Logo
< IV. Ümit Altıntaş Gençlik Kampı...

Sendikal örgütlenme eğilimine müdahale ve sendika bürokrasisi


Sendikal örgütlenme eğilimine müdahale
ve sendika bürokrasisi

İşçi hareketi uzun yıllardır tekil-mevzi eylem sınırlarında seyrediyor. Son on yıldaki bazı özgün kitlesel çıkışlar dışında tek tek işyerlerindeki hak arama girişimleri biçiminde parçalı ve dağınık bir tablo söz konusu. Bu hareketin en belirgin karakteri ise iktisadi-sendikal sorunlar etrafında şekilleniyor olması. Nitekim direniş ve eylemlerin ezici çoğunluğu, özellikle sendikal örgütlenme süreçlerinde karşılaşılan işten atma saldırısı üzerine gerçekleşiyor.

Eylem ve direnişlerin gidişatını ilk bakışta bunların ne denli başarılı örgütlenip örgütlenmedikleri belirliyor gibi görünebilir. Fakat son tahlilde direniş ve eylem süreçlerinin, aynı anlama gelmek üzere sendikalaşma süreçlerinin akibetini, işçilerin ön süreçlerdeki örgütlenme ve bilinç düzeyleri tayin ediyor. Genel olarak bakıldığında, bu çıkışların büyük bölümünün yenilgiyle sonuçlandığı ya da herhangi bir somut kazanım elde edilmeden sönümlendiği görülecektir. Bunu sendikalist örgütlenme anlayış ve pratiklerinin doğrudan bir sonucu sayabiliriz. Bu anlayış ve pratikler aşılmadığı sürece, sınıf saflarındaki tepki birikimi, hak alma eksenindeki mücadele isteği, bunların daha net bir ifadesi olarak süreklilik arzeden sendikal örgütlenme eğilimi gibi bir dinamik döne döne heba olmaktan kurtulamayacaktır.

Sınıf hareketinin iktisadi-sendikal karakteri

Yaşanan yenilgi ve kırılmalara rağmen, sendikal örgütlenme eğilim ve girişimlerinin yaygınlığını ve sürekliliğini korumasının Türkiye işçi hareketine özgü bir dizi nedeni var. Türkiye’de modern sınıf hareketinin çıkışından başlayarak sendikal örgütlülük çok özel bir ağırlığa sahip olageldi. En baştan itibaren dayatılan bürokratik cendereye rağmen işçi hareketimiz esas olarak sendikal düzlem üzerinden şekillendi. Düzenle karşı karşıya gelmesini, bir anlamda siyasal düzeyi zorlamasını da genelde iktisadi-sendikal mücadelelere borçludur. Hareketin tarihindeki en ileri siyasal çıkış olan 15-16 Haziran eylemi de bizzat sendikal alana yönelen bir saldırıya karşı patlak vermiştir. Hareketin günümüzdeki niteliği yarım asırdır süregelen bu gidişattan bağımsız değildir. Başka bir ifadeyle, hiçbir dönem kendiliğindenlik sınırlarını aşamamış bir sınıf hareketinin bugünkü tablosunda da iktisadi-sendikal karakterin belirgin olması gayet doğaldır.

Bununla birlikte, tarihsel bilinci sürekli bozulmaya uğratılmış, öncüsü şahsında dahi tarihsel deneyimlerin mirasından koparılmış bir sınıf gerçeği söz konusudur. Her yeni kuşağın kendiliğinden bilincin ilkel evrelerini yeniden yaşamasının başlıca nedeni budur. Bu aynı zamanda hem sendikal bürokrasinin sıradan işçi tarafından bile ezberlenmiş ihanetlerine, hem de bunun dolaysız bir ürünü olarak genel planda sendikalara yönelik güvensizliğe rağmen, işçilerin neden döne döne sendikalara yöneldiğini de açıklamaktadır. Böylesi bir bilinç düzeyiyle büyük oranda örgütsüzlüğe mahkum edilmiş işçi bölükleri ağır çalışma koşulları, düşük ücretler, kuralsız çalıştırma, taşeronlaştırma, güvencesizlik, işyerlerindeki baskılar vb. gibi sorunlar karşısında derin bir çaresizlik duygusu yaşıyorlar. Bu koşullarda sendikal örgütlenme her şeye karşın tek umut kapısı olarak görülüyor. Onyıllar boyunca düzenin sendikal bürokrasi eliyle yarattığı güvensizliğe ve kırılmaya rağmen döne döne sendikalaşma girişimleri yaşanıyor. Ülkenin dört bir yanında sendikal örgütlenme eğiliminin karar ve iradeye dönüştüğü deneyimler ortaya çıkıyor.

