Gündelik faaliyette kendiliğindencilik ve sıradanlaşma
Devrimci mücadelede politik-örgütsel açıdan tanımlanan sorumluluklar, içerisinden geçilen dönemin nesnelliklerinden ayrı düşünülemez. Gündelik mücadelenin düzenlenmesinden tutun da politikada kullanılan araçlara kadar bu böyledir.
Büyük bir emek ve iradeyle yürütülen siyasal faaliyet “gündelik” sonuçları itibarıyla zayıf kalabildiği günümüz koşullarında kimi zaman moral kırılmalara, tökezlemelere yol açabilmekte, bunun kendisi ise faaliyetin görev ve sorumluluklarını “rutin” işler olarak algılanmasıyla sonuçlanabilmektedir. Verili koşullar altında yoğunlaşan ya da zayıflayan bu sorun alanları çoğu zaman devrimci faaliyeti içten güçsüzleştiren etkenlere dönüşmekte, devrimci inisiyatifi ve yaratıcılığı giderek tüketmektedir.
Tarihin (verili sınıf savaşımlarının) önümüze çıkardığı tablo üzerinden baktığımızda zor bir dönemin devrimcileri olduğumuzu sıklıkla vurgularız. Bugün içerisinden geçtiğimiz süreçte yaşanan sınıf ve kitle hareketindeki durağanlık-dağınıklık, burjuva gericiliğinin yarattığı toplumsal yıkım ve çürüme vb. sorunlar, gündelik siyasal yaşam içerisinde boğucu sonuçlar yaratabilmektedir. Bu nesnellikle ilişkilenirken tarihsel bir yaklaşımdan yoksun olanlar çoğu zaman hayatın bu güçlükleri karşısında hızla ona eklemlenebiliyor. Ya da tarihin bugün ortaya çıkarmış bulunduğu zorluklarla mücadeleyi kendi dar sınırları içerisinde algılayarak yıpranabiliyorlar.
Güne tarihin geniş penceresinden bakamamanın yarattığı bu sorunlar, çoğu zaman devrimci sorumlulukları “sıradan işler” olarak ele almayla sonuçlanabilmektedir. Dönemin zorlu görevlerini omuzlayan, büyük bir emekle davayı sırtlanan kimi yoldaşlarımızda dahi yer yer böylesi duyguların şekillendiğini görebilmekteyiz.
Somuta gelirsek, faaliyetin en temel mekanizmalarını yahut araçlarını, örneğin organ toplantıları, bir takım randevular, politikanın araçlarını (bildiri, afiş vb.) kullanmak sıradan işler olarak ele alınabilmekte, dolayısıyla bu alanlarda öne çıkması gereken yaratıcılık ve inisiyatif daha en başta kırılabilmektedir. Bunun kendisi ise kendiliğindenciliğin boy verdiği bir alana dönüşmektedir. “Her geçen gün bir öncekinin tekrarı” yaklaşımı üzerinden akıp giden bu süreç, kişinin faaliyetle olan ilişkilenişini de törpüleyen bir mekanizma olarak işleyebilmektedir.
Oysa ki normalde devrimci faaliyet ve en başta gündelik siyasal pratik, değişimin-devrimcileşmenin nesnel zeminidir. Kişi ancak hayatın içerisinde böylesine zengin bir zeminde gelişip serpilebilir. Denilebilir ki böylesi zor bir dönemde bu süreç tersine işleyebiliyor. Hayır. Bu yaklaşım koşullar karşısında topu en baştan taca atmak olur. Zira daha başında belirttiğimiz üzere, siyasal mücadelede politik-örgütsel açıdan tanımlanan sorumluluklar, içerisinden geçilen dönemin nesnelliklerinden ayrı düşünülemez. Dolayısıyla güncel faaliyet dönemin ihtiyaçlarına göre planlanıyor, insanlar buna uygun bir temelde konumlandırılabiliyor, araçlar bu nesneliğe uygun seçilebiliyor, gün buna uygun bir temelde örgütlenebiliyorsa, bu durumda bahsedilen sorun alanları en asgariye inecektir. Sorun verili koşullar altında, nesnelliğe yapılacak devrimci müdahalenin büyük bir yaratıcılıkla gerçekleştirilebilmesiyle ya da tam tersiyle ilgilidir. Burada nesnelliğin üzerinden atlamak şöyle dursun sorun bizzat bu temelde ele alınmakta, sonuçları itibarıyla buradan tartışılmaktadır.
