Devrimci faaliyeti hep canlı tutmalıyız!
Partimizin politik-örgütsel çizgisini devrimci sınıf çalışmasının başlıca alanı olan fabrikalarda hayata geçirebilmek büyük önem taşıyor. Sınıfa yönelik genel çalışma sınıfı harekete geçirici bir etki yaratsa bile, bu düzene öldürücü darbeyi indirmek fabrikalarda alacağımız mesafeye bağlıdır. Marksist teori bu yolu gösteriyor, partimizin programı ve politikası bu yola işaret ediyor, işçi sınıfının tarihsel deneyimi bu yola ışık tutuyor. Fakat bu her fabrikanın aynı önemi taşıdığı anlamına gelmiyor. Özellikle büyük ölçekli fabrikaları vebu fabrikalara çalışan yan sanayileri ile metal sektörü, fabrika politikamızı hayata geçireceğimiz yerlerin ilk sırasında bulunuyor.
Stratejik önemde gördüğümüz fabrikaları hedefleyerek, politikalarımızı ete-kemiğe büründürme çabası içindeyiz. Devrimci işçiler olarak yürüttüğümüz bu faaliyette birçok sorunla yüzyüze kalıyoruz. Şu an çalıştığım fabrikada edindiğim deneyimler üzerinden bunları somutlamaya çalışacağım.
Çalıştığım fabrika, gerek bölge çalışması, gerek üretimde tuttuğu yer, gerekse de bugün işçi sınıfının karşısına sahte bir maskeyle çıkan ve pek çok durumda onu yalnız bırakıp aldatan sendikal bürokrasinin önümüze koyduğu engelleri aşabilmek açısından önem taşıyor. Tek başına bu bile, fabrikanın şu anki durumundan bağımsız olarak, devrimci sınıf politikamızı hayata geçirmenin olanaklarının olduğunu gösteriyor.
Fabrikada çalışma yürütürken, devrimci sınıf faaliyetimizin canlılığını hiçbir şekilde yitirmemesi, işe girdiğimiz ilk günlerde yarattığımız etkinin kesintisiz sürdürülebilmesi gerekiyor. Bu, sonuç alamayacağımız durumlarda ısrarı sürdürmek anlamına gelmediği gibi, işçilerin mevcut durumunu kanıksamaktan da uzak durmak gerekiyor. Öyle ki, ilk günlerde hızla işçilerle iletişime geçip onları politikamıza kazanmaya çalışırken, bir süre sonra karşımızdaki tabloyu olağan karşılayıp değiştirme çabasından vazgeçebiliyoruz. Enerjimizi bir yere yoğunlaştırmak adına, genele hitap etmek yerine ilişkilerimizi sınırlamayı tercih edebiliyoruz. Ya da başka bir gündem ortaya çıktığında (sözleşme gibi), artık umudu kesip ilgilenmekten vazgeçtiğimiz işçilerin öne çıktığını, aktif olarak sözünü söylediğini görebiliyoruz.
Bu yüzden, devrimci faaliyetimizi sürekli canlı tutmak ve kanıksamadan kesinlikle kaçınmak gerekiyor. Bunu yaparken çeşitli yöntemler geliştirmek de önem taşıyor. Bunun bir yönü kültür-sanat alanı olabileceği gibi, yeri geldiğinde bir futbol maçı ya da bir film üzerinden gelişen sohbet bile işçileri etkilemede bir araç olabiliyor.
Fabrika ortamında işçiler arasında hızlı bir etkileşim yaşanıyor. Bugün mücadele etmenin zorlukları, mücadele ettikleri taktirde karşılaşacakları sorunlar düşünüldüğünde, işçiler kolayca geri tutumlara sürüklenebiliyor ve birbirlerini etkileyebiliyorlar. Örneğin, bir tarafta doğrudan kendisini ilgilendiren bir seminer, panel diğer tarafta ise sinema ya da televizyonda izleyeceği bir futbol maçı varsa, pek çoğu ikincisine yönelmeyi tercih ediyor. Genel gündemlere karşı bu ilgisizlik sınıf bilincinin olmayışından kaynaklanıyorsa da, hiç beklemediğimiz işçilerden kıdem tazminatı, torba yasa ya da sendikalar yasasıyla ilgili sorular gelebiliyor. Bu durumda başvurdukları ilk kişi biz oluyoruz. Bu yüzden, öne çıkarabileceğimiz, partimize kazanabileceğimiz işçilerle olan bağımızı daha sıkı bir şekilde sürdürürken, bunun hiçbir şekilde diğer işçilerle kuracağımız bağın önüne geçmemesi gerekiyor.
Öte yandan, işçiler adım atmak için bize bakıyorlar, kendilerine olan güvensizliklerini bize güvenerek, bizim canlılığımıza yaslanarak kırıyorlar. Bizdeki en ufak bir kırılma ya da sonuç alamama durumunda dışa vurduğumuz küçücük bir rahatsızlık bile onlara hemen yansıyor. Bu, onlarda zaten varolan “boş yere uğraşıyorsun, bu işçilerden bir şey çıkmaz” düşüncesinin güçlenmesine neden oluyor.
Bu sistemden kaynaklanan herhangi bir sorun bize kapitalizmin teşhirini ve sosyalizmin propagandasını yapabilmek için fazlasıyla olanak sağlıyor. Bunu yaparken, “onların dilinden konuşmak” ile “onlar gibi konuşmak” arasındaki farkı unutmamak gerekiyor. İşçilerle kurduğumuz bağ sadece sosyal bir bağ olarak kaldığında, olaylara burjuva düzenin penceresinden yorum getiren işçilerle geliştirdiğimiz diyalog da ilerlemiyor ve bir süre sonra propaganda ve teşhirden çok günlük sıradan meseleler üzerine konuşmalara yol açıyor. Bu durumdan kaçınmalı, fabrikada geçirdiğimiz her anı onları bir adım bile olsa ileriye taşımak için kullanabilmeliyiz.
Mevcut durumu doğal görerek kanıksamak o geriliğe teslim olmak anlamına gelir ve bu durumda faaliyetin canlılığı zayıflamaya başlar. Biz işçi sınıfının bugünkü geriliğini marksist bakışaçısıyla değerlendirip bir yere oturtabiliyor, geriliklerini “doğal” görüyoruz, fakat değiştirip dönüştürmek devrimci öznenin görevi olduğuna göre, bu geri tabloyu kırmak için çaba harcamak, bunun için de fabrikadaki siyasal çalışmada canlılığımızı korumak durumundayız.
G. Deniz