Sınıf kitleleri içinde yaygın bir karşılığı olan sendikalaşma eğiliminin somutlandığı neredeyse her girişim ise doğrudan patronların işten atma saldırısıyla karşılaşıyor. Bu saldırılar çoğu yerde uzun ya da kısa soluklu direniş ve eylemlerle yanıtlanıyor. İşte bugünkü hareketin genel tablosu esasta bunlar üzerinden şekilleniyor ve belirleyici niteliklerini de buradan ediniyor. Mevcut haliyle sınıf hareketinden kısa vadede bu cendereyi aşmasını beklemek gerçekçi değildir. Kitlesel bir patlamanın bir dizi alandaki nesnel birikimine rağmen süregelen bir tıkanmadır bu. Sermaye düzeninin toplumun genelini etkileyen kırılmaları şüphesiz bunu tersine çevirebilir. Fakat bugünün sorumluluğu, bunu tartışmaktan ziyade, sınıf hareketinin mevcut haline müdahalede düğümleniyor.

Sendikal örgütlenme eğilimine müdahale süreci

Eğer sendikal örgütlenme eğilimi günümüzde sınıf hareketinin en temel dinamiğiyse ve bu dinamik sendikal bürokrasi eliyle döne döne tüketiliyorsa, sınıf çalışmamızda bu gerçeklik büyük bir titizlikle gözetilmek durumundadır. Bugüne kadar bu eğilime nasıl müdahale edilmesi gerektiği, partimiz tarafından bir dizi değerlendirmeye tabi tutuldu. Konumuz itibariyle burada bu değerlendirmelerden çıkarılabilecek en kritik üç öğeyi ifade etmekle yetinelim.

Birincisi, sendikal örgütlenme süreci çoğunluğun üyeliğe ikna edilmesinin ötesinde adım adım ileri bir bilinç ve örgütlenme düzeyinin yaratılması olarak ilerlemelidir. Bu çerçevede komitenin oluşturulmasından başlayarak sistemli ve yoğun bir eğitim faaliyetine ağırlık verilmelidir. İkincisi, işçiler en baştan itibaren olası saldırılar karşısında bağımsız direniş kararlığıyla donatılmalı, tek bir işçi için dahi direniş ruhu giderek çoğunluğa malolan kuvvetli bir iradeye dönüştürülmelidir. Üçüncüsü de, en baştan itibaren sermaye karşıtı bilinçlendirme faaliyeti, sendikal bürokrasi konusundaki gerçekleri ve ona karşı mücadelenin hayati önemini de mutlak biçimde içermelidir.

Elbette karşımıza çıkan her potansiyelin kendine özgü yanları olacaktır. En baştan örgütleyicisi olduğumuz deneyimler ile sürecin bir yerinde müdahil olabildiklerimiz, örneğin direnişlerin gündeme geldiği aşamalar farklı taktikleri gerektirir. Ya da ön hazırlığın yetersiz olduğu çıkışlara müdahale kendine özgü zorluklar taşıyacağı gibi, biz güçlü bir ön hazırlık için yüklensek de kontrolsüz çıkışlarla karşılaşabileceğiz.

Öncülüğümüzde ilerleyen süreçlere yaklaşımımızı, bir yerden sonra müdahale edebildiğimiz ya da güçlü ön süreçlere dayanmayan kontrolsüz diyebileceğimiz çıkışlara bire bir uygulamak olanaksızdır. Örneğin bu tür durumlarda sendikal bürokrasiye dair bilinçlendirmede kullanılacak dil ve üslup, önderlik ettiğimiz deneyimlerdekinden mutlaka farklılıklar içerecektir. Yeterli ön hazırlığın olmadığı durumlarda işçi kitlesinin bilincinin sendikal bürokrasinin gericiliğine fazlasıyla açık olduğunu unutmadan, sendikal örgütlenme konusundaki yaklaşımlarımızı işçilere maledebilmek, giderek sendikal bürokrasinin denetimini kırabilmek büyük bir politik ustalık sorunudur. Bu hiç de sendika bürokratları karşısında çekingen kalmak, “alttan almak” veya bürokrasiyi teşhirden sakınmak anlamına gelmiyor. Burada kastedilen, sendikal bürokrasiyle mücadeleyi çok daha güçlü bir içeriğe kavuşturmak ve işçilerin verili bilinç düzeylerini hesaba katan bir dil ve üslup kullanmayı başarabilmektir.

