Logo
< Araçların amaçlaştırılması tehlikesi

Yükselen işçi eylemleri ve sendikal hareket


D. Güneş

Ekonomik krizin faturasının daha ağır bir şekilde işçi ve emekçilere kesilmesiyle birlikte biriken tepki ve öfke bu yılın başında dışa vurmaya başladı. Ücret ve çalışma koşullarının düzeltilmesi talebiyle Ocak ayı başından itibaren farklı sektörlerde yaşanan fiili eylem süreçleri durulsa da, kısa bir süre sonra yerini ağırlıklı olarak sendikalaşma talebiyle gerçekleşen hareketliliklere bıraktı. Bir dizi fabrikada işçiler, kazanılmış hakları güvencelemek ve örgütlülüğe dayanabilmek refleksiyle sendikalara yönelim gerçekleştirdiler. Henüz genel planda güçlü bir sendikalaşma eğiliminden bahsetmek olanaklı olmasa da, Ocak ayından bu yana, sendikalaşma talebiyle eylem ve direnişler bir yerde bitiyor başka bir yerde başlıyor. Son altı ay içinde onlarca fabrikada sendikalaşma süreçleri yaşandı. Elbette aynı süreçte farklı işçi bölüklerinin kazanılmış hakların gaspına dönük eylemli tepkileri, ücret talebiyle fiili direnişleri ya da “yasal” grevleri de sözkonusu (TÜPRAŞ, TPI, Neşe Plastik vb.)  Ancak halihazırda sendikalaşma talebiyle gerçekleşen eylem ve direnişlerin öne çıktığını söylemek mümkün.

***

Parçalı, dağınık ve kendi dar sınırlarının dışına çıkamayan, hatta aynı bölgede direnen farklı işçi bölükleri ile yan yana dahi gelemeyen bu girişimlerin büyük çoğunluğu, fiili eylem süreçlerinin ardından yerini “hukuksal” sürece bırakan bir seyir izliyor.

Ocak ayındaki eylem dalgasında farklı işçi bölükleri ilk elden temas ettikleri bağımsız sendikaların yanısıra uzlaşmacı ve işbirlikçi çizgilerine rağmen geleneksel sendikal yapılara da yönelebildiler. Henüz güçlü bir sendikalaşma eğiliminden bahsedilemese da, geleneksel sendikal yapıların bu zaman diliminde “güçlendikleri” görülüyor. Üç temel sektöre ait (metal, petro-kimya ve tekstil) 2022 Ocak-Temmuz dönemine dair veriler, sendikaların üye sayısındaki artışı gösteriyor. Petro-kimya sektöründe örgütlü Petrol-İş ve Lastik-İş’in Temmuz ayı rakamlarına göre toplam 4 bin üye artışı yaşanmış. Aynı şekilde tekstil sektöründe en kitlesel olan sendikalar olan Teksif ve Öz İplik-İş Sendikaları'nın üye sayılarında 4 bin artış gerçekleşmiş. Daha dikkat çekici olan, ihanetçi çizgisiyle teşhir olmuş Türk Metal Sendikası'na son altı aylık dönemde 25 bin işçinin üye olması. Kuşkusuz, Pressan örneğinde olduğu gibi, bizzat sermaye ve sendika ağaları işbirliği ile Türk Metal’e zorla üye yapılan işçi bölükleri de bu kapsamda yer alıyor. Ancak bu veriler yine de binlerce metal işçisinin Türk Metal Sendikası'na yönlendirilebildiğini gösteriyor.

Sadece bu rakamlar değil güncel plandaki gelişmeler de gösteriyor ki, işçilerin güvensizlik taşıyarak geleneksel sendikal yapılara gitmediğini söylemek olanaklı değil.

Sendikaların başına çöreklenmiş bürokratik kastın döne döne ihanetlere imza atmasına rağmen, nasıl oluyor da işçiler harekete geçtiklerinde işbirlikçi sendikal yapılara yönelebiliyorlar? Daha önceki değerlendirmelerimizde ele alınmış olsa da, son süreçte gerçekleşen işçi eylemleri ve halen devam eden sendikal mücadele süreçleri üzerinden bu olgunun üzerinde yeniden durmak gerekiyor.

Sendikalar işçilerin en temel mücadele örgütleridir. İşçilerin temel ekonomik ve demokratik haklarının kazanılmasında yegane örgütlenme adresi konumundadır. İşçilerin, tüm ihanetlerine rağmen geleneksel sendikal yapıları halen adres olarak görülebilmelerinin gerisinde ise, işçi sınıfının geri bilinci ve örgütsüzlüğü durmaktadır.