Bu çerçevede saflarımızda mücadele eden, siyasal mücadelenin sorumluluklarını omuzlayan her bir insanımızın gün ile gelecek arasındaki ilişkiyi doğru kavrayabilmesi-kavratılabilmesi, bu süreç içerisinde kendi konumunu (misyonunu) yerli yerinde bilince çıkarabilmesi büyük bir önem taşımaktadır. Somutta hayata geçirilen her devrimci görevin geleceğe doğru atılmış bir adım olduğunu bilen, her yeni sorumluluğa bu bakış ve tutkuyla sarılan bir yaklaşım, günün zorlukları ile mücadele edebilme gücünü diri tutabilir ancak. Zira zaman zaman rutin bir iş olarak algılanan her bir pratik, örneğin tek bir bildirinin yahut bültenin sınıfa ulaştırılması, mevcut tarihsel eylemin bir parçasıdır. Devrimci yaratıcılık ve inisiyatif ancak böylesi bir kavrayışla gelişip serpilebilir. Aksi her durum, siyasal faaliyeti kısırlığa mahkûm etmek anlamına gelecektir.
Yaşamın sıradanlaşması uzun ve sancılı bir ölümdür
Sıradanlaşmak devrimci öznenin nesneleşme sürecidir aynı zamanda. Zira sıradanlaşma özünde mevcut olana bağlanma, onunla bütünleşme sürecidir. Buradan hareketle devrimci yaşam içerisinde gündelik olarak bu sinsi ve tehlikeli düşmana karşı mücadele asla bir kenara bırakılmamalıdır. Zira “sinsi ve tehlikeli” bu düşman süreç içerisinde, yaşamın her alanında insanı eski olana, daha doğru bir tabirle, içerisinden geldiği “eski dünyasına” çeker. Bilinci, duyguları, davranışları, refleksleri giderek sıradanlaşan kişi kendisini verili olanla bütünleşmiş bulur. Deyim yerindeyse bu durum bir devrimci açısından ölümden farksızdır. Çünkü sıradanlık yeniye düşmandır, statükocudur, tutucudur. Her şeyden de önemlisi bir iradesizleşme sürecidir. Oysa devrimci yaşam dinamiktir. Eskiyi yıkma yeniyi inşa etme sürecidir. Geleceğin gün içerisinde örgütlenmesidir.
Maalesef içerisinden geçilen süreç ve onun zorluk alanları insanların devrimcileşme süreçlerini sakatlayabilmekte, tek yönlü gelişim ve kendiliğindencilik tehlikesi ile karşı karşıya bırakabilmektedir. Böylesi bir durum mücadelenin yüzeyselleşmesine, dolayısıyla devrimci yaşamın da bir o kadar sıradanlaşmasına sebep olur. Sıradanlaşma sorunu somutta hayatın farklı alanlarında ve farklı biçimler altında karşımıza çıkabilmektedir. Kimi zaman sosyal yaşamda, kimi zaman aile ya da duygusal ilişkilerde birçok devrimcinin alabildiğine sıradan bir pratiğe sahip olduğunu görebilmekteyiz. Bunun bu haliyle bırakılarak kendiliğinden bir sürece terk edilmesi, sorunların göz ardı edilmesi, zamanla bu ilişkiler içerisinden sıyrılıp çıkamayan unsurları bütün olarak kendi içerisine çekebilmekte ve zamanla tüketip bir kenara atmaktadır. Şayet bu gerçekliğe karşı bilinçli bir mücadele içerisine girilmez ise, dahası sorun bütünlüğü içerisinde kavranamazsa devrimci kimliği ve yaşamı içten içe kemiren bir tehlikeye dönüşebilir. Deneyimler de gösteriyor ki birçok devrimci uzun yıllara yayılan bu sorun alanı içerisinde yok olup gidebilmiştir. Zira bu süreç her aşamasında iradeyi zayıflatmakta, kişiyi akıp giden sürecin basit bir eklentisi haline getirebilmektedir.
O halde devrimci yaşama, dolayısıyla yeni ve geleceğe ait olana düşman olan sıradanlık, kendiliğindencilik ve tek düzeliğe karşı mücadele gündelik bir görev olarak ele alınmalıdır. Bu sinsi fakat öldürücü düşmanlara karşı uyanık olmak, dahası amansız olmak, her devrimci için yaşamsaldır. Çünkü önümüzde ancak bu bakışla ve büyük bir tutkuyla sarılarak gerçekleştirebileceğimiz tarihsel sorumluluklar ve değiştirilmeyi bekleyen zorlu bir dünya durmaktadır. Bunun bilinci dahi sıradanlığı aşmak için yeterli bir nedendir.