Sınıf mücadelesinin dinamiklerini tüketen sendikal bürokrasi

Gerek sınıf hareketinin özellikleri, gerek sendikal bürokrasinin sınıf hareketi üzerindeki etkisi, gerekse sendikal örgütlenme dinamiğine başarılı müdahale açısından sendikal bürokrasiyle mücadele ister istemez hayati bir önem kazanıyor. Halihazırda sınıf kitlelerindeki birikimin, bir başka deyişle sınıf hareketinin mevcut tıkanıklığını aşacak dinamiklerin gereğince değerlendirilebilmesi bu alandaki başarıyla doğrudan ilişkilidir. İşyerlerinden başlayarak bürokrasinin hakim olduğu sendikal mevziler adım adım arındırılıp sınıf mücadelesinin hizmetine sunulmadan, sınıf hareketinin kendi dinamikleriyle geliştirilmesi son derece güçtür. Diğer bir deyişle, sınıf hareketinin verili koşullarında sendikal örgütlenme eğilimine müdahalemizde, dolayısıyla sendikalaşma süreçlerinde sonuç elde edebilmek, her şeyden çok sendikal bürokrasiyle başarılı bir şekilde mücadele etmeye bağlıdır.

Sendikal bürokrasinin sınıf hareketinin önündeki en önemli engel olduğu genelde kabul gören bir olgudur. Buna karşın solun sendikal bürokrasiye yaklaşımı esaslı farklılıklar taşımaktadır. Partimizi dışta tutarsak, solun genelinde marksist teorinin çarpık kavranışından kök alan değişik tonlarda sendikalist bir sınıf çalışması anlayışı hakimdir. Bu anlayış pratikte, sınıf çalışmasını sendikal bürokrasi içinde yer kapmakla eşdeğer görmek biçiminde yansımasını buluyor. Sendikal bürokrasi kavramına atfedilen içerik de buna göre oluşturuluyor. Örneğin sendikal bürokrasinin merkezi yapısı, sınıfın bünyesini saran bürokratik ağdan kopuk ele alınabiliyor. Ya da sendikal bürokrasinin daha işyerlerinden, işyeri temsilciliklerinden başlayıp ara kademelerden o merkezi yapıya kadar uzanan geniş bir ağ olduğu gerçeği bir yana bırakılabiliyor. Oysa gerçekte bu ağın en güçlü sacayaklarını ara kademeler (şubeler, yerel temsilcilikler vb.) ve işyeri temsilcilikleri oluşturuyor.

Sendikal bürokrasi ağının muhalif eklentileri

Kimi sol akımların ara kademelerde tuttukları mevziler bürokratik ağ gerçeğinin karartılmasına yol açabilmektedir. Ne var ki ara kademelerdeki sola mensup sendikacıların iyi niyetli, hatta sendikalist bir çizgide de olsa mücadeleci olmasıyla, sınıfı bir ağ gibi kuşatan bürokrasiyi karşıya alıp sınıf sendikacılığı yapmak, birbirinden kalın çizgilerle ayrılan iki farklı şeydir. İlki bürokratik ağın en iyi durumda muhalif bir eklentisi olmayı, ikincisi ise bu ağı parçalama savaşım ve iradesini anlatır. Muhalif eklentilerin en ileri pratiği dahi sendikalist ufku aşmaz. Bunun pratikteki yansıması ise kendini en net bir biçimde örgütlenme ve direniş süreçlerindeki tutumlar üzerinden ortaya koyar. Onlar için sendikalaşma çalışmaları, çoğunluğun üye kaydedilmesine odaklıdır. Sendikaların en temel görevi olan sınıfın sistemli temel eğitimi, işçi kitlesinin üyeliğe ikna edilmesinden çok da öteye geçmez. Bir kez çoğunluk sağlanıp sendika patrona kabul ettirildikten sonra ise, kitlesel olarak kesintisiz sürdürülmesi gereken sendikal eğitim, belli işçilerin dönem dönem kamplara, seminerlere katılmasına daralır. Aslında bu kadarı da bürokratik ağın işyerlerindeki dayanaklarını oluşturmaya endekslidir.

Bürokratik ağın muhalif eklentileri için sınıfının bağımsız taban inisiyatifi ve örgütlenmesinin inşası gibi bir sorun da yoktur. Hatta çoğu yerde böylesi bir inisiyatifi kendi varlıkları ve uzun yıllardır yapıştıkları koltuklar karşısında bir tehdit olarak görmektedirler. Tam da bundan dolayı, sınıfa politik bilinç öğeleri taşıyan, tabanın söz ve karar süreçlerine bilinçli ve etkin katılımına dayalı sendikal demokrasiyi yaymaya çalışan, bunun da ancak bağımsız taban inisiyatifini geliştirmekten geçtiğini savunan devrimci müdahaleler karşısında ara kademe bürokrasisinin solu da sağı da aynı gerici tepkiyi verir. Çünkü sınıf kitlelerinin söz ve karar süreçlerine bilinçli ve etkin katılımını sağlayacak bağımsız taban inisiyatifi ve örgütlenmesi, kendilerinin de eklentisi oldukları bürokratik ağın en etkili panzehiridir.