Özellikle 12 Eylül'ün ardından işçi sınıfı sermayedarlar ve iktidarlar tarafından çok yönlü ideolojik kuşatma altına alınmış, dinsel gericilik ve milliyetçilikle sersemletilmiş, AKP iktidarı dönemiyle birlikte biat kültürü yaygınlaşmıştır. Birbirine ve kendi gücüne güvensiz ve sınıf bilincinden yoksun işçi kitleleri, genel planda asgari ölçüde sendikal bilinçten de uzak bir konumdadır. Geri bilince sahip işçi kitleleri en temel hakları için harekete geçtiğinde dahi, sırtını bir güce dayamaya ve daha kolay olanı tercih etmeye yönelebilmektedir. Kuşkusuz bu tabloda sermaye sınıfının en temel suç ortağı ise sendikal bürokratik yapılardır. Bu çıkar şebekeleri de bu geri bilinci besleyen ve dumura uğratan bir rol oynamaktadır.

İşçilerin geleneksel sendikalara yönelmesinde bir diğer faktör ise, sermayeni sağ kolu olan bürokratik çarkın, işçileri denetim altına almak için çıkardığı “dersler” dir.  Bunu daha özelinde Türk Metal gerçeği üzerinden ifade ediyoruz. Metal Fırtına öncesinde fabrikalarda göz açtırmayan, oluşturdukları çetelerle işçiler üzerinde terör estiren, işçinin en ufak talebine dahi gözlerini kapamakla kalmayıp talepte bulunanları işten attıran, şiddet uygulayan bir pozisyondaydı. 2015 yılında gerçekleşen Metal Fırtına’da on binlerce metal işçisinin tepkisinin bu ihanetçi çeteye yönelmesi ve binlerce istifanın gerçekleşmesinden kapitalistler ile birlikte Türk Metal de “ders” çıkardı. Sermaye sınıfının işçiler içindeki ajanı olma misyonunu koruyarak, işçiler üzerindeki denetimini daha güçlü kılmayı hedefleyen adımlar attı. Metal Fırtına’nın ardından demokratik maskelere bürünmesi ve göstermelik eylemlere yönelmesi tam da bu işlevini yerine getirmek içindir. 2015'ten buna üye sayısını 80 bin artırarak bugün 250 bin üyeye ulaşmasının gerisinde, ihanetçi çetenin sermaye sınıfının çıkarları temelinde “yeniden” şekillenmesi yatmaktadır. Ancak, yakın dönemde Türk Metal'e üye olan işçiler Metal Fırtına deneyimini yaşamamış yeni işçi kuşağı olsa da, bu ihanetçi çizginin hafızalardan silinmesi olanaklı değildir.

Bugünkü tabloda Türk Metal'in izlediği politikalar önemli bir rol oynamıştır. Bu tablonun kendisi, başta metal işkolu olmak üzere sanayi proletaryasının konumlandığı diğer sektörlerin, sanayinin belkemiğini oluşturan işletmelerin temel müdahale alanı olması gerektiği gerçeğine bir kez daha işaret etmekte, bu hain bürokratik çeteyle mücadelenin daha da önemli hale geldiğini göstermektedir.

Hareketin hangi alanlar üzerinden açığa çıkabileceğini öngörmek zor olsa da, sadece örgütsüz fabrika ve işletmelerde değil, sendikal örgütlülüğün olduğu, “ayrıcalıklı” konumların çoktan yitirilmeye başlandığı stratejik işletmelerde de kaynamaların yaşanabileceğini son TPI süreci ortaya koymuştur. Bürokratik çarka müdahale açısından bu tür işletmeler büyük bir önem taşımaktadır.

Ocak ayından bu yana gelişen hareketlilikte, özellikle fiili eylem süreçlerinde bağımsız sendikalar da öne çıktılar. Bu süreçte, devrimci siyasal öznelerin özel çabaları ve müdahaleleri ile geleneksel sendikal yapılardan bağımsız sendikaların oynadığı rol kuşkusuz önemlidir. Ancak bu tablo, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, stratejik işletmelerde geleneksel sendikalarda örgütlü işçi bölüklerine müdahalenin önemini karartmamalıdır.

Sınıf devrimcileri açısından altı özellikle çizilmesi gereken temel önemdeki nokta ise, işçilerin hangi sendikada örgütlendikleri değil, tabandan örgütlü mevzilerin yaratılabilmesidir. Gelişen eylemli süreçlerin tablosu, bu ihtiyacı döne döne ortaya koymaktadır.

***

Krizin derinleşmesi, işçi ve emekçilerin yaşam koşullarının katlanılmaz boyutlara gelmesiyle birlikte ardı ardına patlak veren işçi eylemlerinin önemi tartışmasızdır. Hareketliliğin mevzi sınırlarda kalması, parçalı bir seyir izlemesi ve dar ekonomik-sendikal sınırları aşamaması ise en temel zayıflık alanıdır. Sermaye sınıfının kapsamlı saldırılarını püskürtebilmek ancak birleşik, kitlesel, militan bir sınıf hareketinin gelişmesiyle olanaklıdır. Gelişen işçi eylemleri ve direnişleri böyle bir hareketi geliştirmenin dayanakları olarak büyük bir önem taşımaktadır.

Bu temelde sınıf bölüklerine politik müdahale ile birlikte tabandan mevzilerin yaratılması, işçi eylemlerinin/direnişlerin büyütülmesi ve birleştirilmesi güncel görevler olarak önümüzde durmaktadır.


Üste