfiye dönemi olduğunu görüyoruz. Yakın tarihinin, bunu son 40 yıl üzerinden ifade ediyorum, hiçbir döneminde sol bu denli tasfiyeci bir sürüklenme ve dağılma içinde olmamıştı. Dağılma, buna kırılma da diyebiliriz, öncelikle ideolojik plandadır, temel hedeften yoksun bir belirsizlik içinde sürüklenmeye yol açan da budur. Devrimci ya da reformist hemen hiçbir parti ya da grubun açık bir ideolojik çizgisi, dolayısıyla bir stratejik doğrultusu yok. Eski çizgiye olan güven çoktan yitirilmişti, yıllardır yerine yeni bir şey de konamayınca, sonuç belirsizlik içinde bir sürüklenme oldu. Gelinen yerde ise bu süreç bir dağılma, bir çözülme, bazıları şahsında bir tükenme olarak seyrediyor. İçinden geçmekte olduğumuz tarihi evrenin geleneksel sol üzerinden kendini gösteren temel özelliği budur.

Toplum düzeyinde ise bir kargaşa ve kafa karışıklığı döneminden geçmekteyiz. Toplumun genelinde de büyük bir kafa karışıklığı var. Rejim içi dalaşma ve bunun bir uzantısı olarak Ergenekon operasyonu süreci buna iyi bir örnektir. Birçok kişi, siyasal grup ve çevre, demokratik kitle örgütü, sendika vb., bu konuda bir belirsizlik, belirgin bir kafa karışıklığı içinde. Bu, düzen güçlerinin yedeğine düşmeyi de beraberinde getiren bir durum doğal olarak. Demokrasiyi dinsel gericilikten bekleyebilenler bir tarafta, şoven ve militarist gericiliği laikliğin ve bağımsızlığın güvencesi sayabilenler öte tarafta. Sonuçta büyük bir kafa karışıklığı ve kargaşadır gidiyor.

Aynı kafa karışıklığı, aynı kargaşa Kürt sorunu konusunda da var. Son ayların tablosuna baktığınızda, Türkiye’de Kürt sorunu ha çözüldü ha çözülecek izlenimini kolayca edinebilirsiniz. Cumhurbaşkanı ortalığa düşmüş, sorunun çözümüne hiç bu kadar yaklaşmamıştık, bu ülke bu sorunu çözecektir, diyor. Hükümetin açılım söylemi ve onu arkalayan batılı emperyalistlerin tutumu bunu tamamlıyor. Tüm kesimleriyle büyük sermaye medyası da bunu iyimser bir beklenti olarak tüm topluma pompalıyor. Tüm bu çaba kafaları karıştırıyor, dayanaksız beklentileri büyütüyor. Oysa olup bitenin gürültülü bir aldatmacadan başka bir şey olmadığını görmemiz çok sürmeyecek.

Büyük belirsizlikler barındıran bir sürecin içindeyiz. Rejim krizinin nereye varacağı, Kürt sorununun ne olacağı, mevcut sınıf hareketliliğinin akibeti, tüm bunlar halen belirsizliğini koruyor. Aynı belirsizlik bölgesel planda da var. Irak’taki durumun ne olacağı, İran ile yaşanan nükleer santral krizinin nasıl çözüleceği henüz belli değil. Son Ermeni açılımıyla birlikte yeni bir boyut kazanan Kafkasya’daki durum da halen belirsizliğini sürdürüyor. Afganistan ve Pakistan’daki gelişmeler için de aynı şey söylenebilir. Özetle bölgede de büyük bir belirsizlik var. Demek ki hem içerde hem dışarda, Türkiye’de ve onu çevreleyen kriz ve çatışmalar coğrafyasında, aynı zamanda bir belirsizlikler döneminden geçmekteyiz.

Bütün bu sorunlar kongremizin çalışma gündemi kapsamında var. Bütün bunlarla ilgili olarak olanaklı sınırlar içinde bir açıklığa ulaşmak ve bundan parti için gerekli sonuçları çıkarmak, kongremizi bekleyen önemli bir sorumluluktur.

 

Partinin örgütsel güvenliği üzerine

 Konuşmamı örgütsel güvenliğe ilişkin olarak temel önemde gördüğüm bazı sorunlarla bitirmek istiyorum...

(Yayınlanamaz bölüm... -Red.)

 


Üste