Muhalif eklentiler, sınıfa genelde yasal mevzuatın belirlediği bir icazet alanı dayatmakta da üstlerinden farklı bir konumda değildirler. Yasaların sınıf mücadelesinin seyri tarafından belirlendiği gerçeği bir yana bırakılarak, işçiler burjuva yasallığına hapsedilir. Fiili militan eylemlilikler sırasında dahi yasal mevzuatın çizdiği sınırlar titizlikle gözetilmeye çalışılır. Sınıfa burjuva sömürü ilişkileri karşısında her durumda meşru ve haklı olduğu, patronlardan iktisadi-sendikal haklarını koparıp almasının dahi yasal icazet alanını aşmaktan geçtiği bilinci verileceğine, burjuva hukukundan medet umması empoze edilir.

Daha farklı boyutlarıyla da sergilenebilecek bu yaklaşımın soldan bir takım temsilcileri, ciddi ciddi sınıf sendikacılığı iddiasında bulunabiliyorlar. Sınıf hareketinin yükseliş dönemlerindeki mücadelelerle kazanılmış sendikal mevziler de bunun adresi olarak gösteriliyor. O halde sormak gerekiyor, o mevzilerden hangisi yaşanan örgütsel erimeye direnç gösterebilmiştir? Mesela sadece kendi alanında-sektöründe dahi örgütlü işyeri sayısını sürekli büyüten, bu bir yana, sınıf nicel bir büyüme yaşıyorken 15-20 yıl öncesinin üye sayısını koruyabilen bir örnek var mıdır? Herhangi bir işkolundaki sendika şubesi bile özelde sendikalaşma, genelde ise sınıfın bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesi açısından büyük olanaklar sunuyorken, üstelik işçi kitlelerinde yaygın bir sendikal örgütlenme eğilimi varken, döne döne başarısız sendikalaşma deneyimleri üretmenin sınıf sendikacılığıyla nasıl bir ilişkisi olabilir? Çoğu durumda kendi imkanlarıyla sendikalaşan, patron saldırıları karşısında başlangıç evrelerinde işgale kadar varan bir mücadele isteğiyle çıkış yapan işçi direnişlerini icazetçi-sendikalist sınırlara çekip sönümlendirmekle, sonuçsuz tükenişlere sürüklemekle sınıf sendikacılığı nasıl bağdaştırılabilir?

Bürokratik ağla mücadelenin farklı boyutları

Bu gerçekler unutulduğunda, sendikal bürokrasiyle mücadelenin belki de en kritik halkalarındaki sorumlulukların üstesinden gelmek mümkün olmayacaktır. Bürokratik ağın zaten teşhir olmuş merkezi yapısıyla, aysbergin bu görünen yanıyla mücadele görevi herşeye rağmen elbette önplanda tutulmalıdır. Bu alanda daha etkili, güçlü, somut ve sistemli teşhir faaliyeti daimi bir sorumluluk olarak karşımızda duruyor. Nitekim sınıf çalışmamızda bunun gereklerine uygun hareket ediyoruz. Fakat sendikal bürokrasiyle somut mücadele alanı, onun bir ağ gibi kuşattığı sınıf tabanıdır. Burada ise karşımıza, ara kademe bürokratları ile işyerlerindeki uzantıları çıkıyor. Özellikle bir takım sol yapılarla ilişkili olanların iyi niyetleri ve sendikalist ufku aşamasa da mücadeleci kimlikleri, yer yer onlarla ilgili yanılsamalara yol açabiliyor. Sınıfın bünyesini kuşatan bürokratik ağın muhalif eklentileri oldukları gözardı edildiğinde ise, bu kesimle ilişki alanı hatalı yaklaşımların konusu olabiliyor.

Merkezi bürokratik kast ile herşeye rağmen mücadeleden yana olan ara kademe bürokratlarını şüphesiz aynı tutumlara konu edemeyiz. İlki karşısında katı ve tavizsiz bir tutum, ikincilerle ilişkilerde ise politik bir esneklik gerekiyor. Fakat bu, gerçekten samimi olanları sınıf sendikacılığı çizgisine kazanmayı gözeten bir esneklik olarak anlaşılmalıdır. Bu yapılırken de solcu-ilerici kimlikleriyle dahi bürokratik ağın ara kademelerde ve tabandaki eklentileri olmaları gerçeği her zaman hesaba katılmalıdır. Tersi durumda, işçi kitlelerini bu konuda bilinçlendirmek gibi temel bir görevin üstünden atlanarak, sınıfı bürokratik ağın kontrolünde bırakmak kaçınılmaz olacaktır.


Üste