Logo
< İlkesel ve sınıfsal açıdan laiklik mücadelesi

Sendikal bürokrasiye karşı nasıl bir mücadele?


Sendikal bürokrasi işçi sınıfının örgütlenmesinin ve mücadelesinin önündeki en önemli engellerden biri. İşbirlikçilik, uzlaşma ve teslimiyet birkaç bağımsız sendika dışında temel bir çizgi haline gelmiş durumda. Uzun bir dönemdir “ücret sendikacılığı” dahi yapamıyorlar. Dahası, ücretlerin büyük bir hızla eridiği şu günlerde var olanı koruma ile sınırlı bir mücadele bile sözkonusu değil. İşçilerin politik bilincinin gelişmesini engelleme noktasında ise oldukça başarılılar.

Son süreçte MESS TİS sözleşme dönemi ve Çimsataş deneyimi, sendikal bürokrasinin sınıf mücadelesinde oynadığı rolü bir kez daha açıkça gösterdi. Daha insani bir ücret için fiili greve giden Çimsataş işçilerinin karşısına, BMİS’in “başarılarını gölgelemek!” suçlamasıyla dikilebildiler. İşleri öyle bir noktaya getirmiş bulunuyorlar ki, TM ve BMİS temsilcileri tek tek işçileri izliyor, fişliyor ve baskı kurmaya çalışıyorlar. Sadece sözleşme süreçleri üzerinden bile sendikal bürokrasinin geldiği noktaya dair söylenebilecek çok şey var.

Alabildiğine ağırlaşan çalışma ve yaşam koşulları ekonomik mücadelenin daha sert geçeceğini belli örnekler üzerinden ortaya koyuyor. Tam da bu dönemde gerçekleşen metal sözleşmesi süreci neden topyekûn bir mücadeleye yol açmadı? Ya da işçilerin yıllardır sendikalı olduğunu kesilen aidattan hatırladıkları bürokrat yöneticiler ile işçiler neden karşı karşıya gelemediler? Bu soruya yanıt olarak pek çok etken sıralanabilecek olsa da, sendikal bürokrasiyi en öne çekmek gerekiyor. Fakat burada sözkonusu olan, Pevrullar’ın, Serdaroğulları’nın ve sendika temsilcilerinin ötesinde başlı başına bir anlayış/çizgidir. Bu anlayış işçi sınıfının bilincine de işlemiş bulunuyor. Dolayısıyla tek başına bürokrasinin temsilcilerine değil aynı zamanda sınıfın verili bilincine de savaş açmak gerekiyor.

Sınıf devrimcilerinin görevi elbette sınıfı kontrol altına tutan, yaratılan imkanlardan nemalanan bu kastı sistematik olarak teşhir etmektir. Ancak bu kendi başına yeterli değil. Özel bir alanı olsa da, bürokrasiye karşı mücadeleyi sermaye sınıfına karşı mücadeleden ayırmak, hem sonuca ulaşma hem de yaratılan bilinç açısından sorunlu. Bu iki mücadele alanının ayrıştırılması, sendika bürokrasisine karşı mücadelenin uyarma ve teşhirle sınırlanmasına yol açıyor. Teşhir ve uyarma üzerinden seslenme pratiği ise, verili bilinciyle işçinin sendikadan uzaklaşmasına yol açıyor. Bürokratik anlayışa karşı tutum geliştirilemediği ölçüde, mücadeleye duyulan umutsuzluğu pekiştiriyor.

Bürokrasiyle mücadele etmeden, onu aşmadan sermayeyle mücadele edilemeyeceği bakışı son derece sakıncalıdır. Zira bu, öncü işçileri edilgenleştiren, mücadeleyi dışarıdan izlemelerine yol açan bir bakışı şekillendiriyor. Aynı zamanda bürokrasinin işçiye kadar uzanan bir anlayış bütünlüğü olduğunu göz ardı eden, mücadeleyi bürokratlara indirgeyen sonuçlar doğuruyor.

Sınıf devrimcileri sendikal bürokrasinin etki alanını kıracak sistematik teşhirlerin yanı sıra, tek tek fabrikalarda yaşanan sorunlar üzerinden işçileri birleştirip harekete geçirecek özgün politikalar üretebilmelidir. İşçinin politik bilincinin gelişimini hızlandıracak, demokratik araç ve yöntemleri hayata geçirerek işçiyi edilgenlikten kurtaracak müdahaleleri bir bütünlük içinde yapabilmelidir. Sermayeye karşı mücadelede özgüven kazanmış, harekete geçebilen ve bilinçlenen işçi, sendikal bürokrasinin dayattığı anlayışı kırmaya başlayacak, kararlı bir mücadeleyle onu ezip geçebilecektir.

D. Ada


Üste